Ynt: Dağcılığa Nereden Başlamalı?
Yol gösterici olabileceği düşüncesiyle Haldun Aydıngün tarafından uzun süre önce yazılmış bir yazıyı ekliyorum. Önemli olan biraz da sizin bu spordan ne beklediğiniz ve dağcılığın hayatınızda ne kadar öneme sahip olacağıdır aslında. Yazıdaki temel yaklaşım bugün için de geçerlidir kanaatimce.
Selamlar
Dağcılığın Üç Kulvarı
Haldun Aydıngün
Nasıl ki otomobilde yavaş yavaş giderken ortaya çıkmayan aksaklıklar, şehirlerarası yolda hızlanınca kendini gösteriyorsa, gittikçe ilerleyen dağcılığımızda da, bir zamanlar konu bile olmayan sorunlar artan teknik ve risk düzeyiyle birlikte ortaya çıkmaya başlıyor. Ancak bunlar kesinlikle moral bozucu, üzücü sorunlar değil, sadece artık daha gelişmiş olduğumuzun göstergeleri. Eski düşünce kalıplarımızı gözden geçirip, bir takım tanımları kendi ihtiyaçlarımıza göre yeniden değerlendirmemiz gerekiyor.
70’li yılların ortalarında dağcılığımız son derece az sayıdaki üyesiyle yuvarlanıp giderken, hemen her konu bugünkünden farklıydı. Ancak, bu farklardan özellikle bir tanesi bence diğerlerinin hepsinden daha önemliydi. O da, kondisyonu iyi herhangi birinin, isterse o güne kadar Türk dağcılığının ürettiği tüm rotaları tekrarlayabilecek olduğuydu. Hal böyle olunca, dağcılığın değişik yönlerini tanımlamaya, hatta biraz aşağıda yapacağım gibi değişik kulvarlar açmaya kesinlikle gerek yoktu. Tek tip bir dağcılık vardı ve bunu ya yapıyordun, ya da yapamıyordun.
98 Eylül’ünde Aladağlar’da Doğan Palut, Antalya’dan Tülin Demirgüneş ve Ankara’dan Haşim Ağca ile kamp yaparken, genç bir dağcı gurubuyla karşılaştık ve onların da ertesi gün Direktaş Kuzey’i deneyeceğini öğrendik. Bir zamanların efsanevi çıkışı olan bu rotanın üzerinde iki gurubun aynı güne düşmesi başlı başına bir yazı konusu olabilecekken, Tülin ve Doğan’ın anlattıklarından, genç dostlarımızın konuşmaları ilgimi çekmeye başlamıştı (Gölün yanındaki kamplarına ziyarete ben gitmediğim için onlardan dinlemiştim). Ertesi gün yapılacak çıkıştan, son derece basit bir olay gibi söz ediliyormuş. Açıkçası bu yaklaşımdan çok rahatsız olmuştum. 80’lerin ortalarındaki sıradan Ağrı kış çıkışlarını ve ardından yaşadığımız trajedileri hatırlamanın ötesinde, başka açılardan da can sıkıcı bulmuştum. Rotaya ertesi gün girdik. İlk ip boyundan tırsıp döndüm. Genç dostlarım için çok kolay olan rota bana hiç de öyle gelmemişti. Kondisyonum her şartta yeterliydi, teknik olarak sorunlarım vardı ama baş edebilirdim, asıl önemlisi, bu rotayı bitirmek için daha derinden bazı eksikliklerim olduğunu hissediyordum. Bu rota benim kulvarımda değildi. Sırf çıkmış olmak için (Doğan’ın yardımıyla) çıkabilir, ama bundan çok rahatsız olabilirdim.
İnsanın ne yaptığını bilmesi ve bunun adını koyabilmesi çok önemli. Bunu başarabilirse, hedeflerini seçmekte ve bunları gerçekleştirmekte çok daha başarılı olur. Sonuç olarak yaptığı işten çok daha büyük bir tatmin alır. İşte bu nedenle, artık yurdumuzda dağcılık adına yapmaya çalıştığımız işleri değişik başlıklar altında toplamanın zamanının geldiğini düşünüyorum. Bu şekilde, belki de, çok değişik kesimlerden insanlara, yaratma, keşfetme, kendini aşma ve dağları keyifle yaşama şansını kazandırmış oluruz. Kim bilir?
Şimdi izninizle dağcılığı üç ayrı kulvara ayırmayı öneriyorum. Dağcılığın üçe ayrılması, ayrımın temel alındığı esaslar ve bu yazıda ortaya konan tüm diğer önermeler tartışmaya açıklar. Ancak bu şekilde bile kabul görseler çok büyük kolaylıklar sağlayacaklarına gerçekten inanıyorum.
Bir şeyleri tanımlarken işin en önemli bölümü doğru ismin bulunmasıdır. Dağcılığın değişik kulvarlarına vereceğiniz isimleri öyle seçmelisiniz ki, içinde mümkün olduğunca az önyargı olsun. Örneğin böyle bir sınıflama yapıldığında akla ilk gelen isimler şöyle olabilirdi:
“Başlangıç düzeyi”, “Orta düzey”, “İleri düzey”.
