AĞRI DAĞI, ULUSLARARASI KIŞ TIRMANIŞI'NIN PERDE ARKASI
TÜRKİYE'de ölümle sonuçlanan ilk dağ kazası, 8 Eylül 1956'da Aladağların Demirkazık Dağı zirvesine tırmanırken yaşandı. Kazada Engin Kongar düştü ve şehit oldu. O tarihten 25 Ocak 2009 gününe kadar yaşanan dağ kazalarında ölen dağcı veya doğasever sayısı 53'ü buldu.
Yaşanmış kazalarla ilgili raporlara bakıldığında, tanıklar dinlendiğinde, kazaların farklı nedenlerle oluştuğu anlaşılmaktadır. Kazaların medyaya yansıması sırasında çoğu zaman ilgisiz ve konu hakkında hiçbir uzmanlığı bulunmayan kişilerin yorum yapmaları, adeta tufan koparıyor.
Dağcılık Federasyonu Başkanı Alaattin Karaca, 1972 yılından beri dağlardadır. Şimdiye kadar yaşanmış talihsiz kazaların sadece birisine şahit oldum. Kaza 17-28 Şubat 1989 tarihlerinde, Türkiye Dağcılık Federasyonu tarafından organize edilen 4. Uluslararası Ağrı Dağı kış tırmanışı sırasında meydana geldi.
Yaklaşık 36 yıldan beri de bazı kazalarda arama- kurtarmacı, bilirkişi ve benzeri nedenlerle görev aldım. Bu yazıyı kaleme almaktaki amacım, oluşan kazaları eleştirmek veya birilerini suçlamak değil. Amacım, tanık olduğum kazayla ilgili olarak yaşadıklarımızı, gerçek dışı yazılanları kamuoyu ile paylaşmak. Dağcılık camiasının kıyaslama yapmasını sağlamak, gelecek kuşakların doğruyu ve gerçeği öğrenmesine yardımcı olmaktır.
Ben, 1973-1974 sezonunda Türkiye Dağcılık Federasyonunun Erciyes'in Koç dağı kayasında açtığı ilk dağcılık temel eğitimine, Erzurum'dan katıldım. Aradan bir yıl geçmeden katıldığım faaliyetlerde gösterdiğim başarılar nedeniyle dağcılık camiası içerisinde çoğunluğun sevgi ve sempatisini kazandım. Daha sonraki yıllar yaptığım başarılı tırmanışlar, ekip arkadaşlarımla uyum, verilen görevleri bir düzen ve disiplin içerisinde yerine getirmem, bana saygınlık kazandırdı.
Zaman ilerledikçe Türk Dağcılık Sporu içerisindeki bazı sorunları tespit etme olanağı buldum. Çok sınırlı da olsa, Dağcılık sporuna siyaseti sokmak isteyenler çıktı. Bazı kişiler, inanç ve yaşadıkları bölge nedeniyle, “senden, benden", “inanan inanmayan" gibi değerlendirilmelere kurban edilmek istendi. Ancak Dağcılık sporuna gönül verenlerin büyük bir bölümünün çeşitli saplantılardan uzak olduğunu gördüm.
Ben “Dedikodu", “Çamur at izi kalır" anlayışıyla hiç hareket etmedim, hep dağcılık sporunu yaymak ve yaygınlaştırmak isteyenlerin yanında yer aldım. Aradan 35 yıl geçti, “Yılın sporcusu" seçildim. Dağcılık camiasının destek ve katkıları ile sporumuzu yönetmek için görevlendirildim. Göreve başladığım ilk günden şimdiye kadar tüm enerjimi, ülkemizde geçmişte yaşanan kötü olayların bir daha yaşanmaması için harcadım.
BİZ DAĞLARA BÖYLE ÇIKARIZ
Günümüzde Dağcılık sporunda birlik ve bütünlük oluştu. Dağcılık sporu güzel ülkemizin 79 ilinde yapılmaya başlandı. Tüm etkinliklere katılan sporcu ve yöneticiler önce Cumhuriyetin kurucusu Atatürk Anıtı önünde bir araya gelirler. Saygı duruşunda bulunur, İstiklal Marşımızı söyler, sonra dağlara çıkarız.
Ülkemizdeki lisanslı sporcu, aktif dağcılık kulübü, aktif il sayısındaki artışlarla Dağcılık sporunun temelini sağlamlaştırdık.
