Balkanlar 8 ülke gezi notlarım

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan egosu Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 8
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 13,225

egosu

Ana Kamp
Mesajlar
23
Tepkime Puanı
1
Gerekli düzenlemeleri yaparak Balkan gezi notlarımı arkadaşlarla paylaşacağım...Faydalı olması ümidiyle
 

Etiketler

Ynt: Balkanlar 8 ülke gezi notlarım 1.bölüm


16.08.2012 Perşembe

Arabanın bakımı yapıldıktan ve 3 valiz kıyafet, bir büyük çanta kişisel bakım ürünü, bir çanta yiyecek içecek ve buzdolabını hazırladıktan sonra saat 15.00’te Ankara Eryaman’dan eşim, ve iki çocuğumla (12 ve 6 yaşlarında) yola çıktık. Arabamız 141.645 km’yi gösteriyordu ve yarım depo benzinimiz vardı. İstanbul Mehmetçik Opet tesisinden 79 Euro’luk yakıt aldık. O gece Mecidiyeköy’deki baldızımda kaldık.

17. 08.2012 Cuma

Sabah 07.00’de yola çıktık. Arabamız 142.120 km’yi gösteriyordu. Saat 08.30’da otobandaki Metro Selimpaşa Tesisinde kahvaltı molası verdik. 4 çay, 1 poğaça, 1 meyve suyu ve 1 simit sandviçe 22.5 TL (10 Euro) verdik ama memnun kalmadık. Saat 10.00 olmadan Malkara Ünal Peynircilik’te bir mola daha verdik. Burada 1 kahvaltı tabağı istedik. Kahvaltının yanında koca bir termos dolusu çay ikram edildi. Saat 10.25’e kadar bu mekanda güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra 24 TL (yaklaşık 11 Euro) karşılığında yolculuğumuz için peynir ve zeytin aldık (iyi ki de almışız). İpsala sınır kapısına birkaç kilometre kala 87 TL’lik benzin (39.5 Euro) aldık. 142.359 kilometreye Türkiye’de ulaşmış olduk. Sınır kapısında Turing işlemleri için bir süre harcadık. 300 TL uluslar arası ehliyet (nakit), 154 TL uluslar arası sigorta ücreti (kredi kartı) ve 45 TL yurt dışı çıkış harcı ödedik. Duty Free’de de 198 TL harcama yaptık. Kısacası Türkiye’den çıkarken toplam 315 Euro harcamamız oldu. Saat 12.13’tü. Sınır kapısından geçmemiz 12.30’u buldu. Kilometre 142.370’i gösteriyordu. Yunanistan’da ilk ücreti otoban için ödedik: 2 Euro. Saat 14.22’de Kavala’ya vardık. İpsala-Kavala arası 181 km. Sahili ve kaleyi gezdik. Hava müthiş sıcaktı ve buram buram terliyorduk. Kaledeki kilisenin önünde ev yapımı poğaçamız ve şehirden aldığımız kolalarla öğlen yemeğini hallettik. Saat 15.20’de Kavala’dan ayrıldık. Selanik’e saat 17.00 civarı 159 km. katederek ulaştık. Otoban tertemiz, boş ve bakımlıydı. Burada en çok dikkatimizi çeken şey yolda kamyon olmayışı ve yol kenarındaki arazilerin tamamen boş olması oldu. Hatta dinlenme tesisi ya da benzin istasyonu bile yoktu. Bu kadar geniş bir alanın tarım için neden değerlendirilmediğini anlayamadık. Şehre girdiğimizde Seher sayesinde otelimizin yerini kolayca bulduk. Selanik’te, daha önceden booking. com’dan bularak rezervasyon yaptırdığımız Colors Budget Luxury Hotel’de gecesi 70 Euro’ya kaldık. Park sorunu olmayan bu otel merkezi, küçük ama rahat bir otel. 4. katta, iki oda ve bir banyosu olan, gayet temiz ve ferah bir suit odada biraz dinlendikten sonra şehri keşfetmeye çıktık. Sahilde, Beyaz Kale’ye kadar uzun bir yürüyüş yaptık. Aman dikkat bu yolda bisikletliler için ayrılmış bir bölüm var ve bu konuda bir hayli hassaslar. Aristo Meydanı’nı keşfettikten sonra açlığımız iyice ortaya çıktı. Bu arada kendime 20 Euro’ya güzel bir şort aldım ama dükkanların boşluğu dikkatimizi fazlasıyla çekti. Hatta kaldığımız otelin balkonundan görünen, bir zamanlar tekstil atölyeleriyle dolu olduğunu tahmin ettiğimiz binanın sanki kimyasal bir silah atılmış da herkes her şeyini olduğu gibi bırakarak sığınaklara kaçmış görüntüsünü veren durumu Yunanistan’daki ekonomik krizin resmi belgesiydi. Gerçi sonradan sahile indiğimizde bizim sığınaklara kaçtığını düşündüğümüz insanların kafelerde müzik ve içecek eşliğinde eğlendiğini görünce Yunanistan adına derin bir oh çektik. Akşam yemeğini meydana açılan, Kumkapı tarzı tavernaların olduğu caddede yedik. 4 kişilik yemeğe bir kadeh uzo ve menüdeki şarap dahil 43 Euro ödedik. Selanik’te en çok suya para harcadık. 1 litre su 1 Euro idi.
18.08.2012
Sabah erkenden kalkıp doğruca Türk Büyükelçiliği bahçesinde yer alan Atatürk’ün doğduğu eve gittik ama hayal kırıklığı! 17 Haziran-29 Ekim arası ev restore için ziyarete kapalı. Biz de dışarıdan fotoğraflarını çekmekle ve sokağı gezmekle yetindik. Evin hemen yanındaki hediyelik eşya dükkanını Türkler işletiyor. Adres ve benzeri konularda yardımcı olabilirler.

