carpediem_istanbul
Yeni Üye
- Mesajlar
- 17
- Tepkime Puanı
- 0
Yalova eski terminal'den saat 09:00'da başladı İznik'e yolculuğu. Aslında ilk araç saat 07:30'daymış, ama ben yetişemedim. Orhangazi üzerinden yaklaşık 1 saat sürüyor yolculuk. (Bedeli 7,5 YTL)Yolun bir kısmı göl kenarından devam ediyor ve sol tarafta kalan kır manzarası çok keyif verici. İznik'e varışınızda karşınıza ilk olarak 2 turistik yön tabelası çıkacak, birincisi Senato Sarayı,diğeri ise Göl Kapısı.
Bu tabelalara sakın aldanmayın, çünkü göl kapısından geriye kelimenin tam anlamıyla hiçbirşey kalmamış, senato sarayı ise göl kenarında bir taş yığını olarak kalmış. Bunları aramam yaklaşık yarım saatimi aldı, bulamayına turizm danışma'ya sordum ve acı gerçeği öğrendim. Bana sakın aramayın bulamazsınız dediler, aradım ve sadece kalıntılara ulaştım.
Ama size bu iki yapı ile ilgili kısa bir bilgi vermek istiyorum. Senato sarayı Hristiyanlık alemi için çok çok önemlidir, çünkü dünya tarihinin ilk incil konsülü 325 yılında burada yapılmış. Kendimi bu konsül'ün tam ortasında hayal ettim, sağımda solumda okunmayı bekleyen onlarca incil, entrika ve gizli oluşumlar...Çok fantastik geldi.
Göl kapısı ise şehre girilen 4 ana kapıdan birisi, diğerleri ; Yalova'dan geliş yönündeki İstanbul Kapı, Bursa'ya gidiş yönündeki Yenişehir Kapı, diğeri ise Lefke kapıdır. Her birinin birer zafer tak'ı olma özelliği vardır.
Ben İstanbul Kapısından giriş yaptım kente, kemerli yapısı ve sur bağlantıları göz kamaştırıyordu.
Okuduğum kadarıyla MS.70 yılından beri ayakta.
Kapıyı gördükten sonra sağ tarafa göl kıyısına saptım, irili ufaklı bir çok motel var burada. Sabahın sakinliği göle etki etmiş, inanılmaz huzurluydu göl kenarı. Burada kamping ve piknik imkanıda var. Lokantaların favorisi Yayın balığı ve aynalı sazan. Özellikle yayın şiş öneriliyor.
Ben surların bittiği noktadan kent merkezine döndüm, ama göl kenarından 2-3 km daha ilerlemek mümkündü. Yaklaşık 5dk yürüyüşle şehrin mihenk taşına ulaştım, Ayasofya Kilisesi... Bu kilisesi yıllardır görmek istiyordum, hatta iznike gelişimin yegane sebebiydi. Ama anlık seyahat etmenin neticesinde kilisenin bakım için kapalı olduğunu öğrendim. Tam bir hayal kırıklığıydı benim için, resmini çekmekle yetindim. Ama elimdeki haritaya gözüm çarrptı birden. Ayasofya kilisesi, şehre girilen dört kapının kesiştiği noktada, tam ortalarında olduğunu gördüm. Yani ; İstanbul kapısından Yenişehir kapısına, Göl Kapısından da Lefke Kapı'ya düze bir çizgi çekin Ayasofya Kilisesi bu bu iki çizginin tam kesiştiği noktada bulunuyor ve bu çizgi size kusursuz bir "haç" veriyor.
Bu kilise'de 7. İncil Konsül'üne ev sahipliği yapmış ve bugün hristiyanlık inanç sistemi burada doğdu, gelişti.
Kilisenin yanından Göl Kapısının tam tersi istikamete doğru yol almaya başladım. Not defterimde 4 yer kaldı görülecek ; Nilüfer Hatun İmareti , Lefke Kapı ve Yenişehir Kapısı.
İlk olarak Nilüfer Hatun İmareti 'ne ulaştım yürüyerek. Bu kentin engüzel yanın görülmesi gereken yerler birbirine 5-10 dk yürüme mesafesinde.
