GokhanUzun
Kamp I
- Mesajlar
- 105
- Tepkime Puanı
- 1
Merhabalar ,
19 - 21 Mayıs 2006 tarihleri arasında yaptığımız bir bisiklet turunun hikayesi.
Umarım beğenirsiniz. Bu faaliyette yanımızda sadece video kamera olduğu için
ekte fotoğraf gönderemiyorum.
Ekip : Yücel Bağatur
Selda Üstündağ
Selçok Tüzün
Gökhan Uzun
Rota : Balıkesir > Burhaniye > Ayvalık > Dikili > Çandarlı > Aliağa > Menemen > Manisa
Mesafe : 302,8 km
Arkadaş grubumuz tarafından 2004 yılında yapılan uzun mesafeli bisiklet turundan sonra vakitsizlikten dolayı kamplı uzun mesafe projelerimizin hiç birini uygulayamamış olmanın sıkıntısı içimizi kemirirken 19 Mayıs’ın Cuma gününe denk gelmesi çok güzel bir fırsat olarak önümüze çıkıvermişti. Ve biz bir takım kurtlu mahlukat da 2,5 günlük bu fırsatta yapabileceğimiz en uzun rotayı pedallamaya karar verdik doğal olarak. Ekibin kimlerden oluşacağının son güne kadar netleşmemesi de bu işe gönül verenlerdeki zamansızlık probleminin bir göstergesiydi aslında.
19 Mayıs sabahı 06:00 civarında Balıkesir’de otobüsten inip birşeyler yemek ve son hazırlıkları yapmak için şehir merkezine yollandık. Zaten rota başlangıcımız da o yönden olacaktı. Üst baş değişikliği , kahvaltı , lastik havaları vs derken 08:30 gibi Balıkesir’den Burhaniye’ye doğru yola çıktık.
İstikamet Burhaniye !
Yol tam bizim kıvamımızda. Bol çıkışlı inişli yani. Zaten sürekli düz giden yollar genelde sıkıcı oluyor bisiklet faaliyetlerinde. Balıkesir – Burhaniye güzergahının bir güzelliği de yol boyu bol miktarda çeşme olması. Yani yanımızda 1 lt civarı su taşımak yeterli oldu. Ağırlığı azaltmak açısından iyi bir durum
Bir yandan da laflıyoruz. Yücel , Selda’ya bu tür asfalt faaliyetlerinde uygun lastik kullanmanın faydalarından söz ediyor ; Selçok ve beni kötü örnek olarak gösteriyor. Zira bizim bisikletlerdeki lastikler kros kıvamında olmasına rağmen arkadaşlarımızın bisikletlerinde asfaltta daha kolay ve hızlı ilerlemeyi sağlayan cinsten lastikler takılı. Ama çok geçmeden bizim seçimimizin doğruluğu onaylanıyor. Selda’nın ön lastiği patlayıveriyor. Neyse ki yanımızda yedek iç lastik var ve tamir işiyle uğraşmak yerine iç lastiği değiştirip yola devam ediyoruz. Birkaç saat sonra bir kır lokantasında verdiğimiz yemek molasının bitiminde de Yücel’in lastiğinin patladığını fark ediyoruz. Bizim lastiklerde tık yok
Öğleden sonranın yakıcı güneşi tepemizdeyken Burhaniye’ye inişe geçmek için aşmamız gereken en son ve güne en çok anlam katan yokuşa varıyoruz. Uzunluğu takriben 5-7 km aralığında ve güneşten kavrulan asfalttan da yükselen ısı ile birlikte mangal kıvamında bir yokuş bu. Ortamın sıcaklığı Selçok’u bir miktar etkilese de nefes alma sorunu olan kaskını inişte takmak üzere bagajına bağlıyor ve hararet sorununu çözüyor bu şekilde.
Derken iniş !
