Sokrates Kimdir ve Savunması

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan behicefe Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 1
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 11,127

behicefe

Zirve
Mesajlar
1,395
Tepkime Puanı
1
Yer
aydın-koçarlı
SOKRATES

(M.Ö. 469 - 399) tarihleri arasında yaşamış Yunan filozofu. Sokrates, Atina'da doğmuş olan ilk Yunan filozofudur. Tek bir kelime yazmamış olmasına rağmen, Avrupa düşünce tarihine çok büyük etkisi olmuş kişilerden biridir. Heykelci Sophroniskos'un oğlu olan, babası gibi heykelcilik öğrenip çok geçmeden kendini felsefeye adayan Sokrates, bir çok savaşta başarıyla savaştı.

Siyasette de hızla yükselip meclis başkanlığı yaparken Argireuses adalarındaki savaşı yasaya aykırı olarak yargılatmak isteyen bir önergeye karşı çıktı. Peloponnesos savaşları döneminde ve Atina'nın M.Ö. 404 yılında uğradığı bozgunu izleyen kargaşa yıllarında demokratlarda düşmanlık uyandıran genç soyluların arasına katılması üzerine, Meletos, Anytos ve Lykon'un açtıkları davada, yeni tanrılar getirerek gençleri baştan çıkarmakla suçlanıp ölüm cezasına çarpıldı. Dostu Kriton'un kaçma önerisini geri çevirip dostlarının arasında, ruhun ölümsüzlüğü üzerine bir konuşma yaptıktan sonra baldıran zehri içerek intihar etti.

Derslerini sözlü olarak verip hiç bir şey yazmadığı için felsefesi özellikle Platon'un, Ksenephon'un ve Aristoteles'in anlattıklarından tanınan Sokrates, "kendi kendini tanı" özdeyişinin felsefesinin temel kuralı olduğuna inanmış, "hiç bir şey bilmediğinden başka şey bilmediğini" söyleyip kişiyi bir tümevarım yöntemiyle peş peşe sorular sorarak ahlak kavramalarını tanımayı sağlayan tanımlar bulmaya yöneltmeyi amaç almış, her kişinin yaratılırken iyi yaratıldığını, kimsenin bile bile kötü olmadığını, her kötülüğün bilgi sanılan bir bilgisizlikten ileri geldiğini savunmuştur. Sokrates "doğruyu bilen doğru davranır" diyor, doğru bilginin doğru eylemi gerçekleştireceğine inanıyordu.

Sokrates'in uğraşındaki temel öğe, onun kimseye bir şey öğretme peşinde olmayışıdır. O, tersine, konuştuğu insandan bir şeyler öğrenmek istediğini dile getirmiştir. Zamanının çoğunu sokaklarda ve meydanlarda karşılaştığı insanlarla konuşarak geçirdiğini biliyoruz. Kırlardaki ağaçlar bana bir şey öğretemez, demişti. O genellikle konuşmanın başında soru sorardı. Böylece hiç bir şey bilmiyormuş gibi yapardı.

Konuşma sırasında genellikle karşısındaki kişinin kendi düşünce biçimindeki zayıflıkları görmesini sağlardı. Sonunda konuştuğu kişinin bir köşeye sıkıştığı ve neyin doğru neyin yanlış olduğunu kendine itiraf etmek zorunda kaldığı olurdu. Sokrates hiç bir şey bilmiyormuş gibi yaparak, insanları mantığını kullanmaya zorlardı. Cahili "oynardı"- ya da olduğundan daha aptalmış gibi görünürdü. Buna "Sokrates'ci İroni" denir.

"Atina uyuşuk bir at. Ben de onu uyandırıp canlandırmaya çalışan bir at sineğiyim," diyordu. Sokrates hep içinde "tanrısal bir ses" olduğunu söylüyordu. Romalı filozof Cicero şöyle diyordu: "(O) felsefeyi gökyüzünden Dünya'ya indirip şehirlerde barındırdı. Felsefeyi evlere sokup insanları hayat ve töreler, iyilik ve kötülük üzerine düşünmeye zorladı."

Sokrates, Sofistler ile aynı dönemde yaşamış olmasına rağmen onlardan önemli bir noktada ayrılıyordu. O kendini bir "Sofist", yani eğitimli ve bilge bir kişi olarak adlandırmıyordu. Sofistlerin aksine, öğrettikleri için para almıyordu. Hayır, Sokrates kendine kelimenin tam anlamı ile "filozof" diyordu. "Philosophos"un kelime anlamı "bilgeliğe ulaşmaya çalışan kişi"dir. Sokrates tek bir şey bildiğini söylüyordu, bu da hiç bir şey bilmediğiydi! Sokrates bilgimizin temelinin insan mantığı olduğuna inanıyordu ve İnsan mantığına bu denli güvenişi açısından kesin bir Akılcı idi.

Sokrates, idam istemi ile yargılandığı son davasında dillere destan bir savunma yapar. Ama yargıcılar kararı peşinen verdiği için yaptığı savunma onun baldıran zehri içerek hayattan kopartılmasına neden olacak olan kararı değiştiremez.


Sokrates'in Savunmasi


Beni suçlayanların üzerinizde nasıl bir etki bıraktıklarını bilemem, Atinalılar; ama öylesine inandırıcı konuştular ki, neredeyse bana kendimi unutturdular; ve gene de söylediklerinin hemen hemen tek bir sözcüğü bile doğru değil. Ama söyledikleri sayısız yalan arasında beni en çok biri şaşırttı: Sizlere benim tarafımdan aldatılmamak için kendinizi kollamanız gerektiği çünkü çok inandırıcı bir konuşmacı olduğum söylendi. Aslında ağzımı açar açmaz büyük bir konuşmacı olmaktan nasıl uzak olduğumu göstereceğimi bile bile bunu söylemeleri bana çok utanmazca göründü—hiç kuşkusuz usta bir konuşmacı ile demek istedikleri şey gerçekliği dile getiren biri değilse. Ama demek istedikleri buysa, usta bir konuşmacı olduğumu kabul ederim, hiç kuşkusuz onlarla aynı tarzda olmamak üzere. Evet, dediğim gibi, söyledikleri arasında gerçek tek bir sözcük bile yok; ama benden yalnızca gerçeği işiteceksiniz. Gene de, Atinalılar, onlarınki gibi güzel sözlerle ve deyimlerle süslenmiş bir konuşma biçiminde değil. Hayır, hiç de değil; benden duyacaklarınız dosdoğru o anda aklıma gelen sözler ve uslamlamalar olacaktır; çünkü söylediklerimin haklılığına inanıyorum. Aslında, benim gibi yaşlı bir insana sizlerin karşısına sözlerini hoş göstermeye çabalayan genç bir söylevci gibi çıkmak yakışmaz—ve kimse benden bunu beklemesin. Ama, Atinalılar, sizlerden bir ricada bulunmam gerekiyor: Eğer kendimi alışıldık tarzımda savunursam, ve eğer pazar yerlerinde ya da başka yerlerde kullanma alışkanlığında olduğum sözleri kullandığımı duyarsanız, şaşırmamanızı ve bu yüzden sözümü kesmemenizi isteyeceğim. Çünkü yaşım yetmişin üstünde, ve şimdi ilk kez bir mahkeme önüne çıktığım için buranın diline oldukça yabancıyım. Bu yüzden bana sanki gerçekten de bir yabancıymışım gibi, eğer büyürken işittiği kendi lehçesinde ve kendi ülkesinin tarzında konuşursa bağışlayacak olduğunuz biri gibi bakmanızı istiyorum. Sizlerden haksız bir istekte mi bulunuyorum? Lütfen tarzıma aldırmayın, iyi olabilir ya da olmayabilir; ama yalnızca sözlerimin haklı olup olmadığını düşünün ve yalnızca bunu dikkate alın. Çünkü yargıcın erdemi budur, tıpkı konuşmacının erdeminin gerçeği söylemek olması gibi.
Benim için doğru olan şey ilkin bana yöneltilen ilk yalancı suçlamalara ve beni ilk suçlayanlara karşı savunma yapmaktır, ve ardından daha sonraki suçlamalara ve suçlayıcılara geçeceğim. Bu ayrımı yapıyorum çünkü sizden önce birçokları tarafından yıllarca yalan yanlış suçlandım; ve bunlardan Anitus ve arkadaşlarından olduğundan daha çok korkarım, üstelik onların da kendi yollarında oldukça tehlikeli olmalarına karşın. Ama sizleri daha birer çocukken yakalayıp kafalarınızı bana karşı doğru olmayan suçlamalarla dolduran ötekiler çok daha tehlikelidir. Bunlar bir Sokrates'ten, yukarıda gökyüzündeki şeyler hakkında kafasını yorup aşağıda yeraltındaki şeyleri araştıran, zayıf uslamlamayı kuvvetliye çeviren bir bilge insandan söz ettiler. Beni korkutan suçlayıcılar bu masalı yayanlardır, Atinalılar; çünkü onları dinleyenler böyle şeyleri araştıranların tanrılara tapınmaya bile inanmadıklarını sanırlar. Dahası, bunlar sayıca kalabalıktır, ve bana karşı suçlamaları eskilere gider, ve üstelik bu suçlamaları onlara en kolay inanabileceğiniz çağda yaptılar—çocukluğunuzda, ya da belki de gençliğinizde; ve yargı gıyaben verildi, çünkü beni savunacak kimse yoktu. Ve tüm bunların içinde en usdışı olanı suçlayıcılarımın pekçoğunu tanımamam ve adlarını bile bilmememdir—tek bir durum, bir güldürü ozanının2 durumu dışında. Kıskançlık ve çekememezlikten sizi bana karşı döndürmüş olanların tümü—ki bunlardan bir bölümü yalnızca başkalarından duyup inandıklarını yinelemişlerdir—, tüm bu insanlar uğraşılması en güç olanlardır; çünkü onları buraya getirtemem ve yakından sorgulayamam; bu yüzden kendimi savunmak için bir bakıma gölgelerle savaşmak ve yanıtlayacak kimse yokken sorgulamak zorundayım. O zaman lütfen, söylediğim gibi, karşıtlarımın iki sınıfa düştüğünü anımsayın; birinciler suçlamalarını şimdi getirmiş olan yeniler, ötekiler çok önceden getirmiş olan eskiler. Ve umarım kendimi ilkin ikincilere karşı savunmamın yerinde olduğunu kabul edeceksiniz, çünkü bunların suçlamalarını yenilerden çok daha önce ve çok daha büyük bir şiddetle yaptıklarını duydunuz. Evet, şimdi savunmamı yapmalıyım, Atinalılar, ve böylesine uzun bir zamandır kafalarınıza yerleştirilen bu iftirayı elimdeki bu kısa sürede gidermeye çalışmalıyım. Aslında eğer benim için olduğu gibi sizler için de iyi olacaksa bunu başarabilmeyi ve savunmamda başarılı olmayı isterim. Ama sanırım bu güç olacak, ve görevin doğasının ne olduğunu çok iyi anlıyorum. Ne olursa olsun Tanrının istediği olacaktır, ve şimdi yasaya boyun eğmeli ve savunmamı yapmalıyım.

