mayıstosböce
An lar Sadece An lar,Yaşam Budur Zaten
Ara ara takip ettiğim,gördüğüm de çok etkilendiğim geziler yapmış insanlar var.Bazıları imkansızı becermişler,bazıları yolda kalmış,bazıları da o yolda hayatlarını kaybetmişlerdir.Onların tek amacı gitmek,yolda olmaktır.Bunun nedenini herkes kendine göre cevaplar ve bir çoğuda doğrudur(kendilerine göre),gezgini yola düşüren nedir,onca zahmete onca eziyete sokan..
Yola çıkanlar yalnızca mutlu olmak için yola çıkmaz,içinde yaşadığı içsel devinimlerden dolayı yola çıkar,bu neden zannettiğimiz gibi çok basit değildir.Anlamlandırma çabasıdır hayatı,belki de elden başka hiç bir şey gelmiyordur ve o yolun kendinden medet umar,bir şey olmak adına. İmkanlarım şu an uygun olsa beni yola çıkaracak nedir diye düşündüğümde en üstte ki neden sanırım 'bulantı' olurdu , bu da varoluşsal beynimin bana tepkisi.Aslında kafamızı biraz kuma gömmektir bence gitmek,yola çıkarken arkamızda bıraktıklarımız genelde umduğumuzdan daha güzel şeyler değildir.Dün Rosinha (kaçış aracım,yoldaşım karavanım)yı yıkarken,sevdiğim bir abimin '' karavanın ülkeye sevdirilmesi için niye bir fikir belirtmiyorsunuz'' cümlesi kafama takılmıştı,onu sordum ''niye bir şey yazmadım'' diye Rosinha ya,o da ''ya sen geziyormusun'' ,''evet geziyorum,planlar da yapıyorum'' o da '' ülken elden giderken hala gezebiliyorsan zaten sen olabildiğince pişkinsin sen gezmene devam et ,yaa üç beş kişiyi karavan sevdalısı yapsan ne olur yapmasan ne olur,karavanın vergilerini biraz düşürsen,karavanı daha ulaşılabilir kılsan ne olur kılmasan ne olur ,sen kendini rahatlatmak için yine sevdiğin yazıları sağ da solda paylaş,bir şey olduğunu ve gezmeye de hakkın olduğunu sanarak yaşa'',''Pislik Alman metali seni,sen Ernst Bloch umut ilkesini de bilmiyorsun'' dedim,o da ''oturduğun yerden mi yapacaksın deve kuşu'' dedi.
Bir şekilde yolda olanlardan şu anda kendi mi en yakın hissettiğim 3 arkadaş var şansımıza 2 tane si bu forumdan biri Zafer diğeri Ferhat,3. kişide Ali Eriç.Bu bir şekilde yolda olanların ortak tek noktası benim için yolda olmaları,bu yüzden ama yürüyerek ama atla ne ile olursa olsun yolda olanların öykülerini burada paylaşmaya çalışacağım.
Giriş yazısını Zafer den izin almadan yayınlıyorum umarım alınmaz.
Psikoloji literatüründe “yol bağımlılığı” diye bir kavram var mı araştırmışlığım yok, ancak bendeki durum böyle açıklanabilir. Kesin hedefler koymaktan çok “Hele evden çıkalım da elbet varırız bir yerlere.” mantığıyla hareket ediyorum genelde. İkibuçuk ay yollarda yer yer sefalet yaşayarak dolaştıktan sonra İzmir’e dönüşümün daha ayı dolmadan tekrar uykularım kaçmaya başlamıştı. “Yarın ne getirir bilinmez, içimde ukde kalmasın” dedim ve yaz bitmeden kafamdaki ikinci turu da gerçekleştirmeye karar verdim.
Uzun süreli ve menzilli seyahatler yapmak insana tarifsiz mutluluk veriyor, yine de hırsların kurbanı olmamak, inatlaşmamak gerek, her zaman işlerin ters gitme riski var, nitekim gitmişliği de var.