Federasyonun özerkliğe geçişi, eğitim yönetmelikleri, talimatlar, yetişen belgeli eğitmenler, bünyemize kattığımız Spor tırmanma ve Dağ kayağı branşları, dağcılık sporunun geleceğe güvenle bakmasını sağlayacak düzeydedir. Yurt dışına sınırlı bütçe olmasına rağmen götürülen çok sayıda dağcıyla yüksek irtifa tırmanışlarını gerçekleştirmeye devam edeceğiz.
Uzun yıllar dağcılık sporuna sporcu idareci, antrenör, rehber olarak hizmet vermiş bir arkadaşınız olarak, Türk Dağcılığı'nın bir üyesi olmaktan gurur duyuyorum.
Geçtiğimiz Ocak ayında Zigana dağında meydana gelen çığ düşmesi sonrası internette gezinirken 'TANYEL YILMAZ' imzası ile bir e- mail gördüm. Bu kişiyi ben yakinen tanıyorum. Sizlere de tanıtmak istiyorum. Onun için de sizleri 1989 yılında yapılan Ağrı Dağı kış tırmanışına götürmek istiyorum. Çünkü Yılmaz, o dönem Türkiye Dağcılık Federasyonu Eğitim veya Teknik kurul üyesidir.
O TIRMANIŞA KİMLER KATILDI?
1 Şubat 1989 tarihinde Türkiye Dağcılık Federasyonu Teknik Kurulunca alınan kararda 17- 28 Şubat 1989 tarihlerinde Ağrı Dağına 4. uluslararası Kış Tırmanışı yapılacağı belirtilerek tırmanışa katılması kabul edilenlerin 43 kişinin isimleri şöyle:
Mehmet Gülbüz, Alpaslan Kara, Olcay Kıraali, Ufuk Özgöz, Orhan Özçalık, Asım Yüzbaşıoğlu, Bülent Ferhatoğlu, M.Ferhat Öke, Kemal Çapa, Serdar Özbiber, Nevzat Öntaş, Mehmet Somuncu, Filiz Demirayak, Özkan Kuyumcu, Şükrü Soyata, S. Ayhan Kavramoğlu, Ertuğrul Melikoğlu, Muzaffer Tıraş, Engin Bural, Emin Ekler, Erhan Ersoy, Recep Çatak, İsmail İşci, Muzaffer Özdemir, Murat Yıldırım, Gıyasettin Demirhan, Veysel İlhan, Sezer Domaç, Gökhan Elmaslı, Arif Demir, Serhat Görür, Levent Erbay, Türker Özay, Doğan Yıldırım, Serpil Cenger, Faikcan Özen, Tanyel Yılmaz, Halil Yeniçıkan, Tayfun Tercan, Seyhan Camlıgüney, Yıldırım Güngör, Hakan Öğe, Erdoğan Karslı.
Ayrıca; Kayseri, Elazığ, Erciyes Üniversitesi Dağcılık Kolundan ikişer kişinin belirtilen faaliyete katılmaları kabul edilmiştir.
Listeyi onaylayanlar: Tanyel Yılmaz, Nevzat Öntaş, Ufuk Özgöz, İ. Seyhan Çamlıgüney.
ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ'Nİ ÖNCE KABUL ETMEDİLER
Biz de Ağrı Dağı kış tırmanışına Atatürk Üniversitesi olarak katılmak istedik ancak dönemin Türkiye Dağcılık Federasyonu tarafından başvuru uygun bulunmadı. Bunun üzerine dönemin Atatürk Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Hurşit Ertuğrul, dönemin Dağcılık Federasyon Başkanı merhum Prof. Dr. Abdülmecit Doğru ile görüşerek Ağrı dağına iki kişilik bir ekiple katılmamızı sağladı. Dağcı ve aynı zamanda ressam olan Hasan Yıldız'la birlikte Ağrı Dağı tırmanışına Erzurum Atatürk Üniversitesi'ni temsilen katıldık.
Doğubayazıt'taki toplantının ardından vakit geçte olsa araçlarla Eli köyüne oradan da çantaları sırtlayarak yaklaşık 2 bin metre yükseklikteki Mağaraların bulunduğu bölgeye çıkarak kamp kurduk. Ertesi sabah hava şartları hiç de iç açıcı değildi. Erken kalkıp çadırını toplayanlar 3 bin 200 metredeki kampa tırmanmak için bölük pörçük yola koyuldular.
