truva
Ana Kamp
H.TOLGA CANDUR
Ankara Kalesine giden yoldan hiç sapmadan giderseniz yol sizi müzenin giriş kapısına götürecektir. Eğer yürüyerek gidiyorsanız adımlarınızı biraz küçültmenizi tavsiye edebilirim size. Her adımınızda kafanızı başka bir yöne çevirmenizde bir diğer tavsiyem olabilir. Yokuşu tırmanmaya başladıkça tarih sizi biraz daha içine çekiyor. Yolun solunda uçurum diyebileceğimiz derinlikte kendi halinde sessiz ve terk edilmiş bir yapı sizi izliyor fakat siz bunu farkında değilsiniz. Antik çağın en kalabalık yerleri olan tiyatrolardan biride tam burada işte. Eski coşkunluğunun asla geri gelmeyeceğinin oda farkında. Ama böyle terk edilmiş ve bakımsız olmayı hak etmiyor bence. Yanında bakımsız bir bina oda terk edilmiş. Eğer giderseniz binanın önündeki tabelayı okuyun daha iyi anlarsanız.
Yol boyunca müzeye ulaşana kadar kale duvarları size eşlik ediyor. Müzeye gelene kadar sanki kronolojik bir tarih sırasına göre ilerliyoruz. Zaman makinesinde gibi hissediyor insan kendini. Önce Antik Roma Tiyatrosu, sonra Ankara Kalesi, daha sonra müze binası. Sadece bu yol boyunca gördüğümüz eserler bunlar. Yoksa Ulus meydanı muhteşem bir tarih barındırıyor. Yüzde biri açığa çıkarılmış olduğu halde.
Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Fatih Sultan Mehmet Han döneminde yapılmış iki binada hizmet veriyor. Binalar 1960 yılında restore edilmiş ve müze olarak hizmete açılmış. Müze en başta bir Hitit müzesi olarak kurulmuş fakat zamanla yapılan kazılarda gelişmiş ve her döneme ait eserleri bünyesinde toplamış. Müze o kadar gelişmiş ki 1997 yılında Avrupa’nın en iyi müzesi seçilmiş.
Müze bahçesi kazılardan çıkan küp ve mezar taşları ile süslenmiş. Oturma yerleri ile muhteşem bir tarihi park yaratılmış. Müzenin içine girip sol taraftan gezmeye başlayınca kronolojik olarak sıralanmış eserler birer birer sizi karşılamaya başlıyor.
Anadolu’nun ne kadar zengin bir coğrafya olduğunu bir kez daha anlıyorsunuz. Avrupa buzul çağını yaşarken Anadolu da filler yaşıyormuş. İnsan hayretler içinde kalıyor. Bir zamanlar bu topraklarda özgürce dolaşan bir sürü yaban hayvanı varmış. Şimdi ise tavşan bulmak bile çok zor ne kadar acı.
Sergilenen boğa başları gerçekten çok büyük. Bazıları boğa kafatasları doldurularak yapılmış. Kutsal saydıkları tanrılarına böyle ibadet ediyorlarmış. Bir çeşit adak biçimi.
Adımınızı attıkça farklı bir çağa ilerliyorsunuz. İşte karşınızda Güneş Kursu, hasanoğlan heykelciği, Tanrıça Kybele, bronz heykel, altıntaç. Muhteşem eserler sergileniyor. Bu eserlerin bize tanıtılması da gerçekten çok açıklayıcı. Her bölümde hem İngilizce hem Türkçe açıklamalar yer alıyor.
Ana salondan aşağı inerseniz sizi geçen sene kazılardan çıkan Hermes Heykeli karşılıyor. Bu bölüm Ankara çevresinde çıkan eserleri barındırıyor. Daha sonra yukarı çıkıp Hitit bölümüne girebilirsiniz. O kadar düzenli yapılmış ki her şey ne kadar büyük bir emek harcandığını daha iyi anlıyor insan. Alacahöyük’ün birde maketi sergileniyor. Aslanlı kapı için özel bir bölüm yapılmış. 3 insan boyunda birde kral heykeli var. Duvarlara kazınmış resimler,figürler ve yazılar. Yazıları anlayamasak da resimler bize o kadar çok şey anlatıyor ki.
Müzede ki eserler Osmanlı Dönemi eserleriyle son buluyor. Eğer yorulduysanız oturup bir çay ya da kahve içebilirsiniz. Ya da bir hatıra almak isteyebilirsiniz. Müzenin içinde hepsi mevcut.
Müzeden çıkıp yukarıda bulunan binaya doğru giderseniz kütüphanesini de ziyaret edebilirsiniz. Ufak bir bahçe turundan sonra artık gitme vakti gelmiştir.
Müze girişi: öğrenci bedava, giriş 10YTL, ayaklı kamera ve fotoğraf makinesi için ekstra bazı şeyler gerekli.
