omurdens
Yeni Üye
- Mesajlar
- 2
- Tepkime Puanı
- 0
Tarih 18 mayıs 2005 , Bursada çalışıyorum. Fırsatını bulduğum her anda maceraya atılmayı seven biri olmamdan dolayı , etkilediğim 2 arkadaşımla Avrupada araba kiralayıp bir çevrim yapma konusunda anlaştık. Anlaştık anlaşmasına ama , asıl sıkıntı bu rotanın planlanması , bölge hakkında bilgilerin toplanması ve kısa sürede uğranılacak şehirlerde gerekli yerlerin görülmesi açısından planlamanın yapılması idi. Gitmeden önce , gereken çalışmayı yaptık , hatta nereden nereye ne kadar süreri görebileceğimiz bir de tablo hazırladım. Rotamız şu şekilde olacaktı ; Stuttgart-Strazburg-Lyon-Marsilya-Cannes-Nice-Monaco-San Remo- Cenova-Milano-Venedik-Salzburg-Münih ve tekrar Stuttgart. Bu geziyi 18 inden baslayan ve 21 ine kadar devam eden gençlik bayram tatiline sığdırmamız gerekiyordu. Tam bir planlama ve çizelgeleme işi, 3 endüstri mühendisi olarak bu işin altından kalkacağımıza inanıyorduk.
18 Mayıs Perşembe günü , o gün firmada aldığımız eğitim sonrasında yola çıkacaktık, ancak dakika bir gol bir. Ben önce evlerimize uğrayacağımızı düşündüğüm için ,1 saat kadar yola geç çıkmak zorunda kaldık. 1 saat gecikme demeyin , dediğim gibi, planlama açısından zaman çok önemli. Neyse sonunda İstanbula doğru yola çıktık. En öenmli sorunlardan biri , rotayı belirlemiş olsak da , hangi yönden yola başlayacağımızdı. Malum Stuttgartın sağından aşağı inersek, Venedike ilk gün varacağız ve gündüz gözüyle bu muhteşem şehri gezme şansımız olacak. Solundan inersek , Lyonu gündüz göreceğiz , Venedik 3. güne kalacak , belki de geç saatte orda olup , şehri tam anlamıyla göremeyeceğiz. Ancak Venedik i önceden görmüş, gezmiş bir kişi olarak , belki de biraz bencillik yaparak , arkadaşları sağdan inmek için çabaladım ve başardım. Zaten , Venedik’i ilerde bircok kere görme şansımız olur ama Lyon , Marsilya için özel bir gezinin ilerde olacağını düşünmüyorum, artı bu bölgeyi hiçbirimiz görmedi. Ana etkileme noktam buydu ve başarılı oldu.
Neyse , İstanbula gece 12 gibi vardık. Uçak saatinde başta karışıklık yaşadık. Ben çok fazla ilgilenmediğim için , kalkış saatini saat 2:00 bilen arkadaşlar havaalanına 12:00 de geldiğimizde geç kalıyoruz diye yakınırken , öğrendik ki, uçak saat 4:00de . Biz de atladık Kadıköyde kokoreç yemeğe gittik. Gece vakti nerden çıktı bu istek pek anlamadım, belki de AB de yasak olduğu için bulamayacağımız tek yemek olduğu içindir. Sonunda havaalanına vardık. Gitmeden önce yaptığımız hesaplarda , havaalanında park ücretinin günlük 15 milyon olmasına göre bir maliyet çıkarmıştık. Ancak , Bursadan geç çıkma, havaalanına erken gelme gibi konularda planlarımızın şaşması gibi burda da yanılmışız. Ama bu avatajımıza olan bir yanılma, öğrendik ki, Sabiha Gökçen de otopark ücretsiz. Tavsiye edilir, muhakkak arabayla gidin.
