Mezzy
Gezenbilir Fotoğraf Grubu
Ynt: Bir Vosvosun Penceresinden "Ege" (11-18 Temmuz 2009)
4.gün; 14 temmuz 2009, salı
sabaha kadar uyumaden içen deli dursun ve tayfası herkesi yatağından uyandırıp suya atıyordu. üzerinde mayosu var mıymış, tişörtle miymiş, çoraplarını çıkartmış mı falan dinlemeden, sadece elektronik cihazları çıkartıp hurra herkesi suya attılar. bizler de uyandırıldığımızda “haydi kalkın saat 8 buçuk oldu” diye uyandırıldık. sonra sırayla daldık suya. etraf toplandı, hazırlıklar yapıldı, çadırlar toparlandı saate bir baktık daha 8! kandırmışlar meğerse… 9 sularında sadece bize ait olan ‘bin bir yıldızlı koy’dan aklımız kalarak ayrıldık.
balıkaşıran’da durduk ve hatıra fotoğrafı çektirdik. enfes bir yol görüntüsü vardı. sağ tarafta akdeniz, sol tarafta ege muazzam görünüyordu. sonra yeniden yola devam ettik. 11 civarında ‘datça’ tabelası göründü. tabii ki hemen yanına araçları çekip bir hatıra fotoğrafı için toplandık. tabeladaki nüfus sayısına o andaki mevcudumuzu ‘+21’ olarak işledik.
datça merkezde araçlarımızı park ettikten sonra, nefis kokuların geldiği pastaneden sıcacık poğaçalarımızı, açmalarımızı aldık ve deniz kıyısındaki bir çay bahçesinde kahvaltımızı yaptık. bu sırada istanbul’dan otobüsle gelip, datça kısmında 5 gün bizlerle olacak ali ve tuba da tayfaya katıldı. kahvaltı sonrası biz (bm – md) hemen postanenin yolunu tutup sevdiklerimize ‘datça kartpostalı’ yolladık. sonra çarşı içinde deniz malzemeleri satan bir yerden alışveriş yapan arkadaşlarla buluşup kargı’ya doğru ilerledik. su alabildiğine soğuktu. bozcaada’dan antrenmanlı olanlar üşümedi fakat bazı arkadaşlar suya giremedi bile. saat 16’ya kadar buradaydık.
akabinde eski datça’nın yolunu tuttuk. istanbul’dan datça’ya yerleşen vosvosçulardan erol pir’in eski datça evleri’nin bahçesinde biraz oturduk. bir grup arkadaş can yücel kahvesinde inzivaya çekildi. bir grup arkadaş eski datça’nın bizi bizden alan sokaklarında dolaştılar. biz de bir merhabalık vakitte diğer vosvosçu yaşar ve müberra’nın incik boncuk dükkânından bahçesine geçip soluklandık. md’nin kırılan çekyat demirinin montesi için tayfun’la sanayiye gitmesini fırsat bilen bir grup tayfayla can yücel’in mezarını ziyaret ettik. şaraba susamıştır diye biraz şarap ikram ettik kendisine. yosun ve gizem’in istanbul’dan arkadaşlarının notlarını getirdiği ufak bir tüpü de yine mezara hatıra niyetine koyduk.
md’nin çekyat işini halletmesi, diğer arkadaşların da dinlenmesinden sonra bu akşamki yemeği datça’da leziz yemekler yapan ‘zekeriya sofrası’nda yemeye karar verdik. tüm tayfa tıka basa yemeklerini yedi (kabak çiçeği dolması bile vardı), fakay 6 porsiyon ile güney sınırlarını zorladı. bazılarımız akşam için nevale aldı. mezeler, rakılar, buzlar toparlandı ve kamp yapacağımız yere doğru ‘at bin’ dedik. dedik demesine ama güney’in patlamak üzere olan midesini boşaltmasını bekliyorduk kamp yapacağımız yer ovabükü ile palamutbükü arasında kalan, ama ovabükü’ne daha yakın bir bük idi. bu sırada efelerin efesi sencer efe istanbul’dan da olsa her türlü yardımı sağlıyordu… konaklayacağımız yerin adı akvaryum büküydü. saat 20:45 sularında kamp yapacağımız yere vardık. elektrik yok, çeşme yok, duş yok, tuvalet yok, tesis yok, çardak veya gölgelik yok… jeneratör ile elektrik işimizi hallettik. ilk gece için su ihtiyacımız yoktu (sonraki günler ortalama 250-270 litre kullanma suyu taşıdık). tuvalet doğaydı. akşam vardığımız için de gölgeye ihtiyaç yoktu (sonraki günler istanbul’dan getirdiğimiz portatif çardaklarımızı kurduk).