Benim km saatim 63,3 km/saat gösterdi bir ara ve zaten 40 km/saat in altına da pek inmedik. Bisikletle uzun yol yapıyorsam pek severim böyle inişleri
Hava kararırken Burhaniye’ye vardık. Burhaniye’nin çıkışında lokantası da olan bir benzincinin karşısında da çadır kurma iznini alınca çok keyiflendik doğrusu. Bugün 107 km yapmışız. Bu kadar yokuşu olan bir rotayı kamp yükü ile geçerek 107 km yol yapmayı başarı sayıyoruz. Bizim için mesafe anlamında bir ilk çünkü. Tıkınma faslından sonra sabah 06:30 da hareket etmek için yattık ama yola çıkmamız 07:30 gibi oldu.
Ayvalık’a kadar rutin bir sürüşle gidiyoruz. Yolda çok hafif yokuşlar ve inişler mevcut. Bu arada yine acıktığımız için hepimizin hayalinde mideye indireceğimiz tostlar var. Uzun mesafede pedal çevirmek acıktırıyor insanı !
Önemli not : Sanırım bu ekip hayatının hiç bir 3 gününde bu kadar yemek yememiştir. Sanki değirmen gibi öğütüyoruz yemekleri. Ne kadar yersek yiyelim yola çıktıktan 2 saat sonra acıkıyoruz ve enerjisiz kalmamak için de en kalorilisinden ne bulursak mideye indiriyoruz. Hepimiz başladığımız işi bitirmek niyetindeyiz. Enerji düzeyimizin düşmesi de isteyeceğimiz en son şey.
Derken Ayvalık ve lezzetli Ayvalık Tostu
Güzel bir ziyafetten sonra biraz da midemizi dinlendirip Dikili’ye doğru yollanıyoruz. Bu İzmir’e giden ana yol çok rutin ve keyifsiz geliyor bize. Yol çok düz ve asfalt yapısı gidona sürekli titreşim yaptıracak kadar tırtıklı cinsten. Otomobille giderken hissedilmeyen bu tırtıklar üzerinde uzun süre bisikletle gidilince el ağrılarına sebep oluyor maalesef. Ve işin kötü yanı eldiven de kullansanız , ki kullanmak şarttır ; bu ağrıları ancak bir yere kadar engelleyebiliyoruz. Az zamanda uzun mesafe yapma zorunluluğumuzdan dolayı da çok sık mola vermiyoruz.
Dikili sapağına 1 km kala soğuk birşeyler içip biraz gölgede dinlenmek için bir benzinciye giriyoruz. Oradaki görevlilerden biri Aliağa’ya Çandarlı üzerinden gidersek yolu 10 km kısaltacağımızı söylüyor. Haritaya bakıyoruz söylediği doğru. Çok yokuş var mı sorusuna “bir tane var o da çok az eğimli” diye cevap verince tamam diyoruz Çandarlı üzerinden gideceğiz. Dikili’ye girip Çandarlı tarafına devam ediyoruz. Yol boyunca da benzin istasyonundaki arkadaşın kulaklarını çınlatıyoruz bol bol. Çünkü tırmandığımız yokuşların sayısı hatırlanamayacak kadar çok oluyor.
Çandarlı’da 2 tencere menemen ve bir sürü ıvır zıvırla aç midelerimizi doldurup istirahat ediyoruz. Saat 19:15 gibi de Aliağa’ya doğru pedallamaya başlıyoruz.
Bir yokuşun bitiminde önde giden Selçok “köpek” diyor biraz heyecanlı bir sesle. Yahu hiç mi köpek görmedik diyesi geliyor insanın. Malum köpekler bisikletlileri pek sevmezler ve fırsat bulurlarsa da kovalamaktan geri kalmazlar. Alışığız yani. Yücel “durma yürü” diyor ve havlamalar eşliğinde bu arkadaşlar köpekli bölgeden geçip gidiyorlar. Ancak o kadar seri davranamayan Selda ve en arkadaki bendeniz yavaş kalıyoruz. “Olsun” diyorum yolun solundaki köpeğe bakarak “sorun değil” pek saldırgan görünmüyor zaten. Ancak birkaç metre ilerleyip de yolun sağında bir setin üstünde durup da bize dostane olmayan gözlerle bakan köpeği görünce işler değişiyor. Kangal benzeri tren gibi bir hayvan. Bu arada Selda ve ben de çoktan durma kıvamına geliyoruz. Çünkü kaçmak için yeteri kadar hızlı değiliz ve biz hızlanana kadar da bu hayvan bizi yakalar ve isterse ikimizi de çok rahat paralar.