Önceden belirlenmiş rotam ve zaman planlamam yok, bazen ülkeler bile eklenip çıkabiliyor derken samimiyim.
Arkamdan değer verdiğim insanların el sallaması, beni uğurlaması başlangıcı daha kolay yapmamı sağlıyor, insanın gezip tozup geldiğinde kucaklaşacağı kişiler olduğunu bilmesi güzel, hepimiz az çok gezginiz, diğer yandan da yerleşiğiz, yaptığımız yolculukları memleketteki hayatımızdan aldığımız sabitlerle tarif ediyoruz genellikle. Süreler, mesafeler, hep yuvaya endekslenerek ölçülüyor; kültürler, coğrafyalar hep memlekette bildiklerimizle karşılaştırılarak anlatılmaya çalışılıyor. Ben ise artık standart gezi notu yazamayacağımı iyice anladım, hani şu günlük düzeninde tüm yemek, otel, gittim-geldim oturdum-kalktım ayrıntılarını içeren. Önemsediğim şeyleri kendi perspektifimden aktarmaya devam ediyorum.
Seyahat etme fırsatı ve maddi imkanı bulma konusunda çok haklısınız, benim koşullarım farklı, birgün detaylarını burada yazarım belki, ama inanın şartlarımı zorluyor ve ihtiyaç akçelerimi yiyorum gidebilmek için, zengin değilim. Maliyetleri düşürmek üzere çoğu insanın dayanamayacağı sefaleti göze alıyorum, örneğin İtalya ve Yunanistan'da otel fiyatlarını görünce tek gün parasına kıyıp yatamadım, ormanlarda yol kenarlarında çadırda uyudum, dağ çeşmelerinde yıkandım, benzin ocağım sağolsun, çayımı kahvemi, yemeğimi kendim yaptım. Sefalet dediğime bakmayın, aslında diğer yanıyla çok eğlenceli. Ben hayatımda ilk kez İtalya-Toscana'da kamp yaptığım ormanda gördüm ateşböceklerini, çok ciddiyim, daha önce sayısız kamp yapmama rağmen hiç ateşböceği görmemiştim. Binlerce ışık noktasının uçuşmasını izlerken heyecan ve mutluluktan ağladığımı söylersem kimse içinden dalga geçmesin.
Bu da gezi güncesinden bir alıntı.
Neden geldin? Burada sadece kum ve rüzgar var...
Yola çıkışımın kırkyedinci günü ve dokuzbinbeşyüzüncü kilometresiydi Mısır’da Halit’in bu sorusuyla karşılaştığımda. Benzin göstergesinin kırmızı ışığı yanmış, dışarıda çölün sıcak kumlarını üzerime püskürten fırtına, kapıyı dahi açmama izin vermezken, etrafta tek tük yaşam belirtisi varken, onun kanıksadığı hayat ve memleket, geldiğim diyarlara göre çok farklı ve görmeye değerdi. Birlikte çay içerken, söyleyip anlayabildiği az sayıdaki İngilizce kelimeyi seçerek anlatmaya çalışsam da ikna olmuş gibi görünmüyordu vedalaşırken. Onunla tekrar karşılaşamayacağımı biliyorum, ama yaptığı iyiliği unutacağımı sanmam. Arabasının peşine takılıp bir saat boyunca civardaki benzin bulunabilecek her yeri dolaşıp sonunda depoyu doldurabilmiştim.
Gitmeye karar verdim, sadece çöllerden değil, dağlardan denizlerden, köylerden, şehirlerden, evlerden, insanlardan geçtim, önümden akıp giden herşeyi elimden geldiğince görmeye, aklım yettiğince algılamaya çalıştım. Yolları ve anıları ardımdan havalanan tozlarda bırakmayıp hafızamda tutmaya gayret ettim.
