zeytin
Ana Kamp
Doğa, insanoğluna atfedilmiş bir hazine. Peki, bizler ne kadar farkındayız bu hazinenin değerinden? Koruma içgüdüsüne sahip insan, ne kadar korumacı bir ruha bürünüyor doğaya karşı? Ayaklarımızın altındaki sadık dostumuza, kara toprağa biz ne kadar sağdığız acaba!
Giderek çölleşen yurdumuzun verimli topraklarını kaybetmek bizi nasıl olur da harekete geçirmez. Yılda 1,1–1,4 milyar ton arasında erozyonla kaybettiğimiz topraklar düşman işgalinde olsa milliyetçilik ruhumuzla harekete geçerdik. Şimdi kendi toprağımızın düşmanı bizler mi sayılıyoruz? Erozyona, yani sadık dostumuzun azılı düşmanına göz mü yumuyoruz?
Geçtiğimiz günlerde iş yerimdeki çalışma arkadaşlarıma şu soru ile yaklaştım; Siz hiç ağaç diktiniz mi? Aldığım cevaplar birbirinin aynıydı.”Evet ilkokulda dikmiştik, hayır hiç dikmedim”! Peki, acaba bizler ömrümüz boyunca ne kadar ağaç tükettiğimizi biliyor muyuz? Tüketim ruhu içinde olan insan bu döngüye alışmış olacak ki doğanın ona sunduğu hazineleri de sorumsuzca tüketmekte. Sunulanın da yerine yenisini koymakta acizlik göstermektedir. Dünya 5 milyar yaşını doldurma evrelerindeyken, bu ihtiyar dostumuza biraz daha iyi davranmak gerektiği kanısındayım. Bunca yıldır bizleri cömertçe bağrında barındıran Dünya’ya acaba borcumuzu ödeme vakti gelmedi mi? Çoktan geçti de yankılarını dinliyoruz yapılan hataların! Şehir semalarında berrak bir maviye çalan gökyüzünü görmeyeli ne kadar oldu? Gaz salınımı dozajını aşan fabrikaların sorumsuzluğu ve vurdumduymazlığı, yerine devasa gökdelenler dikilecek ormanların katliamı, Kyoto antlaşması gereği uyulması gereken kuralların ülkeler tarafından ihlâli… Tıpkı soyunmuş bir insan vücudunun ürperen üşümesi gibi ağaçsız kalan toprak da sarılacak kökler bulamadığında ürpertici bir hâl alır.
Küresel ısınma adı altında birçok panel ve program yapılmakta, yazılar yazılmakta, dikkatler var olan bir gerçeğe çekilmek istenmekte. Aslında tüm insanlığın ve geleceğin sorunu olan bir durum masaya yatırılmakta ve bu hastanın masadan sağ salim çıkması arzulanmaktadır. Uzayda mavi bir nokta olarak görülen dünya, ilerde kuraklıklar sonucu, suların yokluğu ile, okyanusların dahi çekilmesi sonunda kara bir nokta halini alacaktır! Bugün atmosfer tabakasının delinmesi ile başlayan, buzulların erimesi, okyanus sularının yükselmesi, sellerin oluşması, erozyonla ve sellerle toprak kaybı, orman yangınları, iklim dengelerinin bozulması, canlı popülâsyonların nesillerinin tükenmesi, hava kirliliği… Bu sayılanları, yaşam standartlarımızı dünyanın sağlığı yönünde geliştirmemizle, diktiğimiz ağaçlarla azaltabiliriz. Dinozor neslinin yok olması gibi önce canlı türleri, ardından da insan nesli tükenmeye başlayacaktır. Nükleer santrallere meraklı bir kısım politikacıların sarsak emirleri ile oluşan felaket senaryolarını bilmekteyiz. İnsanoğlu geçmişin izlerinde kalan bir Çernobil felaketi ile şimdilerde sayısız kayıp vermektedir. Nesil tükenimi böylelikle başlamıştır zira!
