skyconqueror1907
Yeni Üye
- Mesajlar
- 12
- Tepkime Puanı
- 0
Blog: http://555sehirvefelsefe.blogspot.com/2013/03/barselona-roma-aras-bir-gonul-yaras.html
Barselona-Roma Arası
Barselona-Portbou-Cerbere-Montepellier-Marsilya-Nice-Ventimiglia-Roma
Roma yazısını yazmadan önce Barselona’dan Roma’ya geçiş sürecimizi anlatsam iyi olur sanırım. Bu yolculuk bizim için tam bir maceraydı.
Avrupa’daki tren rayları ağının çok güzel bir özelliği var. İstediğiniz her yerden istediğiniz her yere doğrudan ya da dolaylı olarak trenle ulaşmanız mümkün. Biz de İnterrail biletimiz olduğundan, mümkünse en doğrudan şekilde Barselona’dan Roma’ya geçmek istiyorduk; fakat, interrail biletiniz olsa da bineceğiniz trene koltuk rezervasyonu yaptırmanız gerekir ki bunun için genelde 3-10 Euro arasında değişen bir ücret ödemeniz gerekir. Neyse, Barselona Sants tren istasyonuna gittik rezervasyon yaptırmak için. Fakat gideceğimiz tarihteki tren için bizden sadece rezervasyon bedeli olarak 125 Euro istediler. Sadece rezervasyon! Tabii ki o parayı vermedik, daha ucuz bir yöntem var mı diye sorduk, “doğrudan değil, dolaylı-aktarmalı-gitmeniz gerekir” dediler. Böyle yapınca neredeyse hiç para ödemeyecektik. DeutschBahn sitesi gidiş-dönüş noktaları arasını en ucuz nasıl gidebileceğinizi gösteren bir sistem kurmuş, girip bakabiliyorsunuz. Görevli bize aktarmalı gidiş listesi verdi, bir baktık 7 tren değiştirmemiz gerekiyor! İnterrail bu, böyle yaşanmalı dedik, kendimizi gaza getirip yola çıktık! Toplamda 26 saat süren yolculuğumuzda, sırasıyla şöyle bir rota izledik:
1.Barselona-Portbou
2.Portbou-Cerbere (İspanya’dan Fransa’ya)
3.Cerbere-Montepellier
4.Montepellier-Marsilya
5.Marsilya-Nice
6.Nice-Ventimiglia (Fransa’dan İtalya’ya)
7.Ventimiglia-Roma
Yolculuğa çıkacağımız gün Barselona’da bir bayram tatili varmış, bilmiyorduk (Dünyada en çok bayram tatili yapan ülke İspanya’dır herhalde, sürekli bayramları var, bizden çok, emin olun). Aslında niyetimiz Barselona’dan Cerbere’ye erken giden bir trene binmekti çünkü elimizdeki tren listesine göre biz Cerbere’ye vardıktan iki dakika sonra Montpellier’e gidecek tren kalkacaktı, yetişememe şansımız vardı. Bahsettiğim tatil durumu yüzünden Barselona-Cerbere trenlerin sıklığı azaltılmıştı ve bineceğimiz tren yine iki dk kala yetişecekti. O yüzden O yüzden İspanya’nın Fransa sınırındaki Portbou şehrine erkenden gidip oradan Cerbere’ye geçmeye karar verdik. İki şehir birbirine çok yakın görünüyordu, herhangi bir vasıtayla geçebilirdik, hatta yürüyebilirdik. Neyse Barselona-Portbou trenine atladık. Portbou’ya geldik, fakat bir baktık, iki şehir arasında kocaman bir dağ var! Cerbere’ye geçmemiz mümkün değildi. Mecburen 1 saat sonra gelecek olan Barselona-Cerbere trenini bekleyip 2 dakika içinde diğer trene yetişmeye çalışacaktık. Bakalım yetişebilecek miyiz?
