Ridvan Filiz
Ana Kamp
Bugün San Francisco'yu arkamızda bırakıp Los Angeles' e doğru yola çıkıyoruz.
Sabah kahvemizi içerken masanın üzerine Amerika haritasını koymuşuz, savaş yöneten komutanlar gibi Los Angeles'e hangi yoldan gideceğimiz, tartışıyoruz. En kısa yol San Francısco'dan US5 numaralı otoyola çıkarak, direk olarak Los Angeles'e gitmek. Ama biz 650 kilometreyi otoyoldan gidersek, pek birşey görmiyecegimizi bunun da cansıkıcı olacağını düşünüyoruz. Pasifik kenarından, US1 numaralı yoldan gitmeye karar veriyoruz.
Haritaları topluyoruz, Kamp ofisine hasabımızı ödemeye gidiyoruz. Texas'lı bir çift nereden gelip nereye gittiğimizi soruyor. Tüm Amerika'yı batıdan doğuya geçeceğiz diyoruz. Onlar da Texas'ın Meksika sınırına yakın bir yerde yaşıyorlarmış. Ben de San Diego'dan günübirliğine Meksika'nın Tijuana şehrine geçmeyi düşündüğümüzü anlatıyorum. San Diego'dan değil, Texas'dan geçmemizi öneriyorlar. San Diego'dan geçilen Tijuana'nın bir Meksika şehrinden çok Amerikalı turistler ve onların istekleri doğrultusunda inşa edilmiş yapay bir yer olduğunu söylüyorlar (Yani bir nevi plastik Meksika). Kendileri de Texas'tan Oregon'a gidiyorlarmış. Ancak onlar için yolculuğun tatil olduğunu, Oregon'da bir kaç gün kalıp, bir başka yoldan tekrar Texas'a dönecekllerini söylüyorlar. Birkaç posta kartı alıp camper'e geri dönüyoruz.
Ben direksiyona geçiyorum. Eşim dar park yerinden çıkmama yardımcı olmak için dışarı çıkıyor. Hemen el kol hareketleriyle beni durduruyor. Camperin bağlantılarını sökmeyi unutmuşum. Elektrik kablosu, temiz ve pis su hortumlar hepsi bağlı duruyor. Biraz gitsem hepsi kopacaklar. Al başına belayı. Acemilik işte. Hemen bu görevi 7 yaşındaki oğluma veriyorum. 'Bir kamp yerinden ayrılırken, sen tüm bağlantıları kontrol edip bana söyliyeceksin'. Bu görevi sevinçle kabul ediyor(ama hep unutuyor).
San Francisco çok güzel bir yerdi ancak hayli rüzgarlı ve serindi. Güneye indikçe havanın ısınacağını umuyoruz.
US1 numaralı yol genel olarak denize parelel gidiyor hayli virajlı ve yorucu bir yol ancak çok güzel bir manzarası var. Sol tarafınızda yüksek dağlar, sağ tarafınızda ise beyaz dalgaları ile azgın bir deniz.
İlk durağımız Monterey. Bu kayalıkları ve manzarası çok güzel olan yerde insan California'nın sadece 150 yıldan beri Amerikan olduğunu anlıyor. Monterey'in 250 yıllık bir Ispanyol ve neredeyse 50 yıllık bir Meksika tarihi var. O zamanlar burası yukarı California'nın başşehri imiş. Şehirde o zamandan kalma hem resmi hem de özel birçok yapı günümüze kadar korunmuş.
İkinci durağımız Carmel. Burası 20. yüzyılın başından itibaren yaratıcı çalışmalar yapabilecekleri bir yer arayan bir çok sanatçı için bir çekim noktası olmuş. 1986 yılında Belediye başkanlığını sinema oyuncusu Clint Eastwood yapmış. Bu küçük kasabayı diger Amerikan kasabalarından ayıran bir özelliği sanatçıların ve sanat galerilerinin çokluğu. Bir diğeri ise cottage stilinde yapılmış sarmaşıklarla süslü evlerinin güzelliği ve evlerin hala bina numarasıyla degil de isimleriyle anılıyor olmaları. Kasabanın daracık kıvrıntılı sokaklarında gezerken her köşeden bir sanat galerisi, çeşitli el işlerinin segilendiğü vitrin şeklindeki ev pencereleri, şöminesi gürül gürül yanan restorantlar karşınıza çıkıyor. Kısacası Carmel'ın masalımsı bir karakteri var.
