Ynt: Kaçkar Turu
Herkese Merhaba
Sayfanızı tesadüfen farkettim ve 1-2 aydır yazılarınzı okuyorum. Kaçkar konusunu görünce 2008 yılında buraya yaptığım geziden bir iki anımı sizlerle paylaşmak isterim. Eşimle Karadeniz tarafını görelim dedik. Hiç bir plan yapmadık ve ilk kez gidiyoruz. Arabayla sahil şeridinden ilerliyoruz. Yolda daha önceden adını duyduğumuz birkaç yere uğradıktan sonra (sümela manastırı, uzungöl, trabzon müzesi vs.) ayder yaylasına kadar geldik. Buraya gelmek dahil hiçbir şey planlamamıştı. Hep yolda insanlara sora sora ilerliyorduk. Orada bir gece kaldıktan sonra ertesi gün bazı grupların kavrun yaylasına ve oradan kaçkar dağlarına, göllere geziler yapacaklarını öğrendim. Bu yerlerin adlarını ilk kez duyuyordum. Ama yaylaları oldum olası çok severim. Eşime bizde gidelim dedim. O da kabul etti. Yukarı kavrun yaylasına giden arabaları takip ederek, bazen yolda karşılaştığımız insanlara sorarak, 2 saatlik bir yolculuktan sonra yukarı kavruna vardık. Yukarı kavrun yaylasından güneye doğru bakıldığında karşıdan görünen karlı dağların kaçkar dağları olduğunu öğrendik. İnsanlar yeşil bir vadiden yukarı, dağlara doğru yürüyüşe çıkmışlardı. Biz de bu rotada biraz yürümeye karar verdik. Dere kenarından yürüdükçe biraz daha öteye, biraz daha öteye derken dağın altında bir göle vardık. Bu yürüyüş yaklaşık 5 saat sürmüştü. Çok yorulmuştuk ama gördüklerimize değmişti. Son derece mutlu ve keyifliydik. Doğa, hava ve su harikaydı. Sonra kaçkar dağına şöyle aşağıdan bir baktım ve eşime "bu dağ buradan çok küçük görünüyor" dedim. Biraz dinlendikten sonra eşime "buraya kadar gelmişken varmısın şunun tepesine çıkmaya" dedim, o da kabul etti. Bu arada bizden başka kerkes geri dönmüştü çünkü akşam olmak üzereydi. Önümüze gelen en kolay yerden tırmanmaya başladık. Aşağıdan küçük görünüyor ama çıktıkça ne kadar yanıldığımzı anlamıştık. Daha 200-300 metre yol almadan bitmiştik. Ama öyle yerlere gelmiştik ki artık tırmanmak inişten daha kolaydı. Tepeye çıkarsak daha kolay bir yamaçtan inebileceğimizi düşünüyorduk. Bir iki noktada neradeyse aşağıya yuvarlanacaktık. Eşim hüngür hüngür ağlıyordu. Ben de korkmuştum ama söyleyemiyordum. Biraz sakinleştikten sonra yeni bir durum analizi yaptık, birbirimize hakkımızı helal ettik ve tırmanmaya devam kararı aldık. Tırmanmak diyorum ama siz anlayın artık ellerimiz, ayaklarımız, dirseğimiz, kafamız yani tüm bedenimizle dağa sıkı sıkı tutunmuş yukarı doğru çıkmaya çalışıyorduk. Aşağıya bakmaya bile korkuyorduk. Çok büyük badirelerden sonra (burada anlatmam uzun sürer) bizim zirve diye düşündüğümüz yere vardık. Aslında burası 3300 metredeki bir yerdi ve gerçek zirve değildi (sonradan öğreniyorum). Ama hayatında hiçbir dağcılık tercübesi olmayan ben ve eşim ayaklarımızda terliklerle çıkmıştık bu yere. Dağcılık vs sporlar için iyi bir ayakkabı /boot seçiminin ne kadar önemli olduğunu benden iyi anlayan olamaz diye düşünüyorum. Zirveye vardığımızda artık tükenmiş, adım atacak halimiz kalmamıştı. Üstelik suyumuz da bitmiş ve çok acıkmıştık (bundan da dersler çıkardım tabi). Nefesimiz sıklaşmış, başımız ağrıyordu. Burada yaklaşık 30 dakika kadar dinlendik, manzara harikaydı. Biraz toparlanınca bu kez nasıl ineceğimizi düşünmeye başladık. Düşündüğümüz gibi kolay bir iniş rotası bulamadık. Güneş batmıştı artık ve bir an önce ne yapacağımıza karar vermeliydik. Çıktığımız yerin hemen sağından inebileceğimizi düşündük. Buradan kayarak, bazen yuvarlanarak, bazen çarparak aşağıya kadar indik. İnişimiz de yaklaşık 1 saat sürmüştü. Gölün kenarına geldiğimizde hava iyice kararmış ve bir çok yerimizde yara, bere ve kanamalar vardı. Yine de büyük bir sorun yaşamadan buraya vardığımıza çok sevindik. Halen gidecek çok yolumuz vardı, çünkü orada kalamazdık (çadır vs hiçbir malzememiz yoktu). Daha da kötüsü fenerimiz yoktu ve ben bir fenerin böyle durumlarda nasıl hayati bir gereksinim olduğunu orada anladım. Çok yorgunduk, açtık ve bir adım atacak halimiz yoktu. Zaten öylesine dolaşmaya çıkmıştık, bunları yaşayacağımız aklımızın ucundan bile geçmemişti. Zifiri karanlıkta taşlara çarpa çarpa, üstümüzü başımızı kanatarak yukarı kavruna gece 12:00 ile 01:00 arasında vardık. Orada pansiyonu olan bir amca vardı, adını tam hatırlamıyorum (Halit olabilir mi?). Ona olanları anlatıık. Yıllarca rehberlik yapan biriymiş. Bu terliklerle oraya çıkmanın mümkün olmadığını söyledi. Biz de tepedeyken çektiğimiz resimleri gösterdik. O bunun gerçek zirve olmadığını ama yine de çok zorlu ve tehlikeli bir iş yaptığımızı vs söyledi. Halimize acımış olmalı ki o saatte hiç üşenmeden bize bir güzel kavurma yaptı. Kavurmayı daha yerken yorgunluktan uyuyakalmıştık. Gerisi önemli değil.
O günden beri birşeyler beni sürekli doğaya, dağlara çekiyor. Sürekli okuyor, dağcılık, trekking doğa vs hakkındaki tüm web sayfalarını dolaşıyorum. Bu geziden sonra kendime iyi bir çadır, uyku tulumu, sırt çantası, kafa ve el feneri, boot, sandalet, tozluk, matara vs dahil bir çok malzeme aldım. Ayrıca yakında piyasaya çıkacak olan garmin 62s outdoor GPS cihazını USA'dan getirmeyi düşünüyorum. Bu sene yine oralara gitmek istiyorum. Ama bu kez terliklerle değil. Hayatın her alanında minimalist bir stilim olduğu için küçük bir çanta, kafa feneri, suluk ve iyi bir ayakkabı dışında yanıma bir şey almayı düşünmüyorum, tabi eşimi de
. Neyse, konuyu okuyunca içimden yazmak geldi. Kafanızı şişirdiysem özür dilerim. Belki birkaç resimle olayı daha iyi anlatabilirim. Vakit bulunca eklemeyi düşünüyorum.
Orhan