Ayrıca yine bu sokakta Carrefoursa tarzı bir market de var. Kahvaltı malzemelerini buradan aldıktan sonra saat 11.30’da Selanik’ten ayrıldık. Otobanda bir tesis bulma umudumuz vardı ama bulamadık. Biz de yol kenarında küçük park yerlerinden birinde durup meyve suyu ve sandviçle kahvaltımızı yaptık (Çay olsa iyiydi!). Neyse, en azından bir süre sonra otoban kenarında, karavandan bozma, küçük büfeler gördük. İngilizce bilmeyen satıcı kıza bardağı üfleyerek sıcak su istediğimizi anlatabildik ve yanımızda bulunan poşet çayları içtik. Makedonya yolunda Melit olduğunu anımsadığım bir kasabada 10 dakika kilise gezme molası verdik. Köy çıkışında bulduğumuz güzel bir ağaç altında mini kamp ocağımızla oradaki çeşmeden aldığımız suyla birer kahve içtik.

Yunanistan-Makedonya arasındaki Niki Sınır Kapısı’na 142.917 km’ye ulaşarak saat 14.45’te vardık. 15 dakika sonra sorunsuz bir şekilde Makedonya’ya giriş yaptık. İlk gittiğimiz yer elbette Manastır (haritadaki adı Bitola) oldu. Mustafa Kemal’in okuduğu Askeri Lise’yi görmek için sabırsızlanıyorduk. Okulu gezmek için 5 Euro (300 Makedon Dinarı) ödedik. İki katlı okulun önce (yanlışlıkla) ilk katını gezdik ve müthiş bir hayal kırıklığı yaşadık. Her taraf kırık dökük eşyalarla doluydu, restoearsyon devam ediyordu. Ama şans eseri okulun arka bahçesine çıkmışız. Bir zamanlar genç Mustafa Kemal’in belki de top koşturduğu bahçede bulunmak bizi bir hayli duygulandırdı.




Daha sonra ikinci kattaki Mustafa Kemal Atatürk Anı Odası’na çıktık.
Okul gezimiz yaklaşık bir saat sürdü. Dilimizde ‘Manastır’ın ortasında var bir havuz, aman havuz canım havuz…’ türküsüyle Resen’e doğru yola çıktık. Manastır’ın çıkışında 52 Euro karşılığı 43 litre mazot aldık. Amacımız Resen’de Ayço Lokantası’nda süt kaymağına yatırılmış köfte yemekti. Bu bilgiyi bir blogdan almıştım. Ama Resen’e vardığımızda bu lokantanın Bitola’da (Manastır) kaldığını öğrendik. Küçücük Resen’den Ohrid’e doğru aç yola çıktık. Yol için söyleyebileceğim en önemli şey yeşil ve hatta kara yeşille çevrelenmiş olmasıdır.

Ohrid’e saat 18.05’te vardık. Kilometre: 143.005. Şehre girer girmez göl kenarında McDonalds’ı gören çocuklar hamburger yemek istedi. Menü alışkanlığı olan çocuklar tek hamburger aldığında bir hayli üzüldü gerçi. Fiyatlar da fena değildi! Tek bir hamburgere 3 Euro ödeyeceksiniz, unutmayın. Ohrid Gölü dünyanın bilinen en eski gölü olarak biliniyor ve 2 ülkeye sınırı var: Arnavutluk ve Makedonya. Deniz olarak bile algılayabileceğimiz göl kenarında gezdikten sonra Kiril alfabesini bulan rahiplerin heykelinin hemen yanındaki balık restoranına girdik.