Biz bu güzel yerlere bakarken gün de hayli ilerliyor. Bugün Los Angeles'e varmamız imkansız gibi. Kamp rehberinde denizden biraz daha içeride Santa Margarita Lake de göl kenarında güzel bir kamp yeri olduğnu okuyoruz ve geceyi orada geçirmeye karar veriyoruz. Yarın yine deniz kenarından kaldığımız yerden devam ederek Santa Barbara üzerinden Los Angele'e gidecegiz. Santa barbara da çok güzel bir yer ve orada da görmek istediğimiz bir çok ilginç şey var.
Ertesi sabah kahvaltıdan sonra Navigasyon aletine Los Angeles'te gideceğimiz kamp yerinin adresini veriyorum. Ekranda yolu gösteriyor 360 km. Yola çıkıyoruz. Biraz sonra dün bu yoldan gelmediğimizi fark ediyoruz. Az sonra daracık bir yoldan dağlara tırmanmaya başlıyoruz. Bu yol kesinlikle bizim geldiğimiz yol değil ancak navigasyon doğru yolda olduğumuzu gösteriyor. Yol iki arabanın yan yana geçemiyeceği kadar daralıyor ve çok virajlı oluyor. Etrafta ne bir ev ne bir insan var. Arasıra karşıdan gelen araçlar iyice yolun kenarına çekilip bize yol veriyorlar. Haritaya bakınca navigasyonun bizi en kısa yoldan Los Angeles'e götürmek için Interstate 5 numaralı otoyola doğru yönelttiğini anlıyoruz. Navigasyona Santa Barbara üzerinden Los Angeles vermem gerekirken ben sadece
Los Angeles verdim, oda bizi en kısa yoldan oraya götürüyor. Geri dönelim mi diye düşünürken küçük oğlumun sayısız virajlardan midesi bulanıp kusmaya başlıyor. Ayni yolu tekrar geri gitsek belki daha kötü olacak. Santa Barbara'yı unutup en kısa yoldan Los Angelese yolumuza devam ediyoruz. Yazık, aslında hem Santa Barbara hemde oraya giden yol çok güzeldi. Şimdi otoyollarla boğuşacağız.
California otoyolları çok kötü. Altı gidiş altı geliş oniki şeritli. Bazı yerlerde dört beş katlı otoyol çukurlarla kaplı. Arabanın içinde sarsıntıdan dolayı oluşan tangırtıdan bağırarak konuşmak zorunda kalıyoruz. Birden bire Navigasyon aleti aküsünün bitmek üzere oldığu sinyalini veriyor. Kablosu yanlış yere takılmış, kendıni şarj edememiş. Bravo yani, Bugün navigasyonda yapılabilecek tüm yanlışlıkları yapıyorum ve maldalyayı hak ediyorum. 12 şeritli otoyolda gidiyoruz, yakında Los Angeles çevreyolu ağı gelecek ve biz harita ile yolumuzu kesinlikle bulamıyacağız.
Bir sonraki mola yerinde duruyoruz. Mc Donald's da aküyü şarj edebilecegimiz bir fiş yok. Bir sonraki deneme Starbucks kahvesi. Burada, restoran kısmında bir fiş buluyoruz. Çocuklar yemek yemeğe gidiyorlar, ben bir kahve ile yarım saat hem aküyü dolduruyor, hem de buraya kahve yada kek almaya gelen insanları seyrediyorum. Zaten benim için bu, en zevkli iş. Insanları ve onların davranışlarını izlemek. Akümüz doluyor ve gönül rahatlığı ile tekrar yola çıkıyoruz.
Los Angeles 1300 kilometre kareye yayılmış bir mega yerleşim merkezi. Kamp yerimiz KOA Pomona Fairplex çok güzel. Yüzme havuzlu, çiçekler ve yeşillikler içinde harika bir yer. Kampın resepsiyonundaki hanıma, yakında nereden bir araba kiralıyabileceğimizi soruyoruz. Duvardaki bir telefonu gösteriyor. Enterprise Araba kiralama acentesinin direkt telefonu. 15 dakika sonra bizi gelip kamp yerinden alıyorlar. Yarım saat sonra da günlüğü 29 Dolardan Los Angeles'i gezmek için kiraladığımız arabamızla kamp yerine geri geliyoruz. Camperi sadece yatmak için kullanacağız.
