Mostar

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan kararangeyik Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 0
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 3,235

kararangeyik

Ana Kamp
Mesajlar
58
Tepkime Puanı
0
Yer
Ankara
KÖPRÜLERİN BİLE ÖLDÜĞÜ ŞEHİR:

MOSTAR


Neretva
Dubrovnik'ten Split yönüne doğru ilerliyoruz. Sol tarafımızda Adriyatik Denizi, sağ tarafımızda ise geçit vermeyen, birdenbire yükselen dağlar. Dalmaçya kıyıları da derin bir sessizliğe bürünmüş. Ne insanlar, ne dağlar, ne de deniz sessizliğin nedenini hatırlamak istemiyor. Yüzlerden hiçbir ifade okunmuyor. Arada bir araç geçiyor virajlı yollardan, sık sık polislere rastlıyoruz. Gülümseme unutulmuş, uyuşturulmuş yaratıklar, yaşadıkları ve yaşattıkları vahşet sarhoşluğundan yavaş yavaş ayılmanın belirsizliğini yaşıyor.
Yol kenarında küçük bir tabelada, Bosna Hersek'e Hoşgeldiniz yazıyor İngilizce ve Boşnakça. Ne sınır çizgisi, ne sınır polisi, ne pasaport kontrolü var. 16 kilometre sonra yeniden Hırvatistan'a giriyoruz. Bosna-Hersek'in denize olan 16 kilometrelik bu sınırı, yalnızca tabelalardan ibaret. Deniz kısmı ise bir yarımada ile yüksek dağ arasında kalmış 500 metre genişliğinde bir alan. Bosna-Hersek'in denize kıyısı olduğunu söyleyebilmek bile çok zor.
Sağımızdaki dağlar alçalırken, önümüzde yemyeşil bir ova uzanmaya başlıyor. Neretva Nehri'nin coşkun suları bu ovada Adriyatik'e karışıyor. Taşıdığı kumlarla burada verimli bir ova oluşturmuş. Yeşilliğin arasında daha yeşil, düze inince hissettiği yorgunluğuyla nazlı nazlı denizle muhabbet ediyor Neretva. Son 10 yıldır gördüklerini, iki dünya savaşında şahit olduklarını dehşetle anlatıyor denize. Taşıdığı kanların, cesetlerin anlamını söyleyemiyor bir türlü. Tıpkı insanlar gibi, dağlar gibi, deniz gibi o da Bosna-Hersek'in içlerinden Dalmaçya kıyılarına kadar gördüğü inanılmaz manzaraları hatırlamak istemiyor.
Önümüzdeki yol ayrımında iki yön tabelası bulunuyor. Sol yönü gösterende Split yazıyor. Sprey boyayla üzerine 'Hajduk' yazılmış. Hayduk olarak okunan bu kelime, Türkçe'deki Haydut kelimesinden bu dile yerleşmiş. Eski Yugoslavya'nın efsanevi futbol takımı Hajduk Split, bugün vahşi milliyetçiliğin simgesi olarak duvarlarda yerini alıyor. Diğer tabelada ise Metkoviç ve Mostar yazıyor. Mostar'ı tabelada görmek bile heyecanımın doruk noktasına ulaşması için yetiyor.
Metkoviç'dan ayrılır ayrılmaz, yine belli belirsiz bir sınıra geliyoruz. Hırvatistan-Bosna-Hersek arasındaki bu sınırda, Hırvat polisi pasaport kontrolü yapıyor. Burada gümrük bulunmuyor, pasaportlara da damga vurulmuyor. Bosna Hersek'in bu bölümünde ağırlıkla Hırvat nüfus bulunuyor. İki ülke arasındaki geçişlerde belki de bu nedenle sıkı bir kontrol yok.
Artık Bosna-Hersek'teyiz. Hersek bölgesinde ilerlerken, savaşın silinmeyen izlerine de şahit olmaya başlıyoruz. Bütün yer isimleri tanıdık. Hepsini de haber bültenlerinden hatırlıyorum. Krajina Bölgesi ve Dubrovnik'te rastaladığım duvarlardaki kurşun izleri, burada daha inanılmaz şekilde önüme çıkıyor. Hersek'e girer girmez, terkedilmiş, yanmış, duvarlarına kurşunlarla badana yapılmış evler görüyorum.
Yol üzerindeki ilk yerleşim yerine yaklaşırken Boşnak arkadaşımız tepenin üzerindeki palankayı gösteriyor ve Osmanlılar'dan kaldığını söylüyor. Kasabayı korumak için yapılmış bu küçük kalenin tepesine Hırvatlar bir haç dikmiş. Gözümü palankadan kasabaya doğru çevirirken, hayalet bir yerleşim bölgesi görüyorum. O kadar tanıdık ki, Bursa'nın, Trabzon'un, Amasya'nın köylerinden hiç farkı yok. Evet fark var, burada bir cami yok. Kasabanın içinde ilerlerken benzerlik tamamlanıyor. Minaresi yere boylu boyunca uzanmış, kubbesi bombalanmış, terkedilmiş bir cami, hüzünle, ümitle, acıyla, ancak yine de direnerek, yine de direnerek orada duruyor.

