Aslında ta yılbaşından beri kafamda Sinop' a gidip Diojen'le iki çift laf edip sonra Amasya, Tokat filan deyip bir tur atmak vardı ama, olmadı gitti vesselam.
Fakat kaşıntı da artık rahatsız etmeye başladı. Bizim buralarda Dalyan'dı, Bostancı'ydı, Tuzla'ydı diye kendimi kandırmaya çalıştım ama nafile. Neticede yaşantımın geçtiği yerlerde gecelemek biraz çocuk kandırmak gibi oluyor.
Sonra " gezenbilir " de şu kış kampı fikri çıkınca ortaya " hah!... işte bu fırsat kaçmaz..." dedim ve üç gün öncesinden direksiyona geçip yönümü o tarafa yani Bolu Aladağlar'a çevirdim.
Ama tabii öyle çık yola, bas gaza değil. Vur dağlara, karlara, kal oralarda mahsur şeklinde... Görüp yaşayacaklarım varmış.
İlk akşam İzmit şehir içinde üniversite gençliğinin, gençliklerini ve özgürlüklerini yaşadığı merkezde bir otoparkta geçirdim. Canım öyle çekti çünkü yıllardan beri İzmit'ten geçip dururum ama içine girmişliğim yoktu. Yıllaaar sonra ben mi yaşlandım İzmit' mi gençleşmiş bilmem, biraz anason, biraz duman eşliğinde keyif yaparken karlar düşmeye başladı.
Adamo'nun " tombe la neige " isimli parçasının romantizmi bugünkü flash bellek gençliğine fazla ağır ve ağdalı gelse de, benim gibi gramofonun son deminden 33 lüğe, derken 45 liğe geçiş yapmış olanlar için müziğin dışında çok başka şeyler ifade eder.
Kar yağıyor, aracın derecesi -3 ü gösteriyor.
Umurumda değil, nasıl olsa daha önce Dereköy'de ailecek eksi 17,5 derecede tecrübemizi yapmışız. 45-50 santimlik hiç bozulmamış karda aracı denemişiz. Güvenim tam, içim rahat.
Eh uyumuşum tabii.
Sabahleyin 2-3 cm lik bir kar vardı, ben de truma kombinin konforuyla gece uykumun üzerine keyifli bir kahvaltı yaptım sonra şöyle bir haritaya göz gezdirdim. Baktım, yakınlarda Yuvacık barajı var hem gittiğimi de hatırlamıyorum. Tamam o zaman dedim, ilk hedef Yuvacık barajı. Yalnız hava raporu özellikle Kocaeli civarında kuvvetli kardan bahsediyor, bu durumda yollarda kalmak dahil her şeyi düşünmeliyim.
Araç deposu tam dolu,100 litre, truma nın gazı tamam, 33 litre, çeki halatı tamam, zincir de tamam ama kim takacak, nevale tamam ... Eveeet kazasız belasız mahsur kalabilirim.
Yuvacık barajı yakın, ama kar zaman zaman şiddetini arttırıyor, barajı bir yarım tur yapıp karşıma çıkan yol ayrımında, yola köy yollarından devam edip Sapanca taraflarına inip orada gecelemeyi düşünüyorum.
Daha doğrusu düşünüyordum kiiii, tabelasını göremediğim küçük bir köyün içinden geçip yokuş aşağı inerken, üstelik gayet de dikkatli inerken araç birden kaymaya başladı. Birinci viteste, elim el freninde, ayağımın ucuyla frene dokundum, dokunmadım gibi iniyorum. Lastiklerim yepyeni ve hem kış hem çamur lastiği diye geçen cinsten ama politikacıların yalan duaları gibi.
Öyleymiş de değilmiş gibi, varmış da yokmuş gibi...
Yol daha önce temizlenmiş ama yeni yağan kar yine bir on santimlik kar yapmış, kenarlarda ise yarım metreden fazla kümelenmiş durumda.
İyi ki de öyle.
Kaymaya başladım, sağ sol yaparak el frenini biraz daha çekerek yavaşlamaya çalıştım ama nafile, araç altımdan kayıyor. Kontrol etmem mümkün değil ve baktım olacak gibi de değil aracın burnunu yüksek olan yere doğru çevirip el frenini biraz daha çektim ve aşağı yukarı 5 metrelik genişliği kalmış olan yolda olduğum yerde ters yöne dönüp aracın sağ arkasından kenarda birikmiş olan kar kümesine yaslayıp durdum.
