4 Ağustos sabahı Ankara’dan 8 gibi hareket ettik. 2 araç olarak, 4 yetişkin ve 1 bebek. Aracımız tıka basa dolu Partner. Yolculuk yaklaşık 2.5 saat sürüyor, 10:30 gibi de tabiat parkına vardık.
Yolculuğumuzun son birkaç kilometresi hariç tamamı asfalt yol üzerinde gerçekleşti. Sonlara doğru bol virajlı asfalt yer yer bozuk dağ yolları, son kilometre ise toprak yol. Sonra da zaten Göksu Tabiat Parkı’na varıyorsunuz.
Tabiat parkına giriş yapmak istemezseniz asfalt yol bitmeden sağınızda göleti gördükten sonra tellerde yer yer merdivenler var. İnsanlar buradan geçip ağaç altlarına çadırlarını kurmuşlar. Burayı da tercih edebilirsiniz. Fakat burada çeşme ve tuvalet yok. Alan da açık olduğundan tuvalet işi biraz sıkıntılı J
Girişte bizi İsa amca karşılıyor, kibar güleryüzlü biri. Eski çalışan Sebahattin beyin ayrıldığını söyledi, onu da forumdan öğrenmiştim. Otomobil giriş ücreti 12 TL, kamp için ise çadır başına 23 TL makbuz karşılığı ücret alınıyor. 2-3 defa ayrı kişiler gelip tek çadır mı çift çadır mı ödediğimizi teyit ettiler. Demekki birileri tek ödeme yapıp fazladan çadır kuruyor
Önceki kampımızı Şirinyazı Göleti’nde atmıştık. Burası çok daha büyük bir yer. Yeşili daha az olmasına rağmen güzel bir manzara var. Açık alan olması ve çukurda kalmaması nedeniyle de zaman zaman rüzgar olabiliyor. Ağaçların arasında bir yer bulunca bu sıkıntımız kalmadı, size de ağaçlık alanları tercih etmenizi öneririm.
Girişten sonra yol boyu ilerliyorsunuz, zaten tek yol var. Sol tarafınızda toplu çadır kurulan bir alan var, sonrasında restoranı vs. Biz buralar kalabalık diye tercih etmedik, zaten amacımız kaçmak, gidip dip dibe olmak istemedik. Yolun sonuna kadar gittik ve bir yerde yol bitti, geri dönüp düz bir alan bulduk. Masamızı kurup çayımızı koyduktan sonra etrafı dolaşırken, ağaçların arasında kalmış, göle daha yakın, daha yeşil bir yer farkettik ve hemen oraya taşındık Haritada işaretlemeye çalıştım. Ayrıca burda kaynaktan hortum ile çıkarılmış bir su aktığını farkettik ve bir de tuvalet var. Tabi tuvalet dediğim tek kişilik demir bir prefabrik, biraz yerden yükseltilmiş ve pislik çukura gitmiyor. Bu hoş olmamış. En azından bir çukur kazılıp pisliklerin çukura düşmesi sağlanabilirdi. O akıntı da yavaş yavaş göle karışıyor maalesef.
Masa, ateş, kahvaltı, odun, yürüyüş vs derken akşam ettik. Bebeğimizi de uyuttuktan sonra közümüzü düşürüp akşam yemeğimizi de yedik ve sonra 9-10 gibi kamp ateşimizin başına geçtik. Sıcak çayımız, sıcak bir ateşimiz her şey on numaraydı. Tabi bir piknik klasiğimiz olan şu silah atmalar burada da var hatırlatayım. Ara ara saydırmalar, pompalı atışları durup durup keyfinizi kaçırmıyor değil. Ama bebeği uyandırmadığından çok takılmadık ve her şey on numara devam ediyor.
Taaki gri 34 plaka Amarok ile 4-5 tane genç arkadaş 30 metre yakınımıza kamp kurana kadar. Yakında bir araç olduğunu, kamp yapıldığını görmelerine rağmen bağıra bağıra konuşmalar, küfürler vs derken biz şok içinde izlerken bunlar bizim önceki yerimize yerleştiler. Hadi dedik sonuçta kamp alanı burası, herkese açık gelecekler tabi ama inşallah insan evladı çıkarlar.
Biz 11-12 arası çadırlarımıza geçtik ve o saatten sonra “Zambara mı zumbara mı sen de mi oldun Angaralı” nidaları ile bağıra bağıra şarkılar türküler başladı. Küfürler yine havada uçuyor. Gitsek uyarsak mı jandarmayı mı arasak, şimdi geçer şimdi biter derken yarı uyur şekilde sesler azaldı ve kesildi. Tabi kesildiğinde sabah karşı olduğunu sabah diğer çadır söyledi.