Burası şuanda İznik Müzesi olarak kullanılıyor, bizans ve roma dönemine ait lahit ve kül kutlularının en güzel örneklerini bu müzede görmek mümkün. Ayrıca çini fırınları kazılarından çıkarılan eşsiz çini örnekleri de bu müzede. Nilüfer Hatun İmareti aslında tarihimizde yoksullara hergün yemek dağıtan ilk imaretmiş. Çok güzel korunmuş ve 1960 senedinden beri müze olarak himzet veriyormuş. ( Giriş ücreti 2 YTL )
İmaret'den çıktıktan sonra hemen karşısında bulunan Yeşil Cami'ye geçtim. Kelimenin tam manasıyla harikaydı, ne güzel çiniyle bezenmiş minareler, o işçilik ve ruh... Harikaydı. İçeride minik çocuklar kur'an dersi aldığı için içeri girip rahatsız etmek istemedim. Bekledim, ama dersleri bitmedi.
Cami avlusundan çıkıp , soluğu yolun sonundaki lefke kapıda aldım. Kenarından tarihi bir su kemeri geçen bu kapı diğer kapıların yanından ihtişamı ile göz dolduruyor. Gerek yapısı, gerek uyandırdığı hissiyatla benim favorim burasıydı.
Karnımın acıktığını hissediyorum artık, canım nasılda iskender çekiyor. Benvce İznik'in iskenderi en az bursanınki kadar leziz. Karnımı bir güsel doyurduktan sonra istikamet otogar, aslında görülecek bir-iki yer daha kaldı ama artık güneş iyice dikildi tepeye, buradan kaçmak lazım. Saat 1,5 civarında bindim iznik otogarından minibüse. İstikamet bursa-cumalıkızık. Yenişehir kapıdan çıkarak , göl kenarından doğru yol aldı aracımız. Yaklaşık 1,5 saat İznik-Bursa arası be minibüs ücreti 7,5 YTL.
Saat 15:00 Bursa Otogar'dayım. İstikamet Cumalıkızık. İlk olarak 2 YTL (ne kadar pahalı !!! ) ye bir otobüs bileti alıyorum ve otogarın içinden kalkan ve Santral Garaj'dan geçen otobüslere biniyorum. Yaklaşık 20 dk sonra santral garaj'dayım ve şimdi Cumalıkızık minibüslerini arıyorum. Otobüsten indikten sonra Gürsu yoluna doğru yürüyor ve central palace hotel çaprazında cumalıkzık minibüslerini buluyorum. Yıldırım ilçesindeki Cumalıkızık köyüne yaklaşık yarım saatte bir minibüs geçiyor buradan. Otobüs varmı yokmu bilmiyorum, ama buraya taksiyle gitmek biraz pahalı olur sanırım. Mesafe en fazla 20 dk , ama minibüs gerçek bir kağnı hızıyla ilerlerdi Cumalıkızk'a. Minibüs önce Yıldırım'a , oradan da Uludağ'ın eteklerine doğru çıkıyor. (ücreti 1,5 YTL )Saat 16:15 gibi Cumalıkızık'tayım. İşte beklediğim manzara... Ben bu tip köylerin turistik olmasına karşı değilim. Ama para sahiplerinin köy ahalisini yerinden ederek her buldukları konağı pansiyon yapmasınada dayanamıyorum. Bunun en büyük örneğinin Safranbolu'da gördüm. Ama Cumalıkızık öyle değil, halen ahalisini kaybetmemiş. Gerçek bir köy, gerçek bir osmanlı köyü görünümünde. Köy uludağın yamacına kurulu ve enfes bir havası var. Bir gözleme ve ayran alıp çöküyorum kent meydanına. Hafta içi olmasının verdiği tenhalıkla ve uludağ'dan ılık ılık esen rüzgarın verdiği tatlı uyuşmayla 10-15 dk kapattım gözlerimi. Uyudummu, uyumadımmı bilmiyorum ama birazcık olsun dinlenmiş hissettim kendimi.
Yürümeye köy meydanından başladım, sokakları çok dar ve girift. Köylüler ürünlerini satıyor kapılarının önünde, ben sadece bir tane pansiyon gördüm, daha fazla olacağınıda tahmin etmiyorum zaten. Yaklaşık 200-300 metre yukarıda köy camisi ve köyün iki kahvesi var karşılıklı. Birinde oturup yorgunluk çayı içiyorum. Köylü riyadan uzaktan samimilikleriyle selam veriyor yabancılara. Çok hoşuma gitti bu , biz istanbulda tanıdıklarımızdan bile bazen kaçıyoruz.
Yaklaşık 1 saat yürüdüm sokaklarında, köyün en üst noktası çitlerle çevrilmiş ve tarım arazisi olduğu için yukarı çıkılmasına müsaade edilmiyor, bende şansımı zorlamadım.
Köy meydanına indiğimde minibüs gelmişti, hemen bindim ve kendimi koltuğa bıraktım. Bugün gerçekten çok yoruldum.
