Hikayeler

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan Nursel Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 808
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 129,855
Ynt: Hikayeler

HAYAT NEDİR?

Eski zamanlarda Hint Imparatoru, satranc oyununu yaninda bir mektup ile hediye olarak Pers İmparatoruna gondermistir.
Mektubunda oyunla ilgili hic bir aciklama yapmazken soyle bir mesaj yazmistir;

"Kim daha cok dusunuyor, Kim daha iyi biliyor, Kim daha ileriyi goruyorsa O kazanir. Iste hayat budur..."

Pers Imparatoru donemin en alim veziri olan Buzur Mehir ile bu mesaji paylasarak, ondan oyunu cozmesi ve kendisinin de karsilik olarak Hint
Imparatoruna hediye edilmek uzere baska bir oyun icat etmesini ister. Vezir haftalarca calistiktan sonra gonderilen satrancin her tas hareketini
ve oyunu cozer, daha sonra da on gunde tavlayi icad eder ve imparatora sunar.

Pers imparatorunun basveziri Buzur Mehir tarafindan 1400 yil once tasarlanan tavla oyunu, dunyanin en populer oyunlarindan biridir.
Zaman kavramindan alinan ilhamla tasarlanan oyunun zamana boylesine direnmesi son derece etkileyici.

- Senenin birligi olarak tavla bir tanedir;
- 4 kosesi 4 mevsimi,
- tavlanin icindeki karsilikli 6'sar hane 12 ayi,
- pullarin toplami ayin 30 gununu,
- siyah-beyaz pullar gece ve gunduzu,
- karsilikli 12'ser hane gunun 24 saatini simgeler...

Hint Imparatoruna satranca karşılık olmak üzere tasarlanan tavla oyunuyla birlikte gonderilmek uzere soyle bir mesaj hazirlanir :
"Evet, Kim daha cok dusunuyor, Kim daha iyi biliyor, Kim daha ileriyi goruyorsa O kazanir. AMA BIRAZ DA SANS GEREKİR. Iste hayat budur..."


(alıntı)
 

Etiketler

Ynt: Hikayeler

Papağanın Hikayesi (Ölmeden Önce Ölmek)

Bir tacirin bir papağanı vardı. Kafeslere mahkum edilmiş güzel bir kuştu. Bir gün tüccar Hindistan'a gitmek için yol hazırlığına başladı. Kölelerinin, cariyelerinin her birine ayrı ayrı :

- "Sana Hindistan'dan ne getireyim ne istersin?" diye sordu .

Her biri ayrı bir şey istedi.

Tüccar papağanına da sordu :

- "Ey güzel kuşum sana ne getireyim sen Hindistan'dan ne istersin?" dedi.

Papağan :

- "Oradaki papağanları görünce halimi anlat ve de ki falan papağan benim mahpusumdur, ben onu kafeste besliyorum. Size selam söyledi. Ben gurbet ellerde kafeslerde sizin hasretinizle can vereyim, siz serbestçe ağaçlıklarda kayalıklarda dolaşın bu reva mıdır? Hiç değilse bir seher vakti ben garibi de hatırlayın ki ben de birazcık mutlu olayım, dedi." de. Başka bir şey istemem." dedi.

Tüccar kervanını hazırladı yola koyuldu. Günler geceler boyu yol gitti nihayet Hindistan'a vardı. Giderken birkaç papağan gördü kayalıklara konmuş, bekliyorlardı, atını durdurup seslendi:

- "Ben falan memleketten filan kişiyim ticaret yapmak için buralara geldim. Benim bir papağanım var size selam söyledi ve böyle böyle dememi istedi." dedi.

Tüccar sözlerini bitirir bitirmez o papağanlardan birisi titredi, nefesi kesildi düşüp öldü.

Tüccar bu haberi verdiğinden dolayı bin pişman oldu.

- "Ne yaptım, bu zavallı kuşun ölümüne sebep oldum. Galiba bu benim kuşumun bir yakını, candan seveni olsa gerek." diye düşündü.

Aradan bir hayli zaman geçti tüccar alışverişini bitirip memleketine döndü. Herkesin istediğini bir bir verdi.

Kuş kafesinde bu olanları seyrediyordu. Sonunda dayanamayıp tüccara sordu :

- "Benim istediğim nerede. Hem cinslerimi, papağan zürbelerini gördün mü, ne söyledin, ne gördünse bana anlat beni de mutlu et. " dedi.

