mete
Zirve
- Mesajlar
- 1,851
- Tepkime Puanı
- 4
Alevilik; manası tam olarak bilinmeden kullanılan kavramlardan biri olarak, halk arasında yanlış kullanımlardan dolayı sosyal bir yara olarak kalmaya devam etmektedir. Türk Ulusunun birlik ve beraberliğinin sağlanması, sosyal ve ekonomik zayıflıklarımızla topyekun mücadele edebilmemiz için çözülmesi gereken en öncelikli meselemizdir. Bir an önce bu konudaki bilgi kirliğine son verilmelidir.
Alevilik kavramının tarihçesi
İrene Melikoff Alevilik ve Bektaşilik birbirinden ayrılamaz çünkü her iki deyimde aynı olguya, Türk Halk İslamlığı olgusuna bağlıdır demektedir. Ona göre, Bektaşiler gibi Aleviler de Hacı Bektaş Veli’den himmet umarlar. Aralarındaki temel fark, sosyal bir farktır. Yüzyıllar boyunca, umumiyetle aşiret çevrelerinden gelmiş, eski göçebeler olan Aleviler, yabanlar olarak kalırlarken, Bektaşiler, kent merkezleri yörelerinde toplanarak, müritleri okumuş çevrelerden gelen bir tarikat oluşturmuş lardır. Bektaşilik deyiminin, Alevi adlandırmasından daha kullanılır oluşunun sebebi budur. Sonuncu adlandırma, konunun temeli halkın inanışı olduğu halde, ne yazık ki, siyasi bir yanlış anlam’a kaymış bulunuyor.
Aleviliğin siyaset sahnesinde görülmesi ve devlet tarafından dışlanması Selçuklular dönemine rastlar.
Selçuklu İmparatorluğu resmi dil olarak Farsçayı seçmiş ve devlet yönetiminde üst kademelere Acemleri getirmişti. Devletin kurucu unsuru olan Türkler dışlanmış Devlete Fars kültürü hâkim olmaya başlamıştı. Buna tahammül edemeyen Türkmenler arasında hoşnutsuzluk her gün biraz daha artarken Türkmenler arasında oldukça saygın bir yeri olan Baba İshak, Selçuklu yönetimini ele geçirmek için taraftarlarına silahlanma talimatı verir. 50.000 kişilik bir ordu toplar. Türkmenler Sümeysat, Kâhta, Hısn Mansur’u (Adıyaman) ele geçirir kendilerine uymayanları öldürür mallarını yağmalarlar. Malatya Subaşısı Malatya’da Kürtleri ve Germiyanlıları silahlandırarak Türkmenleri durdurmak istedi ise de ikinci defa bozguna uğradı. Bunun üzerine Türkmenler Sivas’ı ele geçirdiler devlet ileri gelenlerini öldürüp şehri yağmaladılar Tokat ve Amasya’ya doğru ilerlediler Keyhüsrev, başkenti bırakıp kaçtı. Bu sıra da Baba İshak Amasya’da idi kendi ordusu yetişmeden Amasya Subaşısı ve Armağan-Şah onu yakaladı ve kale burçlarına astı. Baba İshak’ın öldürülmesi, taraftarlarını durdurmadı Armağan-Şah’ı yakalayıp astılar ve Konya’ya doğru yürüdüler. Necmeddin Behramşah ve Hıristiyan Frank askerleri ile yapılan savaşta Baba İshak taraftarları yenildi, 2–3 yaşındakilerden başka hiçbirini sağ bırakmadılar, daha sonra da bütün ülke çapında Baba İshak taraftarlarını bulup cezalandırma talimatı verilir. Börklerinden dolayı “Kızılbaş” ismi verilen Baba İshak taraftarları artık, görüldüğü yerde cezalandırılması gereken suçlulardır. Çetin Yetkin bu isyan için “Babai başkaldırısı, bir devrim yapmayı amaçlayan, ilk örgütlü, planlı ve bilinçli Türk direnişidir” demektedir. Siyasi bir sebeple merkezi otoriteye başkaldıran Kızılbaşlar Selçuklular döneminde hep dışlanır. Merkezi otoritenin uzağında