Bazı gezi yazılarında insanların tam neyi aradıklarını bilmeden ama hayatlarına kalıcı ve büyük anlamını verecek “o şeyi” bulmak üzere yollara düştüklerini Tayland’a, Hindistan’a, Tibet’e gittiklerini hüsranla döndüklerini okumuştum, yine de o zamanlar çok ve uzaklara seyahat edilerek bunun bir nebze gerçekleşebileceğine ihtimal vermekteydim. Şimdi farklı düşünüyorum, her nereye gidersek gidelim hayatı algılayan ve tanımlayan birlikte götürdüğümüz benliğimiz. Yaşadığımız coğrafyada keşifler yapamayacak kadar körelmişsek, insanlarla iletişim kuramıyorsak, paralar harcayıp zamanlar ayırdığımız uzaklardan da eli boş dönmeye mahkumuz. Arayış seyahatin doğasında zaten var, hatta varlık sebebi, ama buna fazla kafa yormamak lazım, seyahat zaten önünüze yeterince şey seriyor, bunları ancak yolun akışına kendinizi bıraktığınızda görebiliyorsunuz, önceden kesin rotalar, beklentiler ve gezilecek yerler listesi oluşturarak değil.
Ben büyük beklentilerle çıkmadım yola, bu sayede, örneğin yıllardır gitmeyi istediğim Beyrut’un yarattığı hayalkırıklığını da şiddetli yaşamadım. Küçücük, sıkış tepiş ama içine girildiğinde kocaman Ortadoğu’nun, savaşların, barışların, birlikteliğin ve içe kapanışın, zenginliğin ve sefaletin, bitmeyen gerginliğin ve boşvermişliğin sırlarını söylemesini isterdim, ama şehir gelip gittiğimi farketmedi bile. Ondan dinleyemediğim hikayeleri Suriye’de Quneitra anlattı, varlığını yola çıkarken öğrendiğim kasaba, Golan tepelerindeki İsrail radarlarına hüzünle bakan, insanlarını yitirmiş, bin yıldan yaşlı Roma kentlerinden bile daha harabe kasaba…
Yazmak zor, konuşmak kolay benim için, paylaşmak da istiyorum diğer yandan, unutmamak da istiyorum, hem kendim hem de merak eden herkes için yazmak istedim.
Bu yolculuk bilindik turistik gezilere benzemedi pek. Evet, turistik bölgelerden geçtim, ancak amacım o bölgeler ,yerler ve şeyler arasında sıçramalar yapmak değildi en başından beri. Yolun kendisi ve hareket halinde bulunmak, kimi ara durak noktalarına ulaşırken geçirilen zaman ve yaşanan şeyler en az o duraklarda görüp yaşadıklarım kadar kıymetliydi. Turistik gezilerin programlılığından, konforundan, güvenliğinden ve mutluluk garantisinden eser yoktu benim serüvenimde. Beslenme, barınma ve yol bulma süreçleri genelde sıkıntılıydı. Ertesi gün nerede yatacağımı, nereye varacağımı, ne yapacağımı planlamadım çoğu zaman. Gün nerede bittiyse orada uyudum, yol nereye götürdüyse oraya gittim, kimse ne yapacağımı söylemedi, rehberlik etmedi. Paket turlarla veya çok kişiyle gidilen seyahatlerle kıyaslandığında zihnen ve bedenen daha yorucu bir seyahat biçimi. Uzun yolculuklara çıkanlar tecrübe etmiştir, bu tür gezileri tamamlayabilmenin tek yolu, bunu yakın zamanda bitip gidecek bir süreç olarak değil, sanki yaşamın normali ve süreğen haliymiş gibi algılamak ve davranmak. Aswan’da elli küsur derece sıcaklıkta tavan lambası kafama düştüğünde, yorgunluktan pes etseydim, uçağa atlayıp dört beş saat içerisinde evime dönebilir miydim? Hayır, onu sırt çantalıysanız yapabilirsiniz, benim gibi arabayla gittiyseniz transit dönüş en az yarım ay sürer. Nihayetinde işler yolunda gitti, geldiğim yoldan dönmek zorunda kalmadan yolculuğu dairesel rotada tamamladım.
