Ynt: Trans - Sbirya Ekspresi - Rusya Vizesi
Gün 2 : Kazan - Ekaterinburg (25.07.2010 Pazar)
Mesafe : 875 km.
Süre : 14 Saat 46 Dakika
KAYNAR KAZAN’DA İKİ KEPÇE
İstasyona iner inmez sabahın 09.00’ı olmasına karşın hamamımsı bir sıcaklık suratımıza çarpıyor. İlk işimiz bu sıcakta sırtımızda çantayla dolaşmamak için locker araştırmak. Çantalarımızı kiraladığımız dolaplara kilitledikten sonra kahvaltımızı etmek üzere bekleme salonuna yayılıyoruz. Bu sırada fotoğraf makinemizin pilini şarj etmek için görevli birinden yardım istiyoruz. Devletin demiryolu memuru suratsız hanımefendi, devletin elektriğini bize 30 rubleye satmaya çalışıyor! Biz de kendi işimizi kendimiz görüp bekleme salonundaki kahve makinelerinin prizlerinden yararlanmak suretiyle fotoğraf makinemizin karnını doyuruyoruz. Tuvalet ihtiyacımızı da giderdikten sonra atıyoruz kendimizi Kazan sokaklarına. İlk durak Kremlin.
Saat 10.00’a geliyor ve sıcak şimdiden dayanılmaz boyutta. Her 5 dakikada bir susuzluktan kavruluyor insan! Koca bir şişe su alıp yarısını içiyor, kalan yarısıyla kendimizi ıslatıyoruz. Kazan’da insanlar 1,5 litrelik su şişelerine çiçek sulama püskürtücüsü takmış, kendilerini sulayarak sıcağa dayanabiliyorlar. Gölgelik yerleri seçerek dolaşmaya çalışıyoruz ama enerji sıfır! Sıcak, insanı kamyon çarpmış gibi yapıyor. Central Market dedikleri içinde ne arasan satılan kocaman pazarı yarı baygın dolaştıktan sonra rehber kitapta sözü geçen nehir plajına gitmeye karar veriyoruz.
İlk olarak bindiğimiz tramwayla, nerede ineceğimizi kestiremediğimizden, bir route atıp, sonrasında bindiğimiz otobüsle uzuuuunnnnnn bir yola gidiyoruz. Rehbere göre bu kadar uzun olmaması lazım ama, bindik bi alamete gidiyoz kıyamete deyip varacağımız yeri bekliyoruz. Ve nihayet sauna ortamındaki otobüs yolculuğumuz nehirle uzaktan yakından ilgisi olmayan, dağ başıında bir yerde son buluyor. Otobüste bilet kesen kadına gerzek hareketlerle kulaç falan ataraktan derdimizi anlatmaya çalışıyoruz. Kadın el kol sallayıp az ilerde biyerleri gösteriyor. Tarife göre varılan nokta kapalı olimpik yüzme havuzu J Eh, şehrin en öte yerine kadar gelmişken sağa sola bakınıyor, 2 litre ice tea’yi 10 dakikada mideye indirirken kasadaki kadının ice tea fiyatına “ellıbır”deyişine gülüşüyoruz. Şehre dönmek için civardaki en yakın otobüs durağında uzunca bir süre bekledikten sonra, merkezden gelen 20 numaralı otobüse karşılık o yöne giden ve bizim beklemekte olduğumuz geçmeyince otobüsün dönüş yolunun farklı olduğunu düşünerek, bir sürü otobüsün döndüğünü gördüğümüz kavşağa kadar yürüyoruz. Fakat bu sefer de 20 numara olarak peşpeşe gelen otobüslerin 9 numara olarak önümüzden geçtiğini görünce iyicene panikleyip ana durağa gitmeye karar veriyoruz. Veeee 20 numaralı otobüs nihayet kalkışa hazır vaziyette karşımızda! Bir oh çekip yerleşiyoruz ve bu otobüse binebilmek için kavurucu sıcakta anadurağa kadar yürüdüğümüz tüm yolu otobüsle geri döndükten sonra şehir merkezine varıyoruz.
Kısa bir yürüyüşün ardından tren garına gelip locker’dan çantalarımızı alacakken sabah bizden tahsil ettikleri kira bedelinin elimizdeki yazarkasa fişinde yazanın 2 katı olduğunu farkediyoruz! Hadi bakalım, anlat derdini bu kasada akşam vardiyasını alan ve ingilizceyi sadece dublajsız filmlerden tanıyan genç bayana! Gak diyoruz, guk diyoruz, fişi gösteriyoruz, ödediğimiz parayı kağıda yazıyoruz, senin friend bizi kazıklamak diyoruz, yok! En son polis diyoruz, “one minute” diyo. Tam “bi daha da gelmem” diyecek diye beklerken cep telefonundan muhtemelen kazıkçı arkadaşını arayıp işlerin sarpa sardığını, şapşal turistlerin parayı kurtarmadan gitmeyeceklerini falan söylüyor herhalde ki paramızı geri almanın keyfiyle biralarımızı alıp kompartımanımıza yerleşiyoruz. Bu seferki vagon sorumlusu kondüktörümüz son derece güler yüzlü ve hafiften şapşal bir genç.
Yolculuk çok keyifli geçiyor. Vagon koridorundaki pencereden dışarıyı seyredip fotoğraf çekiyor, ara istasyonlardan geçerken bekleyenlere el sallıyoruz. Saat 23.00’a gelirken hava iyicene kararıyor ve trenin restoranına geçiyoruz. İçeride iyicene zom olmuş birkaç rustan, özellikle iki tanesi bizi pek bir eğlendiriyor. Bu ağabeyler karşılıklı vodka shut’larken muhabbet arasında da restoranda servis yapan orta yaşa yakın garson kadının orasını burasını ellemeyi ihmal etmiyorlar. Fakat asıl komedi, biz restorana yerleştikten kısa bir süre sonra her ikisinin de kafaları öne düşerek sızması ve garson hanımefendinin bunları yaka paça dışarı atması..
