PASIFFLORA
Kamp III
İstanbul'un yağmurlu bir güne uyandığı 4 Ocak sabahı, pazar gününü evde harcamayalım diye alternatifleri düşünmeye başladık Behiçefe'yle beraber. İkimizin de aklından geçen; her mevsim ayrı bir keyif olan İstanbuldere'de kahvaltıydı aslında. Sedat ( yol ), Kemal ve Hanife'yi arayarak programdan bahsettik ancak Sedat'ın misafirleri olduğundan, Hanife'nin cenazede olması gerektiğinden bize katılamadılar. Ancak ne kaçırdıklarını fotoğraflardan görünce üzüleceklerini tahmin ediyorum. Kemal'in gelmesiyle hemen toparlanıp yola çıktık İstanbuldere'ye doğru. Baharı, yazı, kışı ayrı ayrı güzeldir İstanbuldere'nin.
Sapanca'ya bağlı şirin bir köy olan İstanbuldere, 1877-78 Osmanlı-Rus savaşları'ndan sonra , Stalin yönetimindeki baskılardan kaçan Gürcü'lerin, doğal güzelliklerine hayran kaldıkları bu yöreye yerleşmesiyle kurulmuş. Köyün ortasından gürül gürül akan İstanbuldere , eskiden ormanlardan elde edilen tomrukları İstanbul'a ulaştırmak için yegane yolmuş. Bu yüzden köyün ilk adı İstanbuldere'dir. Bir süre sonra Ulviye köyü olarak anılan İstanbuldere , 1960'lı yıllarda köyde öğretmen olarak görev yapan ve halk tarafından çok sevilen Şerafettin Erdemli'nin soyadı ile anılmaya başlanmış. Şu anki kayıtlarda da ismi İstanbuldere Köyü olarak geçmektedir.
İstanbul'un trafiğinden ve kalabalığından sıkılanların kolayca ulaşabileceği bir doğa harikası İstanbuldere. Yol boyu yağmur eşlik etti bize.
Otobandan ayrılıp Sapanca yoluna girdikten sonra İstanbuldere'ye doğru ilerlerken yol kenarında durup fotoğraf çekmeye başladık yağmura rağmen...
Yavaş yavaş yukarı çıkmaya başladık, yolun ilersinde bizi hangi güzelliklerin beklediğini bilmeden....
Ve daha yükseklere çıktıkca bir sürpriz bekliyordu bizi aslında. Dağ köyündeki evlerin üstü beyaz bir örtü gibi karla kaplanmıştı...
Bir yandan sis çökmeye başlamıştı, yağmura ve sabahın erken saatine rağmen...Manzara ise görülmeye değerdi...
Doya doya temiz havayı içimize çektikten sonra yine yola koyulduk. Bu defa kar çatılardan yol kenarlarına da serpilmiş haldeydi....
Ve artık karı seyretmekle kalmyor, üzerinde yürüyebiliyorduk....
Daha yükseklere çıktıkca etrafdaki kar seviyesi de artmaya başlamıştı...
Çok acıktığmız anda artık manzarayı biraz erteledik ve İstanbuldere Alabalık Evi'ne ulaştık...
Önce biraz şöminenin tadını çıkarmak istedik…
Kahvaltı tüm cazibesiyle bizi çağırıyordu…
Kahvaltı keyfinin üstüne birde gazete keyfi yaptık…Behiçefe ve Kemal gazetelerini okurken fotoğraf çekme sırası bana gelmişti bu kez...
Karın keyfini çıkarmaya, kaldığımız yerden devam etmeye karar verdik…
Etrafta şelaledeki suyun sesinden başka ses yoktu…
Yüksekten dereye dökülen şelale dere boyunca akıp gidiyordu…
Kartopu oynamadan edemedik…
Kartopunun ardından kardan adam yapmaya çalıştık…
Ve işte kardan adamımız da bitti;
Artık yavaş yavaş sis çökmeye başladığında bizde geri dönüyorduk…
Sapanca'ya bağlı şirin bir köy olan İstanbuldere, 1877-78 Osmanlı-Rus savaşları'ndan sonra , Stalin yönetimindeki baskılardan kaçan Gürcü'lerin, doğal güzelliklerine hayran kaldıkları bu yöreye yerleşmesiyle kurulmuş. Köyün ortasından gürül gürül akan İstanbuldere , eskiden ormanlardan elde edilen tomrukları İstanbul'a ulaştırmak için yegane yolmuş. Bu yüzden köyün ilk adı İstanbuldere'dir. Bir süre sonra Ulviye köyü olarak anılan İstanbuldere , 1960'lı yıllarda köyde öğretmen olarak görev yapan ve halk tarafından çok sevilen Şerafettin Erdemli'nin soyadı ile anılmaya başlanmış. Şu anki kayıtlarda da ismi İstanbuldere Köyü olarak geçmektedir.
İstanbul'un trafiğinden ve kalabalığından sıkılanların kolayca ulaşabileceği bir doğa harikası İstanbuldere. Yol boyu yağmur eşlik etti bize.
Otobandan ayrılıp Sapanca yoluna girdikten sonra İstanbuldere'ye doğru ilerlerken yol kenarında durup fotoğraf çekmeye başladık yağmura rağmen...
Yavaş yavaş yukarı çıkmaya başladık, yolun ilersinde bizi hangi güzelliklerin beklediğini bilmeden....
Ve daha yükseklere çıktıkca bir sürpriz bekliyordu bizi aslında. Dağ köyündeki evlerin üstü beyaz bir örtü gibi karla kaplanmıştı...
Bir yandan sis çökmeye başlamıştı, yağmura ve sabahın erken saatine rağmen...Manzara ise görülmeye değerdi...
Doya doya temiz havayı içimize çektikten sonra yine yola koyulduk. Bu defa kar çatılardan yol kenarlarına da serpilmiş haldeydi....
Ve artık karı seyretmekle kalmyor, üzerinde yürüyebiliyorduk....
Daha yükseklere çıktıkca etrafdaki kar seviyesi de artmaya başlamıştı...
Çok acıktığmız anda artık manzarayı biraz erteledik ve İstanbuldere Alabalık Evi'ne ulaştık...
Önce biraz şöminenin tadını çıkarmak istedik…
Kahvaltı tüm cazibesiyle bizi çağırıyordu…
Kahvaltı keyfinin üstüne birde gazete keyfi yaptık…Behiçefe ve Kemal gazetelerini okurken fotoğraf çekme sırası bana gelmişti bu kez...
Karın keyfini çıkarmaya, kaldığımız yerden devam etmeye karar verdik…
Etrafta şelaledeki suyun sesinden başka ses yoktu…
Yüksekten dereye dökülen şelale dere boyunca akıp gidiyordu…
Kartopu oynamadan edemedik…
Kartopunun ardından kardan adam yapmaya çalıştık…
Ve işte kardan adamımız da bitti;
Artık yavaş yavaş sis çökmeye başladığında bizde geri dönüyorduk…