İyi güzel durdum da... Şimdi ne olacak ? Zaten 4x4 konumunda olan aracın pek yerinden kımıldamaya niyeti yok. Bu sefer arka diferansiyel kilidini devreye soktum. Biraz biraz bu sefer yokuş yukarı olmak üzere kıpırdamaya başladı. İleri geri derken bir kaç metre ilerledim ve tekrar patinaj başladı ve tekerlekler ileri doğru dönerken geri geri kaymaya başladım.
Hemen karar verip tekrar direksiyonu sertçe kırarak ve yine olduğum yerde dönerek aracın yönünü yokuş aşağı getirdim ve hemen karlara sapladım. Çünkü kontrol edemiyorum.
Buraya gelene kadar kilometrelerce geldim yokuş çıktım, yokuş indim fakat burada durum farklı. İnip yola bakmaya karar verdim.
Sol tarafım kümelenmiş karlara yaslı olduğundan şoför kapısını açamadığım için sağ taraftaki kapıdan aşağıya indim. Daha ikinci adımda kendimi yerde buldum ve sol kolum ve omzum çok kötü oldu.
İki üç dakika kadar yerde kıvrandım. Doğrusu bu canımı sıkmıştı zira kolumu oynatamaz haldeydim ve acı çoktu gerçekten. Zorla ayağa kalktım ve araca tutunmak üzere uzanırken bu sefer ayaklarım tümden yerden kesildi kafa üstü çakıldım.
Neyse, ender olarak kullandığım kafam kalındır zaten fakat sol omzum ve kolum kötü. Üstelik o, şimdi daha çok lazım. Bu sefer yerde sürünerek araca tutunup, ilk önce dizlerimin üstüne, sonra sağ elimle kapı koluna tutunup kendimi içeri attım.
Yahu tamam, biraz heyecan iyi de, bu yaştan sonra bu kadarı fazla.
Hemen bir ağrı kesici alıp bir sigara yaktım ve düşünmeye başladım.
Yerimden hiç kıpırdamamak da vaaar, biraz düzgün bir alan bulmak için şansımı denemek de var. Zira kolumun ve omzumun durumunu bilmesem de acıya katlanabiliyorum şimdilik ve başka büyük bir sorun yok ancak araç hem öne doğru hem de yaslandığım sol tarafa doğru bayağı eğimli. Saatleri böyle geçirmek çok sıkıntılı olur.
Yoklamaya karar verdim, sol elimi sağ elimin yardımıyla direksiyona yerleştirip, sağ elimle vitesi ileri geri yaparak, 4x4 artı diferansiyel kilidinin de yardımıyla, ileri geri aracı sallamaya başladım ki ancak patinajla oyduğum yerde aracın kendi ağırlığından faydalanarak ve yokuş aşağı bulunduğum yerden kurtulabilirim. Zira sol taraftaki kar kümesinin içine araç iyice gömülmüş durumda. Bu arada bir de kıpırdarsam tekrar nasıl duracağımı düşünüyorum.
Yokuşun alt tarafında biraz düzlük filan… Yok, görünmüyor. Zaten görüş mesafesi de yok.
Aracı ileri geri sallaya sallaya bulunduğu yerden çıkarttım ama hemen tekrar kaymaya başladı, tekrar direksiyonu çıktığım sol tarafa kırdım ve birkaç metre sonra yine olduğum yerde ters dönüp bu kez yine sağ arka tekerlek karlara gömüldü ve durdum.
Bu sefer aynı eğim ters yönde olacak şekilde kaldım. Vaziyet kötü, ya böyle kalacağım, ya zincir takıp öyle deneyeceğim. Bu omuz ve kolla zincir takmam mümkün değil.
Çaresiz, kadeh eğimli ama anason nasıl olsa içinde düz duracak hesabını yapmaya başladım.
Bir teknik arıza olmadıktan sonra en az bir hafta rahatça yaşarım, yalnız şu omzum… Kötü anasını satiim, kötü acıyor.
Eeee kendi düşen ağlamaz moruk, hiç sızlanmaya hakkın yok. Tamam laf yok. Böyle.
Derken… İleride yokuşun başında bir araba göründü, hemen selektör yaptım. Bilmeden yokuşa girerse anlayıp dinleyene kadar üstüme çıkıp öyle durabilir.
Yokuşun başında durdu, tam seçemesem de içinden dört kişi indi, bakınmaya başladılar. Birkaç dakika orada öyle kaldıktan sonra aşağı, bana doğru yürümeye başladılar.
Ne yalan söyleyeyim sevindim tabii, zira kolum daha kötü olursa gerçekten yardıma ihtiyacım olabilir.