“Dur” diyorum Selda’ya “bisikletten in ; bisikleti köpekle arana siper yap ve güneş gözlüklerini çıkar.” En azından zararsız görünelim
Yavaş yavaş yürümeye başlıyoruz ve tüm havlamalar kesiliyor. Bizim kocaman köpek de arkasını dönüp gidiyor.
Ana yola çıktığımızda görüyoruz ki yolun bu kesiminde asfalt kalitesi çok daha iyi. Kaymak gibi yani. Bu asfalt sayesinde çok konforlu ve oldukça da hızlı bir sürüşle Aliağa’ya varıyoruz. Erkek tayfası akşam serinliğinde Menemen’e doğru devam etmek niyetinde ama Selda’nın sesi hepimizden çok çıkıyor ve Aliağa’da yatmaya karar veriyoruz. Böylece 2. günü de 135 km yol yaparak noktalamış olduk.
Ancak öyle kamp kurma kararı vermekle olmuyor tabi bu işler. Çadır kuracak yer araya araya Aliağa’nın çıkışına geliyoruz. Burada üzerinde sahibinden satılık tabelası bulunan bir arsayı gözümüze kestirip çadırları kurduk. Deniz tarafında Petkim var ; 50 m kadar ileride de bir konut sitesi. Ben hariç herkes çadırına girmişken ve hatta Selda yorgunluktan çoktan sızmışken bir minibüs geldi. Üzerinde özel güvenlik amblemleri vs var. Hakkımızda site sakinleri tarafından şikayet olduğunu ve orada kalamayacağımızı söylediler.
Bizden tedirgin olmuş ahali !
Derdimizi anlatabilmek için bir miktar dil döküp bir de güvenlikçilerle birlikte site girişindeki küçük merkezlerine gittim. Dağcı olduğumuzu ve niyetimizi vs izah ettikten sonra telsizdeki amir “tamam” dedi. “Zaten site sınırları dışındalar , arsa sahibinden şikayet yoksa karışmayın”. Oh dedim iş bitti. Yorgunluktan geberiyorum. Bir an önce gidip uyumak lazım. Sabah 05:30 hareket saati çünkü. Çadırıma girip saatimi kurduğumda 24:00 olmuştu bile. Daha yatalı 15 dakika olmadan bir araç daha geldi. Birkaç korna sesinden sonra mecburen çıktım çadırdan.
Aynı terane !
Adama “öldürsen şurdan şuraya gidecek halimiz yok. Zaten arkadaşlar uyudular bile” vs şeklinde biraz yakındıktan sonra o taarruzu da savuşturmuş olduk.
Sabah ufak bir gecikme ile yola koyulmadan önce Selçok’un çantasından çıkardığı yulaflı ve bol kalorili arama/kurtarmacı yemeğini kaşıkladık.
Menemen’e kadar çok iyi bir tempo ile pedal bastık. Fazla oyalanmadan sıkı bir kahvaltı edip Manisa yoluna girdik. Bol çıkışlı inişli ve oldukça yorucu bir sürüşten sonra da nihayet saat 13:00 de Manisa’dayız. Üst baş değişimi , Selçok’un oto yıkamacısında banyo yapması , bol sıvı alımı vs derken 1 saat kadar bekleyişten sonra otobüsümüze kavuştuk.
Bu günün güzelliği de Yücel’in Menemen-Manisa yolunun hemen hemen ortalarındayken fark ettiği ve hem kendi hem de meyveleri kocaman olan dut ağacıydı. Ağacın güzelliğini görünce ufak bir molayı hak ettiğimiz kararında anlaşmak hiç de zor olmadı doğrusu
Hayatımda yediğim en iri ve tatlı kara dutlar bu ağaçtan yediklerimdi.