[attachment=1]
http://www.gezenbilir.com/index.php?topic=58403.0
Bu da yeni yazı dizisi
Tek Başıma Arabayla 72 günde Doğu-Orta-Kuzey Avrupa 22 Ülke 24000km Overland http://www.gezenbilir.com/index.php?topic=80596.0
Yola çıkanlar yalnızca mutlu olmak için yola çıkmaz,içinde yaşadığı içsel devinimlerden dolayı yola çıkar,bu neden zannettiğimiz gibi çok basit değildir.Anlamlandırma çabasıdır hayatı,belki de elden başka hiç bir şey gelmiyordur ve o yolun kendinden medet umar,bir şey olmak adına. İmkanlarım şu an uygun olsa beni yola çıkaracak nedir diye düşündüğümde en üstte ki neden sanırım 'bulantı' olurdu , bu da varoluşsal beynimin bana tepkisi.Aslında kafamızı biraz kuma gömmektir bence gitmek,yola çıkarken arkamızda bıraktıklarımız genelde umduğumuzdan daha güzel şeyler değildir.Dün Rosinha (kaçış aracım,yoldaşım karavanım)yı yıkarken,sevdiğim bir abimin '' karavanın ülkeye sevdirilmesi için niye bir fikir belirtmiyorsunuz'' cümlesi kafama takılmıştı,onu sordum ''niye bir şey yazmadım'' diye Rosinha ya,o da ''ya sen geziyormusun'' ,''evet geziyorum,planlar da yapıyorum'' o da '' ülken elden giderken hala gezebiliyorsan zaten sen olabildiğince pişkinsin sen gezmene devam et ,yaa üç beş kişiyi karavan sevdalısı yapsan ne olur yapmasan ne olur,karavanın vergilerini biraz düşürsen,karavanı daha ulaşılabilir kılsan ne olur kılmasan ne olur ,sen kendini rahatlatmak için yine sevdiğin yazıları sağ da solda paylaş,bir şey olduğunu ve gezmeye de hakkın olduğunu sanarak yaşa'',''Pislik Alman metali seni,sen Ernst Bloch umut ilkesini de bilmiyorsun'' dedim,o da ''oturduğun yerden mi yapacaksın deve kuşu'' dedi.
Bir şekilde yolda olanlardan şu anda kendi mi en yakın hissettiğim 3 arkadaş var şansımıza 2 tane si bu forumdan biri Zafer diğeri Ferhat,3. kişide Ali Eriç.Bu bir şekilde yolda olanların ortak tek noktası benim için yolda olmaları,bu yüzden ama yürüyerek ama atla ne ile olursa olsun yolda olanların öykülerini burada paylaşmaya çalışacağım.
Giriş yazısını Zafer den izin almadan yayınlıyorum umarım alınmaz.
Psikoloji literatüründe “yol bağımlılığı” diye bir kavram var mı araştırmışlığım yok, ancak bendeki durum böyle açıklanabilir. Kesin hedefler koymaktan çok “Hele evden çıkalım da elbet varırız bir yerlere.” mantığıyla hareket ediyorum genelde. İkibuçuk ay yollarda yer yer sefalet yaşayarak dolaştıktan sonra İzmir’e dönüşümün daha ayı dolmadan tekrar uykularım kaçmaya başlamıştı. “Yarın ne getirir bilinmez, içimde ukde kalmasın” dedim ve yaz bitmeden kafamdaki ikinci turu da gerçekleştirmeye karar verdim.
Uzun süreli ve menzilli seyahatler yapmak insana tarifsiz mutluluk veriyor, yine de hırsların kurbanı olmamak, inatlaşmamak gerek, her zaman işlerin ters gitme riski var, nitekim gitmişliği de var.
Önceden belirlenmiş rotam ve zaman planlamam yok, bazen ülkeler bile eklenip çıkabiliyor derken samimiyim.
