Tarihimizin İlginç Yönleri

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan adrenalim Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 29
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 9,706

adrenalim

Zirve
Mesajlar
1,086
Tepkime Puanı
1
Trablusgarp Mücahitleri

Trablusgarp Savaşı'nda Osmanlı askerlerinin arasında bulunmuş olan Fransız gazetecisi Georges Lemo'nun gördükleri karşısında hayretler içinde kalarak:

Türk subayları içinde on iki kez yaralanmış olanlar vardı. Müthiş bir şey kendileri ile konuştuğum zaman edindiğim intiba şu oldu:

"Türk subaylarında yenmek ve ölmek duygusu, cinnet derecesine varmış bir istek halinde yaşıyordu" diye hatıralarında intibalarını yazdığını...

"Çadır İçinden Savaş İdare Etmeyüz"

Merc-i Dabık Savaşı öncesi Büyük Hünkar Yavuz Sultan Selim'in ordusunun önünde askerleriyle beraber göğüs göğüse çarpışmak için atını ileri doğru mahmuzlaması üzerine, Sadrazam Sinan Paşa'nın padişahın ellerine sarılıp:

"Şevketlü hünkarım, olmaya ki heyecana gelir, kendinizi ateşe atarsınız, yüreğimiz dilhun olur" diye gitmemesi için yalvardığını...

Alem-i İslam'ın birliğini sağlama adına hayatı at sırtında geçmiş olan bu büyük dava adamının bunun üzerine: "Biz cennetmekan Fatih Sultan Mehmet Han'ın torunuyuz, çadır içinden savaş idare etmeyüz" diye haykırdığını... .
Biliyor muydunuz?

Halkını Düşünen Gerçek Devlet Adamı

Okkası 30 paraya satılan ekmeğin fiyatına 10 paralık bir zam yapmak isteyen fırıncıları huzuruna çağıran müşfik sultan Abdülhamid Han'ın onlara:

"Siz yine ekmeği 30 paraya satmaya devam edin. Sattığınız her ekmek için istediğiniz 10 parayı ben vereceğim.

Çünkü bir memlekette ekmek fiyatına zam yapılırsa, bunu bütün zaruri ihtiyaçların pahalılaşması gibi bir hareket kovalar ki, halkımız bundan büyük ızdırap çeker" diyerek, halkını gerçek manada düşünen bir devlet adamlığı örneği sergilediğini...

Yavuz Çocuk

Yavuz Sultan Selim'in asıl isminin "Selim" olmasına karşılık çocuk iken çok hareketli, yerinde durmayan, cevval bir yapıya sahip oluşundan dolayı kendisine "Yavuz" lakabının takıldığını...

Bu çelik çavak çocuğun idman yaparken kafesten uçurulan güvercinleri, çift elle fırlattığı hançerlerle havada vurduğunu...

Sultanlık Stajı

Osmanlı Şehzadelerinin küçük yaşlardan itibaren, ileride devleti yönetebilecek şekilde çok ciddi bir eğitime tabi tutulduklarını ve buluğ çağına gelince de (yani günümüz nesillerinin sokakta çember çevirdikleri bir yaşta) bir nevi "sultanlık stajı" anlamına gelen önemli vilayetlerin başına Sancakbeyi olarak tayin edilip devlet idaresini tatbiki şekilde öğrenmelerinin sağlandığını...

Böylece ilerisi için onlar devleti tanırken, devletin de onları tanıma fırsatı bulduğunu...

Türklerin Korkutan Hatıraları

Çarlık Rusyası'nın Balkanlar'ı Osmanlı'dan koparmak gayesi ile Balkan milletlerine gizliden gizliye silah dağıtıp, bir yandan da fitne tohumları ekerek ayaklandırmaya çalıştığını...

Bu iş için vazifelendirilen Rus generali Çirnayev'in 1877 yılında Bulgaristan'dan Çar'a gönderdiği gizli raporda "Buralarda hiç yoktan ordular meydana getirdim. Bu askerleri ölüme sevkediyorum. Fakat bu insanları sendeleten bir engel var Türklerin yaşayan hatıraları! Ölümden korkmayanlar bu hatıralardan korkuyorlar. Yalnız Türkleri değil, onların tarihlerini de yenmek lazım.

Onlarda herhalde bir sihirbaz zekası var. Bir değil birkaç istila bile, onların iliklerine işleyen gizli üstünlüklerini yıkmaya bence kafi gelmeyecektir" diye yazarak oldukça ibretli bir itirafta bulunduğunu...

Kervansaraylar

Osmanlıların, yaptıkları her işte Allah'ın rızasını gözetme düşüncesinin bir eseri olarak, yolcuların istifade etmeleri için, o zamanın şartlarına göre bir günlük yolculuk mesafesi olan 50-60 kilometre aralıklarla kervansaraylar inşa ettiklerini...

Bu kervansaraylarda ırk, din, millet ayrımı gözetmeksizin herkesin misafir kabul edilip üç gün müddetle ücretsiz yedirilip, içirilip hayvanlarına bakıldığını...

Yolcuların istirahattan sonra, sabah mehteran eşliğinde uğurlandığını ve uğurlama esnasında kervansaray vazifelilerinin "Ey ümmet-i Muhammed! Canınız, malınız tamam mıdır?" diye nida etmesi üzerine yolcuların da: "Cümlesi tamamdır, Cenab-ı Hakk, hayrat sahibine rahmet eyleye diye" karşılık vererek dualarla yolcu edildiklerini...

Yedi Ben

Yavuz Sultan Selim Han'ın doğumundan az bir zaman önce babası II. Bayezid'in sarayına gelen bir dervişin:

"Bugün bu hanedandan bir erkek çocuk dünyaya gelecektir ve babasının yerine geçecektir. Vücudunda yedi ben bulunacaktır ve onların miktarınca alişan beylere galebe edecektir" diyerek ortadan kaybolduğunu...

Hakikaten de Yavuz Sultan Selim'in altı yıl gibi kısa süren hükümdarlık döneminde yedi tane devleti yeryüzü haritasından sildiğini...

Bir Siyaset Dahisinin Ölümü

Devrinin en buhranlı döneminde devraldığı Osmanlı Devleti'ni 33 yıl süreyle dahice politikalar takip ederek yöneten Ulu Hakan Abdülhamid Han'a kıblesi batıya ayarlı yerli aydınlarca birçok iftiralar atılıp Batılı ağzıyla "kızıl sultan" denmesine karşılık dönemin İngiltere Hariciye Nazırı Sir Edvvard Grey'in Sultan Abdülhamid'in vefatını öğrendiği zaman:

"Ne büyük kayıp! Hasmımdı ama onun ölümü ile diplomasi mesleği artık şevkini kaybetti" dediğini...

