Ynt: Biraz da Gülelim
Ders alınacak çok fıkra var
8)
Kurt yeni büyüyen yavrularını almış ve bir tepeye çıkmışlar... Aşağıda sürüyle koyun yayılmakta...
Yavru kurtlar soruyor:Baba bu sürü neyin nesidir?
Baba kurt: “Onlar bizim yiyerek hayatımızı idame ettireceğimiz canlı varlıklardır...”
- Peki baba, şu bize benzeyen yaratıklar nedir?
Baba kurt cevaplandırır: Evlatlarım onlara köpek denir, hem yerler hem de bizim yememizi sağlarlar...
- Ya şu sipsivri duran kim olur?
- Ona çoban derler... Ne kendileri yer, ne de bize yedirirler...
Ders böylece tamamlanır...
Günümüzde maalesef birçok yönetici, başkan hem kendileri yer hem beş para etmez yalakalarına yedirir milletin paralarını...
Gerçi hayatda ders bitmez, İnsanoğlu sürekli gaflet içerisindedir. Ye kürküm ye hikayeside meşhurdur ya.....
Hoca günlerden bir gün şehre iner ve yolu aşevlerinin ve lokantaların bulunduğu meydana çıkar.
Kokular karşısında sermest olur.
Geçerken nefis kokuların etkisinde kalır ve bir süre oracıkta oyalanır ve bu kokuları koklar.
Kokular insanı elbette ki tahrik eder.
Fakat Hoca her ne sebeple ise parasına kıyıp aşevinden karnını doyurmaz lakin lokantanın önünde duruşu ve ağır adımlarla ilerleyişi lokantacının dikkatini çekmiş olmalı ki tam çekip gitmek üzereyken Hoca’ya seslenir:
Hocam hani ücretiniz? Hoca etrafına bakınır ve lokantacının bu münasebetsiz talebini anlayamaz ve ne ücreti oluğunu sorar.
Lokantacı ‘Hocam ne ücreti olacak yemekleri kokladınız ve onun parasını istiyorum işte’ diye diklenir ve karşılık verir.
Hoca münasebetsiz bir belaya çatmıştır. ‘Olur mu öyle şey canım!’ dese de meseleyi geçiştiremez ve bu acar ve pişkin lokantacının pençesinden yakasını kurtaramaz.
Parayı da ödemez.
Bunun üzerine kadının huzuruna çıkarlar.
Kadı meseleyi mütalaa eder ve Hoca’nın alacak talebi karşısındaki savunmasını ister.
Hoca da çil çil akçeleri şıkırdatarak karşılık verir ve ‘ben de yemek kokusuna karşılık ve ücret olarak akçe seslerini teklif ediyorum, veriyorum’ der ve kadı bu karşılığı yeterli bularak duruşmayı Hoca lehinde karara bağlar.
Cahız Horasan Valisine atfen anlatır.
Mutezile mezhebinin imamlarından ve ileri gelenlerinden ve Osmanilerden (Hazreti Osman taraftarı) olan Amr İbni Bahr el Cahiz, Buhâlâ (Cimriler) adlı eserinde bu vakayı anlatır.
Bir şair Horasan valisini tantanalı bir şiirle metheder.
Bunun üzerine vali katibine ve özel kalemine, şaire 10 bin dirhem atiye/bahşiş vermesini emreder.
Bunun üzerine şairin kalbi duracakmış ve yerinden fırlayacakmış gibi olur. Sevince gark olur.
Bu sevince gark olan şairi gören vali daha da iştaha gelir ve atiyesini ve ihsanını artırdıkça artırır ve mabeyn katibinden yani özel kaleminden bu ihsanı iki misline yani 20 bin dirheme çıkarmasını ister.
Şair baygınlık geçirme derecesine gelir.
Vali ihsanını katlayarak artırır.
İhsanı tam 40 bin dirheme çıkarır.
Bu astronomik meblağ karşısında küçük dilini yutma sırası şairden mabeyn katibine veya özel kaleme intikal eder.
Valiye şöyle der:
Şair 40 dirheminizle bile memnun olurdu niye 40 bin dirhem veriyorsunuz, bu da nereden çıktı?
Bunun üzerine vali özel kalemine çıkışır;
‘Şaşkın! Sana yazıklar olsun’ der. ‘Yoksa emrettiğim meblağı vermeyi mi düşünüyordun?
Bre şaşkın ve gafil O bizi kelamıyla ve ballı ve tatlı sözleriyle mutlu ettiği gibi biz de onu aynı yolla mutlu ediyoruz.
Niyetimiz ve olup biten budur.
Şairin övgülerinden benim elime geçen somut bir şey var mı?
Şair beni aslana benzetti ve aydan güzel olarak tasvir etti.
Dilimin kılıçtan keskin olduğunu ileri sürdü.
Bütün bunlardan dolayı elime geçen ve kazancım nedir?
Koskoca bir hiç. Anlık bir tatlılık veya hüsnü kuruntu.
Biz sözlerinin yalan olduğunu bilmiyor muyuz?
Yalanıyla bizi kısa bir süre de olsa mutlu etti.
Biz de yalana yalanla mukabele ediyoruz.
Eğer yalana sıdkla karşılık verecek olsaydık mahvolduğumuz ve sermayeyi kediye yüklediğimiz gündü!”