Bana doğru gelirlerken benim kaymaya başladığım yerde hepsi patır patır düşmeye başladılar. Ve tekrar tekrar düştüler ama onlar kahkaha atıyorlardı.
Geldiler… Pencereyi açtım.
Selamün aleyküm daaa! diye bir neşe patlamasıyla karşılaştım. Yaşımı başımı görünce “ dayı, ne araysun bu havada, buralarda daa ? “ sorusuna ne cevap vereceğimi pek bilemedim.
“ Eeee ben biraz deliyim de, ya siz Karadeniz’den buralara gelmek için bu havayı mı seçtiniz ? “ diye topu üzerimden attım.
“ Yok daa. Biz buralıyız, yani aslen Trabzon’luyuz da, mangal yakıacaaz daa, aşağıda mangala gidiyoruz… “
İçimden, hah dedim oldu şimdi, delinin yanına zır deli yakışır.
“ Arkadaş, şurası çok kayıyor, arabayı indirirken çok dikkat edin, aman haa ! “
“ Uşaklar burada kızak kayii, ondan burası böyle “ der demez, diğer yollarla aradaki buzlanma farkının nedeni ortaya çıktı.
Onların da yardımıyla benim aracı tekrar çevirip, ben önde, onlar arkada yola düştük. Uzun bir süre ben sorun yaşamadım ama onları yokuş sonlarında bekledim. Zira yokuş yukarı dört kişi inip araçlarını iterek yol alabiliyorlardı.
Uzun lafın kısası az gittik uz gittik akşamı ettik ve bir yere varamadık, sonunda muhtara telefon edip kepçe, mepçe ne varsa istediler.
Zira virajlı bir yokuşta ben, benden epey geride onlar kala kaldık yine. Sebep yine buzlanma.
Onların, kendileriyle dalga geçen arkadaşlarıyla telefon görüşmelerini dinleyerek aşağı yukarı iki saat kadar bekledik.
Konuşmalar şu minvalde…
“ Ha bu uşakların aklına uyduk daa… Ben dedum gitmeyelum diye, yok ille mangal yakacaalarmış… Otur evinde, iç çayını zıkkımlan, ha burda geberip gideceğuz… Muhtara filan haber verun… Elli oyumuz var daa… “
Gülüyorum, güldükçe omzum acıyor.
Nihayet koca bir grayder geldi.
Fakat kaşıntı da artık rahatsız etmeye başladı. Bizim buralarda Dalyan'dı, Bostancı'ydı, Tuzla'ydı diye kendimi kandırmaya çalıştım ama nafile. Neticede yaşantımın geçtiği yerlerde gecelemek biraz çocuk kandırmak gibi oluyor.
Sonra " gezenbilir " de şu kış kampı fikri çıkınca ortaya " hah!... işte bu fırsat kaçmaz..." dedim ve üç gün öncesinden direksiyona geçip yönümü o tarafa yani Bolu Aladağlar'a çevirdim.
Ama tabii öyle çık yola, bas gaza değil. Vur dağlara, karlara, kal oralarda mahsur şeklinde... Görüp yaşayacaklarım varmış.
İlk akşam İzmit şehir içinde üniversite gençliğinin, gençliklerini ve özgürlüklerini yaşadığı merkezde bir otoparkta geçirdim. Canım öyle çekti çünkü yıllardan beri İzmit'ten geçip dururum ama içine girmişliğim yoktu. Yıllaaar sonra ben mi yaşlandım İzmit' mi gençleşmiş bilmem, biraz anason, biraz duman eşliğinde keyif yaparken karlar düşmeye başladı.
Adamo'nun " tombe la neige " isimli parçasının romantizmi bugünkü flash bellek gençliğine fazla ağır ve ağdalı gelse de, benim gibi gramofonun son deminden 33 lüğe, derken 45 liğe geçiş yapmış olanlar için müziğin dışında çok başka şeyler ifade eder.
Kar yağıyor, aracın derecesi -3 ü gösteriyor.
Umurumda değil, nasıl olsa daha önce Dereköy'de ailecek eksi 17,5 derecede tecrübemizi yapmışız. 45-50 santimlik hiç bozulmamış karda aracı denemişiz. Güvenim tam, içim rahat.
Eh uyumuşum tabii.