Dışarıdan hoş görünen bu mekanda İngilizce bilen bir garson bulamadık. Biz de artık el kol işaretleri ve menü sayesinde ne kadar balık istediğimizi anlatmaya çalıştık. 800 gram alabalık (iki ayrı porsiyon olarak) yanında bol patates haşlaması, 1 bira ve bir rakıya (rakı diyerek istedim, garson anladığını belirtti ama bana viskiye benzer bir içecek getirdi hem de buzsuz!) 25 Euro ödedik. Ama siz burada yemeyin.

Balık yediğimiz restoran sol altta görünen bol pencereli binanın hemen altı.
Yemekten sonra şehrin içini gezmek için yukarıya doğru yürüdük. Antalya Kaleiçi’ni andıran cadde boyunca büyük bir kalabalığın arasında, yan yana dizilmiş mağazaların vitrinlerine, sokak satıcılarına bakarak tepeye vardık. Hava kararmak üzereydi. Amacımız Atlas Dergisi’nin verdiği Balkanlar Gezi Rehberi’nde gördüğümüz kiliseye çıkmaktı. Ama cadde öylesine şenlikli ve hareketliydi ki sprey boyayla müthiş tablolar boyayan genç kıza, tezgahlardaki takılara, sol taraftan gelen müzik eşliğinde dans eden Bulgaristan ekibine bakarken zamanın nasıl geçtiğini anlayamadık. Ben de kilise ve camiyi dışarıdan fotoğraflayabildim.



Bulgaristan ekibini izlerken az önce çıktığımız yokuştan doğru başka ekiplerin de geldiğini fark ettik. Muhtemelen bir tür festivalin ortasındaydık. Balkan ülkelerini temsil eden birçok grup tepeye doğru çıkarken biz Struga’ya doğru yola çıktık. Seher bize yolu tarif ediyordu ama şüphelenmedim dersem yalan olur çünkü Ohrid-Struga arası terk edilmiş bir yol gibiydi. 15 dakika sonra Seher’den şüphelendiğim için üzüldüm çünkü yine yolu doğru tarif etmişti. Daha önce bloglardan okuyarak ayarladığımız Ferhunde Hanım Konağı’nı tam adresi almadığımız için bulamadık tabi ama sağolsun Ferhunde Hanım’ın cici kızı Hayal bizi Drim Otel’in önünden aldı. 143.020 kilometreyle saat 21.30’da kalacağımız yerdeydik. Evinin giriş katındaki 3 yataklı odayı bize tahsis eden Hayal banyonun arka bahçede olduğunu söylediğinde çocuklar şaşırdı işin doğrusu. Kafalarında yıldızlı otel odası olduğunun farkındaydım ama benim için önemli olan temizlik ve güvenlikti. Kapınızı kilitlemeye gerek bile duymadan rahatça dışarı çıkabileceğiniz bir şehir (ya da sokak) burası. Bayramdan bir önceki akşam Drim Nehri kıyısında kurulmuş Struga’nın kalabalık sokaklarında serin serin dolaşmak zevkliydi. Hele de nehir kıyısına kurulmuş kafelerin birinde oturup nehrin serinliğini kahve eşliğinde içimize çekmek günün yorgunluğunu atmamıza yetti.

Odamıza geldiğimizde çocuklar bir hayli yorgundu. Ertesi gün bayramın ilk günüydü. Bayramın burada nasıl kutlandığını merak ediyorduk. Sessiz ve temiz bir sokağa bakan odamızın perdesini kapatıp uyuduk. O gece için Ferhunde Hanım’a 20 Euro ödedik. Eşinin kalp rahatsızlığı geçirdiğini, hem çalışıp hem de evi bu şekilde idare etmenin kendisi için zor olduğunu, her geleni ne yazık ki kabul edemediğini anlatan Ferhunde Hanım sabah bizi kendisi yolcu etti.
19.08.2012
Güzel bir börekçide kahvaltı yapmayı umarak dışarı çıktık ama ne görelim: akşam omuz omuza yürüdüğümüz sokaklar bomboş. Ama gerçekten bomboş. Sokak başındaki büfe bile kapalı.