denetimsiz olarak gelişen Kızılbaşlık bölgelere göre özellikler kazanmaya başlar. Osmanlı döneminde durum değişmez. Özellikle Yavuz döneminde Şah İsmail ile olan mücadeleler sırasında Kızılbaşların, Şii Şah İsmail yönetimini destekleyeceği endişesini taşıyan Osmanlı yöneticileri, Kızılbaşları etkisiz kılmak amacı ile bölgedeki Kürtlere beylikler vererek, Kızılbaşların üzerine gönderir. Devletten dışlanmış olan Kızılbaşlar Hz. Ali’nin yaşadıklarını kendileri ile özdeşleştirerek onu kendi kahramanları olarak görmeye başlarlar bu tarihlerden sonra da Kızılbaş tabiri yerine daha çok Ali taraftarı manasına gelen Alevi kelimesi kullanılmaya başlanır. Görüldüğü gibi öz be öz Türk olan Kızılbaşlar, sırf siyasi sebeplerle Selçuklulardan itibaren Devletten dışlanmış, merkezi otoriteden uzak, varlıklarını sürdürmeye çalışmıştır. Bir kısmı da Osmanlının yetkilendirdiği Kürtlerin baskısından kurtulmak için, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde Kürt kimliğini benimseyerek asimilasyona uğramış ve Kürtçe konuşmaya başlamıştı. Bu kadar uzun yıllar merkezi otoriteden uzak yaşamanın verdiği olumsuzluklar sebebiyle de bölgesel olarak dini görüş ayrılıkları doğmuştur. Dini otorite konumundaki dedelerin yönlendirmesi ile bu güne kadar gelmişlerdir. Alevilik, kavram kargaşasının sebep olduğu en önemli sosyal problemlerimizden biri olmaya devam etmektedir. Ne aleviler, nede Sünniler meselenin kaynağını tam olarak bilmedikleri için bir sürü ipe sapa gelmez iddialarla karşılıklı düşmanlıklar körüklenmekte ve milli birlik ruhu zedelenmektedir. Türk birliğinin sağlanması için bu problemin bir an önce çözüme kavuşturulması gerekir. Bize göre, ülkenin gerçek sahipleri olan Kızılbaşların, bu güne kadar devlet eli ile çektirilen acılarına son verilerek Alevilik veya Kızılbaşlık dediğimiz dünya görüşünün İlmi olarak esasları belirlenerek, Türk halkı doğru bilgilendirilmeli ve dış etkilerden arındırılarak suiistimallere fırsat verilmeden tek bir merkezden yönlendirilmelidir. Bunun içinde her iki tarafın aydınlarına büyük görevler düşmektedir. Artık Sünni ve Aleviler iki ayrı taraf olmaktan kurtulup tek bir yürek olarak ülkenin geleceğini tehlikeye düşüren diğer problemlerin çözümü için mücadele etmelidir.
Alevilik kavramının tarihçesi
İrene Melikoff Alevilik ve Bektaşilik birbirinden ayrılamaz çünkü her iki deyimde aynı olguya, Türk Halk İslamlığı olgusuna bağlıdır demektedir. Ona göre, Bektaşiler gibi Aleviler de Hacı Bektaş Veli’den himmet umarlar. Aralarındaki temel fark, sosyal bir farktır. Yüzyıllar boyunca, umumiyetle aşiret çevrelerinden gelmiş, eski göçebeler olan Aleviler, yabanlar olarak kalırlarken, Bektaşiler, kent merkezleri yörelerinde toplanarak, müritleri okumuş çevrelerden gelen bir tarikat oluşturmuş lardır. Bektaşilik deyiminin, Alevi adlandırmasından daha kullanılır oluşunun sebebi budur. Sonuncu adlandırma, konunun temeli halkın inanışı olduğu halde, ne yazık ki, siyasi bir yanlış anlam’a kaymış bulunuyor.
Aleviliğin siyaset sahnesinde görülmesi ve devlet tarafından dışlanması Selçuklular dönemine rastlar.