Gece tabi soğuk oluyor, özellikle sabaha karşı tahmini 10 derece veya biraz altıdır sanıyorum. Uyandığınızda ise mis gibi bir hava. Odunlar sabaha kadar biraz nemlenmiş şekilde ama yanmasına engel değildi. Ateşimizi yaktım, sonra kahvaltı hazırlıkları başladı.
Tabi bizim arkadaşlardan biri, akşamdan kalma çadırları uyandırmaya çalışırken, aracının ses sisteminden Hababam Sınıfı repliği olan “İnek Obası uyaaaaaaan!” narasını çalıyor sürekli. Ama çadırlarda tık yok Bu sığır obası kısa süreli de olsa sabahımızın da biraz tadını kaçırdı. Bir ara çadırdan slip donu ile çıkıp tuvalete gitmek istedi, yanımızda bayan olduğunu görünce geri döndü. Son olarak da ayrılırken bebeğimiz gördüler. İnşallah gece kaçan uykularımıza sebep olduğunuzu anlamışsınızdır inek obası.
Hikaye kısmını geçersek, burası güzel bir yer. Giriş biraz pahalı gibi gelse de bence uygun yer bulunursa ki biz yerimizden çok memnunduk on numara kamp alanı. Sürekli yol boyunca çöp tenekeleri var ama tabi bizim milletimizden bunları kullanmayanlar olmuş. Hatta yürüyüşüm sırasında 81 plakalı beyaz Polo’nun alandan ayrılırken çöp poşetlerini ayrıldığı yerde bıraktığına şahit oldum. Kamp kurmadan etrafı temizlerken, kavun kabuğuna kadar rastladık, işte bu insanlar yüzünden. Tabi bazı çöpler dolmuş, dışına atılmış, bazıları ise iyice çürümüş altı delinmiş. Lütfen çöpünüzü giderken yanınızda götürmeseniz de bu konteynırlara atın. Ayrıca gölge balık tutulabiliyor. Oltam olsun isterdim, koca koca balıklar gözümün önünde zıplayıp durdu. Sudan çıkan balığı ateşe atmak keyifli olurdu.
Keyifli günler..
Yolculuğumuzun son birkaç kilometresi hariç tamamı asfalt yol üzerinde gerçekleşti. Sonlara doğru bol virajlı asfalt yer yer bozuk dağ yolları, son kilometre ise toprak yol. Sonra da zaten Göksu Tabiat Parkı’na varıyorsunuz.
Tabiat parkına giriş yapmak istemezseniz asfalt yol bitmeden sağınızda göleti gördükten sonra tellerde yer yer merdivenler var. İnsanlar buradan geçip ağaç altlarına çadırlarını kurmuşlar. Burayı da tercih edebilirsiniz. Fakat burada çeşme ve tuvalet yok. Alan da açık olduğundan tuvalet işi biraz sıkıntılı J
Girişte bizi İsa amca karşılıyor, kibar güleryüzlü biri. Eski çalışan Sebahattin beyin ayrıldığını söyledi, onu da forumdan öğrenmiştim. Otomobil giriş ücreti 12 TL, kamp için ise çadır başına 23 TL makbuz karşılığı ücret alınıyor. 2-3 defa ayrı kişiler gelip tek çadır mı çift çadır mı ödediğimizi teyit ettiler. Demekki birileri tek ödeme yapıp fazladan çadır kuruyor
Önceki kampımızı Şirinyazı Göleti’nde atmıştık. Burası çok daha büyük bir yer. Yeşili daha az olmasına rağmen güzel bir manzara var. Açık alan olması ve çukurda kalmaması nedeniyle de zaman zaman rüzgar olabiliyor. Ağaçların arasında bir yer bulunca bu sıkıntımız kalmadı, size de ağaçlık alanları tercih etmenizi öneririm.