Cihad Nişanları

Kafkasya istiklal mücadelesinin efsanevi dava adamı Şeyh Şamil'in, bu mukaddes cihatda ölümü göze alarak büyük fedakarlıklar gösteren gazilerine hatıra olarak, hilal şeklinde ve üzerinde Arapça olarak :

"Kılıç Cennet'in anahtarıdır.", "Sonunu düşünen cesur olmaz" "Yiğide Cennet yeri açıktır" ve "Ecel gelmedikçe ölüm olmaz" yazan nişanlar hediye ederek taltif ettiğini...

Yavuz Sultan Selim'de Kulluk Şuuru

Makedonya kralı Büyük İskender'in, Mısır'ı işgal ettiği zaman kendisinin Yunanlılar için haşa ilah kabul edilen Jüpiter yıldızından geldiğini iddia ederek, uluhiyet davasında Firavun'u taklit ettiğini...

Buna mukabil Yavuz Sultan Selim'in, Mısır tahtına nail olduğu zaman:

"Mülk, Allah'ındır. Şayet benim veya başka bir kimsenin yeryüzünde parmak ucu kadar toprağı olsa bu Allah'la ortaklık değil midir?" diyerek kulluk şuuruyla secde-i şükre kapandığını...
 

Etiketler
Ynt: Tarihimizin İlginç Yönleri

Hayal Muessesesi
Teb'asini Emanetullah olarak goren Osmanli Devleti'nde, akil hastalarina bimarhanelerde son derece sefkatle muamele edilip ceviz karyolalarda, ipekli camasir ve carsaflarda yatirilip musIki ile tedavi edildigini.
Ayni donemde Avrupa'da ise, akil hastalarinin ruhuna seytan girmis denilerek diri diri yakildigini. .
Istanbul'daki bimarhaneleri giren Mongeri Pere'nin: Burasi Avrupa'nin asirlar sonra tahayyul edecegi bir hayal muessesidir dedigini ve Osmanli'nin uyguladigi bu musIki ile tedavi metodunun ABD'de ancak 1956 yilinda uygulamaya gecebildigini

Ucuncu Dunyanin Kobaylari
Batida ilac uretmekle ilgili yonetmeliklerin son derece agir olup, bir ilacin piyasaya cikarilmadan once kobaylar uzerinde yeterince deneme yapilmasi gerektigini ve bunun ise uzun ve pahali bir surec oldugunu .
Buna care bulan batili humanistlerin(!), yeni gelistirdikleri denenmemis ilaclari ucuncu dunya ulkelerine pazarlayarak hem para kazanip, hem de milyonlarca gonullu kobay uzerin de ilaclarini denediklerini...
Ilac iyi ciktigi takdirde mallarini batida pazarladiklarini, kotu ciktiginda ise foyasi cikana kadar ucuncu dunya ulkelerine satmaya devam ettiklerini . .

Milletlere Gore Fiyat Farki
Osmanli'nin son doneminde (1850) Istanbul'da uzun yillar kalmis bir batili tarihci olan M A Ubicini'nin sehirde yasayan degisIk milletlerin karakter yapilarini ogrendikten sonra, hatiralarinda:
Bir kaide olarak, Ermeni ye istedigi paranin yarisini, Ruma ucte birini, Yahudi ye dortte birini veriniz. Fakat bir Muslumanla alisveris ettiginiz zaman istedigi fiyattan emin olunuz ve istedigini veriniz diye yazdigini #8230;

Batida ve Osmanli'da Yalan
1717 - 1718 yillari arasinda Istanbul' da Ingiliz elciligi yapan G.Montagu nun hanimi Lady Montagu nun Osmanli toplumundaki ticaret ahlaki ile alakali hatiralarin da, oldukca enteresan bir sekilde:
Ingiltere'de yalancilar yaptiklariyla ogunurler.
Burada ise (Osmanli'da) yalan soylediginden emin olundugu zaman yalancinin alnina kizgin demir basiliyor. Bu kanun eger bizde uygulanirsa ne kadar guzel yuzun bozuldugu, ne kadar kibar sinifina mensup kisilerin kaslarina kadar inen peruklarla dolasmaya mecbur kaldiklari gorulur. diye yazdigini #8230;

Kin
Ikinci Dunya Harbi sonlarinda yapilan lise mezunlarinin olgunluk imtihanlarinda sorulan Ormanlar ve Ormanlarin faydalari isimli kompozisyon sualine talebelerim bazilarinin enteresan bir sekilde: Turkiyemiz ormanlik bir ulkeydi, fakat o zalim padisahlar, yurdumuzu ormansiz biraktilar , gibi cevaplar verdiklerini . . .
Sebep olarak da; bu zavalli ogrencilerin oylesine bir kin terbiyesi icinde yetistirilerek Osmanli'yi kotulemeye oylesine alistirildiklarini ve boylece eger bir firsatini bulup da padisahlara hakaret ederlerse iyi not alacaklarina inandiklarindan dolayi boyle cevaplar verdiklerini... (27)

Essiz Misafirperverlik
Osmanli askeri teskilatini Avrupa'ya tanitmis olmakla meshur Comte de Marsigli'nin, Turk toplumunun misafirperverligi ile alakali olarak :
Turkler hicbir din farki gozetmeksizin butun yabancilara karsi son derece misafirperverdirler. Ana yollar civarindaki koylerde oturanlardan hali vakti yerinde olanlar oyleden evvel ve aksamustu gezintiye cikip yolcu bulmaya calisirlar. Eger bulacak olurlarsa evlerine davet ederler ve hatta cok defa misafirin hangi evde agirlanacagini tayin ederken kavgaya bile tutusurlar. dedigini

Vahsetin Boylesi
1096 yilinda Haclilarin Kudus'e girerek 40. 000 Muslumani kilictan gecirdikten sonra Godofroi do Buygom' un Papa II Urban' a yazdigi mektupta:
`Kudus'te bulunan butun Muslumanlari katlettik, malumunuz olsun ki, Suleyman Mabedi'nde atlarimizin diz kapaklarina kadar Musluman kanina batmis olarak yuruyoruz. diyerek barbarliklarini belgelediklerini...