Sonunda uçağımıza atladık.Anlatmadan geçemeyeceğim. Şu çıkışta 70 milyon , çıkış harcı var ya, bu zamana kadar birçok kere çıktığım halde ödememiş bir insan olan beni , çok ama çok üzüyor. İstemeyen Avrupa ülkeleri için vize alması zaten mesele , bir de ülkemiz çıkışı bu şekilde zorlaştırıyor, anlamış değilim. Bunları da gezimize etkili bir maliyet olarak ekledikten sonra Almanyaya doğru yola çıktık. Sabahın erken saatlerinde Stuttgart havaalanına vardık. Malum , planımıza göre hemen ordan araba kiralayıp yola çıkacaktık ki, arabaların hepsinin rezerve olduğunu öğrenince soğuk soğuk terler dökmeye başladık. Gezi , ilk anda suya düşme tehlikesi içinde idi. Almanya uzmanı biri olarak , hemen trene atlayıp ana istasyona gittik. Avrupada, özellikle en önemli ulaşım yerlerinden biri olan tren istasyonlarında araba kiralama ofisleri bulmak muhtemel. Beklenen de oldu , en son kalan , artık dizel araba bulamadık ama olsun , Opel Corsayı aldık.Tek istediğimiz CD çalarının olması , yol boyunca doya doya müzik dinlemek. Bu arada yaşanılan sıkıntı , kiralama ofisindekilerin bizden kredi kartı istemesi .Tabi , tek kredi kartı olanın ben olduğumu öğrenince işin başa düşmesi. Sıkıntılardan birinin de Almanca pratik yapma isteğinde olan benim , sürekli , özellikle de kritik konularda ısrarla Almanca açıklamalar yapmamdı. Onu da başardım , almancamı bir nebze de olsa geliştirdiysem de ne mutlu bana.
Neyse , arabayı bulma da kısa da olsa bir problem yaşasak da , arabayı görünce tam bir şoka girdik. Beklenenin aksine CD çaları var , hatta araba 2005 model ve daha 2000 kmde. Bilmiyor ki, bu Türk gezginlerin elinde hangi kilometreleri görecek. Anında bindik , ben kendime çok güvenemediğim için Serdara verdim arabayı. Bastık , tablomıza göre 2 saat içince Strazburgda olmamız gerekiyordu. Olduk , ani bir tartışma ortamı , geelim mi gezmeyelim mi ? Gezmeyelim , devam.Ben buraları öncedengördüğüm için sesimi çıkarmadım, Alsas Loren bolgesindeki bu şirin şehrin uzaktan fotoğraflarını çekip yolumuza devam ettik.
İkinci durağımız Lyondu. Sen ve Ren nehirlerinin kesiştiği bu güzel şehirde 2 saat geçirmemiz gerekiyordu. Köprülerle dolu bu şehirde kısa zamanda çok yer görmek için , ben klasik taktiğimi uyguladım. Önce fotoğraf çektirme isteğiyle bir yabancıya yaklaşılır , mutlaka kabul edecektir. Sonrasında , makinayı alırken , küçükten muhabbete girilir, abartılarak “ bizim burda az zamanımız var , acaba bizi gezdirebilir misiniz ? “ diyerek samimiyetin doruklarına varılır. Bu zaman kadar bu taktik çok iyi çalıştı. Neyse , tanıştığımız fransızla beraber başladık Lyonun ara sokaklarındaki kafeleri gezmeye. Malum benim fransızcamı da pratik etmem lazım. Tabi, o kadar kaptırmışım ki , anlaştığımız 2 saati geçirince , arkadaşlar mırıdanmaya başladı. Malum saat de geç olunca , kalacak yer sıkıntısı var. Neyseki arabada kalacağız , ama onun için de güvenilir park yeri lazım. Fransada bu konuda çok sıkıntı çekmedik. Otoban kenarlarında , yeşillikler içinde sürekli bir dinlenme yerleri var. Her dinlenme yerinde , yemek yiyip , bir şeyler içebiliyorsunuz. Bizim favori yemeğimiz , Croissant ve kahve . Kalmanın yanında , yemeği de ucuza getirmiş oluyoruz, acaba ne kadar dayanacağız.