Sokak boyunca yürüdüğümüzde elinde börek poşetleriyle dolaşan birine yine ‘body language’ kullanarak nereden aldığını sorduk. Ara sokakların birini tarif etti. Börekçiyi bulduk ama açık olan belki de tek dükkan olduğu için müşterisi çoktu. Fırına yeni attığı peynirli böreği beklemek üzere kapının önündeki masalardan birine oturduk. Bekledik, bekledik, bekledik veee börekler geldi:

Böreğin yanına ayran kutusunda cıvık yoğurt ya da koyu ayran diyebileceğimiz içeceklerimiz de geldi. Afiyet olsun. Günahı: 4 porsiyon börek, bir büyük poğaça, 4 ayran= 4 Euro (ya da 265 Dinar). Euro ne yazık ki kabul edilmiyor burada. Israrla etmelerini sağlasanız bile üzerini Dinar olarak veriyorlar.

Struga’dan saat 10:00’da ayrıldık. Otobana çıkışımız zor oldu. Gerçi Seher bildiğinden emindi ama sanırım şehir içindeki yapılaşma, ters yol ve kapalı yolları öngöremediği için bizi bir türlü yola çıkaramadı. Sora sora yolu bulduk ama Seher’in sesini duyduğumuz son yer de burası oldu. Ankara’ya gelinceye kadar bizimle bir daha konuşmadı (ama sessiz de olsa bizden yardımını esirgemedi).
Saat 10.31’de 143.043 km. ile Makedonya-Arnavutluk arasındaki Chafasan sınır kapısına ulaştık. Sınırdan Elbasan’a doğru sorunsuz geçtik. Ülkeye dair ilk dikkatimizi çeken Makedonya’dan bitki örtüsü ve coğrafi açıdan bir hayli farklı olmasıydı. Dağlık bir coğrafyası olduğu için tarıma uygun arazisi olması beklenemezdi zaten.

Arnavutluk’un bizim için hazırladığı sürprizden habersiz, Türk plakalı arabamızda, Makedon müziği eşliğinde Yunan üzümü yiyerek ve adım başı karşımıza çıkan oto yıkamacıları izleyerek yolculuğun tadını çıkarıyorduk Kİ Elbasan-Tiran yolu çıktı karşımıza. Arnavutluk sürücüleri Mercedes gibi pahalı arabalarını öylesine hızlı ve kuralsız kullanıyor ki İstanbul yollarını arar hale geldik. Seher’in sessiz uyarıları sayesinde Tiran’a doğru dehşet virajlı ve dar yollarını çıkmaya başladık. İyi ki bu yolu gündüz çıkmışız diyorum şimdi çünkü gece karanlığında yolu bilmeyenlerin kullanabileceği bir güzergah kesinlikle değil. Eşim ve ben öylesine pür dikkat yolu takip ediyorduk ki bu yolda fotoğraf çekmeyi bile unutmuşuz. Tepeye vardığımızda biraz dinlenmek için bir tesiste durduk. Haşlama et kokusunu dışarıdan bile rahatlıkla alıyorduk. İçeri girdiğimizde karşımıza çıkan ilk görüntü işte buydu:

Kahve ya da çay niyetiyle girdiğimiz tesiste kuzu çevirme yiyerek öğlen yemeğini halletmiş olduk. Ne kadar yükseğe çıktığımızı da burada anladık.


Yarım saatlik molanın ardından 11 Euro hesap ödeyerek Tiran’a devam ettik. Saat 15.05 Tiran sokakları da yine alışık olmadığımız bir şekilde boştu. Şehrin ana meydanında sağımızda gördüğümüz bina Balkanlar Gezi Atlası’nda (Ocak 2012) gördüğümüz binaydı. Üzerindeki resimler dönemin işçilerini temsil eden kadın ve erkek figürlerinden oluşuyordu.

Girip müzeyi gezmek istedik. Kapıdaki görevli sadece İtalyanca ve Fransızca bildiğini söyleyince yine body language devreye girdi. Saat 2’de müzenin kapanacağını söyleyen (ya da bizim anladığımız kadarı buydu) görevliye 2.5 Euro ödeyerek gezmeye başladık. İlk kattaki eserler Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde görmeye alışık olduğumuz parçalardan oluşuyordu. İkinci katta daha farklı eserler de gördük. Ben bir yandan fotoğraflamaya çalışıyordum ilginç olanlarını. Bu arada yüksek sesle konuşan bayanların ne demek istediğini anlamazdan geldim. Muhtemelen fotoğraf çekmenin yasak olduğunu söylüyorlardı. Üçüncü kata geldiğimizde asıl hazinenin burada olduğunu anladık. Muhteşem bir sunumla önümüzde serili olan tablolardaki detaylar, kullanılan malzeme ve renkler, nesnelerin orijinalliği nefes kesiciydi. Ne yazık ki yakalandığımız için burada fotoğraf çekemedim.