Insanligin En Muhtesem Harikasi
Osmanli ictimai yapisi uzerine uzman olan Erlanyen Universitesi profesorlerinden Hutterrohta:
Osmanli Devleti, genis topraklarini ve uzerindeki cesitli kavimleri, Topkapi Sarayi'ndan mukemmel bir sekilde idare ediyordu. O saray da batidaki en mutevazi bir derebeyinin sarayi kadar bile buyuk degildi. Bu nasil oluyordu? diye soruldugunda, Profesor Hutterroht'un:
Sirrini cozebilmis degilim. 16. asirda Filistin'in sosyal yapisi uzerinde calisirken oyle kayitlar gordum ki hayretler icinde kaldim. Osmanli, uc yil sonra bir koyden gececek askeri birligin oyle yemeginden sonra yiyecegi uzumun nereden gelecegini planlamisti. Herhalde Osmanli, devlet olarak insanligin en muhtesem harikasidir diye cevap verdigini. . .(32)

Sozunun Eri Olmak
Mehmet Akif Ersoy'un sozunun eri bir insan oldugunu ve soz verdigi seyi yerine getirmek icin olumden baska hicbir seyin onu engellemedigini...
Istanbul Vanikoy'de oturan bir ahbabi ile oyleden bir saat once bulusmak icin sozlestiklerinde, o gun yagmurlu, firtinali bir gun olup her tarafi sel bastigi halde Mehmet Akif' in binbir zorlukla sirilsIklam vaziyette soz verdigi yere vaktinde geldigini, fakat arkadasinin gelmemesi uzerine cekip gittigini... Ertesi gun. ozur dilemek icin gelen arkadasini dinlemeyip: Bir soz ya olum veya ona yakin bir felaketle yerine getirilmezse mazur gorulebilir diyerek tam alti ay o arkadasiyla konusmadigini...

Kizilca Bugdayi
ABD'nin 1890 yilina kadar bizim Tuna boylarimizda yetisen kizilca ismi verilen bugdayimizi ithal ederek tohumluk olarak kullandigini ve bununla halkini besledigini. ..Biliyor muydunuz?..

Alıntıdır
 

Ynt: Tarihimizin İlginç Yönleri

Yıl 1912...
İngilizler Hindistan'ı işgal eder Hindistan Kralı Osmanlı'dan yardım ister.Yıllardır savaş içinde olan Osmanlı bu yardımı karşılıksız bırakmamakla birlikte 350 kişilik bir askeri birliği gemiyle
Hindistan'a gönderir.
350 kişilik birlikten 20 kadarı hastalıktan yolda şehit olur kalan 330 Osmanlı askeri Hindistan'a çıkarlar ve ingilizlerle savaşmaya başlarlar.
Mühimmat açısından kısıtlı olan Osmanlı askerleri birkaç günlük mücadeleden sonra teknolojik donanıma sahip ingiliz askerleri karşısında yenik düşerler. 40 kadarı esir alınır diğerleri de savaşta
şehit olur.
Savaş bittikten sonra bu 40 Osmanlı esir askeri ingilizler gemilerde çalıştırmaya başlarlar. Bu gemi bir seferinde Avustralya'ya uğrar. iki Osmanlı esiri bir yolunu bulup kaçarlar.
Bir süre sonra adı Karadeniz diyarından Menteşeoğlu Abdullah olan baba mesleği dondurmacılığa başlar. Karahisar diyarından Tarakçıoğlu Mehmet de Kasaplık yapar.

1918 yılında Avustralya Çanakkale'ye asker çıkarır ve bizim iki Osmanlı askeri olayı duyarlar. Hemen buluşup durum değerlendirmesi yaparlar. Biz Osmanlı askeriyiz ve Avustralya'da yaşıyoruz. Avusturalya devleti Osmanlı'ya savaş açmış ve bizim ülkemizi işgale gitmiş. Bundan dolayı biz de Avustralya devletine savaş açalım derler. Alırlar kağıdı kalemi ve yazarlar:

Sayın Avustralya Başkanı Eksalans hazretleri;
Biz iki Osmanlı askeri ülkenizde bulunuyoruz. Duyduk ki devletimiz Osmanlı'ya Avustralya devleti olarak savaş açmış ve Çanakkale'ye asker göndermişsiniz. Bundan dolayı iki Osmanlı askeri olarak biz de Avustralya devletine savaş açmış bulunmaktayız. Bu bir Osmanlı fermanıdır. Ekselansların bilgilerine duyurulur.
Karahisar diyarından Tarakçıoğlu Mehmet
Karadeniz diyarından Menteşeoğlu Abdullah
İki Osmanlı Askeri

iki Osmanlı askeri Sidney'in 250 km. uzağında Karlıdağlar denilen bölgede önce virajlarda tren raylarını sökerek 3 treni devirirler. Üçüncü tren kazasında askeri muhimmat bularak silahlanırlar. Aynı bölgede 8 karakol basarlar ve karakollardaki askerlerin tamamını vururlar. Ne olduğunu bir türlü çözemeyen Avustralya devletinin sonunda iki Osmanlı askerinin yazmış olduğu mektup akıllarına gelir ve mektubun atıldığı bölgeye 250 kadar asker gönderirler. iki Osmanlı askeri aranmaya başlanır. Bir kaç gün sonunda sıcak çatışma olur ve Osmanlı askerleri bu Karlıdağlar da şehit edilir. iki askerin mezarı şu an da Sidney'e 250 km. uzakta Karlı Dağlar'da ve mezarlarında fotoğraf çekmek yasak. Avustralyalılar iki Osmanlıaskeriyle savaştık demek zorlarına gittiği için bu askerlere Hindistan asıll diyorlar. Oysa Hindistan'da ne Karahisar diyarı ne de Karadeniz diyarı diye bir bölge yok.

Bu bilgi Hindistan Büyükelçiliği'nin açıklamasından çıkarılmıştır.
 

Ynt: Tarihimizin İlginç Yönleri

Gazi Süleyman Paşa Camii
(Bolayır)



Gazi Süleyman Paşa Camii (Bolayır)


Yoldan görülen kalın sıvalı yüzlerine bakınca, eskiliği anlaşılmayan bu camii, Orhan devri inşaatının bir çok hususiyetlerini iki arka cephesinde muhafaza etmektedir. Cami içten içe 9,05x10,75 ebadında olup derinliği genişliğinden fazladır. Duvarlar yanlarda 90cm ön ve arkada daha kalındır. Cephenin kalın sıvası, revak olup olmadığını aramaya imkan bırakmıyor. Kapı iç ve dışta, iki taşkın ayağa oturan, iki merkezli bir sivri kemer altında basit bir basık kemerden ibarettir. Bu takın yüksek oluşundan, zaten bir revaka pek yer kalmayacağı tahmin olunabilir.