Selçuklu İmparatorluğu resmi dil olarak Farsçayı seçmiş ve devlet yönetiminde üst kademelere Acemleri getirmişti. Devletin kurucu unsuru olan Türkler dışlanmış Devlete Fars kültürü hâkim olmaya başlamıştı. Buna tahammül edemeyen Türkmenler arasında hoşnutsuzluk her gün biraz daha artarken Türkmenler arasında oldukça saygın bir yeri olan Baba İshak, Selçuklu yönetimini ele geçirmek için taraftarlarına silahlanma talimatı verir. 50.000 kişilik bir ordu toplar. Türkmenler Sümeysat, Kâhta, Hısn Mansur’u (Adıyaman) ele geçirir kendilerine uymayanları öldürür mallarını yağmalarlar. Malatya Subaşısı Malatya’da Kürtleri ve Germiyanlıları silahlandırarak Türkmenleri durdurmak istedi ise de ikinci defa bozguna uğradı. Bunun üzerine Türkmenler Sivas’ı ele geçirdiler devlet ileri gelenlerini öldürüp şehri yağmaladılar Tokat ve Amasya’ya doğru ilerlediler Keyhüsrev, başkenti bırakıp kaçtı. Bu sıra da Baba İshak Amasya’da idi kendi ordusu yetişmeden Amasya Subaşısı ve Armağan-Şah onu yakaladı ve kale burçlarına astı. Baba İshak’ın öldürülmesi, taraftarlarını durdurmadı Armağan-Şah’ı yakalayıp astılar ve Konya’ya doğru yürüdüler. Necmeddin Behramşah ve Hıristiyan Frank askerleri ile yapılan savaşta Baba İshak taraftarları yenildi, 2–3 yaşındakilerden başka hiçbirini sağ bırakmadılar, daha sonra da bütün ülke çapında Baba İshak taraftarlarını bulup cezalandırma talimatı verilir. Börklerinden dolayı “Kızılbaş” ismi verilen Baba İshak taraftarları artık, görüldüğü yerde cezalandırılması gereken suçlulardır. Çetin Yetkin bu isyan için “Babai başkaldırısı, bir devrim yapmayı amaçlayan, ilk örgütlü, planlı ve bilinçli Türk direnişidir” demektedir. Siyasi bir sebeple merkezi otoriteye başkaldıran Kızılbaşlar Selçuklular döneminde hep dışlanır. Merkezi otoritenin uzağında denetimsiz olarak gelişen Kızılbaşlık bölgelere göre özellikler kazanmaya başlar. Osmanlı döneminde durum değişmez. Özellikle Yavuz döneminde Şah İsmail ile olan mücadeleler sırasında Kızılbaşların, Şii Şah İsmail yönetimini destekleyeceği endişesini taşıyan Osmanlı yöneticileri, Kızılbaşları etkisiz kılmak amacı ile bölgedeki Kürtlere beylikler vererek, Kızılbaşların üzerine gönderir. Devletten dışlanmış olan Kızılbaşlar Hz. Ali’nin yaşadıklarını kendileri ile özdeşleştirerek onu kendi kahramanları olarak görmeye başlarlar bu tarihlerden sonra da Kızılbaş tabiri yerine daha çok Ali taraftarı manasına gelen Alevi kelimesi kullanılmaya başlanır. Görüldüğü gibi öz be öz Türk olan Kızılbaşlar, sırf siyasi sebeplerle Selçuklulardan itibaren Devletten dışlanmış, merkezi otoriteden uzak, varlıklarını sürdürmeye çalışmıştır. Bir kısmı da Osmanlının yetkilendirdiği Kürtlerin baskısından kurtulmak için, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde Kürt kimliğini benimseyerek asimilasyona uğramış ve Kürtçe konuşmaya başlamıştı. Bu kadar uzun yıllar merkezi otoriteden uzak yaşamanın verdiği olumsuzluklar sebebiyle de bölgesel olarak dini görüş ayrılıkları doğmuştur. Dini otorite konumundaki dedelerin yönlendirmesi ile bu güne kadar gelmişlerdir. Alevilik, kavram kargaşasının sebep olduğu en önemli sosyal problemlerimizden biri olmaya devam etmektedir. Ne aleviler, nede Sünniler meselenin kaynağını tam olarak bilmedikleri için bir sürü ipe sapa gelmez iddialarla karşılıklı düşmanlıklar körüklenmekte ve milli birlik ruhu zedelenmektedir. Türk birliğinin sağlanması için bu problemin bir an önce çözüme kavuşturulması gerekir. Bize göre, ülkenin gerçek sahipleri olan Kızılbaşların, bu güne kadar devlet eli ile çektirilen acılarına son verilerek Alevilik veya Kızılbaşlık dediğimiz dünya görüşünün İlmi olarak esasları belirlenerek, Türk halkı doğru bilgilendirilmeli ve dış etkilerden arındırılarak suiistimallere fırsat verilmeden tek bir merkezden yönlendirilmelidir. Bunun içinde her iki tarafın aydınlarına büyük görevler düşmektedir. Artık Sünni ve Aleviler iki ayrı taraf olmaktan kurtulup tek bir yürek olarak ülkenin geleceğini tehlikeye düşüren diğer problemlerin çözümü için mücadele etmelidir.