mete
Zirve
- Mesajlar
- 1,851
- Tepkime Puanı
- 4
Ertuğrul Bey’le başlayan yeni macera, Türk milletinin önlenemez yükselişinin habercisi idi. Türkler, bir kere daha Türk Devlet Geleneği Esasına uygun olarak yeni bir devletin temellerini atıyorlardı. Lider halkın arasından çıkmış bir Bilge kişi, devletin töresi halkın töresi, devletin dili halkın dili ve komutanlar asker arasından başarısı ile kendisini ispat ederek yükselmiş adaletli ve cesur kişilerdi.
Bey, askeri silah arkadaşı olarak görmekte idi. Bilgi ve Erdemde yarış Türk toplumunu kabına sığmayan bir enerjiye dönüştürmüştü. İstanbul kapılarına dayanması çok uzun sürmedi. İstanbul’u aldığında ise dünyanın en büyük gücü oldu. Artık Padişah hem hadislerde sözü edilen kutsal askerin komutanı, hem de Doğu Roma İmparatorluğunun kanun yapıcılık özelliğini eline geçirmiş bir liderdi. Devlet bundan böyle İmparatorluk olmuştu. Türk halkı sevindi bayram etti İstanbul artık onlarındı.
İstanbul savaş sebebiyle boşalmıştı yeniden canlandırmak gerekiyordu. Fatih İstanbul’un İskân edilmesi ve ticaretinin canlandırılması için dışardan Yahudi, ermeni, Cenevizli vb getirterek bunlara yer tahsis edilmesini ferman buyurdu.Ticaret yapmak isteyenlere sermaya verildi. Anadolu halkı da bu şehirden nasiplenmek istediğinde İstanbul girişinde durduruldu. Çünkü Veziri Azam Rum Mehmet Paşa Anadolu’dan gelen bu göç dalgasının kalitesiz bir göç olduğunu ve İstanbul’un asayişini bozacağını söylemişti. Bir fermanla Anadolu’dan İstanbul’a göç yasaklandı.
Türklerin İstanbul’dan mülk alması yasaktı, ille de gelecekse kiracı olarak gelebilirdi. İstanbul kapılarında kala kalan Türk halkı için bu ilk şok, öncü idi. Fatih Divan’a da katılmıyordu, Padişahtan silah arkadaşı muamelesi görmeye alışmış olan halk, artık padişahına ulaşamaz olmuştu. Devlet yöneticilerini yetiştirecek olan Enderun isminde bir üniversite kurulmuştu. Bundan böyle devlet memurluğuna sadece bu Enderundan mezunlar alınacaktı. Türkler Enderun’un da kapısında kaldılar, çünkü Enderun’a alınmanın birinci şartı devşirme olmaktı, Enderun’a Türklerin girmesi yasaktı. Medreselerde eğitim Arapça olacak dendi, Türk’ün kendi dili ile eğitimi de yasaklandı.
Bu durum Türklerin zaman içerisinde tamamen devletten uzaklaştırılmasına sebep oldu. Artık Türk toplumu saray nazarında etrak-ı bi itrak (idraktan anlayıştan yoksun), har Türk (eşek Türk) olarak anılan kaba saba, cahil insanlardı. Onların herhangi bir göreve getirilmesi düşünülemezdi onlar, savaşta ön cephede çarpışır, vergi verirlerdi.
IV. Murad zamanında Saray tarihçisi Koçi Bey padişaha “Aman Padişahım, çok dikkatli olunuz, saray’a Türk, Yörük, girer oldu. Devletin sonu felakettir...” . diye, akıl vermesi, Türklerin durumunu, fazla söze gerek kalmadan açıklamaktadır. Osmanlının Hıristiyanlara ve Yahudilere hoşgörünün ötesinde bir iltimasla davranıp, devlet kadrolarında en üst seviyedeki görevleri vermesine karşı, Fatih döneminde başlayan Türk karşıtı tutum Yavuz Döneminde hat safhaya ulaşmıştır.
Hoca Saadettin Efendi Tacü’t Tevarih’te Yavuz’un Alevi düşmanlığını şöyle anlatıyor. “ Padişah, Rum (Anadolu)diyarında yerleşmiş bulunan Kızılbaş tutkunlarını ve Alevi tavşanlarını araştırmak için ülke yöneticilerine uyulması gerekli buyrukları gönderüb, yediden yetmişe varınca ol yaramazlardan idüğü saptanan eşkıyanın adları defter olunup saraya bildirilmesine ferman-ı hümayun çıkmıştı. Cihanda geçerli bu buyruk gereğince yöneticilerin araştırma ve taramalarıyla sayıları kırk bini bulan bunların kimi ortadan kaldırılıp, kimi de hapse attırıldı.”