Sarıklı, ayyıldızlı, zambaklı mezarlar
İşte Mostar! Orada duruyor. Uzaktan onlarca minaresi görülebiliyor. Burada, İstanbul'dan binlerce kilometre uzaklıkta, bugün artık Frengistan olan o kadar ülkeyi geçtikten sonra, bir minareler şehri...
Mostar'ı anlatmak çok zor. Belki her şehir, iyi bir yazarın, iyi bir şairin kalemiyle kelimelere dökülebilir, ama Mostar asla. O, elmas gibi, yüzyıllar boyunca sabırla işlenmiş bir şiirdir. Gözleri büyüleyen, içine çekip sarhoş eden bir resimdir. Kah güldüren, kah ağlatan, bugüne, düne ve yarına ait bir şarkıdır. Birçok Boşnak kenti gibi o da alabildiğine umursamazdır. Çileleri onu bu kadar umursamaz yapmıştır. Tam manasıyla, "düşmana inat bir gün fazla yaşamak"tır Mostar.
Anadolu'da gördüğümüz tarzda bir cami. Uzun, çift şerefeli bir minaresi var. Etrafı mezarlık. Mezarlar caminin avlusuna sığmayınca çevreye yayılmış. Çocuklar, mezarların arasında, hiçbirşeyden habersiz, ya da öyle olmak zorundalığı içinde çığlıklar atarak oynuyorlar. Bazı mezarlar çok eski, mezar taşlarında sarıklar var. Bazıları, aslında büyük çoğunluğu ise o kadar yeni ki. Tarihler hep 1992 ile 1994 arasını gösteriyor.
Vahşi soykırımda şehit edilenlerin bir kısmı bu mezarlıkta bulunuyor. Mezar taşlarının üzerinde yeşil bir ayyıldız, kimilerinde aynı zamanda Bosna'nın sembolü olan zambak. Şehidin ismi, şehadet tarihi ve Arap harfleriyle bir El-Fatiha yazısı.

Şehrin içine doğru ilerliyor, aracımızı durdurup sokaklara dalıyoruz. Girdiğimiz ilk cadde, birkez daha şaşırtıyor bizi. İstanbul'dan binlerce kilometre uzaklıkta bir İstanbul semtiyle karşılaşıyoruz. Ya da Bursa'dayız. Evler, sokaklar, dükkanlar hiç ama hiç yabancı değil. Turistlere hediyelik eşya satılan dükkanlarda, Türkiye'dekinden farklı olmayan tek şey, kurşun kovanlarından yapılmış kalemler, uçaksavar kovanlarından yapılmış vazolar. Boşnak müslümanlar, savaşın acısını bu şekilde gırgıra alıyorlar. Bir de dükkanlarda köprünün değişik fotoğrafları ve resimleri bulunuyor. Belki de en çok bunlar satılıyor.