Neyse, geceyi dinlenme yerlerinin birinde geçirdik. İyi ki , arabada 4 kişi değildik , bir ara paralar 4 e bölünsün diye de düşünmedim değil , ama gerçekten çok zor olurdu. Kalktığımzda camlar buğ içindeydi. Kahvaltımızı favori yemeğimizle yapıp , yola çıktık. Durağımız Marsilya idi. Burası trafiği sıkışık , kaldırımlara bile arabaların park ettiği , Kuzey afrika ülkelerini andıran bir şehirdi . İnsanların yüzleri biraz daha ortadoğulu görüntüsündeydi. Limanda kısa bir gezi yaptıktan sonra buradan ayrıldık. Tabi her gittiğimiz yerde , hatıra eşya , ve biz burdaydık fotosu çektirdik ki , fazlaca kaldığımızı zannetsinler.
Sonraki durak , Cannes . Burayı gelmeden bayağı bir araştırmıştım. Şansımıza film festivalinin olduğu zamana rastlamıştık. Söyle bir sahilde kalabalık içinde dolandıktan sonra, festivalin yapıldığı , kırmızı halılar üstünde ünlülerin geçit yapacağı binanın önünde fotolarımızı çektirdik. Maalesef , çok ama çok ısrar ettiysem de , 3 saat sonra başlayacak geçit törenini izlemek için arkadaşları ikna edemedim. Türk film standına bir merhaba dedikten sonra sıcak, milyar dolarlık yatlarla dolu Cannes sahilinden ayrıldık.
Sıra Nice e geldi .Burayı gerçekten çok merak ediyordum. Ancak planımıza göre burası için çok da vaktimiz kalmamıştı. Sahilinde o kadar çok trafik vardı ki, adım adım ilerleyen trafikte gerçekten çok zaman kaybettik. Ben , öncesinde mayomu giydiğim için , bu güzel sahillerde , hiç yoktan ayağımı soktum fotoğrafı çektirmek için , bir an devam edelim , hiç durmayalım diyen arkadaşları ikna ederek , suyun tuzluluk oranının analizini yapma şansım oldu. Gerçekten tuzlu ...
Yola devam ediyoruz. Dağlarda kıvrıla kıvrıla , güney Fransa sahillerinde Monaco’yu arıyoruz. Buralar Karadeniz otobanlarındaki virajlara benziyordu.Sonuçta Monaco nasıl bir yer bilmediğimiz için , F1 lerden gördüğümüz görüntülerden esinlenerek , ha işte burası deyip, bir ara durduk ve alakasız bir yerin yukardan en az 10 fotoğrafını çektik. Neyseki yine de az hafıza kaybıyla atlattık. 1 saat kadar yoldan sonra o eşsiz Monacoya vardık. Arabayı park ettikten sonra gezimize başladık, bu dağların yamacına kurulmuş şehir-ülkede. İlk başta sokaklarda kurulmuş F1 standları ilgimi çekti. Malum F1 in olduğu bir şehirde olması doğaldıama bu kadarı da fazla değil miydi? Hemen , tabiki fransızcamızı pratik ederekten de görevliye sordum. Hergün burası böyle mi? Yoo, dedi, yarın F1 ısınma turları var. Şok olmuştuk , film festivalinden sonra burda da F1 e rastladık. Gerçekten çok ama çok şanslıydık. Koşaraktan pistin olduğu alana indiğimizde , o kalabalık şaşkınlığımızı ve heyecanımızı iki katına çıkartmıştı. F1 delisi olan arkadaşların varlığı , burada , muhalafet etme şansım yoktu ben de istedim , 2 saati bırak 5 saat kalmamızı sağladı. Sonraki güzergahların hepsi yalan oldu. Neyse , herşeyi tadında bırakmak lazım , yaklaşık 20 kadar Porsche , Cadillac, Ferari ( BMW ve Mercedesleri saymıyorum) gördükten sonra buradan da ayrıldık. Yolda , malum italyaya geçiyor olduğumuz için bir pizzacı da durup , kocaman ve leziz pizzalardan yedik. O kadar yedik ki , gezinin geri kalan kısmında artık , aç gezmezdik.