Bu faaliyetin unutulmazlarından biri de motosikletçisinden kamyoncusuna yüzlerce kişinin yol boyu bizimle selamlaşması oldu belki de. Ne önemi var denebilir ama moral ve motivasyon anlamında katkısı çok oluyor.
19 - 21 Mayıs 2006 tarihleri arasında yaptığımız bir bisiklet turunun hikayesi.
Umarım beğenirsiniz. Bu faaliyette yanımızda sadece video kamera olduğu için
ekte fotoğraf gönderemiyorum.
Ekip : Yücel Bağatur
Selda Üstündağ
Selçok Tüzün
Gökhan Uzun
Rota : Balıkesir > Burhaniye > Ayvalık > Dikili > Çandarlı > Aliağa > Menemen > Manisa
Mesafe : 302,8 km
Arkadaş grubumuz tarafından 2004 yılında yapılan uzun mesafeli bisiklet turundan sonra vakitsizlikten dolayı kamplı uzun mesafe projelerimizin hiç birini uygulayamamış olmanın sıkıntısı içimizi kemirirken 19 Mayıs’ın Cuma gününe denk gelmesi çok güzel bir fırsat olarak önümüze çıkıvermişti. Ve biz bir takım kurtlu mahlukat da 2,5 günlük bu fırsatta yapabileceğimiz en uzun rotayı pedallamaya karar verdik doğal olarak. Ekibin kimlerden oluşacağının son güne kadar netleşmemesi de bu işe gönül verenlerdeki zamansızlık probleminin bir göstergesiydi aslında.
19 Mayıs sabahı 06:00 civarında Balıkesir’de otobüsten inip birşeyler yemek ve son hazırlıkları yapmak için şehir merkezine yollandık. Zaten rota başlangıcımız da o yönden olacaktı. Üst baş değişikliği , kahvaltı , lastik havaları vs derken 08:30 gibi Balıkesir’den Burhaniye’ye doğru yola çıktık.
İstikamet Burhaniye !
Yol tam bizim kıvamımızda. Bol çıkışlı inişli yani. Zaten sürekli düz giden yollar genelde sıkıcı oluyor bisiklet faaliyetlerinde. Balıkesir – Burhaniye güzergahının bir güzelliği de yol boyu bol miktarda çeşme olması. Yani yanımızda 1 lt civarı su taşımak yeterli oldu. Ağırlığı azaltmak açısından iyi bir durum
Bir yandan da laflıyoruz. Yücel , Selda’ya bu tür asfalt faaliyetlerinde uygun lastik kullanmanın faydalarından söz ediyor ; Selçok ve beni kötü örnek olarak gösteriyor. Zira bizim bisikletlerdeki lastikler kros kıvamında olmasına rağmen arkadaşlarımızın bisikletlerinde asfaltta daha kolay ve hızlı ilerlemeyi sağlayan cinsten lastikler takılı. Ama çok geçmeden bizim seçimimizin doğruluğu onaylanıyor. Selda’nın ön lastiği patlayıveriyor. Neyse ki yanımızda yedek iç lastik var ve tamir işiyle uğraşmak yerine iç lastiği değiştirip yola devam ediyoruz. Birkaç saat sonra bir kır lokantasında verdiğimiz yemek molasının bitiminde de Yücel’in lastiğinin patladığını fark ediyoruz. Bizim lastiklerde tık yok
Öğleden sonranın yakıcı güneşi tepemizdeyken Burhaniye’ye inişe geçmek için aşmamız gereken en son ve güne en çok anlam katan yokuşa varıyoruz. Uzunluğu takriben 5-7 km aralığında ve güneşten kavrulan asfalttan da yükselen ısı ile birlikte mangal kıvamında bir yokuş bu. Ortamın sıcaklığı Selçok’u bir miktar etkilese de nefes alma sorunu olan kaskını inişte takmak üzere bagajına bağlıyor ve hararet sorununu çözüyor bu şekilde.
Derken iniş !