Müzeyi hızlı bir şekilde gezdikten sonra görevlinin bayram kutlamasıyla binadan ayrıldık. Meydana çıktığımızda sağımızda kiliseyi, solumuzda opera binası ve tarihi camiyi, tam karşımızda ise tüm heybetiyle başında keçi başından şapkasıyla Arnavutluk’un ulusal kahramanı İskender Bey’in at üstündeki heykeliyle gözlerimiz bayram etti. Bu yolculuğa çıkmadan önce, okuduğum bloglardaki insanların Tiran’da gezilecek bir yer olmadığına dair yorumlarına rastlamıştım. Ama sadece gezdiğim şu müze bile geldiğim bu kadar yola değdi dedirtti. (Gerçi aynı yolu binlerce Euro verseniz dahi araçla geçmem, orası ayrı tabi). Pazar günü tahmin edebileceğiniz gibi yine her yer kapalıydı. Elimizde Arnavutluk parası Leke olmadığı için su bile alamamıştık. Opera binasındaki görevli (yine body language ve Almanca yardımıyla) gülümseyerek bizi kilisenin yanına gönderdi. Exchange Office ararken bir de baktım ki taksi şoförleri para bozuyor. Ellerinde hesap makineleri, aynen Sakarya Caddesi’nde Pazar günleri mırıldanarak döviz alıp sattıklarını söyleyen ayaklı döviz büroları gibi cebinden bir tomar para çıkarıp Euro’muzu bozdu. (1 Euro= 136 Leke) Burada dizelin litre fiyatı 1,2 Euro. (Yine Türkiye’den ucuz). Zamanı iyi kullanmak adına şehrin ana caddesinden, Piramit binayı solumuza alarak hızlı bir şekilde arabayla gezdik ve Durres’e gitmek üzere yola çıktık. Saat:15.05, kilometre: 143.163
Durres hakkında okuduklarıma dayanarak güzel bir şehir gezeceğimi ummuştum ama tatilden midir bilinmez ya da bu kadar sakinliğe alışık olmadığımızdan mı sokaklar, binalar bomboş geldi gözümüze. Ufak bir turdan sonra 143.234 km. ile, 2.250 Leke (16.5 Euro) karşılığında 12.36 litre dizel alarak Durres’den de ayrıldık. Yolculuğumuz İşkodra üzerinden Karadağ’a doğru…..
18.06’da 143.328 km. ile İşkodra’ya ulaştık. Şehrin kenarındaki ırmak artık görmeye alıştığımız bir manzara sunuyordu.

Nehrin üzerindeki köprüden geçerek sınır kapısına yöneldik. Haritamızdan da takip ederek sınır kapısının nerede olabileceğini tahmin etmeye çalışırken Sukobine Sınır Kapısı karşımıza pat diye çıkıverdi. Saat 18.45. Pasaportlarımız burada kontrol edildi. İşin ilginci Arnavutluk’tan resmen çıktık ama Karadağ’a resmen girmedik. Karadağ girişi kontrol noktasını ararken karşımıza çıkan, başıboş gezen inek ve eşeklere yol vermek zorunda kaldık. Onlar da oraların asıl sahibi olduklarını biliyor olmanın verdiği güvenle ağır hareketlerle karşıya geçtiler.
Karadağ’da ilk uğradığımız şehir Bar oldu. Akşam oluyordu ve burada kalacak yer ayarlamamıştık. Dinlenmek için mekan ararken şehri şöyle bir gezme imkanı da bulduk. Seher bize küsmüştü ya, ama işaretlerle sessiz ve derinden bizi yönlendirmeye devam etti sağ olsun. ‘High Season’ olduğu için ilk uğradığımız otelde yer bulamadık. Apartment aramaya koyulduk. Sonunda şehrin hemen girişinde Astella adında 3 yıldızlı bir apartment bulduk. Kişi başı 10 Euro’dan (6 yaşındaki oğlum hariç) bir gece kalmaya anlaştık. 4. katta, klimalı, temiz bir odada biraz dinlendik. Acıkmaya da başladık tabi. Aklımda bu bölgede yiyebileceğimiz Cevapi (ya da Cevap Cici) vardı. Resepsiyon görevlisi Stephan bizi Eski Şehir’deki Kula adında bir restorana yönlendirdi. Karadağ’ın en güzel yemeklerini burada yiyebileceğimizi de ekledi. Şehrin içi bir hayli sıcaktı. Eski Bar’a doğru çıktıkça serinlemeye başladı. Arabamızı polisin gösterdiği park alanına bırakıp kaleye doğru yürüdük. Kula Restoran yolun üstünde. Arka bahçeye rezervasyonu olanları alıyorlar. Bizim planlar çok hızlı ve ani geliştiği için doğal olarak rezervasyonumuz yoktu. Bizi içeri aldılar. Mekan hakkında kızımın yorumunu kullanmak isterim: “Yüzüklerin Efendisi filminde Yolgezer’in ortaya çıktığı han burası”. Dekorasyon ham ağaçtan yapılmış. Öyle ki sandalyeyi yalnız başıma kaldırırken zorlandım. Işıklandırma gayet loş. Pide fırını içeride. Cevapiyi servis edecekleri bazlama tarzı ekmekler taze taze pişiyor. Menüden yöresel yemekleri seçmeye çalıştık. Soğuk ve susuz servis edilen etli bamya kesinlikle favorim oldu. Sebze ya da patates kızartmasıyla servis edilen cevapiler muhteşemdi. (Sebzeli cevapi 7 Euro, patatesli olan 5 Euro. Dolayısıyla sebzenin bu bölgede pahalı olduğunu söyleyebilirim) Grek salatası Selanik’te yediğimizden çok daha başarılı.