Yola devam , babamın ısrarla görmemi tavsiye ettiği San Remoya geldik. Geldik , gelmesine ama gecenin 2 sinde , İtalyadaki ilk şehrimizde ne yapabilirdik ki? Gördüğüm en renkli noktada , tarihi bir gasino ve insanlar vardı , bir uykulu fotoğraf çektirip, burda olduğumu da garantiledim.
İtalya, kalacak veya arabayı park edecek yer konusunda biraz daha zorlayıcı bir yer.Nereye girsek , kamyonlar dolu. Malum , Türkiyeden bir önyargıyla haraket eden kişiler olarak , dinlenme yerlerini pas geçe geçe , saati 3:30 ettik. Artık uyumamız gerekiyordu. Artık , görüntüsüne bakmadan , park edip, güzel bir uyku çektik.
Sabah , kahve ve Croissant .Yollar bizi bekliyor. Monacoda kaybedilen saatleri kazanmak adına , sahil yolu yerine , otobanı seçince , birçok güzelliği görmeden hızlı bir şekilde harakete başladık. İlk durak Cenova , burasını ziyaret ettirmek için inanın yarım saat dil doktüm. Ama o güzellikleri görünce onlar da bana hak verdiler. Kocaman bir liman , daracık italyan sokakları, hepsinin açıldığı su gösterilerinin yapıldığı kocaman bir meydan. Eşsiz bir güzellik. Hemen bır foto , ve yola devam.Sinirler iyice kızışıyor, malum her geçen saat Venedike varış saatini bu son günümüzde geçiktiriyor.Ömürden hadi , çabuk ol!!
Şimdi , yıllardır görmek istediğim şehir Milanodayız. Dünyanın dört büyük katedrallerinin birinin önündeyiz. Restorasyon nedeniyle içini göremiyoruz ama etkilenilmeyecek gibi değil. Sonrasında meydana açılan , o büyük çarşının içine giriyoruz. Tavanlar , tablo gibi. Eşsiz bir sanat eseri. Burada aramızda kısa bir tartışma yaşasak , hatta ayrılsak da , dediğimiz saatte otoparkta buluştuk. Artık baştan beri istenen şehre doğru ilerliyoruz. Venedik...
Saat açısından sıkıntı yaşanmayınca ben de mutlu olmadım desem yaan olur, ta ki şehrin girişine 30 km kala olan yoğun trafiği görünceye kadar. Hava karardı kararacak diye elim yüreğimde. Arabada bir sessizlik , her an biz sana demiştik , buraya daha erken gelecektik diye bir tartışma çıkacak diye korku içindeyim. Neyse hava kararmadan , şehir girişindeki , otoparka arabayı parkedip gezimize başladık. Köprüler , gondollarla gezen insanlar, sokak çalgıcılarıyla kesinlikle değişeyeceğim bir şehir. Hele de , San Marco meydanını gördüm mü, meydanda doyasıya koşasım geliyor. Klasik müziğin doruklara vardığı bu meydan insanı , inanın dinlendirmek ne kelime , alıp götürüyor... O meydanda inanın sadece 2 saati , muhteşem mimariye bakarak geçirdim.
Ortak kara üzerine , artık çok güzel bir yemek yemeğe karar verdik. Malum yolculuğumuzun en önemli ve son duraklarından birindeydik. Paramız da vardı. En iyi restoranlardan birine girdik ve uygun bir menuyu istedik. Tam tamına 19 euro ... Yemek geldi . Yemek dediğim , tabağın içine sokaktan toplanmış ve kaynatılmış otu koymuşlar adeta. Bir de küçük bardakta şarap aldık. İkinci bir tabak daha geldi , bu kısmen tanıdık bir görüntüydü. Makarna üzerinde mantar. Yedik , neyseki doyduk ama giden paralara acımadım değil.
Artık dönüyoruz. Çevrimin dönüşüne Venedikte geçmiş, hatta uçağı yakalama telaşına bile kapılmıştık. Saat 3:00 gibi çıkabildik yola , nedeni , labirent gibi Venedik sokaklarında kaybolup , 1 de çıktığımız 2 saatlik yolculuğun sonunda , sora sora ancak bu saatte otoparka varabildik. Bir dahaki sefere kaybolmayız, aynı yerleri 3 kere geçince adım adım öğrendik bu şehri...