Şimdi baştan alarak bana yöneltilen iftiraya yol açan ve gerçekte bana karşı bu davayı açarken Meletos'un inandığı suçlamanın ne olduğunu soracağım. Evet, suçlamacılar beni suçlamak için neler dediler? Onları sanki savcılarımmış gibi görelim, ve yeminli bildirimlerini ben okuyayım: ''Sokrates herkesin işine burnunu sokan bir suçludur, yerin altındaki ve gökteki şeyleri araştırır, zayıf uslamlamaları güçlü kılar ve yukarıda sözü edilen öğretileri başkalarına öğretir.'' Suçlamaların doğası böyle birşeydir, ve bunları Aristofanes'in komedisinde kendiniz gördünüz. Bir Sokrates sunar ki, ortalarda dolanıp havada yürüdüğünü söyler ve haklarında az ya da çok hiçbirşey bilmediğim konular üzerine bir yığın saçma sapan sözler eder. Eğer [fizikle ilgili] bu konularda bilgili olanlar varsa sanmasınlar ki bunu söylerken bu tür bilgiyi küçümsüyorum. Eğer Meletos bana karşı böylesine ciddi bir suçlama getirecek olsaydı, bu beni gerçekten çok üzerdi! Ama, ey Atinalılar, işin aslı bu [tür fiziksel] konularla hiçbir ilgimin olmadığıdır. Burada bulunanların pek çoğu bunun doğruluğuna tanıktır, ve onlara, beni söyleşilerimde dinlemiş olan pekçoğunuza sesleniyorum. Anlatın o zaman; şimdi birbirinize aranızdan birinin beni bu tür konular üzerine ister uzun uzadıya olsun isterse kısaca birşeyler söylerken duyup duymadığını söyleyin. Yanıtlarını duyuyorsunuz. Ve bundan kalabalığın hakkımda söylediği başka şeylerin de doğru olmadığını anlayacaksınız.

Ama gerçekte bunların hiç birinin doğru olmaması gibi, eğer birinden benim insanları eğittiğimi ve karşılığında para aldığımı duymuşsanız, bu da doğru değildir. Gene de, eğer biri gerçekten de insanları eğitebilirse bence bu iyi birşeydir. İşte Leontiumlu Gorgias, Keoslu Prodikus, ve Elisli Hippias. Bu insanların her biri herhangi bir kente gidebilir ve gençleri onlara karşılıksız öğretim verebilecek olan kendi yurttaşlarını bırakıp kendilerine katılmaya, bunun için para ödemeye, ve bunun üstüne bir de minnettar kalmaya inandırabilirler.

Aslında bu sıralar burada bir başka bilge, Atina'da kaldığını öğrendiğim Parioslu biri var, ve onu duymam şöyle oldu. Bir gün Sofistlere dünyalar denli para ödemiş biriyle, Hipponikus'un oğlu Kallias ile karşılaştım ve iki oğlu olduğunu bilerek şunları sordum: ''Kallias,'' dedim, ''eğer iki oğlun iki tay ya da iki buzağı olmuş olsalardı, onlara bir bakıcı bulmamız güç olmazdı. Onlara bir at yetiştirici, ya da belki de bir çiftçi tutardık ve onları kendilerine özgü üstün yanlarında güzelce ve eksiksizce yetiştirirdi. Ama insan olduklarına göre, onları kimin yetiştirmesi gerektiğini düşünüyorsun? Kim bir insanın ve bir yurttaşın erdemlerini bilir? Bu konuda düşünmüş olmalısın, çünkü oğulların var. Böyle biri var mı yok mu?'' ''Var,'' dedi. ''Kimdir o,'' dedim, ''ve nereden gelir ve öğrettikleri için ücreti nedir?'' '' Evenos'' dedi, ''Parios'tan, sevgili Sokrates, ve beş mina.'' Ve Evenos mutlu biri olmalı, dedim kendi kendime, eğer gerçekten de bu bilgelik ondaysa ve böyle alçakgönüllü bir ücretle öğretiyorsa. Eğer aynı şey bende olsaydı, en azından burnu büyük ve kendini beğenmiş biri olurdum; ama işin gerçeği benim bu tür bir bilgimin olmadığıdır, ey Atinalılar.

O zaman, Atinalılar, belki de aranızdan biri çıkıp bana şunu söyleyebilir; ''Evet, Sokrates, ama sana karşı getirilen bu suçlamaların kaynağı nedir? Yapmakta olduğun tuhaf birşey olmalı. Eğer başkaları gibi olmuş olsaydın, hakkında tüm söylentiler ve konuşmalar hiçbir zaman doğmazdı. O zaman nedir bunların nedeni, söyle ki hakkında yanlış bir yargıda bulunmayalım.'' Bu bana bütünüyle haklı görünüyor, ve bana böyle yanlış bir ün kazandırmış olanın ne olduğunu açıklamaya çalışacağım. Lütfen kulak verin. Ve belki de kimilerinize şaka yapıyor gibi görünsem de hiç kuşkunuz olmasın sizlere bütün gerçeği anlatacağım.

Atinalılar, bu ünü bana kazandıran yalnızca bir tür bilgelikten başkası değildir. Ne tür bir bilgelik diye sorarsanız, yanıtım bunun belki de insan bilgeliği olduğudur, çünkü gerçekten de bu düzeye dek bilge olduğuma inanıyorum. Buna karşı sözünü ettiğim kimselerin insan-üstü bir bilgelikleri olabilir; ama bunu nasıl tanımlayabileceğimi bilmiyorum, çünkü bende böyle bir şey yok; ve kim bunu bildiğimi söylerse yalan söylüyor ve bana karşı önyargı yaratmak için konuşuyor olacaktır. Ve lütfen burada sözümü kesmeyin Atinalılar, üstelik size övünüyor gibi görünsem bile; çünkü söyleyecek olduklarım benim kendi sözlerim değildir. Size güvenilmeye değer bulacağınız bir tanığın sözlerini aktaracağım. Bilgeliğim için—eğer buna bilgelik diyecekseniz—, ve doğası için, sizlere tanık olarak Delfi Tanrıçasını6 göstereceğim. Kairefon'u tanımış olmalısınız. Çocukluğumdan bu yana arkadaşım oldu ve ayrıca sizin demokratik partinizin de bir dostudur, çünkü yakınlarda sizlerle birlikte sürgüne gitti ve sizlerle birlikte geri döndü. Nasıl bir insan olduğunu, yaptığı herşeyde nasıl atılgan olduğunu hiç kuşkusuz bilirsiniz. Evet, bir keresinde Delfi'ye gitti ve yürekli bir biçimde biliciye—, lütfen, sizden bunları söylerken sözümü kesmemenizi istemiştim—, benden daha bilge birinin olup olmadığını sordu. Pütia Rahibesi daha bilge hiç kimsenin olmadığı yanıtını verdi. Kairefon'un kendisi öldü; ama kardeşi burada mahkemededir ve söylediklerimin gerçekliğini doğrulayacaktır.