Önümüzde bir saat vardı. Portbou şehri, dağ yamacında, Akdeniz’e kıyısı olan şirin bir kasaba şehriydi, az sayıda ev ve güzel bir sahilin toplamından ibaretti, girip yüzesimiz geldi ama işte aklımızda hep tren vardı, biraz dolanıp gölgelik bir yer bulup oturduk. Herhalde bu tuhaf şehre gelen ilk Türkiye vatandaşları bizleriz diye düşünürken bizim gibi sırtçantalı iki arkadaş geldi, “Türk müsünüz?” diye sordular, güldük. “Evet” dedik, muhabbete başladık. Neyse bir saatin sonuna doğru istasyona çıktık, istasyonda hız alıştırmaları yaptık, merdiveni kırk saniyede inip çıksak, biraz koşup trene yetişebiliyorduk. Sonra bütün motivasyonumuzla Cerbere trenine bindik, yolculuk 16 dakika sürdü, kapı açılır açılmaz, trenden indik, istasyonun içine koştuk; fakat beklemediğimiz bir şey oldu, Fransa!’ya geçiş yapacağımız için pasaport göstermemiz gerekiyordu! Bilseydik pasaportları hazırlardık ama bilmiyorduk. Pasaportlar bende duruyordu, inanılmaz bir hızla çantamı açtım, dosyanın içinden pasaportları çıkardım, görevliye gösterdim, acelemiz olduğunu söyledim, hemen onaylayıp geçirdiler bizi, Montpellier trenin yerine saptadık, var gücümüzle koştuk, tren hareket etmek üzereydi, koştuk, tam kapılar kapanırken trene atladık, biz bindik ve tren hareket etti! İçimizdeki mutluluğu tarih etmem mümkün değil herhalde!
Montpellier’ye vardık, amacımız doğrudan Nice şehrine geçmekti, fakat Nice’e giden trenin dolu olduğunu öğrendik, görevli bize Marsilya’ya geçip oradan Nice’e gidebileceğimizi söyledi. Böylece Marsilya’ya giden trene bindik, Marsilya’yı da görmeyi çok istiyordum zaten, en azından özet olarak görebilecektik. Marsilya’ya vardık, Nice trenine biletimizi aldık. Burada da 45 dakika durduk, bu sırada gün batıyordu artık. İstasyonun hoş bir terası vardı, bu terastan Marsilya’da günbatımını seyrettik. Marsilya da bir Akdeniz şehri ve her Akdeniz şehrinde olduğu gibi orada da güneş çok güzel batıyordu.
Sonrasında Marsilya’dan Nice’e geçtik, vardığımızda saat gece 12 civarıydı ve Nice’te beş saat beklememiz gerekiyordu. Hakkında hiçbir şey bilmediğimiz bu Akdeniz şehrinde 5 saat! Garip olacaktı, istasyon kapanınca, istasyonun önünde oturduk, görünüşe göre şehrin banliyölerindeydik. İstasyonun çevresi son derece tehlikeliydi, Fransa’nın Afrika sömürgelerinden geldiklerini düşündüğüm bazı tipler, istasyonun çevresinde dolaşıp gelene gidene sataşıp para istiyorlardı ve sayıları gittikçe artıyordu. Sonradan öğrendiğime göre Nice, Fransa’nın en büyük sanayi şehirlerinden biriymiş, her sanayi şehrinde olduğu gibi, kapitalist yaşam biçiminin artığı durumda olan insanlar burada da vardı maalesef; yaşam buradaki insanları kötü olmaya sürüklemişti; onlar için üzülüyordum ama yine onlardan korkuyorduk, ellerinde bıçakları vardı ve her an her şey yapabilirlerdi. Oradan uzaklaşmak mantıklı olacaktı ama nereye? Tek gördüğümüz banliyö binalarıydı, açık bir yer bulsak, sabah beşe kadar otursak iyi olacaktı. Fakat her an birileri bize saldırabilirdi. O anda insanoğlunun en doğal dürtülerinden birini kullandık: ittifak aradık. 7 kişilik bir İtalyan interrail grubu da bizimle aynı durumdaydılar. Yanlarına gidip birlikte dursak, iyi olacak dedim, haliyle başta şüphelendiler, sonra biraz konuşunca ikna oldular, sonra hep birlikte oradan ayrıldık, değişik değişik yollardan geçip sonunda, sahile vardık. Akdeniz’i görünce insan huzur buluyor. Başta içimi saran korku uçup gitmişti. Sahilde bir iki saat oturduk, sonra yakınlardaki bir parka geçtik, herkes uyudu, ben uyumadım, çevremi seyrettim, yazı yazdım, düşündüm. Bu arada ikide bir hayat kadınları, sarhoşlar ve türlü türlü tipler yanımızdan geçiyorlardı. Garip gerçekten garip: gece şehirler farklı dünyaları misafir ediyor.