Cami sekiz altlık, altı üstlük pencere ile aydınlanır. Bir de mahfilin hizasında düz bir üstlük pencere varsa da, sonradan açılmış olması ihtimal dahilindedir. Cami aslında da çatılı imiş. Şimdiki tavan yeni ve şahsiyetsiz bir iştir. Mihrabın etraf çerçevesi bozulmuş, yalnız beş sıra istalaktitli yaşmağı kalmıştır. Minber hendesi şekilli kabartma dolu korkuluklu, taştan oyulu mihrabcıklarla müzeyyen güzel bir parçadır.

Cami’nin mihrab ve garb duvarları, esas itibariyle, eski yüzlerini muhafaza etmektedir. Fakat asıl mihrab duvarının şark ucu ilk şeklini gaaib etmemiş olup, iri kaba yontma taşlar arasında 2, sonra 3, sonra iki tane 1, sonra 3 ve 1-2 tuğla sırasıyla yapılmıştır. Garb-ı cenubi duvarının köşesi ise tamir görmüştür.

Birinci ‘Umumi Harb’de gülle isabet etmiş olması muhtemeldir. Pencere kemerleri mümasi sivri olup kemer aynası Gebze Baba Sultan ve sair yerlerdeki Orhan Devri binalarında olduğu gibi 10cm içeriye gömülüdür. Tabi söveler de çukurda idi; fakat sonradan duvar yüzüne mermer veya köfeki söveler ve demir parmaklıklar konmuştur.

Minarenin küpten aşağısı eskidir. Üstü Çanakkale Savaşları sırasındaki bombardımandan sonra yenilenmiştir.

Bu caminin en büyük özelliği, Osmanlı'ların Avrupa kıtasında yaptığı ilk cami oluşudur.

Gazi Süleyman Paşa cami Bolayır.jpg
 

Ynt: Tarihimizin İlginç Yönleri

peşehodka' Alıntı:
Yıl 1912...
İngilizler Hindistan'ı işgal eder Hindistan Kralı Osmanlı'dan yardım ister.Yıllardır savaş içinde olan Osmanlı bu yardımı karşılıksız bırakmamakla birlikte 350 kişilik bir askeri birliği gemiyle
Hindistan'a gönderir.
350 kişilik birlikten 20 kadarı hastalıktan yolda şehit olur kalan 330 Osmanlı askeri Hindistan'a çıkarlar ve ingilizlerle savaşmaya başlarlar.
Mühimmat açısından kısıtlı olan Osmanlı askerleri birkaç günlük mücadeleden sonra teknolojik donanıma sahip ingiliz askerleri karşısında yenik düşerler. 40 kadarı esir alınır diğerleri de savaşta
şehit olur.
Savaş bittikten sonra bu 40 Osmanlı esir askeri ingilizler gemilerde çalıştırmaya başlarlar. Bu gemi bir seferinde Avustralya'ya uğrar. iki Osmanlı esiri bir yolunu bulup kaçarlar.
Bir süre sonra adı Karadeniz diyarından Menteşeoğlu Abdullah olan baba mesleği dondurmacılığa başlar. Karahisar diyarından Tarakçıoğlu Mehmet de Kasaplık yapar.

1918 yılında Avustralya Çanakkale'ye asker çıkarır ve bizim iki Osmanlı askeri olayı duyarlar. Hemen buluşup durum değerlendirmesi yaparlar. Biz Osmanlı askeriyiz ve Avustralya'da yaşıyoruz. Avusturalya devleti Osmanlı'ya savaş açmış ve bizim ülkemizi işgale gitmiş. Bundan dolayı biz de Avustralya devletine savaş açalım derler. Alırlar kağıdı kalemi ve yazarlar:

Sayın Avustralya Başkanı Eksalans hazretleri;
Biz iki Osmanlı askeri ülkenizde bulunuyoruz. Duyduk ki devletimiz Osmanlı'ya Avustralya devleti olarak savaş açmış ve Çanakkale'ye asker göndermişsiniz. Bundan dolayı iki Osmanlı askeri olarak biz de Avustralya devletine savaş açmış bulunmaktayız. Bu bir Osmanlı fermanıdır. Ekselansların bilgilerine duyurulur.
Karahisar diyarından Tarakçıoğlu Mehmet
Karadeniz diyarından Menteşeoğlu Abdullah
İki Osmanlı Askeri

iki Osmanlı askeri Sidney'in 250 km. uzağında Karlıdağlar denilen bölgede önce virajlarda tren raylarını sökerek 3 treni devirirler. Üçüncü tren kazasında askeri muhimmat bularak silahlanırlar. Aynı bölgede 8 karakol basarlar ve karakollardaki askerlerin tamamını vururlar. Ne olduğunu bir türlü çözemeyen Avustralya devletinin sonunda iki Osmanlı askerinin yazmış olduğu mektup akıllarına gelir ve mektubun atıldığı bölgeye 250 kadar asker gönderirler. iki Osmanlı askeri aranmaya başlanır. Bir kaç gün sonunda sıcak çatışma olur ve Osmanlı askerleri bu Karlıdağlar da şehit edilir. iki askerin mezarı şu an da Sidney'e 250 km. uzakta Karlı Dağlar'da ve mezarlarında fotoğraf çekmek yasak. Avustralyalılar iki Osmanlıaskeriyle savaştık demek zorlarına gittiği için bu askerlere Hindistan asıll diyorlar. Oysa Hindistan'da ne Karahisar diyarı ne de Karadeniz diyarı diye bir bölge yok.

Bu bilgi Hindistan Büyükelçiliği'nin açıklamasından çıkarılmıştır.
Filmi yapılacak bir tarihi olay, keşke bu olayın filmi yapılsa..
 



