Ynt: Akçakoca Sahillerinde Kamp, Düzce Ormanlarında Trekking (7-8 Şubat 2009)
Gezenbilir üzerinden katılacağımız ilk organizasyonumuz için heyecan dorukta. Arkadaşım Serdar’la toparlanıp, işlerimizi halledip, biraz da geç kalarak yola koyuluyoruz. İzmit’i geçince otoban’da trafik duruyor. Burada yarım saat kadar kaybettikten sonra yol kenarındaki servis noktasında beklemeye karar veriyoruz. Benzin ve akaryakıt takviyesi sonrası keçi turizm yine yollarda (bizim arabanın ismi bu kadriye üzerine alınmasın lütfen
)
Düzce içinden Akçakoca yönüne sapıyoruz, yol bir süre sonra bizim Şile yoluna benzer bir hal alıyor: Bol virajlı, karanlık ve garip sürücülerle dolu. Bu etabı da atlatıp Akçakoca’nın içerisine varıyoruz. İsmail’i arıyorum, bize Paşalar Köyü’nü güzelce tarif ediyor. Köyü ve plajın girişini buluyoruz. Mezarlık duvarına boyayla yazılmış bir yazı: Paşalar Köyü Plajı 1 km.
Tabela’dan mezarlığın içinden geçen toprak yola giriyoruz. Oldukça meyilli ilerleyen yolda aşağı inerken aklımdan tek şey geçiyor: Yarın yağmur yağarsa bizim araba buradan nasıl çıkar?
Yolun sonunda bir açıklığa varıyoruz. Parketmiş arabaların kedi gözleri bizi selamlıyor. Durduğumuz yer toprak zemin ve plajın 5-6 merte yükseğinde kalıyor. Aşağıda kumların üzerinde iki 4x4 var. Etrafındaki insanlar bağırışıyor, koşuşup araçları itiyor. Biz ne oluyor demeye varmadan yanımıza iri bir kangal havlayarak geliyor. Köpeğin arkasından biri bağırıyor “Dost, gel buraya!”. Sonrasında yanımıza tırmanıyor fakat karanlık ve ilk heyecan yüzünden kim olduğunu halen hatırlamıyorum. (Muhtemelen Selami). Eşyalarımızı taşımamıza yardım etmek istiyor. Çadırlardan birini alarak kumsalda gözden yitiyor.
Biz de eşyalarımızı topluyoruz ve kumun üzerinde sahilin sonuna doğru ilerliyoruz. Kamp alanına varınca eşyaları bırakıp tanışma faslına başlıyoruz. Herkes cana yakın, bizi çok güzel karşılıyorlar. Bu arada bir yandan da gözlerim alet edevatlarda. Ortada kocaman bir çardak kurulmuş vaziyette. Altında 2-3 masa var. Ortada yanan ateş bizim kamplarda çalı çırpı ile yaktıklarımıza hiç benzemiyor. Koca koca, özenle kesilmiş odunlar büyük bir kamp ateşi oluşturmuş durumda. Çardağın yanında 4x4’ler duruyor. Biraz ötede birisi uzunca mangalda balık pişiriyor.
Çadırları kurmaya girişiyoruz. Serdar kükreme sorunu sebebiyle (horlama değil gerçekten kükreme) kamp alanının en ucuna yerleşiyor. Çadırları kurmayı bitirmek üzereyken ahali bizi çağırıyor: Yemek zamanı. Kamplara en son katılmanın tek avantajı işte bu.
Çardağın altına geçiyoruz. Tabaklara salata servis edilmiş, hamsiler ortaya geliyor. İlk çekingenlik, azar azar yiyoruz fakat Adnan abinin nefis balıklarına daha fazla dayanamıyoruz. Bu arada masada ahali’ye ısınıyoruz. İçlerinden biri(Selami) yedikçe yiyor ve şu lafı söyleyip duruyor: Aperatifleri anladık ta ana yemek ne zaman gelecek?
Hamsilerin sonu gelmeyecek gibi, ahali’den doyanlar masadan ayrılıp sahil kenarına geçiyorlar, kimi ateşin başında piizleniyor. Bu arada hamsiler de bitiyor. Biz de masa başında kalıp muhabbeti koyulaştırıyoruz. 10-15 dk. Sonra Adnan Abi iri iri balıkları ızgaradan önümüze koyuyor: Nefis Tırsi’ler geldi (Umarım balığın ismini doğru hatırlıyorumdur). Abi yapma demeye kalmadan yenileri de düşmeye devam ediyor. Balığın tadı gerçekten muhteşem. Doydum diyen ben hemen 4-5 tane götürüyorum. Balıkla beraber közde kırmızı biberler de geliyor. Balıkların bitmesiyle de tahin helvası sahne alıyor. Bu kamp bizim konserve yediğimiz kamplara hiç mi hiç benzemiyor.
Bu arada ben çadırı kurarken, yanımdan geçen mitsubishi kuma saplanıyor. Yemek sonrası arabayı kurtarmaya gidiyoruz. İsmail’in direktifleri doğrultusunda it – çek – haydi – hooop nidaları fayda etmiyor ve Turhan abi kumdan kurtulamıyor. Son çare Adnan Abi’nin Vitara’yı sabitleyip diğerini vinçle girdiği yerden kurtarmak. Adnan Abi Vitara’yı getiriyor, tam durmaya yakın ön takımlardan kart kurt sesler geliyor. Birşey olmamıştır diyerek Mitsubishi’yi kurtarıyoruz. Turhan abi gazlıyor ve yukarıdaki açıklığa çıkıyor. Adnan Abi ise o kadar şanslı değil. Zorlanma sırasında ön takımlar zarar görüyor ve araç 2 çekere düşüyor. Mücadeleci Suzuki yine de bırakmıyor ve bir 50-100 metre daha ilerliyor ve kuma saplanıyor. Yenen balık ve helvaların gücü bile aracı oradan kurtarmaya yetmiyor, sabaha traktör çağırmak üzere aracı bırakıp kamp alanına dönüyoruz.