istanbul’dan aldığımız balık ağı hızlıca açılmaya başladı. amacımız akşamdan ağ atıp, ertesi gün kilolarca balığı ağdan toplamaktı. teori süperdi… ancak bu balık avcılarına gençler karşıydı ve bir beste yapmışlar, söylüyorlardı…
“kocaman denizde balık bırakmadınız
boğaz derdine düşüp katliam yaptınız
ölüme karşıyız beşiktaşlıyız
direniş devam edecek biz kararlıyız”
ancak bu besteyi yapıp söyleyen vatandaşlardan bazılarının tatilin birçok gününde kilolarca balıkla beslendiğini ve nankörlüğün de bu kadarına pes denileceğini kendilerine hatırlatırız
bu arada denizi görenler hemen kendilerini suya attılar, tayfun ve berk de balık ağını denizin açıklarına götürdüler. bir yandan da rakı masası kurulmuş, buzdolabı çalıştığından rakılar çivi gibi olmuştu. mezeler, sohbetler derken sahilde de bir grup tayfa toplanmış eğleniyordu. rakı masası muhabbeti sonrası yanlarına gittik. onlar şirince şaraplarına dadanmışlardı, bizse rakıya devam ediyorduk. ali abi ile 3-4 şarkı patlattık gitar eşliğinde. ardından güney bizlere kısa bir flamenko, klasik gitar dinletisi yapıp ruhumuzu yıkadı. yıkanan ruhlar uykuya hasretti. kimileri kumsalda, kimileri çadırda, kimileri busunun içinde uykuya daldı.
rüyalardaysa ertesi gün ayıklayacağımız balıkların heyecanı vardı, ağ balık dolmuş muydu acaba?
devam edecek…
4.gün; 14 temmuz 2009, salı
sabaha kadar uyumaden içen deli dursun ve tayfası herkesi yatağından uyandırıp suya atıyordu. üzerinde mayosu var mıymış, tişörtle miymiş, çoraplarını çıkartmış mı falan dinlemeden, sadece elektronik cihazları çıkartıp hurra herkesi suya attılar. bizler de uyandırıldığımızda “haydi kalkın saat 8 buçuk oldu” diye uyandırıldık. sonra sırayla daldık suya. etraf toplandı, hazırlıklar yapıldı, çadırlar toparlandı saate bir baktık daha 8! kandırmışlar meğerse… 9 sularında sadece bize ait olan ‘bin bir yıldızlı koy’dan aklımız kalarak ayrıldık.
balıkaşıran’da durduk ve hatıra fotoğrafı çektirdik. enfes bir yol görüntüsü vardı. sağ tarafta akdeniz, sol tarafta ege muazzam görünüyordu. sonra yeniden yola devam ettik. 11 civarında ‘datça’ tabelası göründü. tabii ki hemen yanına araçları çekip bir hatıra fotoğrafı için toplandık. tabeladaki nüfus sayısına o andaki mevcudumuzu ‘+21’ olarak işledik.
datça merkezde araçlarımızı park ettikten sonra, nefis kokuların geldiği pastaneden sıcacık poğaçalarımızı, açmalarımızı aldık ve deniz kıyısındaki bir çay bahçesinde kahvaltımızı yaptık. bu sırada istanbul’dan otobüsle gelip, datça kısmında 5 gün bizlerle olacak ali ve tuba da tayfaya katıldı. kahvaltı sonrası biz (bm – md) hemen postanenin yolunu tutup sevdiklerimize ‘datça kartpostalı’ yolladık. sonra çarşı içinde deniz malzemeleri satan bir yerden alışveriş yapan arkadaşlarla buluşup kargı’ya doğru ilerledik. su alabildiğine soğuktu. bozcaada’dan antrenmanlı olanlar üşümedi fakat bazı arkadaşlar suya giremedi bile. saat 16’ya kadar buradaydık.