Yine arabada kaldıktan sonra, Alplerin içinden Avusturyada Salzburg , Almanyada Münihe kısa bir ziyaret yaptık , saat 20:00 gibi , yani uçağımıza 2 saat kala ,Stuttgart havaalanına geri döndük. İşte , tartışmalar da olsa , kısa zamanda çok yeri görme zorluğu yaşasak da , hayatta unutmadığım bir maceraya imza atmış olduk.Ha , bu arada zavallı Opel Corsa, 2000 km de almıstık ya , 5000 km de bıraktık...
Ömürden M. SEZGİN
http://omurdens.blogspot.com
18 Mayıs Perşembe günü , o gün firmada aldığımız eğitim sonrasında yola çıkacaktık, ancak dakika bir gol bir. Ben önce evlerimize uğrayacağımızı düşündüğüm için ,1 saat kadar yola geç çıkmak zorunda kaldık. 1 saat gecikme demeyin , dediğim gibi, planlama açısından zaman çok önemli. Neyse sonunda İstanbula doğru yola çıktık. En öenmli sorunlardan biri , rotayı belirlemiş olsak da , hangi yönden yola başlayacağımızdı. Malum Stuttgartın sağından aşağı inersek, Venedike ilk gün varacağız ve gündüz gözüyle bu muhteşem şehri gezme şansımız olacak. Solundan inersek , Lyonu gündüz göreceğiz , Venedik 3. güne kalacak , belki de geç saatte orda olup , şehri tam anlamıyla göremeyeceğiz. Ancak Venedik i önceden görmüş, gezmiş bir kişi olarak , belki de biraz bencillik yaparak , arkadaşları sağdan inmek için çabaladım ve başardım. Zaten , Venedik’i ilerde bircok kere görme şansımız olur ama Lyon , Marsilya için özel bir gezinin ilerde olacağını düşünmüyorum, artı bu bölgeyi hiçbirimiz görmedi. Ana etkileme noktam buydu ve başarılı oldu.
Neyse , İstanbula gece 12 gibi vardık. Uçak saatinde başta karışıklık yaşadık. Ben çok fazla ilgilenmediğim için , kalkış saatini saat 2:00 bilen arkadaşlar havaalanına 12:00 de geldiğimizde geç kalıyoruz diye yakınırken , öğrendik ki, uçak saat 4:00de . Biz de atladık Kadıköyde kokoreç yemeğe gittik. Gece vakti nerden çıktı bu istek pek anlamadım, belki de AB de yasak olduğu için bulamayacağımız tek yemek olduğu içindir. Sonunda havaalanına vardık. Gitmeden önce yaptığımız hesaplarda , havaalanında park ücretinin günlük 15 milyon olmasına göre bir maliyet çıkarmıştık. Ancak , Bursadan geç çıkma, havaalanına erken gelme gibi konularda planlarımızın şaşması gibi burda da yanılmışız. Ama bu avatajımıza olan bir yanılma, öğrendik ki, Sabiha Gökçen de otopark ücretsiz. Tavsiye edilir, muhakkak arabayla gidin.
Sonunda uçağımıza atladık.Anlatmadan geçemeyeceğim. Şu çıkışta 70 milyon , çıkış harcı var ya, bu zamana kadar birçok kere çıktığım halde ödememiş bir insan olan beni , çok ama çok üzüyor. İstemeyen Avrupa ülkeleri için vize alması zaten mesele , bir de ülkemiz çıkışı bu şekilde zorlaştırıyor, anlamış değilim. Bunları da gezimize etkili bir maliyet olarak ekledikten sonra Almanyaya doğru yola çıktık. Sabahın erken saatlerinde Stuttgart havaalanına vardık. Malum , planımıza göre hemen ordan araba kiralayıp yola çıkacaktık ki, arabaların hepsinin rezerve olduğunu öğrenince soğuk soğuk terler dökmeye başladık. Gezi , ilk anda suya düşme tehlikesi içinde idi. Almanya uzmanı biri olarak , hemen trene atlayıp ana istasyona gittik. Avrupada, özellikle en önemli ulaşım yerlerinden biri olan tren istasyonlarında araba kiralama ofisleri bulmak muhtemel. Beklenen de oldu , en son kalan , artık dizel araba bulamadık ama olsun , Opel Corsayı aldık.Tek istediğimiz CD çalarının olması , yol boyunca doya doya müzik dinlemek. Bu arada yaşanılan sıkıntı , kiralama ofisindekilerin bizden kredi kartı istemesi .Tabi , tek kredi kartı olanın ben olduğumu öğrenince işin başa düşmesi. Sıkıntılardan birinin de Almanca pratik yapma isteğinde olan benim , sürekli , özellikle de kritik konularda ısrarla Almanca açıklamalar yapmamdı. Onu da başardım , almancamı bir nebze de olsa geliştirdiysem de ne mutlu bana.