Ertesi gün Hollywood bulvarına gidiyoruz. Burada Hollywood'un Hollywood olmasına katkısı geçen sanatcıların hatırasına yola döşenmiş yıldızların bulunduğu caddeyi geziyoruz. Walk of Fame. Burasını kaç kereler magazin dergilerinde, televizyonlarda gördük şimdi üzerlerinde geziyoruz. Karşı tepede beyaz büyük harflerle Hollywood yazısı. Daha sonra Beverly Hills de villaları görmeğe gidiyoruz. Hepsi değişik mimari stillerde yapılmış iki haneli milyon Dolar değerinde saray yavruları. Biraz ileride belkide dünyanın en pahalı mağazalarının bulunduğu
Rodeo Drive.
Bu kadar zenginlik yeter deyip Malibu Beach'ı görmeye gidiyoruz. Yolda çocuklar acıkıyorlar. Nerede birşeyler yiyebiliriz diye bakınırken bir pizzacı görüyoruz. Pizzacıya giriş yetişkinler için 6 çocuklar için 4 Dolar. İçeride İtalyan yemekleri açık büfede veriliyor. Yani istedigin kadar ye. Ama en ilginci salonun her tarfında büyük boy ekranlarda çizgi film gösteriyorlar. Ayrıca geniş salon neredeyse kapalı bir lunapark. Jetonlarla çalışan bir sürü oyuncak. Bizim çocukları yemekten sonra pizzacıdan zor çıkarıyoruz.
Yolda meşhurların oturduğu evlerin olduğu yerleri gösteren haritalar satan bir sürü insan görüyoruz. Bu haritaları ünlülerin oturduğu evleri görmek isteyenler alıyor.
Malibu Beach, ince kumlu geniş bir doğal plaj. Plajın hemen arkasında okyanusa dönük tarafları camdan olan nefis evler var. Buradan okyanusu seyretmesi çok şüzel olmalı. Ama büyük bir ihtimalle bunlar da iki haneli milyon Dolar evler. Biraz serinlemek için suya giriyoruz. Çocuklar dalgalarla oynuyorlar.
Kampta ben Mango, kavun, peynir ve beyaz şaraptan oluşan aperetifi hazırlarken eşim akşam yemeği yapıyor. Çocuklar da kampın havuzunda yüzüyorlar. Hepimizin keyfi yerinde.
Ertesi gün hedefimiz Venice Beach. Aslında Venice Los Angeles'ten ayrı bir şehir. Ancak birisi nerede bitiyor diğeri nerede başlıyor anlamak mümkün değil. Burası bir panayır yeri gibi. Ne ararsanız var. Seyyar satıcılar, ressamlar, falcılar, hokkabazlar, sarhoşlar, paten yapanlar, bisiklete binenler. Denizle yol arasındaki çimenlikte basketbol potaları, voleybol ağları var. Bazılarında çocuklar. bazılarında yetişkinler oynuyorlar. Bir basketbol potasının altında latin Amerikalı 5-6 yaşlarında bir çocuk annesi ile basketbol oynuyor. Bizim çocukları gönderiyorum. Gidin sorun, belki sizde oynayabilirsiniz diye. Aslında her ikiside pek ingilizce bilmiyor, ama büyük bir cesaretle gidiyorlar. Biraz sonra zavallı çocuk bizim iki hayduta karşı maç yapıyor.
Yol kenarında bizim turistik yörelerimizde gördüğümüz turistik eşya barakaları. Yani 4 tişört 10 Dolar hesabı. Biraz ileride Muscle Beach var. Burası belki de Venice Beach denince akla gelen ilk resim. Bir açık hava vucut geliştirme merkezi. Bir kaç Dolara burada antreman yapmak daha doğrusu adalelerini seyircilere göstermek mümkün. Antreman yapanlardan çok seyırci var. Antreman yapanların vucutlarına gerçekten çok zaman ayırdıkları hemen belli oluyor.
Önce biraz denize giriyoruz. Daha sonra karnımız acıkınca, Bourbon Chicken ve pilav alıp çimenlerin üzerinde öğlen yemeği yiyoruz. Bourbon Chicken aslında Amerikanın güney eyaletlerinin bir yemeği. Bazen Cajun Chicken diye de anılıyor. Kızartılmış tavuk etini viski, soya sosu ve şekerle yapılmiş bir sosun içinde pilavla servis yapıyorlar. Nefis bir yemek ve sadece 5 Dolar.