Bu benim dağcılık anlayışıma uymayan bir uygulamaydı. Ekip başı kim, ekip sonu kim, kaç kişiyiz bilen yoktu. Bizde kendi anlayışımızda uygun olarak Alaattin Karaca, Tekin Küçüknalbant, Hasan Yıldız, Şükrü Soyata, merhum Mehmet Gülbüz'le beraber yola başladık. İsmini unuttuğum varsa hatırlatılırsa mutlu olurum.
DAĞ BAŞINDA DİSİPLİN YOK
Yükseldikçe hava koşulları ağırlaşıyor. İrtifa etkisi ile insanlar yoruluyordu. Yeşil kampa ulaşmadan hemen altındaki yayla yerinde, kampın kurulması yetkililerce kararlaştırılmıştı. Vakit ilerlemiş rüzgâr şiddetini artırmıştı. Kar olmayan yerlere kurulan çadırlar rüzgârdan etkileniyor yırtılıp ve yıkılıyordu. Bu çok doğaldı, tecrübesi olan dağcılar bilir, kışın karın olmadığı yerler, genellikle rüzgârın fazla aldığı bölgelerdir. Katırlar çıkamadığı için bazı arkadaşların eşyaları yarı yolda bırakılmış. Çadırsız, ıslak ayakkabı, yırtılan ve yıkılan çadırlar. Kampta yetkili kim, emir komuta kimde belirsiz. Gece ilerledikçe hava şartları da ağırlaştı. Sabah olduğunda kötü hava devam ediyordu. Hatırladığım kadarıyla malzeme yetersizliği nedeniyle bazı katılımcılar geri dönmeye karar vererek kamptan ayrıldılar.
Bir gün bu kamp yerinde bekledik. Daha sonraki günde aynı kamp yerinde kaldık. Benim yaptığım gözlemlerde Saat 10.00'a kadar genellikle hava çok bozuk ve rüzgârlı, saat 10.00 - 16.00 arası rüzgârın şiddeti azalıyor ve daha sonraki saatlerde tekrar bozuluyordu. Bu gözlemi mi birlikte olduğum ekip arkadaşlarımla paylaştım. Devam edeceksek, bu saatler arasında tırmanış yapacaktık.
Dağdaki dördüncü gün, sabah uyandığımızda çadırını toplayan bazı kişilerin 4 bin 200 metre yükseklikteki kampa yürüdüklerini, bazı insanların çadırlarını söktüklerini gördüm. Bu gün yapılanların ilk günden farklı olmaması beni iyice endişelendirmişti.
Dağlarda yükseğe çıkıldıkça meteorolojik durumun ne olacağı hiç belli olmaz. Bu nedenle dağlarda daha düzenli olmak zorundasınız. Meydana gelebilecek her türlü hava koşullarına hazırlıklı olmak gerekir.
Önceden belirlediğimiz bir strateji kapsamında, biz de çadırlarımızı toplayarak 4 bin 200 kampına gitmeye karar almıştık. Biliyorsunuz dağcılıkta tırmanma organizasyonu adıyla bir ders işlenir. Biz de bu dersi uygulamak zorundaydık. Ekibimizden Hasan Yıldız, tırmanışa katılamayacağını ve kamp yerinde bizleri beklemek isteğini bana anlattı.
Kış tırmanışı o günün koşulları ile kaç saate kamp yerine çıktığımızı tam hatırlamıyorum, ancak hava kararmadan çadırımızı kurarak çadıra yerleştik. Çadırlarda su ısıtarak beslenme ihtiyacımızı karşılayıp istirahata çekildik.
HALİL KAYIP
Faaliyete başladığımız günden itibaren yanımda götürdüğüm telsizle, ekip arasında konuşmaları ve arkadaşlarımız arasında haberleşmeyi sağlamaya çalışıyordum. Telsizimi açtığımda ekip içerisinde telsizler arasında yoğun konuşmalara şahit oldum. Kafiledeki görevliler birbirlerine soru soruyorlardı:
"Halil'den haber yok arkadaşlar. Bu saate kadar dönmedi, sizlere haber ulaştı mı?"
O an bu gelişmeyi çadır arkadaşlarımla paylaşırken, dışarıdan birileri; “Alaattin hoca" diye seslendi. Ben de “buyurun" diyerek çadırın fermuarını açtım.