Bu rotadaki kompartıman arkadaşlarımız pek de keyifli görünmeyen bir anne-oğul. Çocuk ergenlik triblerinde, üst kattaki yatağının penceresinden uzaklara bakıp gizem yapıyor. Annenin ise okuduğu psikoloji dergileri imajındaki sorunsallıkla son derece örtüşüyor!
Gün 3 : Ekaterinburg (26.07.2010 Pazartesi)
Yerel saate göre (Moskova saati +2) 12.30’da Ekaterinburg’a ayak basıyoruz. Trenden iner inmez, öğlen olmasına karşın havadaki serinlik hissediliyor. İstasyonun hemen karşısında kahvaltımızı yapıp şehir merkezine gitmek üzere metro arıyoruz. Buralarda ingilizce bilen yok! İstasyon civarında aynı yerleri birkaç kez tavaf ettikten sonra metro istasyonunu buluyor, tahminimize göre kalacağımız hostel’ın yanıbaşındaki durakta iniyoruz. Elimizdeki haritaya göre olması gereken yerde hostel falan yok! Dil sıkıntısı yüzünden telefonla da yeterli bilgi alamıyoruz; telefonu yanıtlayan kişi ezberlediği birkaç cümleyle “take bus no 5, you’ll se Ural-Altay Bank” hostel’ı tarif etmeye çalışıyor. Ama biz zaten hostel’a çok yakınız, otobüse falan gerek yok ki! Peki o zaman bu banka bizim ne tarafımızda?!
Sırtımızda çantalar, aynı yerlerde anlamsızca dolanırken ellerindeki haritaya evire çevire bakmalarından kayıp oldukları anlaşılan sırt çantalı iki gezginle karşılaşıyoruz. Kendimizinkini bulduk ya, onlara hostel’larını bulmada yardımcı oluyoruz J 2 saat dolandıktan sonra bizim hostel’dan umudu kesip onlara tarif ettiğimiz yerde şansımızı aramaya karar veriyoruz. Fakat cadde o kadar büyük ki, sağlı sollu çok katlı tipsiz binalar. Bu şekilde bulmak mümkün değil! Bir kez telefon ediyoruz bizim esas hostel’e. 2,5 saattir dolanıyoruz, hala aynı yerdeyiz ve hala gece konaklayacak bir yerimiz yok! Telefondaki adamın sözünü dinleyip otobüse biniyor ve Shorsa bus station’a geliyoruz. Ancak adamın ısrarla vurguladığı “Ural-Altay Bank Reconstruction and Developpment Building” tabelasını göremiyoruz! Telefon üstüne telefon ediyoruz, tek ip ucu Ural-Altay Bank. Anlaşılan o ki, bu tabelayı görmeden hostel’ı bulmak mümkün değil! Ümitlerimizin neredeyse tamamen tükendiği 1,5 saat sonrasında Mr. Hostel bizi Shorsa bus station’da 100 puanlık “Are you Turc?” sorusuyla buluyor ve birlikte çok kolay olduğunu iddia ettiği hostel yoluna koyuluyoruz.
Dumur üstüne dumur!!!
1- Mr. Hostel’ın tarifindeki mihenk taşı “Ural-Altay Bank Reconstruction and Developpment Building” tabelası kiril alfabesiyle yazılmış ve önüne kadar gelip döndüğümüz yer.
2- Yine Mr. Hostel’in tarifine göre bankanın hemen arkasında olması gereken hostel, otoparktan uzunca bir yol yürüdükten sonra, girişi bile belli belirsiz, bulunması neredeyse imkansız bir yer.
3- İki tren konaklamasından sonra kendimizi şımartmak adına ayırttığımız ensuite private odamız başka bir binada bulunan, bir bunağın evinde. Kapı açılır açılmaz havasız, kasvetli ve naftalin kokulu bir atmosferle karşılaşıyoruz.
Bunca zahmetin ardından şehir merkezine otobüsle yarım saat uzaklıkta hostel yerine huzurevinde konaklama fikrine itiraz edip, kazancı yarıya düşecek Shanna’nın (Mr. Hostel) memnuniyetsizliğine karşın dorm’da konaklama isteğimizi kabul ettiriyoruz. Altlı üstlü yataklarımızı hazırladıktan sonra şehir merkezine, geri dönen konaklama bedeliyle ziyafet çekmeye gidiyoruz. Biraz dolandıktan sonra ziyafetten umudumuzu yitirdiğimiz gibi hostel’da bıraktığımız isli peynir ve leblebilere de yanarak market aramaya koyuluyoruz. Koca şehirde market yok! Nereden alışveriş yapar buralılar diye söylene söylene midemiz açlıktan yapışmış halde, gördüğümüz her kalabalık yeri market sanıyoruz. Sonunda, bir alışveriş merkezinin anlamsız bir yerinde dev bir süpermarket buluyoruz. Gördüğümüz her reyona saldırıp sonunda fırında pişmiş tavuk ve kızarmış elma dilim patates almaya karar veriyoruz, yanına da buzzzz gibi bira! Yayalar için ayrılmış bir sokakta keyifle doyuruyoruz karnımızı. Sabrın sonu ziyafet! Geceyi 7 kişilik odamızda geçiriyoruz.
Devam Edecek...