Yemekten sonra biraz da baba için birşeyler yapıyoruz. Brentwood J. Paul Getty Museum'a gidiyoruz. Petrol milyarderi J. Paul Getty topladığı şahsi sanat eserlerini sergilemek için görülmeye değer bir bina yaptırmış. Binanın kendisi ve çevre düzenlemesi aytı bir sanat eseri. 287 hektarlık bir alana kurulmuş komplex 750 milyon Dolara mal olmuş. İçinde çeşitli bölümlerde sergilenen sayıları 50.000'ı bulan tablolar, heykeller vs ise müze severler için bir ziyafet. Bu komplex müzenin yanında, piknik ve oyun alanları, açık hava sahnelerini de içeriyor. Günün kalan kısmını orada geçiriyoruz.
Akşam kampta komşumuz Mark bira içmeye masamıza geliyor. Mark Los Angeles Pomona County de polis memuru. Bekar ve Üç ay önce buraya tayin olmuş. Emekliliğine bir kaç sene kaldığı için burada bir ev yada daire aramamış. kamp yerinde devamlı kalıyor. tabiki onun otobüs şeklinde iki odası, mutfağı, banyosu, salonunda büyük boy televizyonu olan bir camperi var. Emeklilikten sonra kafama uygun bir hanım bulup bu camper ile Amerikayı gezeceğim diyor. Mark'a Amerikan filmlerinde görülen polisiye olayların sadece film icabı mı olduğunu yoksa gerçekten böyle mi olduğunu soruyorum. Gerçekten böyle olduğunu ve Los Angels'in belki de Amerikanın en krimınal bölgesi olduğunu söylüyor. Dışarıdan turist gözüyle bakınca demek ki herşey farklı görülüyor. Daha sonra gece boyu Amerikadan, Avrupadan, Türkiyeden, Iraktan konuşuyoruz.
Los Angeles şehri belki kriminal, belki pis, gürültülü, karmaşık aklınıza hangi olumsuz sıfat gelirse sayın, böyle bir yer ancak burada insan yabancıda olsa, turıst te olsa şehrin dinamizmini, cazibesini hissediyor.
Sabah kahvemizi içerken masanın üzerine Amerika haritasını koymuşuz, savaş yöneten komutanlar gibi Los Angeles'e hangi yoldan gideceğimiz, tartışıyoruz. En kısa yol San Francısco'dan US5 numaralı otoyola çıkarak, direk olarak Los Angeles'e gitmek. Ama biz 650 kilometreyi otoyoldan gidersek, pek birşey görmiyecegimizi bunun da cansıkıcı olacağını düşünüyoruz. Pasifik kenarından, US1 numaralı yoldan gitmeye karar veriyoruz.
Haritaları topluyoruz, Kamp ofisine hasabımızı ödemeye gidiyoruz. Texas'lı bir çift nereden gelip nereye gittiğimizi soruyor. Tüm Amerika'yı batıdan doğuya geçeceğiz diyoruz. Onlar da Texas'ın Meksika sınırına yakın bir yerde yaşıyorlarmış. Ben de San Diego'dan günübirliğine Meksika'nın Tijuana şehrine geçmeyi düşündüğümüzü anlatıyorum. San Diego'dan değil, Texas'dan geçmemizi öneriyorlar. San Diego'dan geçilen Tijuana'nın bir Meksika şehrinden çok Amerikalı turistler ve onların istekleri doğrultusunda inşa edilmiş yapay bir yer olduğunu söylüyorlar (Yani bir nevi plastik Meksika). Kendileri de Texas'tan Oregon'a gidiyorlarmış. Ancak onlar için yolculuğun tatil olduğunu, Oregon'da bir kaç gün kalıp, bir başka yoldan tekrar Texas'a dönecekllerini söylüyorlar. Birkaç posta kartı alıp camper'e geri dönüyoruz.
Ben direksiyona geçiyorum. Eşim dar park yerinden çıkmama yardımcı olmak için dışarı çıkıyor. Hemen el kol hareketleriyle beni durduruyor. Camperin bağlantılarını sökmeyi unutmuşum. Elektrik kablosu, temiz ve pis su hortumlar hepsi bağlı duruyor. Biraz gitsem hepsi kopacaklar. Al başına belayı. Acemilik işte. Hemen bu görevi 7 yaşındaki oğluma veriyorum. 'Bir kamp yerinden ayrılırken, sen tüm bağlantıları kontrol edip bana söyliyeceksin'. Bu görevi sevinçle kabul ediyor(ama hep unutuyor).