Başka yolculuklar, başka zamanlar, başka anılarda görüşmek üzere.
www.truvadergisi.com
Ankara Kalesine giden yoldan hiç sapmadan giderseniz yol sizi müzenin giriş kapısına götürecektir. Eğer yürüyerek gidiyorsanız adımlarınızı biraz küçültmenizi tavsiye edebilirim size. Her adımınızda kafanızı başka bir yöne çevirmenizde bir diğer tavsiyem olabilir. Yokuşu tırmanmaya başladıkça tarih sizi biraz daha içine çekiyor. Yolun solunda uçurum diyebileceğimiz derinlikte kendi halinde sessiz ve terk edilmiş bir yapı sizi izliyor fakat siz bunu farkında değilsiniz. Antik çağın en kalabalık yerleri olan tiyatrolardan biride tam burada işte. Eski coşkunluğunun asla geri gelmeyeceğinin oda farkında. Ama böyle terk edilmiş ve bakımsız olmayı hak etmiyor bence. Yanında bakımsız bir bina oda terk edilmiş. Eğer giderseniz binanın önündeki tabelayı okuyun daha iyi anlarsanız.
Yol boyunca müzeye ulaşana kadar kale duvarları size eşlik ediyor. Müzeye gelene kadar sanki kronolojik bir tarih sırasına göre ilerliyoruz. Zaman makinesinde gibi hissediyor insan kendini. Önce Antik Roma Tiyatrosu, sonra Ankara Kalesi, daha sonra müze binası. Sadece bu yol boyunca gördüğümüz eserler bunlar. Yoksa Ulus meydanı muhteşem bir tarih barındırıyor. Yüzde biri açığa çıkarılmış olduğu halde.
Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Fatih Sultan Mehmet Han döneminde yapılmış iki binada hizmet veriyor. Binalar 1960 yılında restore edilmiş ve müze olarak hizmete açılmış. Müze en başta bir Hitit müzesi olarak kurulmuş fakat zamanla yapılan kazılarda gelişmiş ve her döneme ait eserleri bünyesinde toplamış. Müze o kadar gelişmiş ki 1997 yılında Avrupa’nın en iyi müzesi seçilmiş.
Müze bahçesi kazılardan çıkan küp ve mezar taşları ile süslenmiş. Oturma yerleri ile muhteşem bir tarihi park yaratılmış. Müzenin içine girip sol taraftan gezmeye başlayınca kronolojik olarak sıralanmış eserler birer birer sizi karşılamaya başlıyor.
Anadolu’nun ne kadar zengin bir coğrafya olduğunu bir kez daha anlıyorsunuz. Avrupa buzul çağını yaşarken Anadolu da filler yaşıyormuş. İnsan hayretler içinde kalıyor. Bir zamanlar bu topraklarda özgürce dolaşan bir sürü yaban hayvanı varmış. Şimdi ise tavşan bulmak bile çok zor ne kadar acı.
Sergilenen boğa başları gerçekten çok büyük. Bazıları boğa kafatasları doldurularak yapılmış. Kutsal saydıkları tanrılarına böyle ibadet ediyorlarmış. Bir çeşit adak biçimi.
Adımınızı attıkça farklı bir çağa ilerliyorsunuz. İşte karşınızda Güneş Kursu, hasanoğlan heykelciği, Tanrıça Kybele, bronz heykel, altıntaç. Muhteşem eserler sergileniyor. Bu eserlerin bize tanıtılması da gerçekten çok açıklayıcı. Her bölümde hem İngilizce hem Türkçe açıklamalar yer alıyor.
Ana salondan aşağı inerseniz sizi geçen sene kazılardan çıkan Hermes Heykeli karşılıyor. Bu bölüm Ankara çevresinde çıkan eserleri barındırıyor. Daha sonra yukarı çıkıp Hitit bölümüne girebilirsiniz. O kadar düzenli yapılmış ki her şey ne kadar büyük bir emek harcandığını daha iyi anlıyor insan. Alacahöyük’ün birde maketi sergileniyor. Aslanlı kapı için özel bir bölüm yapılmış. 3 insan boyunda birde kral heykeli var. Duvarlara kazınmış resimler,figürler ve yazılar. Yazıları anlayamasak da resimler bize o kadar çok şey anlatıyor ki.
Müzede ki eserler Osmanlı Dönemi eserleriyle son buluyor. Eğer yorulduysanız oturup bir çay ya da kahve içebilirsiniz. Ya da bir hatıra almak isteyebilirsiniz. Müzenin içinde hepsi mevcut.
Müzeden çıkıp yukarıda bulunan binaya doğru giderseniz kütüphanesini de ziyaret edebilirsiniz. Ufak bir bahçe turundan sonra artık gitme vakti gelmiştir.
Müze girişi: öğrenci bedava, giriş 10YTL, ayaklı kamera ve fotoğraf makinesi için ekstra bazı şeyler gerekli.
Başka yolculuklar, başka zamanlar, başka anılarda görüşmek üzere.
www.truvadergisi.com