Neyse , arabayı bulma da kısa da olsa bir problem yaşasak da , arabayı görünce tam bir şoka girdik. Beklenenin aksine CD çaları var , hatta araba 2005 model ve daha 2000 kmde. Bilmiyor ki, bu Türk gezginlerin elinde hangi kilometreleri görecek. Anında bindik , ben kendime çok güvenemediğim için Serdara verdim arabayı. Bastık , tablomıza göre 2 saat içince Strazburgda olmamız gerekiyordu. Olduk , ani bir tartışma ortamı , geelim mi gezmeyelim mi ? Gezmeyelim , devam.Ben buraları öncedengördüğüm için sesimi çıkarmadım, Alsas Loren bolgesindeki bu şirin şehrin uzaktan fotoğraflarını çekip yolumuza devam ettik.
İkinci durağımız Lyondu. Sen ve Ren nehirlerinin kesiştiği bu güzel şehirde 2 saat geçirmemiz gerekiyordu. Köprülerle dolu bu şehirde kısa zamanda çok yer görmek için , ben klasik taktiğimi uyguladım. Önce fotoğraf çektirme isteğiyle bir yabancıya yaklaşılır , mutlaka kabul edecektir. Sonrasında , makinayı alırken , küçükten muhabbete girilir, abartılarak “ bizim burda az zamanımız var , acaba bizi gezdirebilir misiniz ? “ diyerek samimiyetin doruklarına varılır. Bu zaman kadar bu taktik çok iyi çalıştı. Neyse , tanıştığımız fransızla beraber başladık Lyonun ara sokaklarındaki kafeleri gezmeye. Malum benim fransızcamı da pratik etmem lazım. Tabi, o kadar kaptırmışım ki , anlaştığımız 2 saati geçirince , arkadaşlar mırıdanmaya başladı. Malum saat de geç olunca , kalacak yer sıkıntısı var. Neyseki arabada kalacağız , ama onun için de güvenilir park yeri lazım. Fransada bu konuda çok sıkıntı çekmedik. Otoban kenarlarında , yeşillikler içinde sürekli bir dinlenme yerleri var. Her dinlenme yerinde , yemek yiyip , bir şeyler içebiliyorsunuz. Bizim favori yemeğimiz , Croissant ve kahve . Kalmanın yanında , yemeği de ucuza getirmiş oluyoruz, acaba ne kadar dayanacağız.
Neyse, geceyi dinlenme yerlerinin birinde geçirdik. İyi ki , arabada 4 kişi değildik , bir ara paralar 4 e bölünsün diye de düşünmedim değil , ama gerçekten çok zor olurdu. Kalktığımzda camlar buğ içindeydi. Kahvaltımızı favori yemeğimizle yapıp , yola çıktık. Durağımız Marsilya idi. Burası trafiği sıkışık , kaldırımlara bile arabaların park ettiği , Kuzey afrika ülkelerini andıran bir şehirdi . İnsanların yüzleri biraz daha ortadoğulu görüntüsündeydi. Limanda kısa bir gezi yaptıktan sonra buradan ayrıldık. Tabi her gittiğimiz yerde , hatıra eşya , ve biz burdaydık fotosu çektirdik ki , fazlaca kaldığımızı zannetsinler.