Bundan niçin söz ediyorum? Çünkü sizlere bana karşı bu iftiranın nereden doğduğunu söyleyeceğim. Yanıtı duyduğum zaman, kendi kendime şöyle düşündüm: ''Tanrı ne demek istemiş olabilir acaba? Ve nedir bu bilmecenin yorumu? Çünkü büyük ya da küçük hiçbir bilgeliğimin olmadığını biliyorum. Öyleyse insanların en bilgesi olduğumu söylerken ne demek istemiş olabilir? Hiç kuşkusuz yalan söylüyor olamaz, çünkü bir tanrıdır; bu doğasına aykırı olurdu.'' Uzun bir süre ne demek istediğini düşünüp durdum ve sonunda soruyu bir denemeden geçirecek şu yöntemi buldum. Düşündüm ki eğer kendimden daha bilge birini bulabilirsem, rahibeye elimde onu çürüten bir kanıtla gidebilir ve ona ''İşte benden daha bilge bir insan, ama sen benim en bilge olduğumu söylemiştin'' diyebilirdim. Buna göre bilgeliği ile ünlü birine gittim ve onu gözledim—adından söz etmem gereksiz; yoklamak üzere kendisini seçtiğim insan, Atinalılar, devlet adamlarımızdan7 biriydi; kendisiyle konuşmaya başladıktan sonra aslında bilge olmadığını düşünmeden edemedim, üstelik hem başka birçoklarına hem de özellikle kendisine bilge olarak görünmesine karşın; ve sonra ona bilge olduğunu düşündüğünü, ama gerçekte olmadığını açıklamaya çalıştım. Sonuç benden nefret etmesi ve düşmanlığının orada olan ve beni dinleyen birçokları tarafından paylaşılması oldu. Böylece oradan bu adamdan daha bilge olduğumu düşünerek ayrıldım. Kendime, aslında dedim, ikimizden hiçbirinin güzel ve doğru herhangi birşey bildiğini sanmıyorum, ama o bilmezken bildiğini düşünüyor, ben bilmiyorum ve bildiğimi de düşünmüyorum. Böylece ondan salt şu küçücük noktada, bilmediğimi bildiğimi düşünmememde biraz üstün gibi göründüm. Ondan sonra bilgelik konusunda ünü ondan daha büyük bir başkasını denedim, ve aynı şeyler tam olarak bir kez daha doğru çıktı. Bunun üzerine onun ve yanısıra başka birçoklarının da düşmanlığını kazandım.

Bundan sonra birbiri ardına başkalarına gittim, ve düşmanlık yarattığımı görerek bundan üzüldüm ve korktum. Ama gene de tanrının işine herşeyden daha fazla önem vermek zorunda olduğumu düşündüm. Böylece kendime Bilicinin ne demek istediğini anlamak için birşeyler bilmekle ünlü herkese gitmeliyim dedim. Ve yemin ederim Atinalılar, Köpeğin adına ,— çünkü sizlere gerçeği söylemeliyim—görevimin sonuçları şunlardı: En ünlülerin en yetersiz kafalılar olduklarını buldum, ve daha az saygı gören başkaları ise gerçekte daha bilge ve daha iyi idiler. Size sonunda yalnızca Bilicinin çürütülemez olduğunu tanıtlamakla sonuçlanan dolaşmalarımın ve, deyim yerindeyse, ''Herkülvari'' çabalarımın öyküsünü anlatacağım. Politikacılardan sonra ozanlara gittim—trajik, ditirambik, ve her türden. Ve orada, dedim kendime, kendini hemen ele verecek ve onlardan daha bilgisiz olduğunu göreceksin. Böylece kendi yazıları arasında en inceden inceye işlenmiş pasajlardan kimilerini aldım ve birşeyler öğrenme umudu içinde onlara anlamlarının ne olduğunu sordum. İnanır mısınız, neredeyse gerçeği söylemeye utanıyorum! Ama söylemeliyim. Şiirleri üzerine kendi yaptıkları konuşmalardan daha iyisini yapamayacak tek bir insan bile yoktur. O zaman ozanların şiirlerini bilgelikle değil ama doğal olarak ve bir tür esinle yazdıklarını öğrendim—tıpkı pekçok güzel şey söyleyen, ama söylediklerinden hiçbirşey anlamayan falcılar ya da biliciler gibi. Ozanlar da bana aşağı yukarı aynı durumda göründüler; ve açıkça anladım ki, şiirlerinin gücüne dayanarak, hiç de öyle olmamalarına karşın, kendilerinin başka şeylerde de insanların en bilgeleri olduklarına inanıyorlardı. Böylece beni politikacılara üstün kılan aynı nedenle onlardan da üstün olduğumu düşünerek ayrıldım.

Sonunda el sanatçılarına gittim, çünkü diyebilirim ki hiçbirşey bilmediğimin bilincindeydim, ve onların pekçok güzel şey bildiklerini bulacağımdan emindim. Ve bunda aldanmadım, çünkü benim bilmediğim pekçok şeyi biliyorlardı, ve bu yolda hiç kuşkusuz benden daha bilgeydiler. Ama, Atinalılar, iyi zanaatçıların bile ozanlarla aynı yanılgıya düştüklerini gözledim; iyi ustalar oldukları için başka çok önemli konuları da bildiklerini düşünüyorlar ve bu eksiklik bilgeliklerini gölgeliyordu. Ve böylece kendime bilici adına şunu sordum: Ne bilgileri ne de bilgisizlikleri bende olmaksızın olduğum gibi olmayı mı isterdim, yoksa her ikisinde de onlar gibi mi? Ve kendime ve biliciye benim için olduğum gibi olmanın en iyisi olduğu yanıtını verdim.

Böylece Atinalılar, bu sorgulamalar beni en kötü ve en tehlikeli türden düşmanlar kazanmaya götürdü, ve o günden bu yana sayısız iftiraya uğradım. Bana bilge denir, çünkü beni dinleyenler her zaman başkalarında eksik olduğunu bulduğum bilgeliğin bende olduğunu sanırlar. Ama gerçek şudur ki, Atinalılar, yalnızca Tanrı bilgedir, ve bu yanıtıyla demek istediği insanların bilgeliğinin değerinin ya çok az ya da bir hiç olduğudur. Ve öyle görünüyor ki gerçekte bunu özellikle Sokrates için söylemez, ama yalnızca sanki şunu söyleyecekmiş gibi benim adımı bir örnek olarak kullanır: ''Aranızdan en bilgesi, ey insanlar, Sokrates gibi gerçekte bilgeliğinin hiçbir değerinin olmadığını bilendir.'' Ve böylece şimdi bugün bile Tanrının isteği üzerine yeryüzünde dolaşmayı sürdürür, ve ister yurttaş isterse yabancı biri olsun bilge görünen herkesin bilgeliğini araştırıp sorgularım; ve ne zaman öyle olmadığını bulsam, Biliciyi doğrulamak için ona bilge olmadığını gösteririm. Ve bu uğraş yüzünden devletin ilgiye değer sorunlarını izleyecek ya da kendi sorunlarıma ayıracak zaman bulamam, ve Tanrıya hizmetimden ötürü tam bir yoksulluk içinde yaşarım.