akabinde eski datça’nın yolunu tuttuk. istanbul’dan datça’ya yerleşen vosvosçulardan erol pir’in eski datça evleri’nin bahçesinde biraz oturduk. bir grup arkadaş can yücel kahvesinde inzivaya çekildi. bir grup arkadaş eski datça’nın bizi bizden alan sokaklarında dolaştılar. biz de bir merhabalık vakitte diğer vosvosçu yaşar ve müberra’nın incik boncuk dükkânından bahçesine geçip soluklandık. md’nin kırılan çekyat demirinin montesi için tayfun’la sanayiye gitmesini fırsat bilen bir grup tayfayla can yücel’in mezarını ziyaret ettik. şaraba susamıştır diye biraz şarap ikram ettik kendisine. yosun ve gizem’in istanbul’dan arkadaşlarının notlarını getirdiği ufak bir tüpü de yine mezara hatıra niyetine koyduk.
md’nin çekyat işini halletmesi, diğer arkadaşların da dinlenmesinden sonra bu akşamki yemeği datça’da leziz yemekler yapan ‘zekeriya sofrası’nda yemeye karar verdik. tüm tayfa tıka basa yemeklerini yedi (kabak çiçeği dolması bile vardı), fakay 6 porsiyon ile güney sınırlarını zorladı. bazılarımız akşam için nevale aldı. mezeler, rakılar, buzlar toparlandı ve kamp yapacağımız yere doğru ‘at bin’ dedik. dedik demesine ama güney’in patlamak üzere olan midesini boşaltmasını bekliyorduk kamp yapacağımız yer ovabükü ile palamutbükü arasında kalan, ama ovabükü’ne daha yakın bir bük idi. bu sırada efelerin efesi sencer efe istanbul’dan da olsa her türlü yardımı sağlıyordu… konaklayacağımız yerin adı akvaryum büküydü. saat 20:45 sularında kamp yapacağımız yere vardık. elektrik yok, çeşme yok, duş yok, tuvalet yok, tesis yok, çardak veya gölgelik yok… jeneratör ile elektrik işimizi hallettik. ilk gece için su ihtiyacımız yoktu (sonraki günler ortalama 250-270 litre kullanma suyu taşıdık). tuvalet doğaydı. akşam vardığımız için de gölgeye ihtiyaç yoktu (sonraki günler istanbul’dan getirdiğimiz portatif çardaklarımızı kurduk).
istanbul’dan aldığımız balık ağı hızlıca açılmaya başladı. amacımız akşamdan ağ atıp, ertesi gün kilolarca balığı ağdan toplamaktı. teori süperdi… ancak bu balık avcılarına gençler karşıydı ve bir beste yapmışlar, söylüyorlardı…
“kocaman denizde balık bırakmadınız
boğaz derdine düşüp katliam yaptınız
ölüme karşıyız beşiktaşlıyız
direniş devam edecek biz kararlıyız”
ancak bu besteyi yapıp söyleyen vatandaşlardan bazılarının tatilin birçok gününde kilolarca balıkla beslendiğini ve nankörlüğün de bu kadarına pes denileceğini kendilerine hatırlatırız
bu arada denizi görenler hemen kendilerini suya attılar, tayfun ve berk de balık ağını denizin açıklarına götürdüler. bir yandan da rakı masası kurulmuş, buzdolabı çalıştığından rakılar çivi gibi olmuştu. mezeler, sohbetler derken sahilde de bir grup tayfa toplanmış eğleniyordu. rakı masası muhabbeti sonrası yanlarına gittik. onlar şirince şaraplarına dadanmışlardı, bizse rakıya devam ediyorduk. ali abi ile 3-4 şarkı patlattık gitar eşliğinde. ardından güney bizlere kısa bir flamenko, klasik gitar dinletisi yapıp ruhumuzu yıkadı. yıkanan ruhlar uykuya hasretti. kimileri kumsalda, kimileri çadırda, kimileri busunun içinde uykuya daldı.
rüyalardaysa ertesi gün ayıklayacağımız balıkların heyecanı vardı, ağ balık dolmuş muydu acaba?
devam edecek…