Sonraki durak , Cannes . Burayı gelmeden bayağı bir araştırmıştım. Şansımıza film festivalinin olduğu zamana rastlamıştık. Söyle bir sahilde kalabalık içinde dolandıktan sonra, festivalin yapıldığı , kırmızı halılar üstünde ünlülerin geçit yapacağı binanın önünde fotolarımızı çektirdik. Maalesef , çok ama çok ısrar ettiysem de , 3 saat sonra başlayacak geçit törenini izlemek için arkadaşları ikna edemedim. Türk film standına bir merhaba dedikten sonra sıcak, milyar dolarlık yatlarla dolu Cannes sahilinden ayrıldık.
Sıra Nice e geldi .Burayı gerçekten çok merak ediyordum. Ancak planımıza göre burası için çok da vaktimiz kalmamıştı. Sahilinde o kadar çok trafik vardı ki, adım adım ilerleyen trafikte gerçekten çok zaman kaybettik. Ben , öncesinde mayomu giydiğim için , bu güzel sahillerde , hiç yoktan ayağımı soktum fotoğrafı çektirmek için , bir an devam edelim , hiç durmayalım diyen arkadaşları ikna ederek , suyun tuzluluk oranının analizini yapma şansım oldu. Gerçekten tuzlu ...
Yola devam ediyoruz. Dağlarda kıvrıla kıvrıla , güney Fransa sahillerinde Monaco’yu arıyoruz. Buralar Karadeniz otobanlarındaki virajlara benziyordu.Sonuçta Monaco nasıl bir yer bilmediğimiz için , F1 lerden gördüğümüz görüntülerden esinlenerek , ha işte burası deyip, bir ara durduk ve alakasız bir yerin yukardan en az 10 fotoğrafını çektik. Neyseki yine de az hafıza kaybıyla atlattık. 1 saat kadar yoldan sonra o eşsiz Monacoya vardık. Arabayı park ettikten sonra gezimize başladık, bu dağların yamacına kurulmuş şehir-ülkede. İlk başta sokaklarda kurulmuş F1 standları ilgimi çekti. Malum F1 in olduğu bir şehirde olması doğaldıama bu kadarı da fazla değil miydi? Hemen , tabiki fransızcamızı pratik ederekten de görevliye sordum. Hergün burası böyle mi? Yoo, dedi, yarın F1 ısınma turları var. Şok olmuştuk , film festivalinden sonra burda da F1 e rastladık. Gerçekten çok ama çok şanslıydık. Koşaraktan pistin olduğu alana indiğimizde , o kalabalık şaşkınlığımızı ve heyecanımızı iki katına çıkartmıştı. F1 delisi olan arkadaşların varlığı , burada , muhalafet etme şansım yoktu ben de istedim , 2 saati bırak 5 saat kalmamızı sağladı. Sonraki güzergahların hepsi yalan oldu. Neyse , herşeyi tadında bırakmak lazım , yaklaşık 20 kadar Porsche , Cadillac, Ferari ( BMW ve Mercedesleri saymıyorum) gördükten sonra buradan da ayrıldık. Yolda , malum italyaya geçiyor olduğumuz için bir pizzacı da durup , kocaman ve leziz pizzalardan yedik. O kadar yedik ki , gezinin geri kalan kısmında artık , aç gezmezdik.
Yola devam , babamın ısrarla görmemi tavsiye ettiği San Remoya geldik. Geldik , gelmesine ama gecenin 2 sinde , İtalyadaki ilk şehrimizde ne yapabilirdik ki? Gördüğüm en renkli noktada , tarihi bir gasino ve insanlar vardı , bir uykulu fotoğraf çektirip, burda olduğumu da garantiledim.
İtalya, kalacak veya arabayı park edecek yer konusunda biraz daha zorlayıcı bir yer.Nereye girsek , kamyonlar dolu. Malum , Türkiyeden bir önyargıyla haraket eden kişiler olarak , dinlenme yerlerini pas geçe geçe , saati 3:30 ettik. Artık uyumamız gerekiyordu. Artık , görüntüsüne bakmadan , park edip, güzel bir uyku çektik.