Ve bunlara ek olarak, en varsıl sınıflardan yapacak pek bir işi olmayan gençler kendiliklerinden yanıma gelirler; insanların sorgulanmasını dinlemek hoşlarına gider; sık sık bana öykünerek başkalarını sorgulamaya girişirler; ve sonra çabucak çok az şey bilirken ya da hiçbirşey bilmezken birşey bildiklerini düşünen çok sayıda insan bulurlar. Bu yüzden sonuçta onlar tarafından sorgulananlar kendilerine kızmak yerine bana kızarlar ve ''Bu rezil Sokrates,'' derler, ''gençleri yozlaştırıyor!'' Ve biri onlara ''ne yaparak ya da neyi öğreterek?'' diye sorduğunda, ne söyleyeceklerini bilemediklerinden verecekleri hiçbir yanıt yoktur; ama bir çıkmaza düşmüş görünmesinler diye tüm felsefecilere karşı yöneltilen el altındaki suçlamaları yinelerler—''bulutların üstündeki ve yerin altındaki şeyler'' ve ''tanrılara inanmamak'' ve ''zayıf uslamlamayı kuvvetli uslamlamaya çevirmek'' gibi. Çünkü gerçeği söylemek, biliyor görünürken hiçbirşey bilmediklerinin ortaya çıkarıldığını kabul etmek hoşlarına gitmez. Ve böylece kendi ünlerine düşkün, enerjik ve kalabalık oldukları ve hakkımda bir savaş düzeni içinde inandırıcı bir dille konuştukları için, hem çok önceden beri hem de şimdi kulaklarınızı gürültülü ve amansız iftiralarıyla doldurdular. Ve üç suçlayıcımın, Meletos ve Anitus ve Likon'un üzerime atılmalarının nedeni budur; Meletos benimle ozanlar yüzünden çekişti; Anitos el-sanatçıları ve devlet adamları adına, ve Likon söylevciler adına. Öyle ki, başında söylediğim gibi, böylesine büyütüldükten sonra bu iftirayı kısa bir zamanda tümüyle silmeyi bekleyemem. Gerçeklik, ve tüm gerçeklik budur, ey Atinalılar, ve sizlerden küçük ya da büyük hiçbir şeyi saklamadan, hiçbir şeyi örtmeden konuştum. Ve gene de çok iyi biliyorum ki konuşmadaki tam bu açıklık ve yalınlığım benden nefret etmelerinin nedenidir; ve bu bile gerçeği söylediğimin bir kanıtı değil de nedir? Bana karşı iftira bu yüzden doğmuştur, nedeni budur, ve ister şimdi ister daha sonra araştırın böyle olduğunu bulacaksınız.

Savunmamda suçlayıcılarımdan ilk kümeye karşı yeterince konuştum; şimdi ikinci kümeye dönüyorum. Bunların başında—kendi sözleriyle—o iyi insan ve yurtsever Meletos gelir. Bunlara karşı da bir savunma yapmaya çalışmam gerek, ve bırakalım kendi suçlamaları okunsun: Şuna benzer birşeydir: Der ki Sokrates suçludur, çünkü gençliği yozlaştırır ve devletin inandığı tanrılara değil, ama bunların yerine başka tinsel varlıklara inanır. Suçlama böyledir; ve şimdi tek tek her noktasını inceleyelim. Gençleri yozlaştıran bir suçlu olduğumu söyler; ama ben diyorum ki, ey Atinalılar, Meletos bir suçludur, çünkü ciddi şeyleri hafife alır ve gerçekte hiçbir zaman en küçük bir ilgisinin bile olmadığı sorunlarda sözde bir ciddiyet ve göstermelik bir kaygı ile insanları mahkemeye getirmek için sınırsız bir istek duyar. Bunun böyle olduğunu size tanıtlamaya çalışacağım.

Buraya gel Meletos, ve yanıtla: Genç kuşağın olanaklı olduğu ölçüde daha iyi olmasının çok önemli olduğunu düşünmez misin?

Evet, düşünürüm.

Öyleyse yargıçlara söyle, onları daha iyi yapan kimdir; çünkü onları yozlaştıranı bulabilmek için böylesine sıkıntıya girdiğine ve beni bu mahkemenin önüne getirip suçladığına göre, bunu biliyor olmalısın. Konuş o zaman, ve yargıçlara onları daha iyi yapanın kim olduğunu söyle. Görüyorsun Meletos, sesin çıkmıyor ve söyleyecek hiçbirşeyin yok. Ama bu çok utandırıcı değil mi, ve söylediğim gibi senin soruna hiçbir ilginin olmadığının çok önemli bir kanıtı değil mi? Konuş dostum, ve onları daha iyi yapanın kim olduğunu söyle.

Yasalar.

Ama dostum, demek istediğime yanıt bu değil. Bunları, yasaları herkesten önce bilenin, bu insanın kim olduğunu soruyorum.

Mahkemede bulunan bu yargıçlar, Sokrates.

Ne demek istiyorsun, Meletos, onların gençliği yetiştirip daha iyi yapabileceklerini mi?

Elbette.

Tümü mü, yoksa başkaları değil de yalnızca bir bölümü mü?

Tümü.

Tanrıça Here adına, bu iyi bir haber! Demek ki onları geliştiren çok sayıda insan var. Ve bizi burada dinleyenler için ne diyeceksin; onlar da gençleri eğitip geliştirirler mi?

Evet.

Ve senatörler? Evet, senatörler de.

Ama Meletos kuşkusuz meclis üyeleri onları yozlaştırmazlar değil mi—yoksa onlar da mı geliştirirler?

Onlar da geliştirirler.

O zaman öyle görünüyor ki her Atinalı, benden başka hepsi onları geliştirir ve yükseltir, ve onları yalnızca ben yozlaştırırım. İleri sürdüğün bu mu?

Evet, demek istediğim tam olarak bu.

Eğer haklıysan çok talihsizim. Peki, şimdi sana başka bir soru sorayım: Atlar konusunda ne düşünürsün? Dünyadaki herkes onlara karşı doğru davranırken yalnızca tek bir insan mı onlara zarar verir? İşin doğrusu tam tersi değil midir? Tek bir insan onlara iyilik yapabilir, ya da hiç olmazsa çok az insan bunu yapabilir: At yetiştiricileri. Ve onlarla ilgilenen başkaları ise tersine onlara zarar vermezler mi? Atlar için ve başka her hayvan için doğru olan bu değil midir, Meletos? Hiç kuşkusuz budur; sen ve Anitus evet deseniz de demeseniz de. Gençler, eğer onları yozlaştıran yalnızca bir kişi olsaydı, ve dünyanın geri kalanı onları geliştiriyor olsaydı, aslında çok mutlu olurlardı. Ama sen, Meletos, gençler üzerine hiçbir zaman düşünmemiş olduğunu yeterince gösterdin: Kaygısızlığın, bana karşı suçlamalar olarak yönelttiğin şeyler konusunda senin kendinin kaygı duymadığın ortada.

Şimdi sana bir başka sorum daha var, Meletos—Tanrı adına dinle: Hangisi daha iyidir, kötü yurttaşlar arasında yaşamak mı, yoksa iyiler arasında mı? Yanıtla, dostum. Soruda hiçbir güçlük yok. İyiler komşularına her zaman iyilik, ve kötüler her zaman kötülük yapmazlar mı?

Elbette.

Ve kendisi ile birlikte yaşayan birinden iyilik değil de kötülük görmeyi isteyen biri var mıdır? Yanıtla, sevgili dostum, yasa yanıtlamanı buyuruyor. Kötülük görmeyi isteyen biri var mıdır?

Elbette yoktur.

Pekala. Beni burada gençleri yozlaştırmak ve bozmakla suçlarken, onları bilerek mi yoksa bilmeden mi yozlaştırdığımı ileri sürüyorsun?

Bilerek olduğunu söylüyorum.

Ama tam şimdi iyilerin komşularına iyilik, ve kötülerinse kötülük yaptığını kabul etmiştin. Şimdi, bu senin üstün bilgeliğinin yaşamda böyle erkenden kabul ettiği bir gerçek, ve ben, bu yaşımda, öylesine karanlık ve bilgisizlik içindeyim ki, eğer kendisiyle birlikte yaşamam gereken bir insanı yozlaştırılacak olursam, ondan pekala zarar görebileceğimi bilmem; ve gene de onu yozlaştırır, ve üstelik, dediğin gibi, bunu bile bile yaparım. Sana inanmıyorum, Meletos, ne de sanırım dünyada başka herhangi bir insanı inandırman olanaklı. Ama ya onları yozlaştırmıyorum, ya da onları bilmeden yozlaştırıyorum; ve her iki durumda da yalan söylüyorsun. Eğer bunu amaçlamadan yapıyorsam, yasa böyle kasıtsız yanlışlıklar yapanları mahkeme karşısına çıkarmaz: Tersine, yasaya göre beni özel olarak karşına alman ve uyarıp öğüt vermen gerekirdi; çünkü açıktır ki eğer doğru öğütler almış olsaydım, kasıtsız olarak yapmakta olduğuma son verirdim. Ama senin bana söyleyecek hiçbirşeyin yoktu ve beni bilgilendirmekten kaçındın. Bunu yapmadın ve şimdi beni bir öğretim yeri değil ama bir cezalandırma yeri olan bu mahkemeye getirdin.

Dediğim gibi, Atinalılar, Meletos'un sorun hakkında az ya da çok kaygı duymamış olduğu şimdi yeterince açık. Ama gene de, Meletos, gençleri nasıl yozlaştırdığımı ileri sürüyorsun, bunu bilmek isterim. Savcandan çıkardığım gibi, sanırım onlara devletin inandığı tanrılara değil, ama onların yerine daha başka tinsel varlıklara inanmayı öğrettiğimi söylemek istiyorsun. Gençleri onlara bunları öğreterek yozlaştırdığımı söylemiyor musun?.