İki kişi çadırın önüne gelerek “Hoca bizim arkadaşlardan birisi dün akşam, 3 bin 200 metre kampından zirveye tırmanmak için ayrıldı. Ancak bu saate kadar geri dönmedi. Endişe etmeye başladık, siz ne dersiniz? “
Ben de, “Önce Federasyon Başkanı Macit hocaya haber verin" dedim ve devam ettim:
“Ayrıca, telsizle Doğubayazıt Jandarmayı arayın, bilgi verin. Arkadaşınız dağdan geri dönmüş veya yanlış bir yöne gitmiş ise bu saate kadar mutlaka aşağılara inmiştir. İkinci alternatifi ise pek söylemek istemiyorum. Ancak yukarıya tırmanmış geri dönmemiş olabilir. Bunun için de arama yapmak gerekli."
Karanlık çökmüş, hava şartları kötüleşmişti. Biraz sonra Federasyon Başkanı Prof. Dr. Macit Doğru hocanın sesi duyuldu. Çadırlar arasında düdükler çalınmaya başlandı. Sadece kamp çevresinde arama yapıldı, kamp çevresi ışıklandırıldı. Yukarıya gidenin Halil Yeniçikan olduğu merhum Recep Çatak'la aynı çadırda kaldıklarını, daha sonraki saatlerde öğrendik.
Sabahla birlikte zirveye doğru arama başlatıldı. Aramaya katılanların Dağcılık tekniği açısından yadırganacak bir durumu vardı. Çoğunluğunun sırtında çantaları, yanlarında teknik malzemeleri olmaması düşündürücüydü. Hava koşullarının aniden kötüleşmesi halinde Arama Kurtarma yapmak için yola çıkanlar kurtarılmaya mahkûm olacaklardı.
TEK BATONU GÖRDÜK
Biz Tekin Küçüknalbant, Mehmet Gülbüz, Şükrü Soyata ile beraber şapka buzulların başladığı bölgeye çıkmıştık. Bu bölgeden bakıldığında İnönü zirvesinin güney batıya bakan dik yüzünde merdiven şeklinde izlerin olduğu görülüyordu. İnönü zirvesinin başlangıcında ise, tek bir baton görülüyordu. Halil Yeniçıkan'ın yukarıya çıktığı kesinlik kazanmıştı.
5 bin metrede her zamanki buz vardı. Bu bölgenin mutlaka krampon, kazma, ip ve teknik malzeme kullanılarak geçilmesi gerekliydi. Ayrıca yaptığımız çalışmanın bir kurtarma operasyonu olduğunu da düşünürsek, mutlaka teknik malzemeye ihtiyaç vardı. İşte tam o sırada Sayın Tekin Küçüknalbant her zaman olduğu gibi kocaman çantasını açtı, her türlü teknik mazeme, makara, ip gibi malzemeleri çıkardı.
Mehmet Gülbüz, Şükrü Soyata'nın çantalarında çıkanlarla oluşturduğumuz ip hattı ile yukarıya tırmandık. Tırmanırken Macit Doğru' yu da ipe bağlayarak yanımıza aldık. İnönü zirvesine çıktığımızda Halil Yeniçikan'ın cenazesi ile karşı karşıya kaldık. Durumu aşağıda bekleyen arkadaşlara duyurarak cenazeyi indirmek için başka malzemelere ve insan gücüne de ihtiyaç duyulacağını bildirdik. Aradan bir süre geçti yabancılar da cenazenin yanına gelmişti. Ülkesini yanlış hatırlamıyorsam Pakistanlı bir dağcı cenazeyi görünce ezan okumaya başladı. Bu arada zirve yapanlar da oldu.
İnönü zirvesinden kış koşullarında cenazenin mutlaka dağcılık tekniği kullanarak indirilmesi şarttı. Aksi takdirde ikinci bir kazanın yaşanması kaçınılmazdı. Buz üzerinde sistem kuruldu, cenaze taşınacak şekilde hazırlandı. Makara sistemiyle buzul üzerinde cenaze, arada bir kaydırılarak bazen de sırtta taşınarak yaklaşık 4 bin 500 metre rakıma indirildi. Taşıma sırasında ölüye özenle saygılı davranmaya çalıştık.
Cenaze helikoptere alınacak şekilde hazırlandı. Cenazenin bulunduğu yer işaretlendi. O dönemler Türkiye de bulunmayan, Amerika'da yaşayan Sayın Ahmet Ali Aslan'ın bana getirdiği işaret çubukları ile cenazenin yeri belirlendi. Zaten o saate kadar cenazenin yanında çok az adam kalmıştı.