Doğa, ondan aldığınızı bir şekilde sizden geri alır. Bu kural her zaman böyledir. Buna bir örnek; molozlarla doldurulmuş kıyı şeridi, depremlerle yeniden denize kavuşmuştur. Ancak dolgu alanlara yapılan binalar da maalesef ki aynı kaderi paylaşmıştır. Diğer bir örnek ise, susuzluğun bilânçosu;
Şehrimiz Kocaeli’nde ise Yuvacık barajının çekilmesi ile susuz günlerimiz başladı. Hem de kış mevsiminde, sonbaharın, yağmurlu günlerin ardından gelen bir vakitte. Yeterince yağmur sularına vâkıf olamayan baraj kendi halinde bir su birikintisi oluşumu göstermekte. Susuz kalan halk isyanda.
Haberlerde ekmeklere zam geleceği haberini işittim. Nedeni ne olabilir sizce? Evet, su! Yeterli yağmur alamayan toprakta yeterince buğday üretimi olmadı, bu da buğday ve un fiyatlarına vurdu. Az olan ürün değer kazandı, fiyatlar arttı. Dolayısıyla, hammaddesi un olan ekmeğin de fiyatı artış gösterdi.
Ağaç katliamlığı, hava kirliliği ve çevre kirliliği ile yaşadığımız mekânı, Dünya’yı yok etme halindeyiz. Yaşanabilir başka bir gezegenin keşfi oldu da benim haberim mi yok yoksa? Bir tek ve biricik Dünyamız var ve ona muhtacız. Muhtaçlığımız dolayısıyla ve 4,6 milyar yıldır ola gelen sancılı oluşumları ile bize sunduğu tabiatı, tüm hazineleri için ona şükran borçlu değil miyiz? Doğasına karşı saygı göstermemiz yine bizim kârımıza sonuçlanacaktır.
Yazımızın başlığı “Siz hiç ağaç diktiniz mi?”.Bunca olandan, delinen atmosferden, kuruyan göllerden, barajlardan sonra ne yapılabilinir diye düşünüyorsanız, işte yapabileceğiniz kolay bir formül: toprağınıza sahip çıkın, erozyona karşı savaş açın, ağaç dikin. Dikilen ağaçlar oksijen yüklü bir atmosfer, yağmur yüklü bulutlar olarak size geri dönecektir.
Doğadaki adresimizin aynı kalmasını savunanlardansanız ne duruyorsunuz. Kolları sıvayıp, toprakla hemhâl olarak ağaç dikin ve haydi siz de sorun herkese; Siz hiç ağaç diktiniz mi? diye…
pınar yavuz...
Giderek çölleşen yurdumuzun verimli topraklarını kaybetmek bizi nasıl olur da harekete geçirmez. Yılda 1,1–1,4 milyar ton arasında erozyonla kaybettiğimiz topraklar düşman işgalinde olsa milliyetçilik ruhumuzla harekete geçerdik. Şimdi kendi toprağımızın düşmanı bizler mi sayılıyoruz? Erozyona, yani sadık dostumuzun azılı düşmanına göz mü yumuyoruz?
Geçtiğimiz günlerde iş yerimdeki çalışma arkadaşlarıma şu soru ile yaklaştım; Siz hiç ağaç diktiniz mi? Aldığım cevaplar birbirinin aynıydı.”Evet ilkokulda dikmiştik, hayır hiç dikmedim”! Peki, acaba bizler ömrümüz boyunca ne kadar ağaç tükettiğimizi biliyor muyuz? Tüketim ruhu içinde olan insan bu döngüye alışmış olacak ki doğanın ona sunduğu hazineleri de sorumsuzca tüketmekte. Sunulanın da yerine yenisini koymakta acizlik göstermektedir. Dünya 5 milyar yaşını doldurma evrelerindeyken, bu ihtiyar dostumuza biraz daha iyi davranmak gerektiği kanısındayım. Bunca yıldır bizleri cömertçe bağrında barındıran Dünya’ya acaba borcumuzu ödeme vakti gelmedi mi? Çoktan geçti de yankılarını dinliyoruz yapılan hataların! Şehir semalarında berrak bir maviye çalan gökyüzünü görmeyeli ne kadar oldu? Gaz salınımı dozajını aşan fabrikaların sorumsuzluğu ve vurdumduymazlığı, yerine devasa gökdelenler dikilecek ormanların katliamı, Kyoto antlaşması gereği uyulması gereken kuralların ülkeler tarafından ihlâli… Tıpkı soyunmuş bir insan vücudunun ürperen üşümesi gibi ağaçsız kalan toprak da sarılacak kökler bulamadığında ürpertici bir hâl alır.