San Francisco çok güzel bir yerdi ancak hayli rüzgarlı ve serindi. Güneye indikçe havanın ısınacağını umuyoruz.
US1 numaralı yol genel olarak denize parelel gidiyor hayli virajlı ve yorucu bir yol ancak çok güzel bir manzarası var. Sol tarafınızda yüksek dağlar, sağ tarafınızda ise beyaz dalgaları ile azgın bir deniz.
İlk durağımız Monterey. Bu kayalıkları ve manzarası çok güzel olan yerde insan California'nın sadece 150 yıldan beri Amerikan olduğunu anlıyor. Monterey'in 250 yıllık bir Ispanyol ve neredeyse 50 yıllık bir Meksika tarihi var. O zamanlar burası yukarı California'nın başşehri imiş. Şehirde o zamandan kalma hem resmi hem de özel birçok yapı günümüze kadar korunmuş.
İkinci durağımız Carmel. Burası 20. yüzyılın başından itibaren yaratıcı çalışmalar yapabilecekleri bir yer arayan bir çok sanatçı için bir çekim noktası olmuş. 1986 yılında Belediye başkanlığını sinema oyuncusu Clint Eastwood yapmış. Bu küçük kasabayı diger Amerikan kasabalarından ayıran bir özelliği sanatçıların ve sanat galerilerinin çokluğu. Bir diğeri ise cottage stilinde yapılmış sarmaşıklarla süslü evlerinin güzelliği ve evlerin hala bina numarasıyla degil de isimleriyle anılıyor olmaları. Kasabanın daracık kıvrıntılı sokaklarında gezerken her köşeden bir sanat galerisi, çeşitli el işlerinin segilendiğü vitrin şeklindeki ev pencereleri, şöminesi gürül gürül yanan restorantlar karşınıza çıkıyor. Kısacası Carmel'ın masalımsı bir karakteri var.
Biz bu güzel yerlere bakarken gün de hayli ilerliyor. Bugün Los Angeles'e varmamız imkansız gibi. Kamp rehberinde denizden biraz daha içeride Santa Margarita Lake de göl kenarında güzel bir kamp yeri olduğnu okuyoruz ve geceyi orada geçirmeye karar veriyoruz. Yarın yine deniz kenarından kaldığımız yerden devam ederek Santa Barbara üzerinden Los Angele'e gidecegiz. Santa barbara da çok güzel bir yer ve orada da görmek istediğimiz bir çok ilginç şey var.
Ertesi sabah kahvaltıdan sonra Navigasyon aletine Los Angeles'te gideceğimiz kamp yerinin adresini veriyorum. Ekranda yolu gösteriyor 360 km. Yola çıkıyoruz. Biraz sonra dün bu yoldan gelmediğimizi fark ediyoruz. Az sonra daracık bir yoldan dağlara tırmanmaya başlıyoruz. Bu yol kesinlikle bizim geldiğimiz yol değil ancak navigasyon doğru yolda olduğumuzu gösteriyor. Yol iki arabanın yan yana geçemiyeceği kadar daralıyor ve çok virajlı oluyor. Etrafta ne bir ev ne bir insan var. Arasıra karşıdan gelen araçlar iyice yolun kenarına çekilip bize yol veriyorlar. Haritaya bakınca navigasyonun bizi en kısa yoldan Los Angeles'e götürmek için Interstate 5 numaralı otoyola doğru yönelttiğini anlıyoruz. Navigasyona Santa Barbara üzerinden Los Angeles vermem gerekirken ben sadece
Los Angeles verdim, oda bizi en kısa yoldan oraya götürüyor. Geri dönelim mi diye düşünürken küçük oğlumun sayısız virajlardan midesi bulanıp kusmaya başlıyor. Ayni yolu tekrar geri gitsek belki daha kötü olacak. Santa Barbara'yı unutup en kısa yoldan Los Angelese yolumuza devam ediyoruz. Yazık, aslında hem Santa Barbara hemde oraya giden yol çok güzeldi. Şimdi otoyollarla boğuşacağız.