Evet, kesinlikle bunu diyorum.

O zaman Meletos, kendileri hakkında konuştuğumuz tanrılar adına, bana ve mahkemeye ne demek istediğini biraz daha açık olarak söyle! Çünkü ne dediğini anlayamıyorum. Başka insanlara kimi tanrıları tanımaları gerektiğini öğrettiğimi ve dolayısıyla tanrılara inandığımı ve tam bir tanrısız olmadığımı mı ileri sürüyorsun—ki bu anlamda bir suçlu olmam söz konusu olmayacaktır? Ya da yalnızca bunların kentin tanıdığı aynı tanrılar olmadığını mı demek istiyorsun—ki o zaman suçlama onların başka tanrılar olmalarıyla ilgili olacaktır. Yoksa doğrudan doğruya benim hiçbir tanrıya inanmadığımı ve başka insanlara bunu öğrettiğimi mi demek istiyorsun?

İkincisini, hiçbir tanrıya inanmadığını söylemek istiyorum.

Ne olağanüstü bir bildirim! Niçin böyle düşünüyorsun, Meletos? Başka insanlar gibi güneşin ya da ayın bile tanrı olduklarına inanmadığımı mı söylüyorsun?

Sizi temin ederim ki, yargıçlar, inanmaz: Çünkü güneşin bir taş, ayın toprak olduğunu söyler.

Aanxagoras'ı suçladığını mı düşünüyorsun, sevgili Meletos? Ve yargıçların Klazomenealı Anaxagoras'ın kitaplarının böyle öğretilerle dolu olduğunu bilmeyecek denli bilgisiz olduklarını mı sanıyor, onları bu denli mi küçümsüyorsun? Ve böylece gençlere onların güya Sokrates tarafından öğretildiğini söylüyorsun, üstelik orkestrada sık sık bunlar üzerine gösteriler varken (ki giriş olsa olsa bir drahmadır), ve paralarını ödeyip bu olağanüstü görüşlerin kendisinin olduğunu söyleyen Sokrates'e gülebileceklerken. Ve böylece, Meletos, gerçekten de hiçbir tanrıya inanmadığımı mı düşünüyorsun?

Zeus adına yemin ederim ki kesinlikle hiç birine inanmıyorsun.

Hiç kimse sana inanmayacak, Meletos, ve hiç kuşkum yok ki kendin de inanmıyorsun. Meletos'un patavatsız bir kabadayı olduğunu ve bu savcayı arsız bir delikanlılık ruhuyla yazmış olduğunu düşünmeden edemiyorum, Atinalılar. Beni denemek için bir bilmece yazmış gibi görünüyor. Bakalım bilge Sokrates benim alaycı çelişkimi anlayacak mı, yoksa onu ve geri kalanları aldatabilecek miyim? Çünkü savcasında bana açıkça kendisi ile çelişiyor gibi görünüyor: Sokrates tanrılara inanmamakla, ve gene de inanmakla suçludur. Ama bu hiç kuşkusuz dürüst bir insanın yapacağı bir suçlama değildir.

Sizlerin, ey Atinalılar, onun tutarsızlığı olarak gördüğüm şeyi irdelemede bana katılmanızı isterim; ve sen Meletos, şimdi yanıtla bizi. Ve dinleyicilere eğer alışıldık yolumda konuşacak olursam gürültü yapmamaları konusundaki isteğimi anımsatmalıyım.

Herhangi bir insan olmuş mudur ki, Meletos, insanların yaptıkları şeylerin olduğuna inansın da insanların olduğuna inanmasın? Yanıtlamasını istiyorum, ey Atinalılar, her zaman bir kesinti yaratmaya çalışmasını değil. Hiç süvariliğe inanıp ta atlara inanmayan, ya da flüt çalmaya inanıp ta flüt çalanlara inanmayan biri olmuş mudur? Hayır, dostum; kendin yanıtlamayı reddettiğine göre sana ve mahkemeye yanıtı ben vereceğim. Bunlara inanan tek bir insan olmamıştır. Ama lütfen şimdi şu soruyu yanıtla: Tinsel ve tanrısal şeylerin olduğuna inanan, ama tinlere inanmayan biri olabilir mi?

Olamaz.

Mahkemenin yardımıyla alınan bu yanıt için çok teşekkürler. Ama o zaman savcanda tinsel varlıklara inandığıma ve başkalarına onlara inanmayı öğrettiğime yemin ediyorsun—ve eski ya da yeni olmalarının hiçbir önemi yok; ne olursa olsun tinsel varlıklara inanıyorum, ve yeminli bildiriminde bunu söylüyor ve doğruluyorsun; ve gene de, eğer tinsel varlıklara inanıyorsam, tinlere ya da yarı-tanrılara inanmanın önüne nasıl geçebilirim; onlara inanmam gerekmez mi? Hiç kuşkusuz evet, ve dolayısıyla suskunluğunun onay demek olduğunu kabul edebilirim. Ama tinler ya da yarı-tanrılar nedir? Tanrılar ya da Tanrıların oğulları değil mi?

Hiç kuşkusuz.

Ama bu senin söylediğin benim gülünç bir bilmece dediğim şeyin ta kendisidir: Yarı-tanrılar ya da tinler Tanrılardır; ve ilkin Tanrılara inanmadığımı söylüyorsun; sonra yine Tanrılara inandığımı, çünkü yarı-tanrılara inanıyorum. Öte yandan eğer yarı-tanrılar tanrıların söylendiği gibi perilerden ya da başka analardan yasal olmayan oğulları iseler, eğer tanrıların oğulları iseler, o zaman tanrıların oğullarının olduğuna ama tanrıların olmadığına hangi insanoğlu inanacaktır? Benzer olarak, katırların varoluşunu ileri sürebilir, ve atların ve eşeklerin varoluşunu yadsıyabilirsin. Böyle saçmalıklar, Meletos, ancak senin tarafından beni yargılatmak için uydurulabilirdi. Bunu savcanda belirttin, çünkü beni suçlamak için işe yarar hiçbirşeyin yoktu. Ama bir parça bile olsa anlama yetisi olan hiç kimseyi tanrısal ve insanüstü şeylere inanabilen aynı insanın gene de tanrıların, yarı-tanrıların ve kahramanların olduğuna inanmadığına kandıramayacaksın.

Bana Meletos'un suçlamasına göre bir suçlu olmadığımı yeterince gösterdim gibi geliyor, Atinalılar, ve daha öte bir savunma gereksiz olacaktır; ama önceden söylediklerimin gerçek olduğunu ve yarattığım düşmanlıkların ne denli çok olduklarını oldukça iyi biliyorum. Eğer yokedilirsem beni yokeden bu olacaktır. Meletos değil, ne de Anitus, ama insanların büyük bir bölümünün haseti ve çekiştirmesi; bir olgu ki pekçok iyi insanın ölümüne neden oldu, ve büyük bir olasılıkla daha pekçoklarının ölümüne neden olacaktır; onların sonuncusu olmam gibi bir tehlike söz konusu değil.

Biri çıkıp dese ki, Seni zamansız bir sona götürebilecek bir yaşam yolunu izlemekten utanmıyor musun, Sokrates? Ona haklı olarak şu güzel yanıtı verirdim: Bunda yanılıyorsun dostum: İçinde bir dürüstlük kıvılcımı olan bir insanın ölme ya da yaşama şansını hesaplamakla uğraşmaması gerekir: Hesaplaması gereken biricik şey bir şeyi yaparken doğru mu yoksa eğri mi, iyi bir insan olarak mı yoksa kötü bir insan olarak mı davrandığıdır. Sana kalırsa onursuzluk karşısında tehlikeyi bütünüyle küçümseyerek Truva'da düşen kahramanlar, ve hepsinden önce Thetis'in oğlu, [Aşilles] birer zavallı olacaktır; o ki Hektor'u öldürme isteğiyle yanıp tutuşurken tanrıça annesi ona eğer dostu Patroklus'un öldürülmesinin öcünü alır ve Hektor'u öldürürse, ''Hektor'dan sonra Yazgı seni bekliyor'' sözlerinde kendisinin öleceğini bildirdiği zaman, bu uyarıyı dinledikten sonra tehlike ve ölümü bütünüyle küçümsedi, ve onlardan korkmak yerine onursuzluk içinde yaşamaktan ve dostunun öcünü alamamaktan korktu. ''Bundan sonra hemen ölebilirim,'' diye yanıtladı, ''yeter ki düşmanımdan öcümü alayım. Burada gemilerin yanında gülünç bir yaratık ve toprağa bir yük olarak kalmak istemiyorum.'' Aşilles ölümü ve tehlikeyi hiç düşünmüş müydü? Çünkü kişinin yeri neresi olursa olsun, ister kendi seçtiği olsun isterse bir komutanı tarafından gösterilen yer olsun, tehlike saati geldiğinde orada kalmalı, onursuzluk dışında ne ölümü ne de başka herhangi birşeyi düşünmelidir. Ve bütün bunlar, Atinalılar, hiç kuşkusuz doğrudur.