Köprülerin bile öldüğü şehir
İmparatorluk, gittiği her yere medeniyeti de götürdü. Sadece cami, imarethane, medrese, kervansaray inşa etmedi. En çok da köprü yaptı. Özellikle Balkanların geçit vermeyen coşkun ırmakları üzerine astığı gerdanlıklarla kasabaları, şehirleri kökten değiştirdi. Nehrin iki kenarındaki insanlar buluştular, kaynaştılar. İvo Andriç'in Drina Köprüsü eserinde anlatıldığı gibi, hayat köprülerin üzerinde akıp gitti.

Hakkında bir roman yazılmış olmasına rağmen, Drina Köprüsü Mostar Köprüsü kadar ünlü değildir. Mostar, köprüsüyle bilinir, köprüsüyle anılır. Neretva'nın üzerindeki birkaç başka köprüye rağmen, Eski Köprü en meşhurudur. Mostarlıların hayatında vazgeçilmez bir yer işgal eder. Manzarasıyla, altından akan gem vurulmaz, kışın kimi zaman köprüyü bile aşan Neretvasıyla, üzerinde cıvıl cıvıl oynayan çocuklarla, köprüden aşağıya atlama yarışı yapan, bazen hayatını kaybeden gençleriyle, üzerinde söylenen şarkılarla, yaşanan sevdalarla ünlüdür Mostar Köprüsü.

Taşlar ölümsüz görülür. Taşlardan yapılan köprüler de. Hırvat bir yazarın, Köprünün ardından ağıt yakarken söylediği gibi, herkesin ölebileceğine inanılır. Ölüm insanlar içindir. Her birey birgün öleceğini bilir. Ama kimse köprülerin öleceğine inanmaz. Onlar taştan yapılmıştır, ve ölmezler.

Ama Mostar'da öyle bir katliam işlenmiştir ki, 5 bine yakın masum insan hayatını kaybederken, Ustaşalar ve Çetnikler, hızlarını alamayarak köprüyü bile öldürmüşlerdir. Osmanlı'dan kalan minarelere, evlere, kültüre olan hınç, köprüye de yönelmiştir ve günler süren bombardımandan sonra Neretva üzerindeki gerdanlık tam ortasından sulara atılmıştır. Köprünün ölümü, o kadar acı vericiydi ki, insanları öldüren Sırplar ve Hırvatlar, köprünün ölümünde daha fazla suçluluk hissettiler ve bombardımandan birbirlerini suçlayıp durdular. Savaş sırasında ABD'ye giden bir Hırvat genci, orada rastladığı ve çoğu mimar olan eski Yugoslavya vatandaşlarının, "Bize orada gerek kalmadı, orada sadece yıkım var" dediklerini iletiyor. Dubrovnik'i gördüğümüzde, eski şehrin etrafına, şehri Osmanlı akınlarından korumak için yapılmış surları şaşkınlıkla seyretmiştik. Mimari bir harika olan bu surlar, savaş sırasında bir Sırp komutan tarafından bombalanmıştı. Nedeni sorulduğunda ise, "Dubrovnik bize kalırsa daha iyisini yaparız, Hırvatlara kalırsa işlerine yaramasın" demişti. Oysa hem Mostar'da, hem Drina üzerinde, hem de Sava üzerinde komunistler tarafından yapılan birçok köprü, çimento ve demirinden çalındığı için suların ilk yükselmesiyle birlikte çökmüştü.

Mostar kelimesinin, 'Most' (köprü) kelimesinden türediği, Mostari (Köprü koruyucuları) kelimesinin kısa şekli olduğu söylenir. Osmanlıların yaptığı taş köprüden önce burada tahta bir köprü vardır. Köprünün sol tarafındaki kule, 15. Yüzyıl'da Hersek Krallığı tarafından yapılmıştır. Osmanlı'nın burayı fethi sonrasında Mostar, Hersek bölgesinin merkezi olmuş, tahta köprünün olduğu yere de taş köprü inşa edilmiştir. Köprünün yapımına 1557'de başlandığı belirtiliyor. Bitiriliş tarihi ise 1566. Evliya Çelebi Köprünün Mimar Sinan tarafından yapıldığını belirtiyor. Tarihçilere göre köprü Hassa Mimarı Hayreddin tarafından yapılmıştır ve uzun süren yapım aşamasından sonra Hayreddin köprü sellerden yıkılacak korkusuyla kışı Mostar'da geçirmemiş, köprünün durumuyla ilgili haber beklerken de bir kayada kocaman bir delik oymuştur. Köprünün yapım emrinin Sultan Süleyman tarafından verildiği de kimi şiirlerde belirtilmektedir.