Yemeğin üzerine bal ve limonla servis edilen çayımı içtim.

Yemeğin üzerine gelen karpuz-incir tabağı çocukları memnun etti. Tüm bu yemeklere 45 Euro ödedik. Aslında yemekten sonra arka bahçede oturup kahvemi içmek, canlı müzik eşliğinde manzarayı seyretmek isterdim ama ertesi gün Budva-Kotor’a gidebilmek için o gece kaleyi gezmemiz gerekiyordu. Kısacası Kula Restoran’da yemek yemek için bir akşamınızı rahatlıkla vermelisiniz.
Bar’daki kale önce pek de olağandışı görünmedi bize. Klasik, görmeye alışık olduğumuz kilise, kalıntılar, ışıklandırma. Uzaktan gelen müzik sesi, akşamın serinliği, afiyetle mideye indirdiğim bamya ve cevapi gezimin keyfini ikiye katlıyordu Kİ kalenin tepesine vardık ve o geceyi orada geçirmemizi gerektiren bir başka nedenle karşılaştık. Ortalama bir sahne üzerinde 5 müzisyen harika Balkan ezgilerini keman ve klarnetle modernize ederek sergiliyordu.

Sonradan bu organizasyonun aslında büyük bir müzik şöleni olduğunu anladık. Yarım saatten fazla bu grubu dinledikten sonra sahneye Bülent Ersoy tarzında bir diva çıktı. Goran Bregoviç’in konserlerindeki kadınların söylediği Makedon ezgilerini Esma Recepova söylemeye başladı. Çok ilginç ve otantikti ama çocukların ilgisini pek çekmedi. Yorgunduk, dinlenmek üzere otelimize döndük.

Eski Bar
20.08.2012
Sabah otelde kahvaltımızı yaptıktan sonra (kişi başı oda+kahvaltı 10 Euro ödedik) 10.25 itibarıyla 143.376 km. ile Bar’dan çıktık. Kıyıyı takip ederek Budva üzerinden Kotor’a da gidebilirdik ama kızım özellikle Balkanlar Gezi Atlası’nda, Çetinje başlığı altında gördüğü ada içindeki adayı ziyaret etmek istiyordu. Budva’nın içinden hızla geçerek yönümüzü Çetince’ye çevirdik.

Budva
Şehre öğle vakti vardık. Çetince’de şehrin hemen girişinde görmek isteyebileceğiniz tüm anıt ve tarihi eserler karşınıza çıkıyor. Pek de ilginç olmayan (ya da artık bize ilginç gelmeyen) bir geziden sonra National Park’ta olduğunu tahmin ettiğimiz o özel mekana doğru yola çıktık. Yalnız burada bir trafik polisi canımızı sıktı. Ana caddeden sola yeşil ışık bana yanarken döndüm ama polis bey kırmızıda geçtiğimizi söyleyerek bizi durdurdu. Zayıf İngilizcesiyle devamlı ‘you should see the judge’ diyordu. Alaycı bir tavırla ülkemizde kuralların nasıl işlediğini de sordu. Hatta işlediğimi iddia ettiği bu suçun ‘dead penalty’ (ölüm cezası) gerektirdiğini de bir ara söyledi. Sanırım şunu al da bizi görmemiş ol dememizi bekliyordu. ‘Where is the Judge’ sorumuza bir türlü yanıt da vermedi. Baktı ki bir şey koparamıyor ‘hadi görmemiş olayım bari’ edasıyla yola devam etmemize izin verdi.