Ynt: Tarihimizin İlginç Yönleri

cagdas90' Alıntı:
Filmi yapılacak bir tarihi olay, keşke bu olayın filmi yapılsa..

teşekür ederim ilk önce ilgin için sonra da düşüncelerin için evet bildiğimiz bu kadar , bilmediğimiz ne önemli olaylar var filmi yapılıp insanlara lanse edilmesi gereken
 

Ynt: Tarihimizin İlginç Yönleri

Aslında iki osmanlı askerinin Avustralyaya savaş açması hikayesini yorum yazıp yazmamakta epey tereddüt geçirdim.İnternete girince bu konuyuda aratayım dedim ve tam bir milyon sonuç çıktı karşıma.Ve sanırım hepsi birbirinden kopyalanmış .Aslında hikayenin aslını biliyordum ama böyle bir dezenfarmosyonu insan nasıl yapabilir dedim.İnancım şudurki gerçek olmayan bilgilerin gerçekmiş gibi hatta abartılarak insanlara inandırılması başta milliyetçi duygularımızı pohpohlayabilir.Ancak birisi zamanı geldiğinde tüm bu belgeleri gözünün içine resimlerle tarihi ve resmi belgelerle koyar,seni daha fazla demoralize eder.inancını şüpheye düşürür.Ve bu senin toplumca en zayıf oldugunda yapılır.Tıpkı bugünlerdeki gibi.Bunada psikolojik harp denir üstelik.
Avustralyalılar bu konuda belgesel bir fim de yapmışlardır.İnternetten bulabilirseniz ingilizce aslından seyretmenizi öneriyorum.Sanırım bu belgesel Türkiyedede gösterildi üstelik.Yalnız kim seyretmişse bunu eline saglık :smiley: bir hayli değiştirmiş ve kymuş internete.Sonra ne kadar milliyetçi,dini,vatansever,atatürkçü site varsa aynı metinden kopyalamış.
1.ingilizlerin ilk işgali 1912 değil 1612 dir.ilk sömürge hareketinin başladığı tarihtir zaman zaman fransızlarla çatışsada 1803 te pencap hariç tüm bölge konrolaltındaydı.1856 yılındada tüm hindistan çıkan bir savaşla ingilizler tarafından tamamen ele geçirilmiştir.Yani 1912 yılında hintliler gayet mutlu sömürülüyorlardı.
2.Hadi diyelim osmanlıdan bu tarihte yardım istesin.Yav 1912 yılında osmanlı ordusu dağılmış Balkan savaşı yapılıyor,millet akın akın anadoluya akıyor.kim 350 kişi gönderir.
3.hadi gönderdi diyelim hangi gemiyle 7000 km menzile askerimizi gönderecek yolcu gemisi ilemi. abdulhamitin beni devirirler korkusuyla haliçe kitledigi ve tamamen çürüyen donanma gemileri ilemi.
4.hadi gemiyi buldu diyelim ,ingilizlerin kontrolünde olan süveyş kanalından nasıl geçireceksin.Ümit burnunu dolanacaktın akdenizde okyanusa çıkarak.
5.hadi uçurdunuz diyelim hindistana gemiyi ,kimle savaşacak 350 kişi ile.Hindistandaki ingiliz kuvvetleri 50 000 altına hiç düşmedi.sen padişah olsan gönderirmiydin.inandırıcılık artsın diye bir de 20 kişi yolda şehit oluyor,40 kişide esir kalıyor gerisi şehit
yav 19 değilde neden yirmi,39 değilde neden 40 kişi.
6. Madem bu operasyon yapıldı hangi vatan haini bu operasyonu askeri kaynaklardan,arşivlerden çıkardı.
Yav yazdıkça sinirim bozuluyor aslını kısaca yazayımda konuyu uzatmadan bitireyim.Hint asıllı iki müslüman gerçekten Avustralyaya çalışmak için gelmişlerdir.hayatlarını idame ettirirken hakikaten avustralyada mısır için gönüllü birlikler oluşturulmaya başlanır.Mısırda egitim aldıktan sonra alman cephesine gideceklerdir.O tarihte mısır kagıt üstünde bize ait olmasına rağmen ingilizlerin kontrolündedir.Bizde hilafetin merkeziyiz doğal olarak.Bu iki kafadar bir altı patlar ve 3 te tabanca fişegi buluyor.Hakikaten asker taşıyan bir trene silahlı saldırıda bulunuyor.bir avusralyalı asker yaralanıyor. kısa bir çatışmadan sonra ikiside ölü elegeçiriliyor.Eger bulabilirseniz çatışma alanının ve fesli iki müslümanın ölüsüyle resim çektiren ve sırf bu olayı duyup merak edip gelen hanımların ellerindeki şemsiyelerle resimlerini görebilirsiniz.hindistan büyükelçiliği böyle bir şey açıklamaz.İngilizler bugün dahi işemeyeceksin deseler işemezler.
Ayrıca bu iki osmanlı askeri nasıl adammışki 8 tane karakol basmışlar anladığım kadarı ile 20 şer kişden 160 kişiyide öldürmüşler bu arada.
Bu meseleyi değilde bu hikayeyi yazan iki kafadarın karahisarlı ve karadenizli iki arkadaş oldugunu tahmin ediyorum.Ve bu hikayeye inananlarında nasrettin hoacayla bir akrabalıkları oldugunu düşünüyorum.saygılarımla
 

Ynt: Tarihimizin İlginç Yönleri

Merhaba öncelikle profesyonel psikolojik harp eğitimi aldığımı ve bu konuda bu sitedeki hemen herkesten daha tecrübeli ve eğitimli olduğumu beyan etmek isterim.
Ben bu sizin tabirinizle "hikaye"yi, bir konferansta bölge istihbarat subayının kendi ağzından dinledim, yani askeri kaynaktan. Birebir Genelkurmay'dan alınmış gizlilik derecesi hizmete özel olan belgeler ve resimlerle göstererek bu konuyu bize arz ettiler. Benim doğal olarak kaynak gösteremeyeceğimi anlamanızı ve bunu mazur görmenizi rica ediyorum, ancak siz kaynak gösterebilir misiniz ?
İki Osmanlı askerine gelince;
1- Madem bu yapılamayacak olan bir şey, bir abartı; o zaman Kurtuluş Savaşı'ndaki bir Yunan taarruzunda ateş ede ede resmen kor parçasına dönen makineli tüfek namlusunu değiştirmesi gereken, ancak o aceleyle namlu değiştirilen penseyi bulamadığı ve Yunanlılar da çok yaklaştığı için o cehennem gibi sıcak namluyu ağzıyla söküp, yenisini takıp, acıdan ve heyecandan bağıra bağıra, etrafa dudaklarından yanmış et ve kemik kokusu yayıla yayıla Yunanlıları biçen makineli tüfek nişancısı da yalan.
2- Çanakkale'de anlatılanların alayı yalan. Yahya Çavuş bir takım askeriyle koca tümene 12 saat nasıl kafa tutsun değil mi ? Seyit Onbaşı 275 kg.lık mermiyi nasıl sırtlayıp topa yerleştirsin ? Sırf milliyetçiliği pohpohlamak için abartılmış bir olay. Hele Müstecip Onbaşı'nın bir mermiyle denizaltıyı etkisiz hale getirme masalı yok mu, atılır da bu kadar atılmaz, değil mi :smiley:

Bahsi geçen resme gelince;
Bizim "hikayemizin" sonunda İki Osmanlı askeri şehit ediliyor zaten. Bu "hikayeye" uygun olarak şehit edildiği zaman çekilen fotoğraf olmadığını nereden biliyorsunuz ?