Tımarları, dirlikleri ellerinden alınan, vergilerin en ağırı ile vergilendirilen Türkler, çaresizlik içerisinde kıvranırken Osmanlının sınırında kurulmuş olan Safevi (İran)Türk devleti her gün biraz daha güçleniyordu. Safevi devletinin Başındaki insan(Şah İsmail) bir Türk’tü, Türkçe konuşuyor, Türk gibi ata biniyor, Türkçe şiir yazıyordu. Üstelik Türkleri ve Türk sanatını koruyor sarayında onlara geniş yer veriyordu. Oysa kendi padişahları Farsça konuşuyor, Arapça divan yazıyor, askeri devşirme, sarayı devşirme üstelik kendilerini vergilerin en ağırı ile vergilendiriyordu. Tabii olarak Şii Safevi devletine ve onun yöneticisine sempati ile bakıyorlardı. Osmanoğulları’nın zulmünden kaçanlar oraya sığınıyordu. Şah İsmail’in devleti bir ümit kapısı olmuştu.
1510 da Antalya yöresinin Türkmenleri Şahkulu etrafında toplanarak isyan etti. Şahkulu devleti ele geçirmeyi planlıyordu. Birkaç şehri ele geçirdikten sonra savaş sırasında öldürülünce adamları dağıldı veya sürgüne gönderildi.
İsyana katılan Antalya Türkmenlerini Sarayın tarihçisi Hoca saadettin şöyle tarif ediyor: “ Ol diyarda yaşayan Türklerin varlıkları doğuştan yaramaz olup, yaradılışlarından dik başlı olduklarından başka, huysuzluk da onların yapılarında ikinci bir huy gibiydi. Ol insanlıktan eksik kişilerin nifakla dolu yüreklerinde bin bir türlü fesat gömülü olup, her biri insan biçiminde laf anlamaz kişilerdi.”
Bu isyanları birçok isyan takip etti. Bu konuyu Şeyhülislam Ebussuud Efendinin 1548 de verdiği bir fetvadan birkaç satırlık örnekle kapatmak istiyorum: “…Kızılbaşların öldürülmeleri elbette dinimize göre helaldir. Bu en büyük kutsal savaştır. Bu yolda ölmek de şehitliğin en ulusudur… Kızılbaşların öldürülmeleri diğer kâfirlerin öldürülmelerinden daha önemlidir…”
Aynı fetvada birde “Padişah buyruğu ile Kızılbaş topluluğu kılıçtan geçirilip büyüğü küçüğü tutsak alındığında, yakalananlardan bazıları Ermeni olduklarını söylerse bu durumda kurtulurlar mı?” sorusuna verilen cevap: “Ermeniler kurtulur”
Bey, askeri silah arkadaşı olarak görmekte idi. Bilgi ve Erdemde yarış Türk toplumunu kabına sığmayan bir enerjiye dönüştürmüştü. İstanbul kapılarına dayanması çok uzun sürmedi. İstanbul’u aldığında ise dünyanın en büyük gücü oldu. Artık Padişah hem hadislerde sözü edilen kutsal askerin komutanı, hem de Doğu Roma İmparatorluğunun kanun yapıcılık özelliğini eline geçirmiş bir liderdi. Devlet bundan böyle İmparatorluk olmuştu. Türk halkı sevindi bayram etti İstanbul artık onlarındı.
İstanbul savaş sebebiyle boşalmıştı yeniden canlandırmak gerekiyordu. Fatih İstanbul’un İskân edilmesi ve ticaretinin canlandırılması için dışardan Yahudi, ermeni, Cenevizli vb getirterek bunlara yer tahsis edilmesini ferman buyurdu.Ticaret yapmak isteyenlere sermaya verildi. Anadolu halkı da bu şehirden nasiplenmek istediğinde İstanbul girişinde durduruldu. Çünkü Veziri Azam Rum Mehmet Paşa Anadolu’dan gelen bu göç dalgasının kalitesiz bir göç olduğunu ve İstanbul’un asayişini bozacağını söylemişti. Bir fermanla Anadolu’dan İstanbul’a göç yasaklandı.
Türklerin İstanbul’dan mülk alması yasaktı, ille de gelecekse kiracı olarak gelebilirdi. İstanbul kapılarında kala kalan Türk halkı için bu ilk şok, öncü idi. Fatih Divan’a da katılmıyordu, Padişahtan silah arkadaşı muamelesi görmeye alışmış olan halk, artık padişahına ulaşamaz olmuştu. Devlet yöneticilerini yetiştirecek olan Enderun isminde bir üniversite kurulmuştu. Bundan böyle devlet memurluğuna sadece bu Enderundan mezunlar alınacaktı. Türkler Enderun’un da kapısında kaldılar, çünkü Enderun’a alınmanın birinci şartı devşirme olmaktı, Enderun’a Türklerin girmesi yasaktı. Medreselerde eğitim Arapça olacak dendi, Türk’ün kendi dili ile eğitimi de yasaklandı.