Potidaea'da ve Amfipolis ve Delium'da komuta etmek üzere seçtiğiniz generaller bana buyurduklarında, yerleştirildiğim yerde başka herkes gibi ölümle yüz yüze kalan ben, eğer şimdi, Tanrının bana felsefeci yaşamını sürdürme, kendimi ve başka insanları araştırma görevini yerine getirmemi buyurduğunu düşünür ve inanırken, ölüm korkusundan ya da başka herhangi bir korkudan yerimi terkedecek olsaydım, davranışım gerçekten de tuhaf olmaz mıydı, ey Atinalılar? Eğer ölümden korktuğum için Biliciye boyun eğmeseydim bu gerçekten de tuhaf olurdu ve tanrılara inanmamanın ve bilge değilken bilge olduğumu düşünmenin hesabını vermek için haklı olarak mahkeme önüne çıkarılabilirdim. Çünkü ölümden korkmak aslında yalnızca bilgelik taslamaktır, gerçek bilgelik değil, çünkü bilmediğini bildiğini düşünmektir; hiç kimse insanların korkularında en büyük kötülük olarak gördükleri şeyin en büyük iyilik olup olmadığını bilmez. Bu bilgisizlik utanç verici bir bilgisizlik, bilmediğini biliyor gibi görünen kibir değil midir? Ve yalnızca bu bakımdan genel olarak insanlardan ayrı olduğuma inanıyorum, ve belki de birşeyde onlardan daha bilge olduğumu ileri süreceksem, bu aşağıdaki dünya konusunda yalnızca çok az şey bilirken bildiğimi düşünmediğim olgusudur; ama ister Tanrı ister insan olsun benden daha iyi birine haksızlık yapmanın ve boyuneğmemenin kötü ve onursuz birşey olduğunu biliyorum, ve kötü olduğunu bildiğim kötü şeyler karşısında olanaklı bir iyiden hiçbir zaman korkmayacak ya da kaçınmayacağım. Bu yüzden, eğer şimdi beni bırakırsanız, ve sizlere suçlandığıma göre ölümle cezalandırılmam gerektiğini, yoksa mahkemeye bütünüyle gereksiz olarak çıkarılmış olacağımı söyleyen Anitos'u, eğer şimdi kaçacak olursam çocuklarınızın sözlerimi dinlemekle bütünüyle yozlaşacaklarını söyleyen bu adamı dinlemeyi reddederseniz, ve eğer bana bu kez, Sokrates, Anitos'a aldırmayıp seni bırakacağız, ama tek bir koşul üzerine, bundan böyle bu yolda araştırmaya ve felsefe yapmaya son vereceksin, ve eğer bir kez daha bunları yaparken yakalanırsan öleceksin derseniz, eğer beni bırakma koşulunuz bu olursa, yanıtım şu olacaktır: Ey Atinalılar, sizleri sayıyor ve seviyorum, ama sizlere olmaktan çok Tanrıya boyun eğecek ve yaşamım ve gücüm sürdükçe hiçbir zaman düşünmeye ve sizleri zorlamaya son vermeyeceğim, karşılaştığım herkese gerçeği gösterecek ve ona kendime özgü konuşma yolumda şunları söyleyeceğim: Sen, dostum,—büyük ve güçlü ve bilge Atina kentinin bir yurttaşı—en büyük parayı, en büyük onuru, en büyük şanı kazanmak için sınırsız bir kaygı göstermekten, ve hiçbir zaman saymadığın ve özen göstermediğin bilgelik ve gerçeklik ve ruhunun en büyük gelişimi konusunda böylesine az kaygılanmaktan utanmıyor musun? Ve eğer tartıştığım kişi ''Evet, ama kaygı duyuyorum'' derse, o zaman hemen gitmesine izin vermeyecek ve onu inceden inceye sorgulamaya ve sınamaya geçecek, ve eğer kendisinde hiçbir erdemin olmadığını, ama yalnızca olduğunu söylediğini bulursam, en değerli olanı değersizleştirdiği ve bayağı şeylere aşırı değer verdiği için onu kınayacağım. Ve yaşlı ya da genç, yurttaş ya da yabancı karşılaştığım herkese aynı sözleri yineleyeceğim, ama özellikle sizlere, yurttaşlarım, çünkü sizler bana daha yakınsınız. Çünkü bu bana Tanrının buyruğudur; ve inanıyorum ki kentte benim Tanrıya hizmetimden daha büyük hiçbir iyilik olmamıştır. Çünkü yapmaya çalıştığım tek şey yaşlı ya da genç tümünüzü de ilkin bedenleriniz ya da paralarınız için değil, ama herşeyin üstünde ruhunuz için ve onu olanaklı en iyi ruh yapmak için kaygı duymaya inandırmaktır. Sizlere varsıllığın erdem getirmediğini, ama erdemin hem bireyi hem de devleti varsıllık ve başka her türlü iyiliğe ulaştırdığını söylüyorum. Öğrettiklerim bunlardır, ve eğer gençliği yozlaştıran öğreti buysa, zararlı bir insanım. Ama eğer biri öğretimin bu olmadığını söylüyorsa, söylediği saçmadır. Bu yüzden, Atinalılar, ister Anitus'u dinleyin ister dinlemeyin, ister beni bırakın ister bırakmayın, ama ne yaparsanız yapın birçok kez ölmem gerekse bile yolumu hiçbir zaman değiştirmeyecek olduğumu anlayın.
Sözümü kesmeyin Atinalılar, dinleyin; beni sonuna dek dinleyeceğiniz konusunda anlaşmıştık. Söyleyeceğim birşey daha var ki, belki de bağırışlara yol açacak; ama beni dinlemenin sizler için iyi olacağına inanıyorum, ve bu yüzden lütfen gürültüyü kesmenizi istiyorum. Bilmenizi istiyorum ki, eğer ben dediğim gibi biriysem ve siz beni öldürürseniz, beni incittiğinizden çok kendinizi inciteceksiniz. Beni hiçbirşey incitmeyecek—ne Meletos ne de Anitus bunu yapabilir; bunu yapamazlar çünkü inanıyorum ki Tanrı yasası kötü bir insanın kendinden daha iyi birini incitmesine izin vermez. Anitus'un belki de onu öldürebileceğini, ya da sürgüne gönderebileceğini, ya da yurttaşlık haklarından yoksun bırakabileceğini yadsımıyorum; ve böylelikle o ve başkaları ona çok büyük bir kötülük yaptıklarını sanabilirler; ama ben aynı görüşte değilim. Çünkü şimdi yapmakta olduğu kötülüğün, haksız olarak bir başkasının yaşamını alma kötülüğünün çok daha büyük olduğuna inanıyorum.


Ve şimdi, Atinalılar, savunmamı çoğunuzun sanabileceği gibi kendi adıma değil, ama sizin adınıza yapacağım, öyle ki sizlere tanrı armağanı olan beni mahkum ederek bir yanlışlık yapmayasınız. Çünkü eğer beni öldürürseniz, gerçi bunu söylemek tuhaf olsa da, tanrı tarafından devletin başına sarılmış benim gibi bir başkasını daha kolay kolay bulamayacaksınız; devlet büyük ve soylu bir at gibidir ki, tam bu büyüklüğünden ötürü devimlerinde ağırdır ve onu irkitecek atsineği gibi birşeye gereksinir. Ben Tanrının devletin başına sardığı o atsineğiyim, ve gün boyunca ve her yerde sürekli olarak üzerinize yapışır, sizi uyandırır, inandırır, ve kınarım. Benim gibi bir başkasını kolay kolay bulamazsınız, ve bu yüzden sizlere beni sakınmanızı salık veririm. Uykudan birden uyandırılan biri gibi canınızın sıkıldığını duyabilir, ve Anitus'un öğütlediği gibi kolayca beni bir vuruşta ezebileceğinizi düşünebilirsiniz; ama o zaman yaşamlarınızın geri kalanı boyunca uyuyacaksınız, ta ki Tanrı sizlerden kaygılanarak bir başka atsineği gönderinceye dek. Size sizin için Tanrının armağanı olduğumu söylediğim zaman, bu ödevin tanıtı şöyledir: Eğer başka insanlar gibi olmuş olsaydım, tüm kaygılarımı gözardı etmemem ya da bütün bu yıllar boyunca sizin çıkarlarınızı gözetirken kendiminkilerin gözardı edilişini dayançla seyretmemem gerekirdi; sizlere tek tek bir baba ya da büyük kardeş gibi gelip erdem için özen göstermenizi öğütlememem gerekirdi; böyle davranış insan doğasına aykırıdır. Eğer herhangi birşey kazanmış olsaydım, ya da eğer öğütlerim karşılığını vermiş olsaydı, bunları yapmamda bir anlam olurdu; ama, kendinizin de görebildiğiniz gibi, suçlayıcılarım yüzleri kızarmadan bana başka her türlü suçu yüklemelerine karşın herhangi bir kimseden ödemede bulunmasını beklediğimi ya da bunu istediğimi söyleyemezler; bunun için hiçbir tanıkları yoktur. Ve söylediğimin gerçekliği için yeterince güçlü bir tanığım var—yoksulluğum.