Ateşin başında güzel muhabbet oluyor, alkolün de etkisiyle ahali ile iyice kaynaşıyoruz. Bu arada piyasaya yer fıstıkları ve leblebiler çıkıyor. Ekibin bir kısmı yediklerini eritmek için sahil boyunca yürüyüşe çıkıyor. Saat 12’den sonra ahali yavaş yavaş çadırlarına çekiliyor, son uyarıyı da İsmail’den biz alıyoruz ve 1 gibi biz de yatmaya gidiyoruz. Bu arada ben çadırıma girerken Serdar’ın çadırının yanında bir çadır görüyorum ve kim olduğunu merak ediyorum.
Hava oldukça sıcak, çadırın kapısı açık şekilde ferah bir uyku çekiyorum. Bu arada Turhan abi’nin ninnisi, dalgaların sesi ve balıkçı takaları bana eşlik ediyor. Sabaha doğru yağmurun çadıra vurmasıyla uykumdan uyanıyorum. Saat 06:30. Uyur uyanır vaziyette 07:15’e kadar tulumun içinde kalıyorum. Dışarıdan gelen sesler çoğunluğun kalktığını gösteriyor. Çadırın içini toplayıp dışarı çıkıyorum. Serdar’ın yanındaki çadırda İsmail eşyalarını toparlıyor. Karşılıklı günaydın’laşma sonrası ilk cümle: Abi senin birader ne acaip horluyor!
Ben sabah kahvesi için su kaynatırken Adnan abi iki tepsiye yumurtaları kırıp kahvaltılıkları hazırlıyor. Bu arada Cem, Selami’yi semaver’i hazırlaması için uyandırmaya uğraşıyor. Selami büyük uğraşlar sonucu kalkıp çay suyunu koyuyor. Biz çadırları toplarken kahvaltı çağrısı geliyor. Adnan abi iki koca tepsi pastırmalı yumurtayı ortaya koyuyor. Yanında küçük kahvaltılık tepsilerde eski kaşar, beyaz peynir, zeytinyağlı ve pul biber soslu siyah zeytin ve reçel var. Bu muhteşem kahvaltı sonrası forumda sürekli geçen laflardan biri aklıma geliyor: Yiyenbilir
Kahvaltı sonrası toparlanıyoruz, bu arada traktör Vitara’yı kurtarmak üzere geliyor. Son çer çöpü de alıp araçlara biniyoruz. Yağmur yağmaya devam ediyor, araçları çıkarmak sorun olacak gibi. İsmail off-road tecrübesi ile gazlayıp çıkıyor. Ardından Beypazarlılar gitmeyi deniyor fakat arabayı ilk noktadan bir türlü kurtaramıyorlar. En sonunda Turhan Abi arkadaşları çekerek çıkartıyor. Sıra bana geliyor. Yeni tanışıp geceyi geçirdiğimiz dostlarımız keçiyi saplandığı çamurdan kurtarmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Birkaç deneme sonrası İsmail’in verdiği direktiflere uyuyorum ve ralli parkurundan keçiyi geçiriyorum.
İstikamet Turhan abi’nin Düzce’deki fabrikası. Buraya araçlarımızı parkedip yürüyüşe geçiyoruz. Ormana girebilmek için oldukça çamurlu olan yoldan 2 km kadar ilerliyoruz. Bu arada çamura saplanmış olan bir kamyonu kurtarmak için bizden yardım istiyorlar. Tonlarca ağırlıktaki kamyonu itme düşüncesi bana akşam kumda ve sabah çamurda yapılan araç itme operasyonlarını hatırlatıyor. Aklıma bir slogan geliyor: İtenbilir
Çamur parkurdan ormanın içine girip yürüyüşümüze devam ediyoruz. Parkur güzel başlıyor, devamında her tarafın dikenlerle dolu olduğu bir yere geliyoruz. Dikenlerden kurtulduktan sonra suların oluşturduğu dik bir dere yatağından inişe geçiyoruz. Çevre görülmeye değer. Dik bir iniş sırasında Selda dikkatlice inmeye çalışıyor, arkasındaki Selami ben seni tutarım derken paldır küldür yuvarlanıyor, Selda’yı da kendine katarak aşağı iniyorlar. Millet kahkahayla gülerken Selami doğruluyor: Nasıl tuttum ama!
İniş sonrası dik bir yamaçtan ağaç köklerini tutarak kısa bir tırmanış yapıyoruz. Tırmanışın sonunda fındık bahçelerine geliyoruz. Burada verilen yemek molası devamında Turhan Abi’nin fabrikaya doğru dönüşe geçiyoruz.
Her tarafımızın çamur içinde olduğunu gören Turhan abi basınçlı araç yıkama makinesini hizmetimize açıyor. Ayakkabı ve paçaları bu makinayla tıpkı araba yıkarmış gibi yıkıyoruz.
Artık ufak ufak toparlanma zamanı geliyor. Herkesle vedalaşıp aracımıza geçiyoruz.
Herkesin birbirini tanıdığı bir etkinlikte bizleri aralarına kabul ettiklerinden dolayı herkese teşekkürlerimizi burası vasıtasıyla bir kere daha sunarız. Bizim için ne kadar bilinmeyense onlar için de öyleydi. Ama nihayetinde çok iyi anlaştık, çok güzel vakit geçirdik ve çok güzel yerler gördük. Eee ne demişler: Gezenbilir