Arkamdan değer verdiğim insanların el sallaması, beni uğurlaması başlangıcı daha kolay yapmamı sağlıyor, insanın gezip tozup geldiğinde kucaklaşacağı kişiler olduğunu bilmesi güzel, hepimiz az çok gezginiz, diğer yandan da yerleşiğiz, yaptığımız yolculukları memleketteki hayatımızdan aldığımız sabitlerle tarif ediyoruz genellikle. Süreler, mesafeler, hep yuvaya endekslenerek ölçülüyor; kültürler, coğrafyalar hep memlekette bildiklerimizle karşılaştırılarak anlatılmaya çalışılıyor. Ben ise artık standart gezi notu yazamayacağımı iyice anladım, hani şu günlük düzeninde tüm yemek, otel, gittim-geldim oturdum-kalktım ayrıntılarını içeren. Önemsediğim şeyleri kendi perspektifimden aktarmaya devam ediyorum.
Seyahat etme fırsatı ve maddi imkanı bulma konusunda çok haklısınız, benim koşullarım farklı, birgün detaylarını burada yazarım belki, ama inanın şartlarımı zorluyor ve ihtiyaç akçelerimi yiyorum gidebilmek için, zengin değilim. Maliyetleri düşürmek üzere çoğu insanın dayanamayacağı sefaleti göze alıyorum, örneğin İtalya ve Yunanistan'da otel fiyatlarını görünce tek gün parasına kıyıp yatamadım, ormanlarda yol kenarlarında çadırda uyudum, dağ çeşmelerinde yıkandım, benzin ocağım sağolsun, çayımı kahvemi, yemeğimi kendim yaptım. Sefalet dediğime bakmayın, aslında diğer yanıyla çok eğlenceli. Ben hayatımda ilk kez İtalya-Toscana'da kamp yaptığım ormanda gördüm ateşböceklerini, çok ciddiyim, daha önce sayısız kamp yapmama rağmen hiç ateşböceği görmemiştim. Binlerce ışık noktasının uçuşmasını izlerken heyecan ve mutluluktan ağladığımı söylersem kimse içinden dalga geçmesin.
Bu da gezi güncesinden bir alıntı.
Neden geldin? Burada sadece kum ve rüzgar var...
Yola çıkışımın kırkyedinci günü ve dokuzbinbeşyüzüncü kilometresiydi Mısır’da Halit’in bu sorusuyla karşılaştığımda. Benzin göstergesinin kırmızı ışığı yanmış, dışarıda çölün sıcak kumlarını üzerime püskürten fırtına, kapıyı dahi açmama izin vermezken, etrafta tek tük yaşam belirtisi varken, onun kanıksadığı hayat ve memleket, geldiğim diyarlara göre çok farklı ve görmeye değerdi. Birlikte çay içerken, söyleyip anlayabildiği az sayıdaki İngilizce kelimeyi seçerek anlatmaya çalışsam da ikna olmuş gibi görünmüyordu vedalaşırken. Onunla tekrar karşılaşamayacağımı biliyorum, ama yaptığı iyiliği unutacağımı sanmam. Arabasının peşine takılıp bir saat boyunca civardaki benzin bulunabilecek her yeri dolaşıp sonunda depoyu doldurabilmiştim.
Gitmeye karar verdim, sadece çöllerden değil, dağlardan denizlerden, köylerden, şehirlerden, evlerden, insanlardan geçtim, önümden akıp giden herşeyi elimden geldiğince görmeye, aklım yettiğince algılamaya çalıştım. Yolları ve anıları ardımdan havalanan tozlarda bırakmayıp hafızamda tutmaya gayret ettim.