Benim km saatim 63,3 km/saat gösterdi bir ara ve zaten 40 km/saat in altına da pek inmedik. Bisikletle uzun yol yapıyorsam pek severim böyle inişleri
Hava kararırken Burhaniye’ye vardık. Burhaniye’nin çıkışında lokantası da olan bir benzincinin karşısında da çadır kurma iznini alınca çok keyiflendik doğrusu. Bugün 107 km yapmışız. Bu kadar yokuşu olan bir rotayı kamp yükü ile geçerek 107 km yol yapmayı başarı sayıyoruz. Bizim için mesafe anlamında bir ilk çünkü. Tıkınma faslından sonra sabah 06:30 da hareket etmek için yattık ama yola çıkmamız 07:30 gibi oldu.
Ayvalık’a kadar rutin bir sürüşle gidiyoruz. Yolda çok hafif yokuşlar ve inişler mevcut. Bu arada yine acıktığımız için hepimizin hayalinde mideye indireceğimiz tostlar var. Uzun mesafede pedal çevirmek acıktırıyor insanı !
Önemli not : Sanırım bu ekip hayatının hiç bir 3 gününde bu kadar yemek yememiştir. Sanki değirmen gibi öğütüyoruz yemekleri. Ne kadar yersek yiyelim yola çıktıktan 2 saat sonra acıkıyoruz ve enerjisiz kalmamak için de en kalorilisinden ne bulursak mideye indiriyoruz. Hepimiz başladığımız işi bitirmek niyetindeyiz. Enerji düzeyimizin düşmesi de isteyeceğimiz en son şey.
Derken Ayvalık ve lezzetli Ayvalık Tostu
Güzel bir ziyafetten sonra biraz da midemizi dinlendirip Dikili’ye doğru yollanıyoruz. Bu İzmir’e giden ana yol çok rutin ve keyifsiz geliyor bize. Yol çok düz ve asfalt yapısı gidona sürekli titreşim yaptıracak kadar tırtıklı cinsten. Otomobille giderken hissedilmeyen bu tırtıklar üzerinde uzun süre bisikletle gidilince el ağrılarına sebep oluyor maalesef. Ve işin kötü yanı eldiven de kullansanız , ki kullanmak şarttır ; bu ağrıları ancak bir yere kadar engelleyebiliyoruz. Az zamanda uzun mesafe yapma zorunluluğumuzdan dolayı da çok sık mola vermiyoruz.
Dikili sapağına 1 km kala soğuk birşeyler içip biraz gölgede dinlenmek için bir benzinciye giriyoruz. Oradaki görevlilerden biri Aliağa’ya Çandarlı üzerinden gidersek yolu 10 km kısaltacağımızı söylüyor. Haritaya bakıyoruz söylediği doğru. Çok yokuş var mı sorusuna “bir tane var o da çok az eğimli” diye cevap verince tamam diyoruz Çandarlı üzerinden gideceğiz. Dikili’ye girip Çandarlı tarafına devam ediyoruz. Yol boyunca da benzin istasyonundaki arkadaşın kulaklarını çınlatıyoruz bol bol. Çünkü tırmandığımız yokuşların sayısı hatırlanamayacak kadar çok oluyor.
Çandarlı’da 2 tencere menemen ve bir sürü ıvır zıvırla aç midelerimizi doldurup istirahat ediyoruz. Saat 19:15 gibi de Aliağa’ya doğru pedallamaya başlıyoruz.
Bir yokuşun bitiminde önde giden Selçok “köpek” diyor biraz heyecanlı bir sesle. Yahu hiç mi köpek görmedik diyesi geliyor insanın. Malum köpekler bisikletlileri pek sevmezler ve fırsat bulurlarsa da kovalamaktan geri kalmazlar. Alışığız yani. Yücel “durma yürü” diyor ve havlamalar eşliğinde bu arkadaşlar köpekli bölgeden geçip gidiyorlar. Ancak o kadar seri davranamayan Selda ve en arkadaki bendeniz yavaş kalıyoruz. “Olsun” diyorum yolun solundaki köpeğe bakarak “sorun değil” pek saldırgan görünmüyor zaten. Ancak birkaç metre ilerleyip de yolun sağında bir setin üstünde durup da bize dostane olmayan gözlerle bakan köpeği görünce işler değişiyor. Kangal benzeri tren gibi bir hayvan. Bu arada Selda ve ben de çoktan durma kıvamına geliyoruz. Çünkü kaçmak için yeteri kadar hızlı değiliz ve biz hızlanana kadar da bu hayvan bizi yakalar ve isterse ikimizi de çok rahat paralar.