Girişten sonra yol boyu ilerliyorsunuz, zaten tek yol var. Sol tarafınızda toplu çadır kurulan bir alan var, sonrasında restoranı vs. Biz buralar kalabalık diye tercih etmedik, zaten amacımız kaçmak, gidip dip dibe olmak istemedik. Yolun sonuna kadar gittik ve bir yerde yol bitti, geri dönüp düz bir alan bulduk. Masamızı kurup çayımızı koyduktan sonra etrafı dolaşırken, ağaçların arasında kalmış, göle daha yakın, daha yeşil bir yer farkettik ve hemen oraya taşındık Haritada işaretlemeye çalıştım. Ayrıca burda kaynaktan hortum ile çıkarılmış bir su aktığını farkettik ve bir de tuvalet var. Tabi tuvalet dediğim tek kişilik demir bir prefabrik, biraz yerden yükseltilmiş ve pislik çukura gitmiyor. Bu hoş olmamış. En azından bir çukur kazılıp pisliklerin çukura düşmesi sağlanabilirdi. O akıntı da yavaş yavaş göle karışıyor maalesef.
Masa, ateş, kahvaltı, odun, yürüyüş vs derken akşam ettik. Bebeğimizi de uyuttuktan sonra közümüzü düşürüp akşam yemeğimizi de yedik ve sonra 9-10 gibi kamp ateşimizin başına geçtik. Sıcak çayımız, sıcak bir ateşimiz her şey on numaraydı. Tabi bir piknik klasiğimiz olan şu silah atmalar burada da var hatırlatayım. Ara ara saydırmalar, pompalı atışları durup durup keyfinizi kaçırmıyor değil. Ama bebeği uyandırmadığından çok takılmadık ve her şey on numara devam ediyor.
Taaki gri 34 plaka Amarok ile 4-5 tane genç arkadaş 30 metre yakınımıza kamp kurana kadar. Yakında bir araç olduğunu, kamp yapıldığını görmelerine rağmen bağıra bağıra konuşmalar, küfürler vs derken biz şok içinde izlerken bunlar bizim önceki yerimize yerleştiler. Hadi dedik sonuçta kamp alanı burası, herkese açık gelecekler tabi ama inşallah insan evladı çıkarlar.
Biz 11-12 arası çadırlarımıza geçtik ve o saatten sonra “Zambara mı zumbara mı sen de mi oldun Angaralı” nidaları ile bağıra bağıra şarkılar türküler başladı. Küfürler yine havada uçuyor. Gitsek uyarsak mı jandarmayı mı arasak, şimdi geçer şimdi biter derken yarı uyur şekilde sesler azaldı ve kesildi. Tabi kesildiğinde sabah karşı olduğunu sabah diğer çadır söyledi.
Gece tabi soğuk oluyor, özellikle sabaha karşı tahmini 10 derece veya biraz altıdır sanıyorum. Uyandığınızda ise mis gibi bir hava. Odunlar sabaha kadar biraz nemlenmiş şekilde ama yanmasına engel değildi. Ateşimizi yaktım, sonra kahvaltı hazırlıkları başladı.
Tabi bizim arkadaşlardan biri, akşamdan kalma çadırları uyandırmaya çalışırken, aracının ses sisteminden Hababam Sınıfı repliği olan “İnek Obası uyaaaaaaan!” narasını çalıyor sürekli. Ama çadırlarda tık yok Bu sığır obası kısa süreli de olsa sabahımızın da biraz tadını kaçırdı. Bir ara çadırdan slip donu ile çıkıp tuvalete gitmek istedi, yanımızda bayan olduğunu görünce geri döndü. Son olarak da ayrılırken bebeğimiz gördüler. İnşallah gece kaçan uykularımıza sebep olduğunuzu anlamışsınızdır inek obası.
Hikaye kısmını geçersek, burası güzel bir yer. Giriş biraz pahalı gibi gelse de bence uygun yer bulunursa ki biz yerimizden çok memnunduk on numara kamp alanı. Sürekli yol boyunca çöp tenekeleri var ama tabi bizim milletimizden bunları kullanmayanlar olmuş. Hatta yürüyüşüm sırasında 81 plakalı beyaz Polo’nun alandan ayrılırken çöp poşetlerini ayrıldığı yerde bıraktığına şahit oldum. Kamp kurmadan etrafı temizlerken, kavun kabuğuna kadar rastladık, işte bu insanlar yüzünden. Tabi bazı çöpler dolmuş, dışına atılmış, bazıları ise iyice çürümüş altı delinmiş. Lütfen çöpünüzü giderken yanınızda götürmeseniz de bu konteynırlara atın. Ayrıca gölge balık tutulabiliyor. Oltam olsun isterdim, koca koca balıklar gözümün önünde zıplayıp durdu. Sudan çıkan balığı ateşe atmak keyifli olurdu.
Keyifli günler..