California otoyolları çok kötü. Altı gidiş altı geliş oniki şeritli. Bazı yerlerde dört beş katlı otoyol çukurlarla kaplı. Arabanın içinde sarsıntıdan dolayı oluşan tangırtıdan bağırarak konuşmak zorunda kalıyoruz. Birden bire Navigasyon aleti aküsünün bitmek üzere oldığu sinyalini veriyor. Kablosu yanlış yere takılmış, kendıni şarj edememiş. Bravo yani, Bugün navigasyonda yapılabilecek tüm yanlışlıkları yapıyorum ve maldalyayı hak ediyorum. 12 şeritli otoyolda gidiyoruz, yakında Los Angeles çevreyolu ağı gelecek ve biz harita ile yolumuzu kesinlikle bulamıyacağız.
Bir sonraki mola yerinde duruyoruz. Mc Donald's da aküyü şarj edebilecegimiz bir fiş yok. Bir sonraki deneme Starbucks kahvesi. Burada, restoran kısmında bir fiş buluyoruz. Çocuklar yemek yemeğe gidiyorlar, ben bir kahve ile yarım saat hem aküyü dolduruyor, hem de buraya kahve yada kek almaya gelen insanları seyrediyorum. Zaten benim için bu, en zevkli iş. Insanları ve onların davranışlarını izlemek. Akümüz doluyor ve gönül rahatlığı ile tekrar yola çıkıyoruz.
Los Angeles 1300 kilometre kareye yayılmış bir mega yerleşim merkezi. Kamp yerimiz KOA Pomona Fairplex çok güzel. Yüzme havuzlu, çiçekler ve yeşillikler içinde harika bir yer. Kampın resepsiyonundaki hanıma, yakında nereden bir araba kiralıyabileceğimizi soruyoruz. Duvardaki bir telefonu gösteriyor. Enterprise Araba kiralama acentesinin direkt telefonu. 15 dakika sonra bizi gelip kamp yerinden alıyorlar. Yarım saat sonra da günlüğü 29 Dolardan Los Angeles'i gezmek için kiraladığımız arabamızla kamp yerine geri geliyoruz. Camperi sadece yatmak için kullanacağız.
Ertesi gün Hollywood bulvarına gidiyoruz. Burada Hollywood'un Hollywood olmasına katkısı geçen sanatcıların hatırasına yola döşenmiş yıldızların bulunduğu caddeyi geziyoruz. Walk of Fame. Burasını kaç kereler magazin dergilerinde, televizyonlarda gördük şimdi üzerlerinde geziyoruz. Karşı tepede beyaz büyük harflerle Hollywood yazısı. Daha sonra Beverly Hills de villaları görmeğe gidiyoruz. Hepsi değişik mimari stillerde yapılmış iki haneli milyon Dolar değerinde saray yavruları. Biraz ileride belkide dünyanın en pahalı mağazalarının bulunduğu
Rodeo Drive.
Bu kadar zenginlik yeter deyip Malibu Beach'ı görmeye gidiyoruz. Yolda çocuklar acıkıyorlar. Nerede birşeyler yiyebiliriz diye bakınırken bir pizzacı görüyoruz. Pizzacıya giriş yetişkinler için 6 çocuklar için 4 Dolar. İçeride İtalyan yemekleri açık büfede veriliyor. Yani istedigin kadar ye. Ama en ilginci salonun her tarfında büyük boy ekranlarda çizgi film gösteriyorlar. Ayrıca geniş salon neredeyse kapalı bir lunapark. Jetonlarla çalışan bir sürü oyuncak. Bizim çocukları yemekten sonra pizzacıdan zor çıkarıyoruz.
Yolda meşhurların oturduğu evlerin olduğu yerleri gösteren haritalar satan bir sürü insan görüyoruz. Bu haritaları ünlülerin oturduğu evleri görmek isteyenler alıyor.
Malibu Beach, ince kumlu geniş bir doğal plaj. Plajın hemen arkasında okyanusa dönük tarafları camdan olan nefis evler var. Buradan okyanusu seyretmesi çok şüzel olmalı. Ama büyük bir ihtimalle bunlar da iki haneli milyon Dolar evler. Biraz serinlemek için suya giriyoruz. Çocuklar dalgalarla oynuyorlar.