Sabahleyin 2-3 cm lik bir kar vardı, ben de truma kombinin konforuyla gece uykumun üzerine keyifli bir kahvaltı yaptım sonra şöyle bir haritaya göz gezdirdim. Baktım, yakınlarda Yuvacık barajı var hem gittiğimi de hatırlamıyorum. Tamam o zaman dedim, ilk hedef Yuvacık barajı. Yalnız hava raporu özellikle Kocaeli civarında kuvvetli kardan bahsediyor, bu durumda yollarda kalmak dahil her şeyi düşünmeliyim.
Araç deposu tam dolu,100 litre, truma nın gazı tamam, 33 litre, çeki halatı tamam, zincir de tamam ama kim takacak, nevale tamam ... Eveeet kazasız belasız mahsur kalabilirim.
Yuvacık barajı yakın, ama kar zaman zaman şiddetini arttırıyor, barajı bir yarım tur yapıp karşıma çıkan yol ayrımında, yola köy yollarından devam edip Sapanca taraflarına inip orada gecelemeyi düşünüyorum.
Daha doğrusu düşünüyordum kiiii, tabelasını göremediğim küçük bir köyün içinden geçip yokuş aşağı inerken, üstelik gayet de dikkatli inerken araç birden kaymaya başladı. Birinci viteste, elim el freninde, ayağımın ucuyla frene dokundum, dokunmadım gibi iniyorum. Lastiklerim yepyeni ve hem kış hem çamur lastiği diye geçen cinsten ama politikacıların yalan duaları gibi.
Öyleymiş de değilmiş gibi, varmış da yokmuş gibi...
Yol daha önce temizlenmiş ama yeni yağan kar yine bir on santimlik kar yapmış, kenarlarda ise yarım metreden fazla kümelenmiş durumda.
İyi ki de öyle.
Kaymaya başladım, sağ sol yaparak el frenini biraz daha çekerek yavaşlamaya çalıştım ama nafile, araç altımdan kayıyor. Kontrol etmem mümkün değil ve baktım olacak gibi de değil aracın burnunu yüksek olan yere doğru çevirip el frenini biraz daha çektim ve aşağı yukarı 5 metrelik genişliği kalmış olan yolda olduğum yerde ters yöne dönüp aracın sağ arkasından kenarda birikmiş olan kar kümesine yaslayıp durdum.
İyi güzel durdum da... Şimdi ne olacak ? Zaten 4x4 konumunda olan aracın pek yerinden kımıldamaya niyeti yok. Bu sefer arka diferansiyel kilidini devreye soktum. Biraz biraz bu sefer yokuş yukarı olmak üzere kıpırdamaya başladı. İleri geri derken bir kaç metre ilerledim ve tekrar patinaj başladı ve tekerlekler ileri doğru dönerken geri geri kaymaya başladım.
Hemen karar verip tekrar direksiyonu sertçe kırarak ve yine olduğum yerde dönerek aracın yönünü yokuş aşağı getirdim ve hemen karlara sapladım. Çünkü kontrol edemiyorum.
Buraya gelene kadar kilometrelerce geldim yokuş çıktım, yokuş indim fakat burada durum farklı. İnip yola bakmaya karar verdim.
Sol tarafım kümelenmiş karlara yaslı olduğundan şoför kapısını açamadığım için sağ taraftaki kapıdan aşağıya indim. Daha ikinci adımda kendimi yerde buldum ve sol kolum ve omzum çok kötü oldu.
İki üç dakika kadar yerde kıvrandım. Doğrusu bu canımı sıkmıştı zira kolumu oynatamaz haldeydim ve acı çoktu gerçekten. Zorla ayağa kalktım ve araca tutunmak üzere uzanırken bu sefer ayaklarım tümden yerden kesildi kafa üstü çakıldım.
Neyse, ender olarak kullandığım kafam kalındır zaten fakat sol omzum ve kolum kötü. Üstelik o, şimdi daha çok lazım. Bu sefer yerde sürünerek araca tutunup, ilk önce dizlerimin üstüne, sonra sağ elimle kapı koluna tutunup kendimi içeri attım.
Yahu tamam, biraz heyecan iyi de, bu yaştan sonra bu kadarı fazla.
Hemen bir ağrı kesici alıp bir sigara yaktım ve düşünmeye başladım.
Yerimden hiç kıpırdamamak da vaaar, biraz düzgün bir alan bulmak için şansımı denemek de var. Zira kolumun ve omzumun durumunu bilmesem de acıya katlanabiliyorum şimdilik ve başka büyük bir sorun yok ancak araç hem öne doğru hem de yaslandığım sol tarafa doğru bayağı eğimli. Saatleri böyle geçirmek çok sıkıntılı olur.