Sabah , kahve ve Croissant .Yollar bizi bekliyor. Monacoda kaybedilen saatleri kazanmak adına , sahil yolu yerine , otobanı seçince , birçok güzelliği görmeden hızlı bir şekilde harakete başladık. İlk durak Cenova , burasını ziyaret ettirmek için inanın yarım saat dil doktüm. Ama o güzellikleri görünce onlar da bana hak verdiler. Kocaman bir liman , daracık italyan sokakları, hepsinin açıldığı su gösterilerinin yapıldığı kocaman bir meydan. Eşsiz bir güzellik. Hemen bır foto , ve yola devam.Sinirler iyice kızışıyor, malum her geçen saat Venedike varış saatini bu son günümüzde geçiktiriyor.Ömürden hadi , çabuk ol!!
Şimdi , yıllardır görmek istediğim şehir Milanodayız. Dünyanın dört büyük katedrallerinin birinin önündeyiz. Restorasyon nedeniyle içini göremiyoruz ama etkilenilmeyecek gibi değil. Sonrasında meydana açılan , o büyük çarşının içine giriyoruz. Tavanlar , tablo gibi. Eşsiz bir sanat eseri. Burada aramızda kısa bir tartışma yaşasak , hatta ayrılsak da , dediğimiz saatte otoparkta buluştuk. Artık baştan beri istenen şehre doğru ilerliyoruz. Venedik...
Saat açısından sıkıntı yaşanmayınca ben de mutlu olmadım desem yaan olur, ta ki şehrin girişine 30 km kala olan yoğun trafiği görünceye kadar. Hava karardı kararacak diye elim yüreğimde. Arabada bir sessizlik , her an biz sana demiştik , buraya daha erken gelecektik diye bir tartışma çıkacak diye korku içindeyim. Neyse hava kararmadan , şehir girişindeki , otoparka arabayı parkedip gezimize başladık. Köprüler , gondollarla gezen insanlar, sokak çalgıcılarıyla kesinlikle değişeyeceğim bir şehir. Hele de , San Marco meydanını gördüm mü, meydanda doyasıya koşasım geliyor. Klasik müziğin doruklara vardığı bu meydan insanı , inanın dinlendirmek ne kelime , alıp götürüyor... O meydanda inanın sadece 2 saati , muhteşem mimariye bakarak geçirdim.
Ortak kara üzerine , artık çok güzel bir yemek yemeğe karar verdik. Malum yolculuğumuzun en önemli ve son duraklarından birindeydik. Paramız da vardı. En iyi restoranlardan birine girdik ve uygun bir menuyu istedik. Tam tamına 19 euro ... Yemek geldi . Yemek dediğim , tabağın içine sokaktan toplanmış ve kaynatılmış otu koymuşlar adeta. Bir de küçük bardakta şarap aldık. İkinci bir tabak daha geldi , bu kısmen tanıdık bir görüntüydü. Makarna üzerinde mantar. Yedik , neyseki doyduk ama giden paralara acımadım değil.
Artık dönüyoruz. Çevrimin dönüşüne Venedikte geçmiş, hatta uçağı yakalama telaşına bile kapılmıştık. Saat 3:00 gibi çıkabildik yola , nedeni , labirent gibi Venedik sokaklarında kaybolup , 1 de çıktığımız 2 saatlik yolculuğun sonunda , sora sora ancak bu saatte otoparka varabildik. Bir dahaki sefere kaybolmayız, aynı yerleri 3 kere geçince adım adım öğrendik bu şehri...
Yine arabada kaldıktan sonra, Alplerin içinden Avusturyada Salzburg , Almanyada Münihe kısa bir ziyaret yaptık , saat 20:00 gibi , yani uçağımıza 2 saat kala ,Stuttgart havaalanına geri döndük. İşte , tartışmalar da olsa , kısa zamanda çok yeri görme zorluğu yaşasak da , hayatta unutmadığım bir maceraya imza atmış olduk.Ha , bu arada zavallı Opel Corsa, 2000 km de almıstık ya , 5000 km de bıraktık...
Ömürden M. SEZGİN
http://omurdens.blogspot.com