Tüccar :

- "Sevgili kuşum kusura bakma fakat söylemesem daha iyi olacak sanıyorum, çünkü hala o saçma sapan haberi götürerek yaptığım akılsızlığa ve cahilliğe yanmaktayım, onun için anlatmasam daha iyi." dedi.

Papağan ısrar etti ; bunun üzerine tüccar istemeye istemeye olanları anlattı :

- "Tarif ettiğin yere varıp dostların olan papağanları görünce senin söylediklerini ve selamını söyledim içlerinden biri buna dayanamadı üzüldü titredi ve hareketsiz kaldı, öldü patladı dayanamadı öldü gitti." dedi. Bunu görünce çok pişman oldum fakat nafile bir kere söylemiş bulundum." dedi.

Tüccarın sözlerini duyan papağan kafesin içinde titredi hareketsiz kaldı ve biraz sonra düşüp öldü.

Tüccar bunu görünce aklı başından gitti ağlayıp sızlamaya başladı, külahını yere vurdu.

- "Ey güzel sesli kuşum sana ne oldu neden bu hale geldin, ben ne yaptım başıma ne işler açtım." diye dövündü. Ağladı ağıtlar söyledi. Sonunda ölü papağanı kafesten çıkarıp pencerenin kenarına getirdi, getirir getirmez papağan hemen canlanıp uçtu bir ağacın en yüksek dalına kondu.

Tüccar şaşırıp kaldı .

- "Ey güzel kuş bu ne iştir bu ne haldir, bana anlat, bu hileyi nasıl öğrendin de beni kandırdın." dedi.

Papağan konduğu yerden seslendi :

"Sevgili efendim o Hindistan'da gördüğün papağan benim selamımı alınca düşüp ölmüş gibi yaparak bana bu haberi gönderdi. "Eğer kurtulmak istiyorsan öl!.." dedi. Ben de gördüğün gibi onun dediğini yaparak hapisten kurtuldum.
KISACA ÖLDÜM KURTULDUM KAFESLERDE TUTULMAKTAN." dedi.
MEVLANA CELALETTİN RUMİ(MESNEVİ)
 

Ynt: Hikayeler

Ahmet Bey, sabah saat 7.00'de

*Casio**masa saatinin alarmıyla gözlerini açtı.

*Puffy** yorganını kaldırdı.

*Hugo Boss** pijamalarını çıkarıp

*Adidas** terliklerini giydi.

*WC** 'ye uğradıktan sonra banyoya geçti.

*Clear** şampuan ve

*Protex** sabunuyla duşunu aldı.

*Colgate** ile dişlerini fırçaladı.

*BRAUN** ile saçlarını kuruttu.

*Bill's** gömleğini ve

*Pierre Cardin** takımını giydi.

*Lipton** çayını içti.

*Sony** televizyonda medya özetlerini ve

*flash** haberleri izledi. *

Aile fertlerine

*'BYE'** deyip

*Hyundai** otomobiline bindi.

*Blaupunkt** radyosunu açarak,

*rock** müziği buldu. Ağzına bir

*Polo** şeker attı. Şehrin göbeğindeki

* Mega Center ** 'daki ofisine varınca,

*Toshiba** bilgisayarını çalıştırdı.

*Microsoft Excel'e** girdi.

*Ofisboy** 'dan

*Nescafe** 'sini istedi. Saat 10.00'a doğru açlığını

yatıştırmak için

*Grissini **yedi. Öglen

*Wimpy's Fast Food** kafeteryaya gitti. Ayaküstü,

*Coca Cola** ve **hamburgeri **mideye indirdi.

*Camel** sigarasını yakıp

*Star** gazetesini karıştırdı. Akşamüzeri iş çıkışı

*Image Bar'** a uğrayıp

*JB'** sini yudumladı, sonra köşedeki

*Shopping Center** 'a uğradı. Eşinin sipariş ettiği

*Ariel** deterjan,

*Ace** çamaşır suyu,

*Palmolive** şampuan,

*Gala** tuvalet kağıdı,

*Cocacola ve

*Johnson** kolonyayı alarak kasaya yanaştı.

*Bonus** kartıyla ödemeyi yaptı.
Hafta sonu eşi Münevver'le

*Galleria** 'ya giden Ahmet Bey,

*Showroom** 'ları dolaşıp

*Kinetix** ayakkabı, *

*Lee Cooper blue jean** satın aldı.