Yoklamaya karar verdim, sol elimi sağ elimin yardımıyla direksiyona yerleştirip, sağ elimle vitesi ileri geri yaparak, 4x4 artı diferansiyel kilidinin de yardımıyla, ileri geri aracı sallamaya başladım ki ancak patinajla oyduğum yerde aracın kendi ağırlığından faydalanarak ve yokuş aşağı bulunduğum yerden kurtulabilirim. Zira sol taraftaki kar kümesinin içine araç iyice gömülmüş durumda. Bu arada bir de kıpırdarsam tekrar nasıl duracağımı düşünüyorum.
Yokuşun alt tarafında biraz düzlük filan… Yok, görünmüyor. Zaten görüş mesafesi de yok.
Aracı ileri geri sallaya sallaya bulunduğu yerden çıkarttım ama hemen tekrar kaymaya başladı, tekrar direksiyonu çıktığım sol tarafa kırdım ve birkaç metre sonra yine olduğum yerde ters dönüp bu kez yine sağ arka tekerlek karlara gömüldü ve durdum.
Bu sefer aynı eğim ters yönde olacak şekilde kaldım. Vaziyet kötü, ya böyle kalacağım, ya zincir takıp öyle deneyeceğim. Bu omuz ve kolla zincir takmam mümkün değil.
Çaresiz, kadeh eğimli ama anason nasıl olsa içinde düz duracak hesabını yapmaya başladım.
Bir teknik arıza olmadıktan sonra en az bir hafta rahatça yaşarım, yalnız şu omzum… Kötü anasını satiim, kötü acıyor.
Eeee kendi düşen ağlamaz moruk, hiç sızlanmaya hakkın yok. Tamam laf yok. Böyle.
Derken… İleride yokuşun başında bir araba göründü, hemen selektör yaptım. Bilmeden yokuşa girerse anlayıp dinleyene kadar üstüme çıkıp öyle durabilir.
Yokuşun başında durdu, tam seçemesem de içinden dört kişi indi, bakınmaya başladılar. Birkaç dakika orada öyle kaldıktan sonra aşağı, bana doğru yürümeye başladılar.
Ne yalan söyleyeyim sevindim tabii, zira kolum daha kötü olursa gerçekten yardıma ihtiyacım olabilir.
Bana doğru gelirlerken benim kaymaya başladığım yerde hepsi patır patır düşmeye başladılar. Ve tekrar tekrar düştüler ama onlar kahkaha atıyorlardı.
Geldiler… Pencereyi açtım.
Selamün aleyküm daaa! diye bir neşe patlamasıyla karşılaştım. Yaşımı başımı görünce “ dayı, ne araysun bu havada, buralarda daa ? “ sorusuna ne cevap vereceğimi pek bilemedim.
“ Eeee ben biraz deliyim de, ya siz Karadeniz’den buralara gelmek için bu havayı mı seçtiniz ? “ diye topu üzerimden attım.
“ Yok daa. Biz buralıyız, yani aslen Trabzon’luyuz da, mangal yakıacaaz daa, aşağıda mangala gidiyoruz… “
İçimden, hah dedim oldu şimdi, delinin yanına zır deli yakışır.
“ Arkadaş, şurası çok kayıyor, arabayı indirirken çok dikkat edin, aman haa ! “
“ Uşaklar burada kızak kayii, ondan burası böyle “ der demez, diğer yollarla aradaki buzlanma farkının nedeni ortaya çıktı.
Onların da yardımıyla benim aracı tekrar çevirip, ben önde, onlar arkada yola düştük. Uzun bir süre ben sorun yaşamadım ama onları yokuş sonlarında bekledim. Zira yokuş yukarı dört kişi inip araçlarını iterek yol alabiliyorlardı.
Uzun lafın kısası az gittik uz gittik akşamı ettik ve bir yere varamadık, sonunda muhtara telefon edip kepçe, mepçe ne varsa istediler.
Zira virajlı bir yokuşta ben, benden epey geride onlar kala kaldık yine. Sebep yine buzlanma.
Onların, kendileriyle dalga geçen arkadaşlarıyla telefon görüşmelerini dinleyerek aşağı yukarı iki saat kadar bekledik.
Konuşmalar şu minvalde…
“ Ha bu uşakların aklına uyduk daa… Ben dedum gitmeyelum diye, yok ille mangal yakacaalarmış… Otur evinde, iç çayını zıkkımlan, ha burda geberip gideceğuz… Muhtara filan haber verun… Elli oyumuz var daa… “
Gülüyorum, güldükçe omzum acıyor.
Nihayet koca bir grayder geldi.