Bazı gezi yazılarında insanların tam neyi aradıklarını bilmeden ama hayatlarına kalıcı ve büyük anlamını verecek “o şeyi” bulmak üzere yollara düştüklerini Tayland’a, Hindistan’a, Tibet’e gittiklerini hüsranla döndüklerini okumuştum, yine de o zamanlar çok ve uzaklara seyahat edilerek bunun bir nebze gerçekleşebileceğine ihtimal vermekteydim. Şimdi farklı düşünüyorum, her nereye gidersek gidelim hayatı algılayan ve tanımlayan birlikte götürdüğümüz benliğimiz. Yaşadığımız coğrafyada keşifler yapamayacak kadar körelmişsek, insanlarla iletişim kuramıyorsak, paralar harcayıp zamanlar ayırdığımız uzaklardan da eli boş dönmeye mahkumuz. Arayış seyahatin doğasında zaten var, hatta varlık sebebi, ama buna fazla kafa yormamak lazım, seyahat zaten önünüze yeterince şey seriyor, bunları ancak yolun akışına kendinizi bıraktığınızda görebiliyorsunuz, önceden kesin rotalar, beklentiler ve gezilecek yerler listesi oluşturarak değil.
Ben büyük beklentilerle çıkmadım yola, bu sayede, örneğin yıllardır gitmeyi istediğim Beyrut’un yarattığı hayalkırıklığını da şiddetli yaşamadım. Küçücük, sıkış tepiş ama içine girildiğinde kocaman Ortadoğu’nun, savaşların, barışların, birlikteliğin ve içe kapanışın, zenginliğin ve sefaletin, bitmeyen gerginliğin ve boşvermişliğin sırlarını söylemesini isterdim, ama şehir gelip gittiğimi farketmedi bile. Ondan dinleyemediğim hikayeleri Suriye’de Quneitra anlattı, varlığını yola çıkarken öğrendiğim kasaba, Golan tepelerindeki İsrail radarlarına hüzünle bakan, insanlarını yitirmiş, bin yıldan yaşlı Roma kentlerinden bile daha harabe kasaba…
Yazmak zor, konuşmak kolay benim için, paylaşmak da istiyorum diğer yandan, unutmamak da istiyorum, hem kendim hem de merak eden herkes için yazmak istedim.
Bu yolculuk bilindik turistik gezilere benzemedi pek. Evet, turistik bölgelerden geçtim, ancak amacım o bölgeler ,yerler ve şeyler arasında sıçramalar yapmak değildi en başından beri. Yolun kendisi ve hareket halinde bulunmak, kimi ara durak noktalarına ulaşırken geçirilen zaman ve yaşanan şeyler en az o duraklarda görüp yaşadıklarım kadar kıymetliydi. Turistik gezilerin programlılığından, konforundan, güvenliğinden ve mutluluk garantisinden eser yoktu benim serüvenimde. Beslenme, barınma ve yol bulma süreçleri genelde sıkıntılıydı. Ertesi gün nerede yatacağımı, nereye varacağımı, ne yapacağımı planlamadım çoğu zaman. Gün nerede bittiyse orada uyudum, yol nereye götürdüyse oraya gittim, kimse ne yapacağımı söylemedi, rehberlik etmedi. Paket turlarla veya çok kişiyle gidilen seyahatlerle kıyaslandığında zihnen ve bedenen daha yorucu bir seyahat biçimi. Uzun yolculuklara çıkanlar tecrübe etmiştir, bu tür gezileri tamamlayabilmenin tek yolu, bunu yakın zamanda bitip gidecek bir süreç olarak değil, sanki yaşamın normali ve süreğen haliymiş gibi algılamak ve davranmak. Aswan’da elli küsur derece sıcaklıkta tavan lambası kafama düştüğünde, yorgunluktan pes etseydim, uçağa atlayıp dört beş saat içerisinde evime dönebilir miydim? Hayır, onu sırt çantalıysanız yapabilirsiniz, benim gibi arabayla gittiyseniz transit dönüş en az yarım ay sürer. Nihayetinde işler yolunda gitti, geldiğim yoldan dönmek zorunda kalmadan yolculuğu dairesel rotada tamamladım.
[attachment=1]
http://www.gezenbilir.com/index.php?topic=58403.0
Bu da yeni yazı dizisi
Tek Başıma Arabayla 72 günde Doğu-Orta-Kuzey Avrupa 22 Ülke 24000km Overland http://www.gezenbilir.com/index.php?topic=80596.0