Bu durum Türklerin zaman içerisinde tamamen devletten uzaklaştırılmasına sebep oldu. Artık Türk toplumu saray nazarında etrak-ı bi itrak (idraktan anlayıştan yoksun), har Türk (eşek Türk) olarak anılan kaba saba, cahil insanlardı. Onların herhangi bir göreve getirilmesi düşünülemezdi onlar, savaşta ön cephede çarpışır, vergi verirlerdi.
IV. Murad zamanında Saray tarihçisi Koçi Bey padişaha “Aman Padişahım, çok dikkatli olunuz, saray’a Türk, Yörük, girer oldu. Devletin sonu felakettir...” . diye, akıl vermesi, Türklerin durumunu, fazla söze gerek kalmadan açıklamaktadır. Osmanlının Hıristiyanlara ve Yahudilere hoşgörünün ötesinde bir iltimasla davranıp, devlet kadrolarında en üst seviyedeki görevleri vermesine karşı, Fatih döneminde başlayan Türk karşıtı tutum Yavuz Döneminde hat safhaya ulaşmıştır.
Hoca Saadettin Efendi Tacü’t Tevarih’te Yavuz’un Alevi düşmanlığını şöyle anlatıyor. “ Padişah, Rum (Anadolu)diyarında yerleşmiş bulunan Kızılbaş tutkunlarını ve Alevi tavşanlarını araştırmak için ülke yöneticilerine uyulması gerekli buyrukları gönderüb, yediden yetmişe varınca ol yaramazlardan idüğü saptanan eşkıyanın adları defter olunup saraya bildirilmesine ferman-ı hümayun çıkmıştı. Cihanda geçerli bu buyruk gereğince yöneticilerin araştırma ve taramalarıyla sayıları kırk bini bulan bunların kimi ortadan kaldırılıp, kimi de hapse attırıldı.”
Tımarları, dirlikleri ellerinden alınan, vergilerin en ağırı ile vergilendirilen Türkler, çaresizlik içerisinde kıvranırken Osmanlının sınırında kurulmuş olan Safevi (İran)Türk devleti her gün biraz daha güçleniyordu. Safevi devletinin Başındaki insan(Şah İsmail) bir Türk’tü, Türkçe konuşuyor, Türk gibi ata biniyor, Türkçe şiir yazıyordu. Üstelik Türkleri ve Türk sanatını koruyor sarayında onlara geniş yer veriyordu. Oysa kendi padişahları Farsça konuşuyor, Arapça divan yazıyor, askeri devşirme, sarayı devşirme üstelik kendilerini vergilerin en ağırı ile vergilendiriyordu. Tabii olarak Şii Safevi devletine ve onun yöneticisine sempati ile bakıyorlardı. Osmanoğulları’nın zulmünden kaçanlar oraya sığınıyordu. Şah İsmail’in devleti bir ümit kapısı olmuştu.
1510 da Antalya yöresinin Türkmenleri Şahkulu etrafında toplanarak isyan etti. Şahkulu devleti ele geçirmeyi planlıyordu. Birkaç şehri ele geçirdikten sonra savaş sırasında öldürülünce adamları dağıldı veya sürgüne gönderildi.
İsyana katılan Antalya Türkmenlerini Sarayın tarihçisi Hoca saadettin şöyle tarif ediyor: “ Ol diyarda yaşayan Türklerin varlıkları doğuştan yaramaz olup, yaradılışlarından dik başlı olduklarından başka, huysuzluk da onların yapılarında ikinci bir huy gibiydi. Ol insanlıktan eksik kişilerin nifakla dolu yüreklerinde bin bir türlü fesat gömülü olup, her biri insan biçiminde laf anlamaz kişilerdi.”
Bu isyanları birçok isyan takip etti. Bu konuyu Şeyhülislam Ebussuud Efendinin 1548 de verdiği bir fetvadan birkaç satırlık örnekle kapatmak istiyorum: “…Kızılbaşların öldürülmeleri elbette dinimize göre helaldir. Bu en büyük kutsal savaştır. Bu yolda ölmek de şehitliğin en ulusudur… Kızılbaşların öldürülmeleri diğer kâfirlerin öldürülmelerinden daha önemlidir…”
Aynı fetvada birde “Padişah buyruğu ile Kızılbaş topluluğu kılıçtan geçirilip büyüğü küçüğü tutsak alındığında, yakalananlardan bazıları Ermeni olduklarını söylerse bu durumda kurtulurlar mı?” sorusuna verilen cevap: “Ermeniler kurtulur”