Çetince
National Park şehrin 22 km. kuzeyinden başlıyor. Adından yola çıkarak Batum’da gezdiğimiz Botanik Parkı’na benzer bir yer göreceğimizi ümit ediyorduk. Park girişindeki görevliye elimizdeki Gezi Atlasındaki fotoğrafı gösterdik ve büyük bir hayal kırıklığı yaşadık. Çünkü bu göl, ya da ada içindeki ada Çetince’de değil Podgorica’daymış. Yapacak bir şey yok tabi ki. Kotor’a en kısa yolun burası olduğunu tarif eden görevlinin sözüne uyup yola bolca virajla devam ettik. Yukarı çıktıkça virajlar arttı, araba sayısı neredeyse sıfırlandı. Pek de kullanılmayan bir yol olduğunu anladık ama geri dönersek de daha fazla zaman kaybedecektik. Yolun keyfini çıkarmaya karar verdik. Zirveye yakın bir yerde muhteşem bir çeşme bulduk. Dağdan gelen su öylesine soğuktu ki hemen boş şişelerimizi doldurup buzdolabına yerleştirdik. Çeşme başında tanıştığımız beyden az ileride güzel bir restoran olduğunu öğrendik. Öğle vakti, acıkmışız, değerlendirelim dedik. Restoranın yeri harika, masalar özenle hazırlanmış. Yalnız garsonlar emekli İngiliz aristokratlarına benziyordu. Yine İngilizce ya da Türkçe bilmiyorlardı. El kol işaretleri ve menüyü kullanarak siparişimizi verdik. Bu arada diğer masaya korumalarıyla birlikte bir grup insan geldi. Tüm özen ve dikkat onlara yöneldi. Öyle ki bizim siparişi eksik getirdiler. Eksik olduğunu anlatmaya çalıştık ama onlar bir tane daha istediğimizi sandı. Karışıklığı gidermek için İngilizce bilen birilerini aradık, vs. vs. Restorandan pek de memnun olmadan kalktık. Adını bile anımsamıyorum. Çıktığımız yokuşu inmemiz gerekiyordu tabi. Biraz yol aldıktan sonra Kotor solumuzda tüm ihtişamıyla belirdi.



Ama yolu bakın nasıl indik:

Yolun genişliğini arabanın ön camından görünen araçlara bakarak tahmin edebilirsiniz. GPRS’in ekranında gördüğünüz her bir viraj numaralandırılmış. 26’dan başlayarak indik bu yolu sanırım.Yani Kotor’a bu yolla bir karavanın gitmesi imkansız diyebilirim. Zaten tüm gezi boyunca üzerine para verseler bir daha araçla girmem diyebileceğim 2. güzergah da işte burası.

Şehre işte bu dağlardan inerek geldik.
Kotor’da kafamız bir hayli karıştı demeliyim. Koylar öylesine çok ve iç içe ki bazen yönümüzü şaşırıp ters yönde gittiğimiz bile oldu. Fiyord deniyormuş böylesi bir coğrafi yapıya. Şehirde önce kaleyi gezdik. İndiğimiz dağa doğru sırtını vermiş kalenin içi yine muhteşem korunmuş. Kilise, restoranlar, kafeler, alışveriş yapabileceğiniz dükkanlarla dolu kale içinde yolumuzu kaybetmemek için Hansel ve Gretel’de olduğu gibi ekmek kırıntıları atmak istedim.

Arabayı giriş kapısının hemen önüne park ettim ama bir saat kadar bir geziden sonra sorunsuz bir şekilde aynı yerde buldum.

Çocuklar bu sıcakta denize girmek istiyordu. Dubrovnik’te 2 günü buna ayıracaktım ama ısrarlara dayanacak gücüm de kalmamıştı. Biraz dolaştıktan sonra şehrin çıkışında insanların denize girdiği güzel bir bölgede durmaya karar verdim. Denize girip Dubronvik’e doğru yola çıkmak zor olacaktı. Ben de planı biraz esnetip o gece Kotor’da kalmaya karar verdim. Perast adındaki o bölgede otel yok ama bolca apartment ve sobe var. Kızımla birlikte sora sora sahilin başladığı ve otoparkın bittiği yerde yaşlı bir teyzenin taştan yapılmış evinde kişi başı 10 Euro’dan kalacak bir oda bulduk. Bu bölgedeki tarihi evlere çivi dahi çakılmıyor. Bu yapısıyla mistik bir ortam sunuyor bizlere. Çocuklarla mayolarımızı giyip hemen kapının önünden denize girmeye karar verdik.