Evliya Çelebi, "O kadar imparatorluk gezdim, bu kadar yüksek köprü görmedim" der Mostar Köprüsü için. Su seviyesinin en düşük olduğu dönemlerde yüksekliği 20 metre, genişliği ise 30 metredir. 1963 yılında, temelinde meydana gelen oyuklar nedeniyle bir komisyon kurulmuş ve köprü tamir edilmiştir.

Mostar Köprüsü, Eski Köprü olarak anılırdı. Şimdi ise böyle bir köprü yok. Kentler güzeli Mostar'da, Köprünün sağ tarafında, Halebiye Kulesinin dibindeyim. Karşıda diğer kule görünüyor. Köprüyü görememiş olsam bile, buradan oraya, ortasında kolon olmayan bir köprünün varlığı bile hayranlığı arttırmaya yetiyor. Ama o köprü şimdi yok. binlerce insanın ölümüyle, hicretiyle, acısıyla birlikte o da gitmiş. Taşları Neretva'ya karışmış. Şaşkınlık, acı. Mostar'da güneş batıyor, suyun çağıltısı, yeşillik ve hemen arkamdaki duvarlarda milyonlarca kurşun izi. Bir konsorsiyumun köprüyü tamire uğraştığına dair bir tabela var. Etrafta demir yığınları, çimentolar. Ümit vermiyor. Köprünün yüz metre kadar yukarısında, bir taşa "Don't Forget" (unutma) diye yazılmış.

Camilerin İnsanları
Şehrin içinde, Kujundziluk caddesi boyunca ilerliyoruz. Türk sefaretinin önünden geçip Karagözbey Camii'nin avlusuna varıyoruz. Mostar'daki birçok caminin narin minareleri tamir edilmiş, ama Karagözbey caminin minaresi hala yıkık. Televizyonlarda naklen seyrettiğimiz minaresinin roketatarla yıkıldığı cami bu. Önünde sakallı, nur yüzlü Boşnak gençler var. Onlarla sohbet ediyoruz. Savaş öncesinde caminin hiç cemaatinin bulunmadığını, savaştan sonra camilerin dolduğunu söylüyorlar. Savaşın bilinçlenmeyi sağladığını belirtiyorlar.

Sokaklarda, tesettürlü genç kızların yanısıra, Batılı tarzda giyinmiş kızlar korzaya çıkmışlar. Nehrin diğer tarafıyla bağlantısını sağlamak için yapılmış (daha doğrusu birkaç kez yapılmış) beton köprüden geçip, Hırvat Bölgesiyle Boşnak bölgesini birbirinden ayıran Bulvara geliyoruz. Şehir bu caddeyle ikiye bölünmüş durumda. İki tarafa çok seyrek insan geçiyor. Caddenin bu tarafından Boşnak Mostar'a bakınca, Sırp ve Hırvat vahşetinin boyutları daha da somut görünüyor. Kurşun değmemiş birtek yapı yok. Müslümanlar bir tek kurşuna muhtaçken, Sırplar ve Hırvatlar kurşunlarla duvarları yıkacak kadar 'cömert' harcamışlar cephaneyi. Daha sonra Saraybosna'da da gördüğüm bu kurşun bolluğu akılalmaz boyutlarda. Duvarlardaki izlerin yanısıra, yılbaşı gecelerinde havaya kurşun sıkarak melodiler tutturduklarını hatırlarsak, zenginliğin nasıl 'sonsuz' olduğunu da anlayabiliriz.