Daha fazla uzatmayayım. Ayrıca siz gidip de bir Avustralya belgeseline inanıyorsanız, onların tarihi hiç çarpıtmadan tamamen doğru gösterdiğini savunuyorsanız (ve bunu nereden biliyorsanız), bence size bir hoca kavuğu gerek.

Selamlar
Çağdaş.
 

Ynt: Tarihimizin İlginç Yönleri

selam..
Ağır bir yazı kaleme almışsınız.Burası için uygun olmadığını düşündüğümden özelinize yazdım cevabımı.Ancak burası içinde söylemek istediğim bir şey var.Yukarıda bahsettiğim düşüncelerime bir ek yapmak istiyorum.Tarihi ne kadar çarpıtırsanız,işin maneviyatını artırırsanız,norfolk olayında olduğu gibi işi gizeme,sarıklı insanlara,ilahi güçlere havale ederseniz,mehmetçiğin canı pahasına döktüğü kandan ,mücadele azminden,yokluk ve kıtlıktan ,okadar az bahsetmek zorunda kalırsınız.İşte ozaman daha fazla ışık evi açılır.
 

Ynt: Tarihimizin İlginç Yönleri

Beyefendi;

"Filmi yapılacak bir tarihi olay, keşke bu olayın filmi yapılsa.." bu cümleyi ,1912 yılı hikayesi için bir harbiyeli nasıl kullanır.
Demek bu hikayeye inandınızki kullandınız.Bu hikayenin içinde (gerçekten iki insanın küçük bir çatışma yaşaması dışında) başından sonuna kadar yalanla dolu.Bu hikaye bizim toplulumuza fayda değil zarar getirir.Toplumun üzerinden,bilimi,mantığı ,fenni aldığınız zaman hurafelerle yetişen bir toplum meydana gelir.Ve bu toplum başı her sıkıştığında yardıma gelecek sarıklılara,kadere inanır.Gerçekliği insanın elinden alır,savaşın içinden insanı çıkarır.Gerçek kahramanlık tabiyki vardır.Bu kahramalığı geçmişte ulusumuzun savaşan her bir ferdi yapmıştır.En azından açlıkla yoklukla ve ölmesini bilerek.

Size bir örnek daha vermek istiyorum.Son zamanlarda arkalarında gözüken eski bir uçak fonuyla iki tane pejmurde asker resmi dolanıyor.Ve biz savaşı böyle kazandık diye ajitasyon yapılıyor.Bumudur yani.O resimler her türkün kafasındaki Türk ordusu imajını yıktığı gibi,bilinç altlarına bu adamlarlamı bu savaşı kazandık, böyle şey olmaz bu iş ilahi güçlerle yapılmıştır demekten başka ne işe yaramıştır.Nitekim bazı akıllı insanlar o resmin izini sürmüş 1926 da, havaalanı inşaatında çalışan iki işçi olduklarınıda tespit etmişler,hatta çocuklarına bile ulaşmışlardır.
Bu polemiği burada kapatacağım,tartışmayı artık anlamsız buluyorum.Sorgulamadan kabul ettiğimiz her düşünce ,fikir,hikaye,öğreti
insanlığa fayda değil zarar getirir.

İşlerinizde başarılar diler,saygılar sunarım.
 



Ynt: Tarihimizin İlginç Yönleri

Bendeniz sokak ağızlı olmam sebebi ile sokaktan bir atasözü ile müdahil oldum ve üzülerek pehrizimi bozmak zorunda kaldım.
"Ahmaklara En Güzel Cevap Susmaktır"









İstanbul teknik üniversitesinden bir ön kapısından mezun olanlar vardır,birde arka kapısından.
 