Kampta ben Mango, kavun, peynir ve beyaz şaraptan oluşan aperetifi hazırlarken eşim akşam yemeği yapıyor. Çocuklar da kampın havuzunda yüzüyorlar. Hepimizin keyfi yerinde.
Ertesi gün hedefimiz Venice Beach. Aslında Venice Los Angeles'ten ayrı bir şehir. Ancak birisi nerede bitiyor diğeri nerede başlıyor anlamak mümkün değil. Burası bir panayır yeri gibi. Ne ararsanız var. Seyyar satıcılar, ressamlar, falcılar, hokkabazlar, sarhoşlar, paten yapanlar, bisiklete binenler. Denizle yol arasındaki çimenlikte basketbol potaları, voleybol ağları var. Bazılarında çocuklar. bazılarında yetişkinler oynuyorlar. Bir basketbol potasının altında latin Amerikalı 5-6 yaşlarında bir çocuk annesi ile basketbol oynuyor. Bizim çocukları gönderiyorum. Gidin sorun, belki sizde oynayabilirsiniz diye. Aslında her ikiside pek ingilizce bilmiyor, ama büyük bir cesaretle gidiyorlar. Biraz sonra zavallı çocuk bizim iki hayduta karşı maç yapıyor.
Yol kenarında bizim turistik yörelerimizde gördüğümüz turistik eşya barakaları. Yani 4 tişört 10 Dolar hesabı. Biraz ileride Muscle Beach var. Burası belki de Venice Beach denince akla gelen ilk resim. Bir açık hava vucut geliştirme merkezi. Bir kaç Dolara burada antreman yapmak daha doğrusu adalelerini seyircilere göstermek mümkün. Antreman yapanlardan çok seyırci var. Antreman yapanların vucutlarına gerçekten çok zaman ayırdıkları hemen belli oluyor.
Önce biraz denize giriyoruz. Daha sonra karnımız acıkınca, Bourbon Chicken ve pilav alıp çimenlerin üzerinde öğlen yemeği yiyoruz. Bourbon Chicken aslında Amerikanın güney eyaletlerinin bir yemeği. Bazen Cajun Chicken diye de anılıyor. Kızartılmış tavuk etini viski, soya sosu ve şekerle yapılmiş bir sosun içinde pilavla servis yapıyorlar. Nefis bir yemek ve sadece 5 Dolar.
Yemekten sonra biraz da baba için birşeyler yapıyoruz. Brentwood J. Paul Getty Museum'a gidiyoruz. Petrol milyarderi J. Paul Getty topladığı şahsi sanat eserlerini sergilemek için görülmeye değer bir bina yaptırmış. Binanın kendisi ve çevre düzenlemesi aytı bir sanat eseri. 287 hektarlık bir alana kurulmuş komplex 750 milyon Dolara mal olmuş. İçinde çeşitli bölümlerde sergilenen sayıları 50.000'ı bulan tablolar, heykeller vs ise müze severler için bir ziyafet. Bu komplex müzenin yanında, piknik ve oyun alanları, açık hava sahnelerini de içeriyor. Günün kalan kısmını orada geçiriyoruz.
Akşam kampta komşumuz Mark bira içmeye masamıza geliyor. Mark Los Angeles Pomona County de polis memuru. Bekar ve Üç ay önce buraya tayin olmuş. Emekliliğine bir kaç sene kaldığı için burada bir ev yada daire aramamış. kamp yerinde devamlı kalıyor. tabiki onun otobüs şeklinde iki odası, mutfağı, banyosu, salonunda büyük boy televizyonu olan bir camperi var. Emeklilikten sonra kafama uygun bir hanım bulup bu camper ile Amerikayı gezeceğim diyor. Mark'a Amerikan filmlerinde görülen polisiye olayların sadece film icabı mı olduğunu yoksa gerçekten böyle mi olduğunu soruyorum. Gerçekten böyle olduğunu ve Los Angels'in belki de Amerikanın en krimınal bölgesi olduğunu söylüyor. Dışarıdan turist gözüyle bakınca demek ki herşey farklı görülüyor. Daha sonra gece boyu Amerikadan, Avrupadan, Türkiyeden, Iraktan konuşuyoruz.
Los Angeles şehri belki kriminal, belki pis, gürültülü, karmaşık aklınıza hangi olumsuz sıfat gelirse sayın, böyle bir yer ancak burada insan yabancıda olsa, turıst te olsa şehrin dinamizmini, cazibesini hissediyor.