Bu isimler de herkese son derece mantıklı görünürdü. Hatta çocukluktan beri öğrendiğimiz pek çok temel prensiple de uyum içinde olurdu. Çünkü başlangıç düzeyini yaşamadan, orta düzeye gelinmez, ileri düzey ise her ikisini yaptıktan sonradır, vs.. vs.. Ancak bu isimlendirme ciddi bir önyargı içerip, dağcılığın üç değişik kulvarda değil de hala tek bir kulvarda olduğunu ima edecekti. Ortaya tek bir hat konmuş ancak içinde farklı dereceler yaratılmış olacaktı. Aynı Milli Eğitim’in okul sistemi gibi, önce ilkokul bitecek, sonra orta öğretim, en sonunda da üniversite. Bu tür bir süreç de ister istemez, tek boyutlu bir dağcılık hiyerarşisi ortaya koyacak ve spora katılan herkesin ya sürecin tamamını yaşaması gerektiğini (yani İleri Düzeye kadar bu işi götürmesi gerektiğini), ya da başarısız sayılacağını çok kuvvetli olarak verecekti. Tıpkı, ilkokul üçten terk birinin toplumda karşılaşacağı prestij sorunlarında olduğu gibi.
Aynı konuya, toplumca daha fazla fikir sahibi olduğumuz arabalardan bir örnek verelim; Bir Toyota Corolla ve bir Mercedes 300 düşünün. Birincilerin sahipleri çok ender olarak Mercedes’leri olmadığı için hayıflanırlar. Oysa Mercedes 300, otomobili otomobil yapan tüm ölçülerde Corolla’dan üstündür. Ancak bu iki araba, tamamen başka kulvarlarda koştukları için Corolla sahipleri Mercedes’lerin var olmasından etkilenip kendi arabalarına küsmezler.
Şimdi gelelim önereceğim isimlere. Dediğim gibi bunların hem isimleri hem de tanımları tartışmaya açık.
Standart dağcılık
Klasik dağcılık
Ekstrem dağcılık
Bu dağcılık türlerinin neleri kapsadığını anlatırken de sadece dağcılığın teknik zorluklarını katmanın yeterli olmadığını düşünüyorum. Böyle yaparsak, yukarıda yanlış diye verdiğim isimlerden fazla uzağa gidemeyiz. Bence burada asıl belirleyici olan, kişinin kendi “yaşam enerjisinden” ne kadarını dağcılığa aktarmaya hazır olduğu. Yaşam enerjisi derken, zaman, para, dostluklar, kısacası sahip olduğumuz herşeyi anlıyorum. Araba benzetmemize dönersek de, elimizde arabaya ayıracak sadece 100 lira olduğunu varsayın. Bu paraya alınacak arabalar içinde en iyisinin Corolla olduğuna inanırsak, gider onu alır ve mutlu mutlu süreriz. Mercedes için gerekli 1000 lirayı hiç bir zaman bir araya getiremeyeceğimiz için d e herhangi bir huzursuzluk yaşamayız.
Şimdi gelelim tanımlarımıza:
Standart Dağcılık:
Bu kulvardakilerde dağcılık sporu yaşamın en üst önceliklerinde yer almıyor, ama gene de kişi için güzel bir şeyler ifade ediyor. İşler aksatılmadan, aile içi görev ve dengeler gözetilerek, fırsat buldukça dağlara gidiliyor. Bu kişilerin yürüyüşçülerden temel farkı zirve amaçlı etkinlikler yapmaları. Dağı yaşamaktan, çıktıkları zirvelerden, basit kaya rotalarından büyük zevk alıyorlar. Dağcılığın onların yaşamına kattığı son derece olumlu değerler var. İleri yaşlarda bile belli bir sporcu ruh halini sürdürebiliyorlar, toplumumuzda kendi yaş guruplarında takdir uyandıracak seviyede kondüsyona sahipler.
Teknik olarak ise iyi yürüyorlar, pek çok koşulda rahatlıkla kamp yapabiliyorlar. 4000’lerin sınırlarına kadar rahatça tırmanabiliyorlar, dağlarda karşılarına çıkan III ya da IV derece tek steplik kayaları rahatça geçebiliyorlar. Temel kazma ve krampon tekniğine sahipler. Bu guruba ait rotaların başında yaz koşullarında Kaçkar güney, Alaca güney ve doğu, Güzeller klasik çıkışlarını sayabiliriz.
Klasik Dağcılık:
Bu kulvardakiler, dağcılıkla yaşamlarındaki diğer olayları dengede götürmeye çalışan kişiler. Dağcılık onlar için oldukça önemli. Ancak aileleri de, işleri de ve sahip oldukları diğer zorunluluklar da önemini yitirmiş değil. Standart dağcılığa göre yaşamlarından daha fazla kaynağı dağcılığa ayırıyorlar. Düzenli hafif antrenman, kendini geliştirmek için devamlı duyulan bir istek ile bu gurubu tanımlayabiliriz.