Önce Santral Garaj oradanda otogar. Yalova otobüslerine bindim ve 1 saat sonra Yalova'daydım.(8 YTL )
Bugün hem Osmanlı'yı yaşadım, hemde Bizans ve Roma'yı. Gitmek için gittim.
( Resimleri bu akşam ekleyeceğim )
(
Bu tabelalara sakın aldanmayın, çünkü göl kapısından geriye kelimenin tam anlamıyla hiçbirşey kalmamış, senato sarayı ise göl kenarında bir taş yığını olarak kalmış. Bunları aramam yaklaşık yarım saatimi aldı, bulamayına turizm danışma'ya sordum ve acı gerçeği öğrendim. Bana sakın aramayın bulamazsınız dediler, aradım ve sadece kalıntılara ulaştım.
Ama size bu iki yapı ile ilgili kısa bir bilgi vermek istiyorum. Senato sarayı Hristiyanlık alemi için çok çok önemlidir, çünkü dünya tarihinin ilk incil konsülü 325 yılında burada yapılmış. Kendimi bu konsül'ün tam ortasında hayal ettim, sağımda solumda okunmayı bekleyen onlarca incil, entrika ve gizli oluşumlar...Çok fantastik geldi.
Göl kapısı ise şehre girilen 4 ana kapıdan birisi, diğerleri ; Yalova'dan geliş yönündeki İstanbul Kapı, Bursa'ya gidiş yönündeki Yenişehir Kapı, diğeri ise Lefke kapıdır. Her birinin birer zafer tak'ı olma özelliği vardır.
Ben İstanbul Kapısından giriş yaptım kente, kemerli yapısı ve sur bağlantıları göz kamaştırıyordu.
Okuduğum kadarıyla MS.70 yılından beri ayakta.
Kapıyı gördükten sonra sağ tarafa göl kıyısına saptım, irili ufaklı bir çok motel var burada. Sabahın sakinliği göle etki etmiş, inanılmaz huzurluydu göl kenarı. Burada kamping ve piknik imkanıda var. Lokantaların favorisi Yayın balığı ve aynalı sazan. Özellikle yayın şiş öneriliyor.
Ben surların bittiği noktadan kent merkezine döndüm, ama göl kenarından 2-3 km daha ilerlemek mümkündü. Yaklaşık 5dk yürüyüşle şehrin mihenk taşına ulaştım, Ayasofya Kilisesi... Bu kilisesi yıllardır görmek istiyordum, hatta iznike gelişimin yegane sebebiydi. Ama anlık seyahat etmenin neticesinde kilisenin bakım için kapalı olduğunu öğrendim. Tam bir hayal kırıklığıydı benim için, resmini çekmekle yetindim. Ama elimdeki haritaya gözüm çarrptı birden. Ayasofya kilisesi, şehre girilen dört kapının kesiştiği noktada, tam ortalarında olduğunu gördüm. Yani ; İstanbul kapısından Yenişehir kapısına, Göl Kapısından da Lefke Kapı'ya düze bir çizgi çekin Ayasofya Kilisesi bu bu iki çizginin tam kesiştiği noktada bulunuyor ve bu çizgi size kusursuz bir "haç" veriyor.
Bu kilise'de 7. İncil Konsül'üne ev sahipliği yapmış ve bugün hristiyanlık inanç sistemi burada doğdu, gelişti.
Kilisenin yanından Göl Kapısının tam tersi istikamete doğru yol almaya başladım. Not defterimde 4 yer kaldı görülecek ; Nilüfer Hatun İmareti , Lefke Kapı ve Yenişehir Kapısı.
İlk olarak Nilüfer Hatun İmareti 'ne ulaştım yürüyerek. Bu kentin engüzel yanın görülmesi gereken yerler birbirine 5-10 dk yürüme mesafesinde.
Burası şuanda İznik Müzesi olarak kullanılıyor, bizans ve roma dönemine ait lahit ve kül kutlularının en güzel örneklerini bu müzede görmek mümkün. Ayrıca çini fırınları kazılarından çıkarılan eşsiz çini örnekleri de bu müzede. Nilüfer Hatun İmareti aslında tarihimizde yoksullara hergün yemek dağıtan ilk imaretmiş. Çok güzel korunmuş ve 1960 senedinden beri müze olarak himzet veriyormuş. ( Giriş ücreti 2 YTL )
İmaret'den çıktıktan sonra hemen karşısında bulunan Yeşil Cami'ye geçtim. Kelimenin tam manasıyla harikaydı, ne güzel çiniyle bezenmiş minareler, o işçilik ve ruh... Harikaydı. İçeride minik çocuklar kur'an dersi aldığı için içeri girip rahatsız etmek istemedim. Bekledim, ama dersleri bitmedi.