Akşam evde bir gazetenin verdiği

*TV Guide** 'a göz atan Ahmet Bey, kanallar arasında

*zapping** yaparak,

*First Class** ,

*Top Secret** ,

*Paparazzi** gibi programlar izledi. Aynı anda

*Outdoor** dergisini karıştırdı.

Uykusu gelen Ahmet Bey, televizyonu kapatıp yatak odasına geçerken, kendini mutlu hissetti.
** 'Ne mutlu Türk'üm diyene!'** diye gerindi ve uyudu.



*HALA da uyuyor. Ne zaman uyanacağı da belli değil.
 




Ynt: Hikayeler

nursel hanım ses etmeyin bizde çok beğendik ama uyanmasın diye mesaj yazmıyoruz. :D şimdi uyanırsa ne cevap vericez bir bahane düşünmeye başlayalım uyanır falan(gerçi önümüzdeki yüzyıl boyunca uyanmaz ama biz yinede tedbiri elden bırakmayalım sessiz olalım) ;D
 

Ynt: Hikayeler

bahcivankurt' Alıntı:
nursel hanım ses etmeyin bizde çok beğendik ama uyanmasın diye mesaj yazmıyoruz. :D şimdi uyanırsa ne cevap vericez bir bahane düşünmeye başlayalım uyanır falan(gerçi önümüzdeki yüzyıl boyunca uyanmaz ama biz yinede tedbiri elden bırakmayalım sessiz olalım) ;D
Yok yok rahat olun top patlasa uyanmaz artık, bu zamana kadar uyanmayan :D
 

Ynt: Hikayeler

hele şu son zamanlarda yaşadıklarımıza ses çıkartmayanlar bundan sonra hiçuyanmaz haklısınız sanırım.(haklı olunan yerler var belki ama senelerce sömürülmüş ve hakkı verilmemiş meslek grupları daha ne kadar ezilecek acaba)
 

Ynt: Hikayeler

Hiç meraklanmayın bendeniz onun ne zaman uyanacağını çok iyi hemde kesin bir bilgi ile biliyorum.
Ha şimdi ne olur söyleyin demeyin. Ne benim sizi yalvartmaya nede söylemeye niyetim var ama emin olunki biliyorum.
Miniminnacık ip ucu : Çok uzak değil çok yakında!! Herşey ama herşey çok güzel olacak. Dudak bükenleriniz varsa hemen bu mesajımı buradan kendi pc sine kopyalasın hani olurya buradan silinirse felan. Çünkü zamanı gelince dediğim çıkmadığı zaman tekrar bana iade etmesi için lazım olacak.
Şimdi herkes rahatına bakabilir. ;)
Saygı ve sevgilerim ile ...
 

Ynt: Hikayeler

Oğluma hikayeler YILMAZ GÜNEY
Şeftali çekirdeğine inan kendi gücüne güven

Küçük çocuk,şeftali çekirdeğini dişiyle kırmak için zorlanıyordu.
Babası ona dedi ki:
''Oğlum!...Şeftali çekirdeğini dişinle kıramazsın!''
Çocuk,şeftali dişiyle yeniden zorladı.Şeftali çekirdeğinin traktör lastiklerini anımsatan pütürlü sert kabuğu dişlerinin yüzeyini eriterek çıtırdattı...elini acıyan dişine götürdü çocuk.Dişi sallanıyordu.
''Oğlum''dedi babası yeniden.''Şeftalinin çekirdeği serttir,yazık edersin dişlerine.''
Çocuk inat ediyordu.İlle kıracaktı bu sert çekirdeği.Yere koydu ve ayakkabasının topuğuyla üzerine bastırdı.
Kırılmıyordu çekirdek.
''Sen inatçıysan,ben senden daha inatçıyım''dedi çocuk.
Bu kez bir taş aldı eline;taşla kırmayı denedi.Her vuruşta bir yana fırlıyordu çekirdek.
''Şeftali çekirdeği çok serttir oğlum''dedi babası.
''O küçük taşla kıramazsın!''
Çocuk öfkeyle çekirdeği tekmeledi.Çekirdek,tulumbanın yanındaki toprağa düştü.Çocuk öfkeyle bastı üzerine,iyice toprağa gömdü.
Aradan günler geçti.
Çocuk şeftali çeirdeğini unutmuştu.Gecekondu mahallesinin çocuklarıyla oynuyordu.Babası çağırdı onu.
''Bu ne oğlum?''dedi.
Çocuk babasının parmağıyla gösterdiği yana baktı.Küçük,iki yeşil yapraklı bir ot gördü.
''Ot''dedi.
''Ot değil''dedi baba.''Dişlerinle ve taşla kıramadığın şeftali çekirdeğinden çıkan şeftali ağacının fidanı.''
Çocuk,inatçı sert çekirdeği anımsadı.Dişiyle kıramadığı,taşla kıramadığı,tekmeyle kıramadığı çekirdek fidana dönüşmüştü işte.Bu fidan büyüyecek ve ağaç olacaktı;çiçek açacaktı...şeftali verecekti.Şaşırdı...
Babası ona dedi ki:
''Oğlum...ne zaman,hangi koşullarda olursan ol,dara düştüğünde şeftali çekirdeğini anımsa.Dişinle kıramadın o çekirdeği,taşla kıramadın.Ama uygun toprağa düşen çekirdek,günü gelince o sert kabuğu parçalar,toprağı deler ve yeşerir.Nedir o çekirdeğe bu gücü veren,güzel oğlum?
Çekirdek,kabuğunu parçalayan gücünü kendi içindeki çelişmelerden alır oğlum.Her şey kendi içinde zıtlarını taşır.Her şey kendi içinde,kendini değiştirecek,
başkaldıracak özü taşır.''
Çocuk dikkatle babasını dinliyordu.
Baba gülerek dedi ki:
''Şeftali çekirdeğine inan
Kendi gücüne güven!...''
 