“Dur” diyorum Selda’ya “bisikletten in ; bisikleti köpekle arana siper yap ve güneş gözlüklerini çıkar.” En azından zararsız görünelim
Ana yola çıktığımızda görüyoruz ki yolun bu kesiminde asfalt kalitesi çok daha iyi. Kaymak gibi yani. Bu asfalt sayesinde çok konforlu ve oldukça da hızlı bir sürüşle Aliağa’ya varıyoruz. Erkek tayfası akşam serinliğinde Menemen’e doğru devam etmek niyetinde ama Selda’nın sesi hepimizden çok çıkıyor ve Aliağa’da yatmaya karar veriyoruz. Böylece 2. günü de 135 km yol yaparak noktalamış olduk.
Ancak öyle kamp kurma kararı vermekle olmuyor tabi bu işler. Çadır kuracak yer araya araya Aliağa’nın çıkışına geliyoruz. Burada üzerinde sahibinden satılık tabelası bulunan bir arsayı gözümüze kestirip çadırları kurduk. Deniz tarafında Petkim var ; 50 m kadar ileride de bir konut sitesi. Ben hariç herkes çadırına girmişken ve hatta Selda yorgunluktan çoktan sızmışken bir minibüs geldi. Üzerinde özel güvenlik amblemleri vs var. Hakkımızda site sakinleri tarafından şikayet olduğunu ve orada kalamayacağımızı söylediler.
Bizden tedirgin olmuş ahali !
Derdimizi anlatabilmek için bir miktar dil döküp bir de güvenlikçilerle birlikte site girişindeki küçük merkezlerine gittim. Dağcı olduğumuzu ve niyetimizi vs izah ettikten sonra telsizdeki amir “tamam” dedi. “Zaten site sınırları dışındalar , arsa sahibinden şikayet yoksa karışmayın”. Oh dedim iş bitti. Yorgunluktan geberiyorum. Bir an önce gidip uyumak lazım. Sabah 05:30 hareket saati çünkü. Çadırıma girip saatimi kurduğumda 24:00 olmuştu bile. Daha yatalı 15 dakika olmadan bir araç daha geldi. Birkaç korna sesinden sonra mecburen çıktım çadırdan.
Aynı terane !
Adama “öldürsen şurdan şuraya gidecek halimiz yok. Zaten arkadaşlar uyudular bile” vs şeklinde biraz yakındıktan sonra o taarruzu da savuşturmuş olduk.
Sabah ufak bir gecikme ile yola koyulmadan önce Selçok’un çantasından çıkardığı yulaflı ve bol kalorili arama/kurtarmacı yemeğini kaşıkladık.
Menemen’e kadar çok iyi bir tempo ile pedal bastık. Fazla oyalanmadan sıkı bir kahvaltı edip Manisa yoluna girdik. Bol çıkışlı inişli ve oldukça yorucu bir sürüşten sonra da nihayet saat 13:00 de Manisa’dayız. Üst baş değişimi , Selçok’un oto yıkamacısında banyo yapması , bol sıvı alımı vs derken 1 saat kadar bekleyişten sonra otobüsümüze kavuştuk.
Bu günün güzelliği de Yücel’in Menemen-Manisa yolunun hemen hemen ortalarındayken fark ettiği ve hem kendi hem de meyveleri kocaman olan dut ağacıydı. Ağacın güzelliğini görünce ufak bir molayı hak ettiğimiz kararında anlaşmak hiç de zor olmadı doğrusu
Bu faaliyetin unutulmazlarından biri de motosikletçisinden kamyoncusuna yüzlerce kişinin yol boyu bizimle selamlaşması oldu belki de. Ne önemi var denebilir ama moral ve motivasyon anlamında katkısı çok oluyor.