Küresel ısınma adı altında birçok panel ve program yapılmakta, yazılar yazılmakta, dikkatler var olan bir gerçeğe çekilmek istenmekte. Aslında tüm insanlığın ve geleceğin sorunu olan bir durum masaya yatırılmakta ve bu hastanın masadan sağ salim çıkması arzulanmaktadır. Uzayda mavi bir nokta olarak görülen dünya, ilerde kuraklıklar sonucu, suların yokluğu ile, okyanusların dahi çekilmesi sonunda kara bir nokta halini alacaktır! Bugün atmosfer tabakasının delinmesi ile başlayan, buzulların erimesi, okyanus sularının yükselmesi, sellerin oluşması, erozyonla ve sellerle toprak kaybı, orman yangınları, iklim dengelerinin bozulması, canlı popülâsyonların nesillerinin tükenmesi, hava kirliliği… Bu sayılanları, yaşam standartlarımızı dünyanın sağlığı yönünde geliştirmemizle, diktiğimiz ağaçlarla azaltabiliriz. Dinozor neslinin yok olması gibi önce canlı türleri, ardından da insan nesli tükenmeye başlayacaktır. Nükleer santrallere meraklı bir kısım politikacıların sarsak emirleri ile oluşan felaket senaryolarını bilmekteyiz. İnsanoğlu geçmişin izlerinde kalan bir Çernobil felaketi ile şimdilerde sayısız kayıp vermektedir. Nesil tükenimi böylelikle başlamıştır zira!
Doğa, ondan aldığınızı bir şekilde sizden geri alır. Bu kural her zaman böyledir. Buna bir örnek; molozlarla doldurulmuş kıyı şeridi, depremlerle yeniden denize kavuşmuştur. Ancak dolgu alanlara yapılan binalar da maalesef ki aynı kaderi paylaşmıştır. Diğer bir örnek ise, susuzluğun bilânçosu;
Şehrimiz Kocaeli’nde ise Yuvacık barajının çekilmesi ile susuz günlerimiz başladı. Hem de kış mevsiminde, sonbaharın, yağmurlu günlerin ardından gelen bir vakitte. Yeterince yağmur sularına vâkıf olamayan baraj kendi halinde bir su birikintisi oluşumu göstermekte. Susuz kalan halk isyanda.
Haberlerde ekmeklere zam geleceği haberini işittim. Nedeni ne olabilir sizce? Evet, su! Yeterli yağmur alamayan toprakta yeterince buğday üretimi olmadı, bu da buğday ve un fiyatlarına vurdu. Az olan ürün değer kazandı, fiyatlar arttı. Dolayısıyla, hammaddesi un olan ekmeğin de fiyatı artış gösterdi.
Ağaç katliamlığı, hava kirliliği ve çevre kirliliği ile yaşadığımız mekânı, Dünya’yı yok etme halindeyiz. Yaşanabilir başka bir gezegenin keşfi oldu da benim haberim mi yok yoksa? Bir tek ve biricik Dünyamız var ve ona muhtacız. Muhtaçlığımız dolayısıyla ve 4,6 milyar yıldır ola gelen sancılı oluşumları ile bize sunduğu tabiatı, tüm hazineleri için ona şükran borçlu değil miyiz? Doğasına karşı saygı göstermemiz yine bizim kârımıza sonuçlanacaktır.
Yazımızın başlığı “Siz hiç ağaç diktiniz mi?”.Bunca olandan, delinen atmosferden, kuruyan göllerden, barajlardan sonra ne yapılabilinir diye düşünüyorsanız, işte yapabileceğiniz kolay bir formül: toprağınıza sahip çıkın, erozyona karşı savaş açın, ağaç dikin. Dikilen ağaçlar oksijen yüklü bir atmosfer, yağmur yüklü bulutlar olarak size geri dönecektir.
Doğadaki adresimizin aynı kalmasını savunanlardansanız ne duruyorsunuz. Kolları sıvayıp, toprakla hemhâl olarak ağaç dikin ve haydi siz de sorun herkese; Siz hiç ağaç diktiniz mi? diye…
pınar yavuz...