Ynt: Hikayeler

MİMARIN HESAPLAŞMASI


Büyük Cihan Padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın
ve büyük aşk'ı Hürrem Sultan'ın bir kız çocukları gelir Dünyaya.

Efsane bir aşk'ın meyvesidir bu çocuk ve bu yüzden belki efsane
aşkların en emeline nail olanına, en masalsı olanına ithafen ismi
Mihrimah konur.
Mihr-ü Mah Farsça da "Güneş + Ay" demektir.

Zaman hızla geçmiş Mihrimah Sultan büyümüş 17 yaşına gelmiştir ki o
zamanlar için evlendirilmesi uygun olan bir yaştadır. İki talibi olur,
biri iyarbakır valisi Rüstem Paşa'dır, diğeri ise saray'ın baş mimarı
Mimar Sinan...

Padişah biricik kızını Rüstem Paşa ile evlendirir.
Sinan evlidir ve 50 yşındadır ama bilinen odur ki Mihrimah Sultan'a
deliler gibi aşıktır.

Mimar Sinan o derece derin bir tutku ile aşık olduğu Mihrimah Sultan'a
kavuşamamıştır, fakat o'na olan aşkını olanca güzelliğiyle** **sanatına
yansıtmıştır.

İstanbul'un en güzel yerlerinden birine, Üsküdar'a, Mihrimah Sultan
adına bir cami yapması istenir kendisinden.
1540 yılında inşa etmeye başladığı cami'yi 1548 yılında tamamlar.
Cami inşa edilirken bir yandan kendi aşkını anlatır hiç şüphesiz ve
eserine sanki "eteklerini giymiş bir kadın" ın dış-çizgilerini verir.

Bahsi geçen bu cami 2 Minareli olup,padişah fermanı ile yaptırılan
bir eserdir, ama Sinan'ın söyleyecekleri bununla bitmemiş olacak ki...

Bu eserden 14 yıl sonra o güne kadar ilk defa, padişah fermanı olmaksızın,
Edirnekapı'da surların yakınına, pek kimsenin ilgilenmediği ıssız, yalnız ama
İstanbul'un en yüksek tepesi olan bir yere, sanki aşkının gizli, ıssız ve
yalnızlığını ama bir o kadar büyüklüğünü haykırmak istermişcesine
ikinci bir eser yapmaya koyulur... Mihrimah Sultan'a.

Derler ki; cami Mihrimah Sultan'ın o duru, gösterişsiz ve bir o kadar
asil güzelliğine istinaden küçücüktür ve sadece 38 mt bir minareye sahiptir.
Bir adet incecik kubbesinin üzerindeki 161 pencere ise iç güzelliğinin ne
kadar aydınlık ve berrak olduğunu temsil eder; bu sayede gün ışığının her
köşede adeta dans ettiği kadınsı edalı.