Beş saat zor geçti, hiç bitmeyeceğini sanıyordum, fakat bitti. Nice’ten İtalya’nın Ventmiglia şehrine geçtik, Ventmiglia’da da çok durmayıp bizi nihayet Roma’ya götürecek trene bindik. Uzun bir yolculuktan sonra 14.03’te Roma’ya vardık. Zor bir yolculuk oldu ama güzel bir deneyimdi, çok şey öğrendik, en güzeli de bir kuruş bile ödemedik
Barselona-Roma Arası
Barselona-Portbou-Cerbere-Montepellier-Marsilya-Nice-Ventimiglia-Roma
Roma yazısını yazmadan önce Barselona’dan Roma’ya geçiş sürecimizi anlatsam iyi olur sanırım. Bu yolculuk bizim için tam bir maceraydı.
Avrupa’daki tren rayları ağının çok güzel bir özelliği var. İstediğiniz her yerden istediğiniz her yere doğrudan ya da dolaylı olarak trenle ulaşmanız mümkün. Biz de İnterrail biletimiz olduğundan, mümkünse en doğrudan şekilde Barselona’dan Roma’ya geçmek istiyorduk; fakat, interrail biletiniz olsa da bineceğiniz trene koltuk rezervasyonu yaptırmanız gerekir ki bunun için genelde 3-10 Euro arasında değişen bir ücret ödemeniz gerekir. Neyse, Barselona Sants tren istasyonuna gittik rezervasyon yaptırmak için. Fakat gideceğimiz tarihteki tren için bizden sadece rezervasyon bedeli olarak 125 Euro istediler. Sadece rezervasyon! Tabii ki o parayı vermedik, daha ucuz bir yöntem var mı diye sorduk, “doğrudan değil, dolaylı-aktarmalı-gitmeniz gerekir” dediler. Böyle yapınca neredeyse hiç para ödemeyecektik. DeutschBahn sitesi gidiş-dönüş noktaları arasını en ucuz nasıl gidebileceğinizi gösteren bir sistem kurmuş, girip bakabiliyorsunuz. Görevli bize aktarmalı gidiş listesi verdi, bir baktık 7 tren değiştirmemiz gerekiyor! İnterrail bu, böyle yaşanmalı dedik, kendimizi gaza getirip yola çıktık! Toplamda 26 saat süren yolculuğumuzda, sırasıyla şöyle bir rota izledik:
1.Barselona-Portbou
2.Portbou-Cerbere (İspanya’dan Fransa’ya)
3.Cerbere-Montepellier
4.Montepellier-Marsilya
5.Marsilya-Nice
6.Nice-Ventimiglia (Fransa’dan İtalya’ya)
7.Ventimiglia-Roma
Yolculuğa çıkacağımız gün Barselona’da bir bayram tatili varmış, bilmiyorduk (Dünyada en çok bayram tatili yapan ülke İspanya’dır herhalde, sürekli bayramları var, bizden çok, emin olun). Aslında niyetimiz Barselona’dan Cerbere’ye erken giden bir trene binmekti çünkü elimizdeki tren listesine göre biz Cerbere’ye vardıktan iki dakika sonra Montpellier’e gidecek tren kalkacaktı, yetişememe şansımız vardı. Bahsettiğim tatil durumu yüzünden Barselona-Cerbere trenlerin sıklığı azaltılmıştı ve bineceğimiz tren yine iki dk kala yetişecekti. O yüzden O yüzden İspanya’nın Fransa sınırındaki Portbou şehrine erkenden gidip oradan Cerbere’ye geçmeye karar verdik. İki şehir birbirine çok yakın görünüyordu, herhangi bir vasıtayla geçebilirdik, hatta yürüyebilirdik. Neyse Barselona-Portbou trenine atladık. Portbou’ya geldik, fakat bir baktık, iki şehir arasında kocaman bir dağ var! Cerbere’ye geçmemiz mümkün değildi. Mecburen 1 saat sonra gelecek olan Barselona-Cerbere trenini bekleyip 2 dakika içinde diğer trene yetişmeye çalışacaktık. Bakalım yetişebilecek miyiz?