Teknik yönden ise, ileri düzeyde kaya tırmanışına girebiliyorlar. Boşluk hissiyle araları iyi. Bütün temel dağcılık ve ip tekniklerine sahip olmaları gerekiyor. Değişik rotaları çıkacak yetenek ve isteğe sahipler. Türkiye’de olduğu kadar yurt dışında da tırmanmaya gidebiliyorlar. Dağlarda rastlayacakları her türlü koşulda kamp yapabiliyorlar. Kaçkar Buzul, Kaldı klasik ve buzul, Erciyes buzul, Demirkazık batı ve klasik bu kulvar için verilebilecek örnek tırmanış rotaları.
Ekstrem dağcılık:
Bu kulvarın üyeleri için dağcılık yaşamlarında birinci öncelikte görülüyor. Yaşam kaynaklarının çok ciddi bir bölümünü dağcılığa ayırıyorlar ve pek çok fedakarlığa da katlanmaktan çekinmiyorlar. Kendilerini tanımlarken dağcılığı birinci sırada kullanmaktan çekinmiyorlar. Yani, her şeyden önce onlar birer “dağcı”. Hatırı sayılır miktarda antrenman ve devamlı tırmanışlarla, gittikçe zorlaşan rotalar açmaya çalışıyorlar. Kulvarın diğer elemanlarıyla ciddi bir rekabet içindeler. En büyük özelliklerinden biri de öncekilere göre çok daha fazla riski göze alabilmeleri (Bu cümle, diğer iki guruptan daha fazla kaza geçirecekleri anlamına gelmiyor).
Teknik olarak bir tanım vermek çok anlamlı değil. Sanırım onlardan her şeyi yapmaları bekleniyor (şimdi değilse bile pek yakında!). Kuzey duvarlarını çıkıyorlar. Zorluklarıyla ünlü Himalaya’lar, Pamir’ler gibi dağ yörelerinde tırmanışa gidiyorlar.
Sonuç:
Şu anda yurdumuzda ekstrem dağcılık yukarıda saydığım kulvarlar arasında en iyi durumda olanı. Daha önce hayal bile edemediğimiz tırmanışlar yapılıyor. Bunları biraz kıskançlık, büyük miktarda da gururla izliyoruz. Tanımı çok belli, yani, yaptıkları “işi” kendilerine anlatırken fazla zorlanmıyorlar ve bu durum kulvarın içindekilere büyük bir rahatlık sağlıyor. Yurdumuzun sahip olduğu teknik seviyenin üst eşiğini gittikçe yukarı çekmeleriyle de aslında büyük bir hizmet veriyorlar. Dünya ile karşılaştırdığımızda ise ulaşılan teknik ve risk seviyeleri henüz çok aşırı boyutlarda olmadığı için yaşam riski açısından çok kötü bir konumda henüz değiller. Yani, henüz ekstrem dağcılarımızı katliam boyutlarında kaybetmeye başlamadık. Bir süre daha da bu duruma girmeyeceğiz.
Diğer iki kulvarın durumu ise Türkiye’de biraz vahim. Zaten acele olarak tanımlanmaları da bu yüzden gerekiyor. Normal olarak bu kulvarlarda yarışmaları gerekenler, h ala yetmişli yıllardan kalan tek tip dağcılık anlayışına sahip oldukları için, kendilerini artık hiç bir zaman kazanamayacakları başka bir yarışın içinde hissedip, dağcılıktan hızla soğuyabiliyorlar. Oysa, işin yetenek faslını bir kenara bırakırsak, bu insanların dağcılığa ayırdıkları yaşam enerjileri belli (sadece 100 lirası olan sürücü örneğinde olduğu gibi!). Aynı Toyota Corolla’sını alıp mutlu olan kişiler gibi kendilerinin daha üst düzey bir şeylerin talihsiz alt kümesi değil, başlı başına saygıdeğer bir grup olduklarını kabul etmeleri gerekiyor. Tekrar dağcılığa dönersek, ekstrem dağcıların sulandırılmış bir versiyonu olmadıklarını kabul edip, kendi yeteneklerini ve yapabildikleri tırmanışları ciddiye almaları ve bu işi hala ne kadar az insanın başarabildiğini hatırlamaları. İkinci yapmaları gereken ise, eğer içlerinde bir şeyler üretme ve yaratma isteği mevcutsa, ellerinde sonsuz miktarda iş olduğunu hatırlamaları.
Nedir bu işler?
Gerek standart, gerekse klasik bilinen dağ rotaları hala Türkiye’de iki elin parmakları kadar azlar. Büyük ihtimalle, bugün yurdumuzda üç yüz metrenin üzerinde duvar tırmanışı içeren ciddi rotaların sayısı ise diğer guruplardakilerin toplamını geçti. Eğer bu önerme doğruysa, pek çok nedeninden biri de sanırım artık klasik ve standart dağcılığın hiç ciddiye alınmaması. Bu durumun hızla değişmesi gerektiğine inanıyorum.