(O tarihte bu açıklıktaki ve bu kalınlıktaki bir kubbeye o kadar pencere,
dünya üzerinde sadece Mimar Sinan tarafından yapılabilirdi.)

Cami içindeki sarkıtlar ve minare kenarlarındaki upuzun işlemelerde de
Mihrimah Sultan'ın o güzel ayak topuklarını döven, upuzun saçları tasvir
edilmiştir.

Ve yine denir ki, Mihrimah Sultan'ın toplumdaki konumu iki minareli cami
yaptırmaya yetmesine rağmen, yalnızlığını simgelemesi anlamında tek
minareli yapılmıştır bu cami.

Ama Sinan aşk'ını öyle sihirli bir tılsımla mühürlemiştir ki, bu sırra
erene aşkolsun! Şaşırmamak,o sevdaların naifliğine imrenmemek elde değil.
Sinan Usta'nın aşk'ının vesikasıdır sanki...

İki caminin de yerleri özenle seçilmiştir:
Güneşin doğum ve batım yerleri tespit edilerek yapılmış camilerdir.

Edirnekapı'daki Mihrimah Sultan Camii'ni ve Üsküdar'daki Mihrimah Camii'ni
aynı anda görebileceğiniz bir yer seçin.
Günbatımında (elbette, yılın sadece bir gününde ki, o gün 21 Mart (AyTakvimi ile Mart 9'u) günüdür; yani gece ile gündüzün uzunluğunun birbirine eşit olduğu gündür.

Ve tabii daha ilginç yanı, o günün Mihrimah Sultan'ın doğum günü olmasıdır!
Mihrimah Sultan bir Nevruz günü doğmuştur.

Göreceğiniz muhteşem manzara şudur:
Edirnekapı Camii'nin tek minaresinin arkasından tepsi gibi kıpkırmızı güneş
batarken, Üsküdar'daki camiin minareleri arasından ay doğar!

Mihr ü Mah = Güneş ve Ay

Bu nasıl bir hesaplamadır, nasıl bir hesaplaşmadır, nasıl bir güzellik
anlayışıdır?

Alıntıdır
 

Ynt: Hikayeler

bu hikayeyi biliyordum ama tekrar okudum ve yine okurum zamanı gelince.işte bunun gibi aşk hikayeleri günümüzün ''SEVİYELİ,, birlikteliklerine günümüzün yorumuyla kapak olsun diyorum.sevmek bazen ulaşamamaktır sevdiğine ama yinede kalbin onun için çarpar ve delicesine onu düşünür durursun.29 nisanı sabırsızlıkla bekliyorum yine bana hüzünmü kalacak bakalım ;) belki de mutluluk banada kapı açar değilmi ::smiley:
 

Ynt: Hikayeler

Birinci Dünya savaşı ve Milli Mücadeleden bu yana doğmus, büyümüş, yaşamış, az çok tahsil görmüs olup da "Milli Edebiyat" akımının öncüsü, Türk hikayeciliginin piri Ömer Seyfettin’in (1884-1920) bir kitabını, hiç degilse bir iki hikayesini okumayan Türk insanı yok denecek kadar azdır.

Ömer Seyfettin, başarılı hikâyeciliğinin yanı sıra, bazı konularda kuvvetli gözlemleri de olan bir Türk aydını idi. Onun bu gözlemlerinden biri de, Türk halkının mektep okumamış bile olsa irfan sahibi olduğu, sağduyusu ile okumuşların bile kavrayamadıgı bazı gerçekleri kavradığı yolundaydı.

Ömer Seyfettin bunu anlatmak için, "Azizim, Türk halkı âlim değildir, ama ariftir." sözünü sık sık tekrarlarmış. Ülkede birçok zorunlu ihtiyaç maddesi yüzünden sıkıntı çekildiği, bazılarının karneye bağlandıgı, bazılarının ise temelli yok olduğu I. Dünya Savaşı sonrasında, Ömer Seyfettin Batı Anadolu vilayetlerinden birinde bir lisede öğretmenmis. Bir gün öğretmenler odasına müjdeli bir haberle girmis:

— Arkadaslar, gözünüz aydın, Avusturya, Türkiye’ye vagonlar dolusu şeker gönderiyormuş! Bunun üzerine bütün öğretmenler:

— Yaşasın, bundan sonra çayımızı, kahvemizi adam gibi içeceğiz, diye sevinç çığlıkları atmıs. Ömer Seyfettin bu sahnenin hemen arkasından okulun baş hademesini öğretmenler odasına çağırmıs ve herkesin huzurunda ona da:

— Hasan Efendi, haberin var mı, Avusturya bize vagonlar dolusu şeker gönderiyormuş, demiş. Hasan Efendi kendini toparlayıp terbiyeli bir eda ile cevap vermiş:

— İnanmayın beyim, palavradır bunlar, bu kıtlıkta Avusturya şeker bulsa kendi yer! Hasan Efendinin bu tepkisi üzerine Ömer Seyfettin çığlık atmıs. Ellerini çırparak şöyle demiş:

— Gördünüz mü arkadaşlar, ben boşuna demiyorum, "Türk halkı âlim degildir ama ariftir." diye. Ben bir yalan uydurdum "Avusturya bize şeker gönderiyor" diye, siz okumuşlar hemen inandınız. Ama gördügünüz gibi Hasan Efendi yutmadı. îste Türk halkı birçok gerçegi böyle sağduyusu ve irfanı ile keşfetmistir.
 

Ynt: Hikayeler

Yillar önce, cok uzaklarda bir adam varmis Bu adam çalismak amacı ile çok uzaklara gitmiş ve yıllarca çalişmiş Sonunda memleketine dönme zamani gelmiş Bu çalışma sürecinde toplam 3000 akce biriktirmis ve evinin yolunu tutmuş
Mesnevi'den üç Nasihat...!
Evine dogru giderken yolu büyük bir şehirden geçmiş

Yolda yürürken köşe basinda birisi "Bir nasihat bin akce, bir nasihat bin akce" diye bagiriyormus Adam düşünmüş: 'Nasıl olur, bir nasihati bin akceye satarlar, ben yillarca çalıştım ve sadece 3000 akce biriktirdim' Bu ise pek aklı ermemiş ama merak işte Duramamiş ve adama bin akce vererek o nasihati satin almiş Nasihat " Kaderde ne var ise o çıkar"
ve yoluna devam etmis

İlerde yine köşe başinda baska bir adam bagiriyormuş "bir nasihat bin akce" diye Adam yine dayanamamiş bin akce de o adama vermis ve ikinci nasihatida satin almiş Ikinci nasihat de:"Gönül kimi severse güzel odur" Son kalan bin akcesi ile de yoluna devam etmis

Tam sehrin çıkışında yine köşe başinda bir adam bir nasihati bin akceye satiyor Adam bir parasina bakmis, bir de nasihati satan şahsa, dayanamamis ve kalan son akcesiyle de o nasihati satin almiş Son nasihatte:"Hiç bir iş aceleye gelmez" Parasiz yoluna devam etmis

Şehrin çıkışında büyük bir topluluk ile karşilaşmiş

Topluluk telaş içindeymiş Yaklaşmış ve oradakilerden birine neler oldugunu sormuş Oradan birisi açıklamış, demiş ki : Burada sehrin tüm su ihtiyacını karşılayan bir kuyu var ama kuyunun içinde de canavar var Canavar suyu tutmuş, göndermiyor Asagiya kim indiyse bir türlü çıkamadı Simdi herkes korkuyor aşagı inmeye" Adam düşünmüş ve ilk satın aldığı nasihat aklına gelmiş "Kaderde ne var ise o çıkar" aşagı inmeye karar vermiş Aslında bu nasihatleri herkes bilir ama uygulayabilmemiz için belli bir bedel ödememiz gerekiyor

Kuyuya İnince canavar hemen yakalamış ve yerine götürmüş Demis ki: "Buraya gelenlerin hepsine bir soru sordum ve bilemediler Eger sen bilirsen seni serbest bırakırım" Bir dizine sarışın ve dünya güzeli bir kadin, diger dizine de kurbaga koymus ve "söyle bakalim hangisi güzel?" demiş Adam düşünürken aklına ikinci aldıgı nasihat
gelmiş ve "gönül kimi severse güzel odur" demis Bu cevap canavarin cok hoşuna gitmiş Zira canavar,kurbaganin gözlerine aşıkmis Adamı salmış ve suyu bırakmış Almışlar kral'a götürmüşler ve agırlıgnca altın vermişler

Adamımız yoluna devam etmis ve nihayet evine varmış

Evinin camindan içeri bakmış Bir de ne görsün; karısı genç biri ile diz dize oturuyor Hemen kılıcını çekmiş ve tam içeri girerken üçüncü nasihat aklına gelmiş "Hiçbir iş aceleye gelmez" Kılıcını kınına koymuş ve içeri girmiş Hoş beşten sonra karısına o genci sormus Kadın da:
"bey sen gittiginde ben hamileydim ve bir oglumuz oldu Bu genc senin
oğlun" demis
 

Ynt: Hikayeler

DUT AĞACI VE AŞK


Bir zamanlar birbirlerine âşık iki genç vardı.