Önümüzde bir saat vardı. Portbou şehri, dağ yamacında, Akdeniz’e kıyısı olan şirin bir kasaba şehriydi, az sayıda ev ve güzel bir sahilin toplamından ibaretti, girip yüzesimiz geldi ama işte aklımızda hep tren vardı, biraz dolanıp gölgelik bir yer bulup oturduk. Herhalde bu tuhaf şehre gelen ilk Türkiye vatandaşları bizleriz diye düşünürken bizim gibi sırtçantalı iki arkadaş geldi, “Türk müsünüz?” diye sordular, güldük. “Evet” dedik, muhabbete başladık. Neyse bir saatin sonuna doğru istasyona çıktık, istasyonda hız alıştırmaları yaptık, merdiveni kırk saniyede inip çıksak, biraz koşup trene yetişebiliyorduk. Sonra bütün motivasyonumuzla Cerbere trenine bindik, yolculuk 16 dakika sürdü, kapı açılır açılmaz, trenden indik, istasyonun içine koştuk; fakat beklemediğimiz bir şey oldu, Fransa!’ya geçiş yapacağımız için pasaport göstermemiz gerekiyordu! Bilseydik pasaportları hazırlardık ama bilmiyorduk. Pasaportlar bende duruyordu, inanılmaz bir hızla çantamı açtım, dosyanın içinden pasaportları çıkardım, görevliye gösterdim, acelemiz olduğunu söyledim, hemen onaylayıp geçirdiler bizi, Montpellier trenin yerine saptadık, var gücümüzle koştuk, tren hareket etmek üzereydi, koştuk, tam kapılar kapanırken trene atladık, biz bindik ve tren hareket etti! İçimizdeki mutluluğu tarih etmem mümkün değil herhalde!
Montpellier’ye vardık, amacımız doğrudan Nice şehrine geçmekti, fakat Nice’e giden trenin dolu olduğunu öğrendik, görevli bize Marsilya’ya geçip oradan Nice’e gidebileceğimizi söyledi. Böylece Marsilya’ya giden trene bindik, Marsilya’yı da görmeyi çok istiyordum zaten, en azından özet olarak görebilecektik. Marsilya’ya vardık, Nice trenine biletimizi aldık. Burada da 45 dakika durduk, bu sırada gün batıyordu artık. İstasyonun hoş bir terası vardı, bu terastan Marsilya’da günbatımını seyrettik. Marsilya da bir Akdeniz şehri ve her Akdeniz şehrinde olduğu gibi orada da güneş çok güzel batıyordu.
Sonrasında Marsilya’dan Nice’e geçtik, vardığımızda saat gece 12 civarıydı ve Nice’te beş saat beklememiz gerekiyordu. Hakkında hiçbir şey bilmediğimiz bu Akdeniz şehrinde 5 saat! Garip olacaktı, istasyon kapanınca, istasyonun önünde oturduk, görünüşe göre şehrin banliyölerindeydik. İstasyonun çevresi son derece tehlikeliydi, Fransa’nın Afrika sömürgelerinden geldiklerini düşündüğüm bazı tipler, istasyonun çevresinde dolaşıp gelene gidene sataşıp para istiyorlardı ve sayıları gittikçe artıyordu. Sonradan öğrendiğime göre Nice, Fransa’nın en büyük sanayi şehirlerinden biriymiş, her sanayi şehrinde olduğu gibi, kapitalist yaşam biçiminin artığı durumda olan insanlar burada da vardı maalesef; yaşam buradaki insanları kötü olmaya sürüklemişti; onlar için üzülüyordum ama yine onlardan korkuyorduk, ellerinde bıçakları vardı ve her an her şey yapabilirlerdi. Oradan uzaklaşmak mantıklı olacaktı ama nereye? Tek gördüğümüz banliyö binalarıydı, açık bir yer bulsak, sabah beşe kadar otursak iyi olacaktı. Fakat her an birileri bize saldırabilirdi. O anda insanoğlunun en doğal dürtülerinden birini kullandık: ittifak aradık. 7 kişilik bir İtalyan interrail grubu da bizimle aynı durumdaydılar. Yanlarına gidip birlikte dursak, iyi olacak dedim, haliyle başta şüphelendiler, sonra biraz konuşunca ikna oldular, sonra hep birlikte oradan ayrıldık, değişik değişik yollardan geçip sonunda, sahile vardık. Akdeniz’i görünce insan huzur buluyor. Başta içimi saran korku uçup gitmişti. Sahilde bir iki saat oturduk, sonra yakınlardaki bir parka geçtik, herkes uyudu, ben uyumadım, çevremi seyrettim, yazı yazdım, düşündüm. Bu arada ikide bir hayat kadınları, sarhoşlar ve türlü türlü tipler yanımızdan geçiyorlardı. Garip gerçekten garip: gece şehirler farklı dünyaları misafir ediyor.
Beş saat zor geçti, hiç bitmeyeceğini sanıyordum, fakat bitti. Nice’ten İtalya’nın Ventmiglia şehrine geçtik, Ventmiglia’da da çok durmayıp bizi nihayet Roma’ya götürecek trene bindik. Uzun bir yolculuktan sonra 14.03’te Roma’ya vardık. Zor bir yolculuk oldu ama güzel bir deneyimdi, çok şey öğrendik, en güzeli de bir kuruş bile ödemedik