Kimileri niçin ortalarda dolaşıp kişisel öğütler verdiğimi ve başkalarının kaygıları ile oyalandığımı, ama kamu toplantılarınıza katılıp devlete önerilerde bulunmadığımı merak edebilir. Size nedenini söyleyeceğim. Bana gelen ve Meletos'un savcasında alay konusu yaptığı tanrısal ve tinsel bir sesten çeşitli zamanlarda ve çeşitli yerlerde söz ettiğimi duymuşsunuzdur. Bana ilkin çocukluğumda gelmeye başlayan bu ses ne zaman gelse beni yapmayı düşündüğüm şeyde durdurur, ama hiçbir zaman birşey yapmamı buyurmaz. Politikayla uğraşmamın önüne geçen şey budur. Ve sanırım haklı olarak. Çünkü hiç kuşkum yok ki, ey Atinalılar, eğer geçmişte politik işlerle uğraşmış olsaydım, çoktan yokolmuş olurdum, ve ne sizlere ne de kendime bir yararım olurdu. Ve size gerçeği söylememden rahatsız olmayın; çünkü gerçek şudur ki, size ya da başka herhangi bir kümeye karşı çıkıp bir devlette yapılan yasasız ve haksız işlere karşı dürüst olarak çabalayan hiçbir insan yaşamını kurtaramayacaktır; hak için döğüşecek olan, eğer kısa bir zaman için bile yaşayacaksa, kamusal bir kişi değil ama bağımsız bir birey olmalıdır.

Size dediklerimin inandırıcı kanıtını verebilirim, yalnızca sözlerde değil, ama çok daha fazla değer verdiğiniz şeyde—eylemlerde. Yalnızca başıma gelen birkaç şeyi anlatmama izin verin, ve hiçbir zaman ölüm korkusundan haksızlığa boyun eğmediğimi, ve boyun eğmektense hemen ölmeye hazır olduğumu göreceksiniz. Size mahkemelerden belki de çok ilginç olmayan ama gene de gerçek olan bir öykü anlatacağım. Yaptığım biricik devlet görevi, Atinalılar, senatörlüktü. Antiokhis soyu, ki benim soyumdur, Arginusae savaşından sonra düşenlerin bedenlerini toplamayan generallerin mahkemesinde başkanlığı üstlenmişti; ve onları, daha sonra hepinizin yasadışı olduğunu kabul ettiğiniz bir yolda toplu olarak yargılamayı önermiştiniz; ama o zaman başkanlar arasında bu yasadışı tutuma karşı çıkan yalnızca ben oldum ve oyumu size karşı kullandım; ve konuşmacılar beni suçlayıp hemen orada tutuklamakla tehdit ettikleri ve sizler bağırarak bunu yapmaları gerektiğini söylediğiniz zaman, hapis ya da ölüm korkusuyla haksızlığınıza katılmaktansa benden yana olan yasa ve türe adına riski göze almaya karar verdim. Bu demokrasi günlerinde oldu. Ama Otuzlar oligarşisi erke geldiği zaman, bana ve rotundadaki başka dört kişiye daha haber salarak ölümle cezalandırmayı düşündükleri Salamisli Leon'u Salamis'ten getirmemizi buyurdular. Bu her zaman suçlarına olabildiğince çok sayıda insanı karıştırabilme amacıyla verdikleri buyruk türünün bir örneğiydi; ve o zaman, eğer anlatımı kullanmama izin verilirse, ölüme aldırmadığımı, ve büyük ve biricik kaygımın haklı olmayan ya da kutsal olmayan hiçbirşey yapmamak olduğunu sözde değil ama eylemde gösterdim. Çünkü o ezici erkin güçlü kolu korkutarak bana haksız hiçbirşey yaptıramazdı; ve rotundadan çıktığımız zaman öteki dördü Leon'u tutuklamak için Salamis'e giderken ben sessizce eve gittim. Eğer Otuzların erki kısa bir süre sonra devrilmemiş olsaydı bu yüzden yaşamımı yitirebilirdim. Ve pekçok insan sözlerime tanıklık edecektir.

Şimdi eğer kamu yaşamına katılmış olsaydım ve iyi bir insan olarak her zaman doğruyu ileri sürmüş ve herşeyden önce yapmam gerektiği gibi haklı olanı savunmuş olsaydım, gerçekten de tüm bu yıllar boyunca sağ kalabilir miydim sizce? Gerçekten de hayır, Atinalılar, ne ben ne de bir başkası. Ama ister kamusal isterse kişisel olsunlar tüm eylemlerimde her zaman aynı kaldım, ve ne iftiracılarımın izleyicilerim olarak adlandırdıkları kimselere, ne de başkalarına karşı bir uyuşumculuk tutumuna girmedim. Herhangi bir düzenli öğrencim de olmuş değildir. Ama eğer ister genç ister yaşlı olsun herhangi biri görevimi yaparken gelip beni dinleyecek olursa, dışlanmaz. Ne de yalnızca ödemede bulunanlarla söyleşide bulunmam diye birşey söz konusudur; tersine, ister varsıl ister yoksul olsun herkes bana soru sorabilir ya da yanıt verebilir ve sözlerimi dinleyebilir; ve sonunda ister kötü ister iyi bir insan olsun, her iki durumda da bunun sorumluluğu haklı olarak bana yüklenemez; çünkü hiçbir zaman herhangi birşey öğretmedim ve öğretmeyi ileri sürmedim. Ve eğer biri benden kişisel olarak tüm dünyanın işitmemiş olduğu herhangi birşeyi öğrendiğini ya da işittiğini söyleyecek olursa, söylediğinin doğru olmadığından kuşkunuz olmasın.

Ama bana ''Niçin kimi insanlar zamanlarının çoğunu seninle birlikte geçirmekten hoşlanıyorlar?'' diye sorulacaktır. Size daha şimdiden bu konudaki bütün gerçeği söyledim, Atinalılar: bilge olduklarını düşünen ama öyle olmayanları nasıl sorguya çektiğimi dinlemeyi severler; bunda eğlenceli bir yan vardır. Dediğim gibi Tanrı bana insanları sorguya çekme görevini verdi; ve bunu yapmam biliciler ve düşler tarafından, ve tanrısal gücün istencinin herhangi birine anıştırıldığı her yolda imlendi. Bu, Atinalılar, hem doğrudur hem de kolayca sınanabilirdir. Eğer gençleri yozlaştırıyorsam ya da yozlaştırmakta idiysem, aralarından şimdi büyümüş ve gençlik günlerinde onlara kötü öğütler vermiş olduğumu anlamış olanlar suçlayıcılar olarak ortaya çıkmalı ve öçlerini almalıdırlar; ya da eğer kendileri gelmeyi istemiyorlarsa, akrabalarından, arkadaşlarından, babalarından, kardeşlerinden ya da başka yakınlarından birileri ailelerinin benden hangi kötülüğü gördüğünü söylemelidir. Bunun zamanı şimdidir. Onlardan pekçoğunu mahkemede görüyorum. İşte benimle aynı yaşta ve aynı mahalleden olan Kriton; ve ayrıca oğlu Kritobulus'u da görüyorum. İşte yine Aeskhines'in babası Sphettuslu Lisanias—o da burada; ve ayrıca Epigenes'in babası olan Kephisuslu Antifon; ve tanıdığım pekçoklarının kardeşleri. Theosdotides'in oğlu Nikostratus, ve Theodotus'un kardeşi (şimdi Theodotus'un kendisi öldüğüne göre ne olursa olsun onun konuşmasının önüne geçemeyecektir); ve orada Demodokus'un oğlu ve Theages'in kardeşi olan Paralus; ve Ariston'un oğlu Adeimantus ve kardeşi Platon; ve Apollodorus'un kardeşi Aentodorus'u da görüyorum. Başka birçoklarından da söz edebilirdim, ki bunlardan kimilerini konuşması sırasında Meletos'un tanık olarak göstermesi gerekirdi; ve eğer unutmuşsa gene de gösterebilir, ona yerimi bırakacağım. Ve eğer böyle bir kanıtı varsa, hiç durmasın söylesin. Hayır, Atinalılar, gerçek bunun tam tersidir. Çünkü onların tümü de—Meletos'un ve Anitus'un deyimiyle—yozlaştırıcıdan yana, en değerli ve en yakın akrabalarını incitenden yana tanıklık etmeye hazırdır; yalnızca yozlaştırılan gençlik değil—çünkü beni desteklemeleri için bir güdü olabilir—, ama yozlaştırılmamış yaşlı akrabaları da. Niçin tanıklıkları ile beni desteklesinler? Bunun nedeni gerçeklik ve doğruluk uğruna olmanın dışında, benim gerçeği söylediğimi ve Meletos'un yalancı olduğunu bilmelerinin dışında başka birşey olabilir mi?