Ben de biraz dinlendim:

Akşam yemeğini teyzenin evinde pişirip yedik. Tavuk haşlama, teyzenin bahçesinden yürüttüğümüz maydanozla zenginleştirdiğimiz domates salatası, Ünal Peynircilik’ten aldığımız peynir ve zeytin ve sert bir limonatayla karnımızı doyurduk. Yemekten sonra çocukları odada bırakıp kıyı boyunca yarım saatlik bir yürüyüş yaptık eşimle.

21.08.2012
Sabah erken kalkıp Dubrovnik’e yola çıkmak üzere Perast’tan ayrıldık. Saat 9.37, 143.511 km. Kotor’a gelmek isteyenler için Bar ve Budva’dan feribot seferleri olduğunu öğrendik. Herceg Novi’de yine araba içinde sandviçle kahvaltı molası verdik, 44 Euro karşılığında depoyu doldurup yola çıktık. Dizelin litresi 1.33 Euro. Benzinlikteki markette Efes bira ve Eti bisküvi de buldum. Hırvatistan sınır kapısı Herceg Novi’den hemen sonra. 143.557 km. ile saat 11.08’de sınır kapısına vardık. Çok uzun bir kuyruk vardı. Arabayı eşime verip işlemlerin ne olduğunu öğrenmek için kapıya yürüdüm. Arabaların bagajları tek tek boşaltılıyor ve X-Ray cihazından geçiriliyordu. Kaybedeceğimiz zamandan çok bizim bagajı boşaltıp tekrar yerleştirmenin zorluğunu düşünerek kapıya yanaştık. Ama Hırvatistan bize sürpriz yaptı ve bagajı boşaltmadı. Yeşil pasaportlar mı yoksa Dubrovnik’teki otelden yaptığımız rezervasyonun maili mi etkili oldu bilemiyorum ama 12.17’de (makul sayabileceğimiz bir süre bekledikten sonra) işlemlerimiz bitmişti.
Dubrovnik’e tepeden bakabileceğimiz bir noktada durup şehri teleskopla şöyle bir gözden geçirmek



 

Ynt: Balkanlar 8 ülke gezi notlarım

Adım adım çok aydınlatıcı bir anlatım olmuş. Umarım bol bol fotoğraf da vardır. Paylaşımınız için teşekkürler.
 

Ynt: Balkanlar 8 ülke gezi notlarım

henüz çok eksik var..umarım düzenlemeyi becerip ayrıntılı ve bol fotoğrafla süsleyeceğim...bende sabırla bekliyorum bitmesini ve yorumlarınızı...
1. bölüm için ekli linki incelemenizi rica ederim
http://www.erginkuzucular.blogspot.com/
 



Ynt: Balkanlar 8 ülke gezi notlarım

elinize gözünüze sağlık..biz de gitmeden yaşar gibi olduk..önümüzdeki yaz istanbul-selanik-ohrid-üsküp-budva-kotor-dubrownik-split-mostar-saraybosna-zagrep-budapeşte-belgrad-bükreş-varna-edirne-istanbul olmak üzere 16 günlük bir planımız var. tavsiyelerinizi hatırlayacağız..teşekkürler

Balkan turu gzergahmz
 

Ynt: Balkanlar 8 ülke gezi notlarım

browngreen, henüz eksik çok...vakit ayrıp daha çok şey yazmak-görsel paylaşmak ve diğer gezgin arkadaşlara yardımcı olmak istiyorum.Gerçekten gezen bilir ve gezen yaşar..anlatacak çok şey var. Sizin güzergahıda kıskandım hani...
 

Ynt: Balkanlar 8 ülke gezi notlarım

merakla bekliyoruz o halde..varsa eğer özellikle kotor'un virajlı yollarındaki karelerinizi görmek isterim..teşekkürler
 

Ynt: Balkanlar 8 Ülke Gezi Notlarım

süper bir gezi çok güzel bir anlatım olmuş. tam benim tarzım; detaylı, planlı, doğru dürüst soru sormaya bile gerek bırakmadan.

teşekkürler paylaşım için. ben bir soru sorsam; ets jolly vs.. gibi acentaların balkanlar 7 ülke, tam balkan gezisi vs.. tarzındaki gibi turlarına katılmak mı daha uygun fiyatta ve yorgunlukta gezilir yoksa arabayla mı daha ucuz ve daha tatmin edici gezilir yorumlarınız nelerdir?
 

Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
103,476
Mesajlar
1,518,506
Kayıtlı Üye Sayımız
172,127
Kaydolan Son Üyemiz
agalandarli

Çevrimiçi üyeler

SON KONULAR



Geri
Üst