Cami avlusundan çıkıp , soluğu yolun sonundaki lefke kapıda aldım. Kenarından tarihi bir su kemeri geçen bu kapı diğer kapıların yanından ihtişamı ile göz dolduruyor. Gerek yapısı, gerek uyandırdığı hissiyatla benim favorim burasıydı.
Karnımın acıktığını hissediyorum artık, canım nasılda iskender çekiyor. Benvce İznik'in iskenderi en az bursanınki kadar leziz. Karnımı bir güsel doyurduktan sonra istikamet otogar, aslında görülecek bir-iki yer daha kaldı ama artık güneş iyice dikildi tepeye, buradan kaçmak lazım. Saat 1,5 civarında bindim iznik otogarından minibüse. İstikamet bursa-cumalıkızık. Yenişehir kapıdan çıkarak , göl kenarından doğru yol aldı aracımız. Yaklaşık 1,5 saat İznik-Bursa arası be minibüs ücreti 7,5 YTL.
Saat 15:00 Bursa Otogar'dayım. İstikamet Cumalıkızık. İlk olarak 2 YTL (ne kadar pahalı !!! ) ye bir otobüs bileti alıyorum ve otogarın içinden kalkan ve Santral Garaj'dan geçen otobüslere biniyorum. Yaklaşık 20 dk sonra santral garaj'dayım ve şimdi Cumalıkızık minibüslerini arıyorum. Otobüsten indikten sonra Gürsu yoluna doğru yürüyor ve central palace hotel çaprazında cumalıkzık minibüslerini buluyorum. Yıldırım ilçesindeki Cumalıkızık köyüne yaklaşık yarım saatte bir minibüs geçiyor buradan. Otobüs varmı yokmu bilmiyorum, ama buraya taksiyle gitmek biraz pahalı olur sanırım. Mesafe en fazla 20 dk , ama minibüs gerçek bir kağnı hızıyla ilerlerdi Cumalıkızk'a. Minibüs önce Yıldırım'a , oradan da Uludağ'ın eteklerine doğru çıkıyor. (ücreti 1,5 YTL )Saat 16:15 gibi Cumalıkızık'tayım. İşte beklediğim manzara... Ben bu tip köylerin turistik olmasına karşı değilim. Ama para sahiplerinin köy ahalisini yerinden ederek her buldukları konağı pansiyon yapmasınada dayanamıyorum. Bunun en büyük örneğinin Safranbolu'da gördüm. Ama Cumalıkızık öyle değil, halen ahalisini kaybetmemiş. Gerçek bir köy, gerçek bir osmanlı köyü görünümünde. Köy uludağın yamacına kurulu ve enfes bir havası var. Bir gözleme ve ayran alıp çöküyorum kent meydanına. Hafta içi olmasının verdiği tenhalıkla ve uludağ'dan ılık ılık esen rüzgarın verdiği tatlı uyuşmayla 10-15 dk kapattım gözlerimi. Uyudummu, uyumadımmı bilmiyorum ama birazcık olsun dinlenmiş hissettim kendimi.
Yürümeye köy meydanından başladım, sokakları çok dar ve girift. Köylüler ürünlerini satıyor kapılarının önünde, ben sadece bir tane pansiyon gördüm, daha fazla olacağınıda tahmin etmiyorum zaten. Yaklaşık 200-300 metre yukarıda köy camisi ve köyün iki kahvesi var karşılıklı. Birinde oturup yorgunluk çayı içiyorum. Köylü riyadan uzaktan samimilikleriyle selam veriyor yabancılara. Çok hoşuma gitti bu , biz istanbulda tanıdıklarımızdan bile bazen kaçıyoruz.
Yaklaşık 1 saat yürüdüm sokaklarında, köyün en üst noktası çitlerle çevrilmiş ve tarım arazisi olduğu için yukarı çıkılmasına müsaade edilmiyor, bende şansımı zorlamadım.
Köy meydanına indiğimde minibüs gelmişti, hemen bindim ve kendimi koltuğa bıraktım. Bugün gerçekten çok yoruldum.
Önce Santral Garaj oradanda otogar. Yalova otobüslerine bindim ve 1 saat sonra Yalova'daydım.(8 YTL )
Bugün hem Osmanlı'yı yaşadım, hemde Bizans ve Roma'yı. Gitmek için gittim.
( Resimleri bu akşam ekleyeceğim )
(