Ynt: Tarihimizin İlginç Yönleri

Osmanlıya Vakfedilmiş Bir Ömür Hekimoğlu Ali Paşa

Adanmış bir insanin gayesi, hayali, ideali vardır. Saygınlığını, değerini, kıymetini uğrunda mücadele verdiği bu davadan alır. Kendinin ve tüm insanlığın evvelini düşünür ve de akıbetini. Buna göre yaşar. Zira her yani çeşit çeşit tuzaklar ile çevrili su dünyamızda, bir ceylan bile önüne arkasına bakmadan kolay kolay suya inmiyor, canini bir yudum su için heba etmek istemiyorken, O insan ki, insanlığın kurtuluşunu ve huzurunu her şeyden, kendinden bile ustun görebiliyor.
Bu erdeme ulaşmış kişiler, menfaati, serveti, lezzeti ve yetkiyi zihinlerindeki algı sahasından çoktan silmişlerdir. Zulümlere, eziyetlere, mahrumiyetlere ve yalnızlıklara sırf bu ulvi saydıkları davaları sayesinde göğüs germişlerdir. Zaman gelmiş en acı sürgünleri yasamış, zaman gelmiş en ağır işkencelere rağmen tahsile ve mücadeleye Medreseyi Yusufiye’de devam etmişlerdir. Kimilerinin sonunu ise ya bir tas zehirli süt yada üç beş metrelik kalın bir ip yazmıştır. Ama tüm bunların yanında öyle bir acı daha var ki; bu da O şahsiyetlerin davaları acısından en büyük sınavları olsa gerek. Karşılıksız baş koyulan bu yolda, çeşitli hasetlikler ve çekememezlikler neticesinde, gün gelip öpmek istedikleri elin darbesine maruz kalmak; ne acı bir imtihan olsa gerek. Kimileri bu durumda isyan ettiler, kimileri ise doğru bildikleri bu yolda bu büyük talihsizliğe dahi sebat göstererek o engin yürekleri ile Rableri’ne sığınmayı bildiler.
İste bu yazımızda, böyle bir şahsiyetten bahsedeceğiz siz değerli okuyucularımıza. İsmi Hekimoglu Ali Paşa.
O’nun hayatı Devlet-i Aliye’ye hizmetle geçen, bu uğurda karsılaştığı her türlü eza ve cefayı hatta ihanetleri bile o adanmışlık aşkıyla yanıp kavrulan bağrında eritip yok etmeyi bilen, tabiri caiz ise Osmanlı’ya vakfedilmiş bir ömürden ibarettir. 70 yıllık ömründe iyi bir eğitim neticesinde memuriyete ilk olarak III. Ahmet zamanında hassa silahşörlüğüyla başlayan Ali Paşa, sırasıyla, kapıcıbaşılığı, voyvodalıklar, valilikler ve Beylerbeyiliği derken kendisi değişik zamanlarda tam üç kez sadrazamlık makamına getirilmiş, dolayısıyla da çeşitli nedenlerden ötürü tam üç kez de görevden azledilmiştir. Bunlardan en dramatiği de, en son ki idamına karar kılınan azledilişidir. Kendisini neredeyse darağacına götürecek entrikalara rağmen hiçbir zaman devletine küsmemiş olan Hekimoglu Ali Paşa her defasında hizmete kaldığı yerden tekrar devam ederek halkın gözünde eşsiz bir yere ve makama sahip olmuştur. Onun hayatı ibretliklerle doludur.
1688 yılında dünyaya gelen Hekimoglu Ali Paşa’nın doğum yeri hakkında kaynaklarda kesin bir ittifak yoktur. Çünkü kendisi, Venedikli mühtedilerden yani İslamiyeti kabul eden gayr-ı Müslimlerden Hekimbaşı Nuh Efendinin oğludur. Buna paralel olarak bazı kaynaklarda Paşa’nın, İtalya’da doğduktan sonra İstanbul’a geldiği yazar iken, bazı kaynaklar ise İstanbul’da doğmuş olduğunu yazmaktadırlar. Hekimoglu Ali Paşa, iyi bir eğitim aldıktan sonra, III. Ahmet zamanında Bevvâbin-i Dergâh-ı Âli zümresine dahil edilmiş, silahşor rütbesiyle akranlarından öne çıkmış, tecrübe kazanması için Damat Ali Paşa tarafından Zile Voyvodalığı görevine atanmış, daha sonra Türkmen Ağalığı ve Rumeli payesiyle birlikte Adana vilayeti ve Halep vilayetinde 1724 yılında görev yapmıştır. Bu görevlerini takiben Azerbaycan ve Tebriz fetihlerinde bulunmuş, 1725’de Anadolu Eyaleti, Tebriz Seraskerliği ve Şehr-i Zor Eyaleti (Kerkük) görevlerine atanmış, İran’ın Tebriz’i geri alması üzerine 1731’de Tebriz’i yeniden fethetmiş ve Erzurum’a döndüğünde bu kez sadaret makamı ile ödüllendirilmiştir. I. Mahmud ve III. Osman dönemlerinde üç kez sadaret makamında görev alan Ali Paşa bu makama ilk atandığında 3,5 yıl kadar görev yapmış, ardından 1735 yılında azledilip Midilli’ye gönderilmiştir. 1736’da Bosna Eyaletine nasbolunan Paşa, Belgrad’ı kurtarmış, 1740’da Mısır Valisi olarak Kölemenleri susturmuş, 1743’de ikinci kez sadaret makamına getirilmiştir. Bir buçuk yıl yönetimde kalan Paşa 1744’de azledilip yeniden Midilli’ye gönderilmiştir. Daha sonra Bosna ve Halep valilikleri, Anadolu Eyaleti ve Şark Seraskerliği gibi değişik görevlerde bulunan Paşa 1754 yılında üçüncü kez sadrazam tayin edilmişse de bu görevi de çok uzun sürmemiştir. Yaklaşık 2–3 ay kadar bu görevde kalabilen Paşa görevden tekrar azledilerek dönemin Padişah’ı III. Osman tarafından bu kez idam cezasına çarptırılmıştır. Mustafa Armağan Hocamız bu üzücü ama sonucu enteresan bir şekilde biten azletme olayını söyle anlatmaktadır;
Ali Paşa’nın son sadrazamlığında Ayvansaray’da bir yangın çıkıyor. Şöyle bir özelliği var Osmanlı yangınlarının. Sadrazamın Padişah gitmeden yangın yerine ulaşması lazım. Padişah en son gidecek ve duruma el koyacak. Böyle de bir uğura inanıyorlar: Padişah geldiğinde yangın söner. Manevî bir havası olduğuna inandıkları için padişahın gelmesini uğur sayıyorlar ama ondan önce sadrazamın gidip vaziyete el koymuş olması lazım. Böyle bir durumda Sultan III. Osman geliyor, bakıyor ki, sadrazam yok. Fakat aslında Hekimoğlu Ali Paşa yangını duyar duymaz yola çıkmıştır ama onun padişahın gözünde düşmesini isteyenler, yolda önünü kesip ‘önemli bir yangın değil, kontrol altına alındı, siz gidin rahat rahat uykunuzu uyuyun’ demişler. Ve adamı geri çeviriyorlar yoldan. Sadrazamı yangın yerinde göremeyen padişah öfkelenip hem onu azlediyor, hem de idamını emrediyor. Fakat ertesi sabah tam Beşiktaş’tan konağından alınıp Kızkulesi’ne (infazı orada gerçekleştirilecek) götürüleceği sırada Padişah Çırağan sarayının olduğu yerdeki eski sarayda oturuyor, üst katta da Valide Sultan balkondan bakıyor. Hekimoğlu Ali Paşa’nın bir kayıkla Kızkulesi’ne götürülüşünü seyrediyor. Hekimoglu Ali Paşa gerek Padişahın, gerekse de Valide Sultanın kendisini izlediklerini fark edince, oturduğu yerden yavaşça ayağa kalkıp saraya dönerek huzurlarını hafif eğilerek başıyla selamlamıştır. Bu olaydan çok etkilenen Valide Sultan hemen oğlunun yanına gidiyor, III. Osman’ı ikna ediyor ve Paşa’nın arkasından gönderilen ikinci bir kayıkla idam cezası sürgüne çevriliyor.
Valide Sultan’ın araya girmesiyle önce Kıbrıs’a, sonra da Rodos’a gönderilmiş olan Paşa, ardından 1756’da tekrar Mısır’a, bir yıl sonra da Anadolu Vilayetine atanmış, aynı yıl 1757 Kütahya’da hayata gözlerini kapamıştır. Ölürken, İstanbul’a defnedilmesini vasiyet eden Ali Paşanın naaşı, geçici olarak Kütahya da defnedilmişti. Daha sonra müsaade alınarak İstanbul’a getirilip türbesine defnedildi.
Ali Paşa, akıllı, alim, tedbirli, yiğit, sağlam görüş sahibi, cömert ve kerim bir zat olup, idarede şiddetliydi. Otuz seneyi aşan vezareti zamanında başta padişah olmak üzere bütün devlet erkanının itimat ve hürmetini kazanmıştı.
Âli mahlası ile şiirler yazan Ali Paşanın İstanbul’da Davutpaşa yakınlarında bir camii, kitaplığı, sebili, türbesi ve zaviyesi vardır.
İnsan merak etmeden duramıyor. Ömrü bu kadar başarılarla dolu olan ve tam şöhretinin doruklarındayken bir anda sürgünlere maruz kalan biri, nasıl oluyor da hiçbir şey olmamış gibi her şeye sıfırdan başlayabiliyor. Hele hele İslamı ve Osmanlı’yı yeni yeni tanımaya başlayan biri için bu çok zor bir durum olmalı. Bunun cevabi da herhalde saraya karşı eğilerek başıyla vermiş olduğu o asil selamda saklı. O selam sizce, Padişahın ve Valide Sultanın şahsiyetlerine mi; yoksa Osmanlı’nın o derin ve bir o kadar da büyük olan davasına karşı miydi? Aslında Paşa, o selamda sunumu demek istemişti dersiniz;
Devlet-i Ali, O Ali Davasıyla benim ruhumu sadetti, Sultanim bedenimi almış çok mu?