Kızın adı Tispe, delikanlının ki, Piremus idi.

Yan yana evlerde otururlardı; birlikte büyüdüler ve çocukluklarından beri birbirlerine âşıktılar. Aileleri bu aşka karşıydı. Ama onlar, bu derin sevgiden vazgeçemiyorlardı . Bir gece, gizlice ormandaki ağacın altında buluşmaya karar verdiler. Tispe, ağaca Piremus'tan önce varmıştı. Uzaktan ağzından kanlar akan kocaman bir aslan gördü. Korktu; hemen yakındaki bir mağaraya saklandı. Ama koşarken boynundaki eşarbı düşürmüştü. O sırada Piremus geldi. Kocaman aslan, biricik sevgilisi Tispe'nin eşarbını parçalıyordu. Tispe'nin öldüğünü düşündü; onsuz yaşayamazdı. Belinden hançerini çıkardı ve göğsüne sapladı. Cansız bedeni kanlar içinde yere düştü. Tispe korkusunu yendi; mağaradan çıktı. Ağacın altına geldiğinde o korkunç sahneyle karşı karşıya geldi. Piremus'un cansız bedeni yerdeydi; elinde Tispe'nin düşürdüğü eşarbını tutuyordu. Piremus'un, kendisinin öldüğünü sanıp, canına kıydığını anladı. Bir an bile düşünmeden hançeri alıp göğsüne sapladı. Ölüm bile onları ayıramadı. Bedeni, Piremus'un vücudunun üzerine düştü.

Ve Tanrı, o yüce aşkı ölümsüzleştirmek amacıyla, bu çiftin buluştuğu ağacı onlara adadı. Piremus'un kanını bu ağacın meyvelerine, Tispe'nin gözyaşlarını ise, ağacın yapraklarına verdi. O günden beri, karadut ağacının meyvesinin çıkmayan lekesini (Piremus'un kan lekesini), dut ağacının yaprakları (Tispe'nin gözyaşları) temizler...



Bilir misiniz, karadutun lekesi çıkmaz ama elinize ağacın yaprağını alıp ovuşturursanız, o lekenin çıktığını görürsünüz.


(alıntı)
 



Ynt: Hikayeler

Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim, tebdili kıyafet yapmış, Kuşlar Çarşısı'nı geziyormuş. Avcılar avladıkları kuşları, tuzakçılar yakaladıkları maharetli, eğitimli, güzelim kuşları satıyorlar.

Bir ara gözü kekliklere ilişiyor padişah'ın. Bir grup kekliğin üzerindeki varakta,
"Tane işi, satış fiyatı 1 altın" yazıyor.

Hemen yanı başlarında asılı, adeta altın kafes içinde bir keklik daha var ki, fiyatı; 300 altın. Padişahın gözü 300 altınlık kekliğe takılıyor.
"Hayırdır" diyor satıcıya. "Bunun diğerlerinden ne farkı var ki, bunlar 1 altın, bu 300 altın?"

Satıcı, "Bu keklik özel eğitimli, çok güzel ötüyor, ötmesi bir yana bunun ötüşünü duyan ne kadar keklik varsa hepsi onun etrafına doluşuyor" diyor.

"Tabii bu arada avcılar da o etrafa doluşan keklikleri daha rahat avlıyorlar" diye ekliyor.
"Satın alıyorum" diyor Padişah, "Al sana 300 altın..."
Parayı veriyor; hemen oracıkta kekliğin kafasını kopartıyor.

Adam şaşırıp,

"Be adam!!! Ne yaptın?? En maharetli kekliğin kafasını koparttın" diye dövünürken padişah gürlüyor:
"Bu kendi soyuna ihanet eden bir kekliktir. Bu gibilerin akıbeti er ya da geç budur"......


(alıntı)
 

Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
103,764
Mesajlar
1,523,440
Kayıtlı Üye Sayımız
166,583
Kaydolan Son Üyemiz
onurcagritosun

SON KONULAR



Geri
Üst