Bulvar üzerinde Mostar'ı hüzünle seyrederken, Boşnak dostlarımız burada daha fazla durmanın tehlikeli olabileceğini söylüyor. Savaş sırasında yüzlerce Müslüman'ı şehit eden Ustaşa sniperları, nadiren de olsa vahşetlerinin unutulmaması için icra-yı sanat yapıyorlar bulvar üzerinde.

Duvarlarda sürekli ölüm ilanları var. Kimi savaşta şehit olanlara ait, kimi ise yeni. Cenaze törenine ya da mevlide çağırıyorlar. Yeşil olanlar Müslümanlara, siyahlar ise Hristiyanlara ait.

Caffe Restauran Şadırvan'dayız. Türkiye'den ayrılışımın 7. günü ve peynir-ekmekten başka birşey yemiş değilim. Şadırvan'da menüyü elimize alır almaz, yemeklerin de çok farklı olmadığını görüyoruz. Düvec (Güveç), Çevapçici (Kebab), Pljezkaviça (Pilav), Sudzuke (Sucuk), Dzigarica (Izgara), Pastrmka (pastırma), Pileçi (Piliç), Dulbsatija(Külbastı), Çufta (köfte), Kaymak, Baklava, Turska Kafa (Türk kahvesi) ve Çaj (Çay). Sıcak bir ortamda yemeklerle özlem gideriyor, ardından da bir Drina sigarası yakıyoruz.

Mostar'da akşam oluyor. Cafeler gençlerle dolu, Kujundziluk caddesinde de gençler volta atıyor. Bugünlerde geriye dönüş konusu konuşuluyor. sırp bölgelerinden göç eden Hırvatlar, Müslümanların evlerine yerleşmiş. Müslümanlar geri geldiklerinde nereye yerleşecekler belli değil. Boşnaklar, soğukkanlı, ironik, dirençli mizaçlarına rağmen, 1. ve 2. Dünya savaşlarında yaşadıklarını unutsalar da, son katliamı unutamıyorlar. Katliamın izleri içinde yaşıyorlar ve gülümsemeye çalışsalar da kaygıları yüzlerinden okunuyor. "Birlikte yaşamak mı? Çok zor artık" diyorlar. Bu kadar yıkıntının, enkazın, düşmanlığın izleri arasında, geleceğe yönelik plan kuramıyorlar.

Küçük bir Cafede oturup, Bosanska Kafa (ya da Türk kahvesi) içiyoruz ve Mostar'ı seyrediyoruz. Onlarca minare görülüyor uzaktan. Bütün tahribata rağmen, Nasuh Ağa Camii, İbrahim Ağa Sarıca Camii, Sevri Hasan Camii, Yavuz Sultan Selimov Mescidi, Kujudziluk Çarşısı, Saat Kulesi, İmam Meydanı, Baba Beşirova Camii, Hacı Kurtova Camii, Hacı Yahya Camii, Karagözbey Camii ve Medresesi, Koski Mehmet Paşa Camii, Medresesi ve Şadırvanı, Köse Yahya Camii, Eski köprünün prototipi olan küçük köprü, Avusturyalıların yaptırdığı İmparatorluk köprüsü... 15. Yüzyıldan 1878'e kadar Osmanlı hakimiyeti altında yaşanan huzurlu yılların izleri. Ardından, yıkılan, yeniden yapılan, yeniden yıkılan eserler.

Bir şehir bu kadar güzel olabilir. Belki de gerçek kelime 'tatlı' olmalı. Sırp ve Hırvatların, müslümanlara, camilere, köprülere, Osmanlı izlerine, tarihe yönelik azgın vahşetinin hüznüne, acısına, izlerine rağmen halen tatlı bir şehir Mostar. Saraybosna'dan, ya da Bursa'dan çok farklı. Kıpır kıpır, canlı, hayat dolu, hayat veren bir şehir. Kentler Güzeli Mostar. Kelimeler onu ne kadar analatabilir ki?
 

Etiketler
Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
103,475
Mesajlar
1,518,493
Kayıtlı Üye Sayımız
172,126
Kaydolan Son Üyemiz
Mev

Çevrimiçi üyeler

SON KONULAR



Geri
Üst