Engin Yiğitoğlu
 


Ynt: Tarihimizin İlginç Yönleri



"Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir... Türk milleti milli birlik ve beraberlik içerisinde güçlükleri yenmesini bilmiştir… Türk milletinin tarihi bir niteliği de güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır..."

Mustafa Kemal Atatürk
 

Ynt: Tarihimizin İlginç Yönleri

selamlarr
epeydir takip ediyorum sayfadakı yazıları keyıfle okudum:smiley:))bizler 85 yıldır yalan tarih e alıştıkk bizler hayali kahramanlarımızla mutluyuzz......
 



Ynt: Tarihimizin İlginç Yönleri



KURTULUŞ SAVAŞI KAHRAMANLARI KILLIOĞLU HÜSEYİN EFE




Bu hafta size Kurtuluş Savaşı kahramanlarımızdan Kıllıoğlu Hüseyin Efe’yi tanıtmaya çalışacağız. Çünkü Ata’nın tabiri ile “Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça, daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.”

Kıllıoğlu Hüseyin Efe Tatarmemişler köyünde doğmuştur. Babası Tatamemişlerden Bekir, annesi Yağcılar köyünden Fadime’dir. Küçük yaşta babasını kaybetmiştir. Daha sonra abisi İbrahim öldürülünce intikam almak için dağa çıkmış, Alanyalı Molla Ahmet Efe’nin çetesine katılmıştır. Uzun süre onunla kalmış o ölünce ayrı bir çete kurarak Efe olmuş ve kardeşlerini de yanına almıştır.

Efe’nin Yörük Ali Efe ile tanışması Alanyalının yanındayken olmuş, onlardan ayrıldıktan sonra ilişkileri devam etmiştir. Efe Jandarma ile girdiği bir çatışmada sol elinden yaralanmış ve eli çolak kalmıştır. 1919 yılında Yörük Ali ile birlikte düze inerek annesinin köyü olan Yağcılar’a yerleşmiştir. (Düze inmek: Dağda dolaşan efelerin affedilerek belli bir yerleşim yerine inmesi ve suçlarının affedilmesi demektir. Efe dağdan iniyor, suç işlemekten vazgeçiyor diğer taraftan devlette onun suçlarını affediyordu. Bu şekilde düze inen efeler bazen eşkıya takibinde bulunmak için Kır Serdarı olarak ücretli görevlendiriliyorlardı. Çakıcı Mehmet Efe’nin babası Çakıcı Ahmet Efe Kır Serdarlığı yapan efelerdendir.)Hatta kendi evinin arkasında bir evde Yörük Ali Efe için yapılmış ve Efe buraya yerleşmiştir.

Aydın’ın işgal edilmesinden sonra ilk günden itibaren Yörük Ali’den ayrılmamış ve onunla beraber baskınlara katılmıştır. Bu baskınların en önemli olanı ilk baskın olan 16 Haziran Malgaç Emir Yunan baskını idi. Aydın’nın ilk kurtuluşunda (28 Haziran 1919-3 Temmuz 1919) Köprübaşında Yörük ile beraber savaşmış ve şehre beraber girmişlerdir. Aydın’ın işgali üzerine tekrar köprübaşına çekilmişler ve düşmanı burada karşılamışlardır.

Köprübaşının çökmesinden sonra Umurlu’da yeni bir cephe açmışlar ve kendisi Menteşe Taburu Komutanlığı’na getirilmiştir. Aydın Cephesinin dağıldığı Haziran 1920’ye kadar diğer efeler gibi Köşk Cephesinde savaşan Kıllıoğlu Hüseyin Efe, cephe bozulduktan sonra Milli Çine Taburu kurularak komutanlığına getirilir. 1923 yılında Bozdoğan’da Jandarma ile girdiği çatışmada 11 kızanı ile beraber vurularak öldürülmüştür.

Efe ülkenin kurtuluşunu gören mutlu insanlardan biridir. Mutlaka ki her insan gibi hataları, günahları olmuş olabilir. Ama bizim için önemli olan tarafı vatan topraklarının işgale uğradığı o meşum günde savaşa ilk iştirak edenlerden olmasıdır. Biz bunu belki bugün kolay söylüyoruz. Ama o günün şartlarında böyle bir şeye iştirak etmek kazancı yok kaybı çok olan ve sonu mutlak bir ölüm olan bir kahramanlık idi. Efe’de o kahramanlardan birisidir. Ruhu şad olsun.

Efe için yakılan bir türküyü buraya alıyoruz.

Kıllıoğlu Hüseyin Efe Türküsü
Mardan Dağı sis durur
Yörükleri yas durur
Hüseyin Efe’me yürüdü
Düşmana kan kusturur

Yanıkhan’ın içinde
Yetmiş zeybek yanında
Hüseyin Efe’me yürüdü
Mavzerleri boynunda

Bizim Aydın elleri
Yunan kesti yolları
Silah ettik yürüdük
Kazma, kürek, belleri

Halil KÖKEN
 

Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
103,740
Mesajlar
1,522,991
Kayıtlı Üye Sayımız
166,557
Kaydolan Son Üyemiz
Takezo

SON KONULAR



Geri
Üst