Evet Atinalılar, savunmam için söyleyebileceğimin tümü bu ve buna benzer şeyler. Gene de bir söz daha ekleyebilirim. Belki de aranızdakilerden biri kendisinin benzer bir durumda, ya da üstelik daha da az dramatik bir durumda, yargıçlara nasıl yaşlı gözlerle yalvarıp ricalarda bulunduğunu, nasıl duygulandırıcı bir tavırla çocuklarını ve onların yanısıra daha birçok akrabasını ve dostunu mahkemeye gösterdiğini anımsadığında, benim büyük bir olasılıkla yaşamım tehlikedeyken böyle şeylerden hiç birini yapmayacağımı gördüğünde bana gücenebilir. Zıtlığı gören biri belki de bana karşı dönebilir ve bu noktada benden hoşlanmayarak öfke ile bana karşı oy verebilir. Şimdi, eğer aranızda böyle bir insan varsa,—lütfen dikkat edin, var demiyorum—, ona haklı olarak şu yanıtı veriyorum: Dostum, ben bir insanım, ve başka insanlar gibi etten ve kemikten bir yaratığım, Homer'in dediği gibi, ''tahtadan ya da taştan'' değil ama insan ana babadan doğdum ve sonuç olarak akrabalarım var; ve evet Atinalılar, bir ailem, üç oğlum var, biri hemen hemen yetişkin, ve öteki ikisi henüz genç; ve gene de sizlerden bir bağışlama dilenmek için onlardan hiç birini buraya getirmeyeceğim. Ve niçin mi getirmeyeceğim? Herhangi bir dikbaşlılıktan ya da sizlere saygısızlıktan değil. Ölümden korkup korkmadığımın bu konuyla hiç ilgisi yok. Ama, kamu oyuna duyduğum saygı yüzünden böyle bir davranış bana benim kendim için, sizler için ve bütün devlet için utandırıcı görünüyor. Benim yaşıma ulaşan ve hak etmiş olsun ya da olmasın bir bilgenin ününü taşıyan biri için bu yöntemleri kullanmak doğru olmaz. Çünkü ne olursa olsun dünya Sokrates'in herhangi bir yolda başka insanların çoğundan üstün olduğuna karar vermiştir. Ve eğer aranızda bilgelik ve yüreklilikte ve herhangi bir başka erdemde daha üstün olduğu söylenenler böyle yaparak kendilerini bayağılaştıracak olurlarsa, davranışları nasıl utandırıcı olur! Mahkum edildiklerinde çok tuhaf davranışlar gösteren birçok ünlü insan gördüm; eğer ölecek olurlarsa başlarına korkunç birşey geleceğini, ve eğer yaşamalarına bir izin verecek olursanız ölümsüz olacaklarını sanıyor gibi göründüler; ve bana kalırsa böyle şeyler kentimizin onurunu düşürür, ve yolu buraya düşecek bir yabancıya Atina'nın en seçkin erkeklerinin, onlara Atinalıların kendileri tarafından onur ve yetki verilmesine karşın, kadınlardan daha iyi olmadığını düşündürür. Ve diyorum ki aramızda bir saygınlığı olanlar tarafından bu tür şeylerin yapılmaması gerekir; ve eğer yaparlarsa, onlara izin vermemeniz gerekir; tersine, acıklı bir sahne yaratan ve kenti gülünç düşüren insanı mahkum etmeye sessizce davranan birinden daha hazır olduğunuzu göstermelisiniz. Ama saygınlık sorununu bir yana atarsak, bir yargıcı bilgilendirmek ve inandırmak yerine ondan bir iyilik istemede, ve böylece bir bağışlanma elde etmede sanırım yanlış birşey vardır. Çünkü onun ödevi bir türe armağanı sunmak değil, ama yargıda bulunmaktır; ve kendi keyfine göre değil ama yasalara göre yargıda bulunacağına yemin etmiştir; ve ne biz sizi bu yemini bozma alışkanlığında yüreklendirmeli, ne de siz kendinize bu alışkanlığa kapılma iznini vermelisiniz, bu sizin de bizim de inancımıza aykırıdır. O zaman benden onursuz ve yanlış ve inancıma aykırı gördüğüm şeyleri yapmamı istemeyin, özellikle şimdi, Meletos'un savcası üzerine dinsizlikle suçlanmakta olduğum sırada. Çünkü, Atinalılar, eğer sizi dileklerin gücüyle inandırırsam ve yeminlerinizi çiğnemeye zorlarsam, o zaman size hiçbir tanrının olmadığını öğretiyor, ve kendi savunmamda gerçekte kendimi onlara inanmamakla suçluyor olacağım. Ama durum böyle değildir ve bunu yapmanın çok uzağındayım. Çünkü tanrıların varlığına inanıyor, ve suçlayıcılarımdan herhangi birinin onlara inandığından çok daha yüksek bir anlamda inanıyorum. Ve davamı sizin için ve benim için en iyi yolda belirlemeniz üzere sizlere ve Tanrıya bırakıyorum.
 

Etiketler
Ynt: Sokrates Kimdir ve Savunması

Sokratesçi okullar

Yunan felsefesinin en büyük filozofu Sokrates’in ölümünün ardından onun anısını canlı tutmak için eserler kaleme alındığı gibi bazı okullar da kurulmuştur. Bu kuruluşların hepsi de Sokrates’in düşünsel anlamda gerçek izleyicileri olma savıyla kurulmuştur. Bu okullar arasında “Megara Okulu”, ”Kinik Okulu”, ”Kirene Okulu”, “Elis-Eretria Okulu” sayılabilir. Bu okullar, Sokrates’in, gerek kişilik özelliklerinden, gerekse düşüncelerinden çok derin biçimde etkilenmişlerdir.

M.Ö. 4. yüzyılın başlarında Sokrates’in ilk öğrencilerinden Megaralı Eukleides, Megara Okulu’nu kurmuştur. Bu okul felsefedeki yerini daha çok Aristoteles eleştirileri ve mantık alanında yaptığı katkılarla belirlemiştir. Atina'lı Antisthenes ve Sinop'lu Diogenes’in öncülüğünü ettiği bir diğer Sokratesçi kuruluş ise Kinik Okulu’dur. Bu okul bireyin erdem ile mutluluğa ulaşabilmesi için kendi kendiyle yetinip, tüm yapay gereksinimlerinden sıyrılması gerektiğini savunur. Aristippos tarafından kurulan Kirene Okulu ise Kinik Okulu ile taban tabana zıt düşünceleri savunur. Sokrates’in sürekli sözünü ettiği erdem üstüne kurulu mutluluğun tat almada, bütün haz yaşantısında olduğu düşünülmektedir. Kirene Okulu’nun savunduğu bu temel görüş “haz” anlamına gelen Yunanca’daki “hedone ” sözcüğünden türeyerek “hazcılık” (hedonizm) diye anılan felsefe öğretisinin de ilk örneğidir. Elis-Eretria Okulu ise Sokrates’in ölümünün hemen ardından öğrencisi Elisli Phaidon tarafindan kurulmuştur. Sokrates’in izinden giden tüm okullar gibi bu okul da ahlak felsefesini başköşeye yerleştirmiştir. Bu felsefe okulu aynı zamanda Sokrates’in soylu yaşamını, bu yaşamdan alınacak dersleri ve insan yaşamında felsefenin yerini vurgulamak üzere kurulmuştur.

Kısacası Sokrates, gerek eski dünya düşünürlerinin, gerekse yakın tarih düşünürlerinin anlamaya ve çözmeye çalıştıkları bir efsane olmuştur. Ölümünden sonra insanlar onu anlamaya çalıştıkça bu efsane genişleyerek günümüze kadar gelmiştir.
 

Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
103,744
Mesajlar
1,523,058
Kayıtlı Üye Sayımız
166,559
Kaydolan Son Üyemiz
Sercantetik

Çevrimiçi üyeler

SON KONULAR



Geri
Üst