UCUZ KAHRAMANLAR CENAZEYİ BIRAKIP AŞAĞI KAÇTILAR
Bu günlerde bana iftira atanlar, kendilerini kahraman ilan edenler, o gün cenazeyi bırakıp aşağılara kaçmışlardı. Son alınan kararla cenaze 4 bin 500 metre yükseklikteki bölgeye nakledildi. Yapılacak iş kalmamıştı artık. Grup içerisinde huzursuzluk başlamış, ekibi yönetenlere de güvensizlik oluşmuştu. Çoğunluk dağdan inmek istiyordu. 3 bin 200 kampında yalnız kalan arkadaşım, bana inanan çevremdeki kişilerin ısrarları ve onların güvenliği, en önemlisi de artık yapılacak bir işin kalmadığı ve bazı kişilerin benim varlığımdan rahatsız oluşlarını dikkate alarak 23 kişiyle birlikte döndük.
Doğubayazıt'a indiğimizde Jandarmaya gerekli bilgileri verdik. Yukarıda kalanlar, helikopterin gelişini beklemeden cenazeyi indirmeye karar vermişler. İndirirken de merhum Recep Çatak düşerek yaralanmıştı. Bu haber Doğubayazıt'a ulaştığında, ben dağdan yeni dönmüştüm. Eğer o gün önerilerim dikkate alınsaydı belki Recep arkadaşımız yaşıyor olacaktı. Fiziki ve ruhsal açıdan aşırı bir yorgunluk içindeydim. Onun için de tekrar yukarı çıkamadım.
Yaşanan kaza basında "Ağrı dağında iki kişi şehit" başlığıyla yer aldı. İkinci kişi, cenazeyi indirirken hayatını kaybetmişti. Bu işe sebep olanlar da panik başlamıştı. Gazetelerde çıkan haber ve fotoğraflardan ben yani Alaattin Karaca sorumlu bulundu. Türkiye Dağcılık Federasyonu yönetimi, 3 Nisan 1989 günü toplanarak aşağıdaki şu üzücü kararı aldı:
“Ağrı Kış Tırmanışına iştirak eden Dağ mihmandarı ve Erzurum Bölgesi Dağcılık İl Temsilciliğine tayın edilen Alaattin Karaca'nın dağdaki ölüm olayını dağcılık sporu aleyhine olacak şekilde basına yanlış beyanatlar verdiği için (Hürriyet gazetesi 1 Mart 1989 ve Cumhuriyet Gazetesi 16. Mart1989.) Mihmandarlık belgesinin iptaline, Dağcılık lisansının iptali için ceza kuruluna sevkine,-Erzurum Bölge İl Temsilciliğinin iptali için girişimlerde bulunulmasına karar verilmiştir."
BASINA FOTOĞRAFLARI ANKARA'DAN GELEN BİR DAĞCI VERMİŞTİ
Karara göre, olayların sorumluları, hayallerindeki suçluyu bulmuşlardı. Hakkımda alınan bu yanlı kararlar ve yorumlar için idari mahkemeye dava açtım ve kazandım. İdari Mahkemenin vermiş olduğu kararla tüm haklarım geri verildi. Daha sonra da Hürriyet Gazetesinin yetkililerine başvurarak gazetelerde yer alan haber ve fotoğrafların kendilerine nasıl verildiğini öğrenmeye çalıştım.
İstanbul'dan bana faaliyetle ilgili üç makara fotoğraf filmi gönderildi. Ankara'dan, Doğubayazıt'a özel otobüsle gelirken,
dağda, kamplarda, zirvede, cenazenin indirilmesi sırasında çekilen fotoğraflar vardı. Oysa ben ve arkadaşım Hasan Yıldız faaliyete Doğubayazıt'tan katılmıştık. Ankara- Doğubayazıt arasındaki otobüste çekilen fotoğraflar, kaza fotoğraflarını Ankara'dan gelen bir dağcının verdiğini gösteriyordu. Arkadaşlarının haber ve fotoğraflarını basına verenlerin peçesi böylece düşmüş oldu.
25 Ocak 2009 günü Zigana'da yaşanan çığ kazası sonrası sitelerde yaptığı yorumlarla Federasyon Başkanı olarak beni suçlayan Tanyel Yılmaz, iki kişinin hayatını kaybettiği Ağrı Dağı tırmanışının sorumlularından biridir. Ve Ağrı dağında meydana gelen ölümlü kazayla ilgili olarak yaşadıklarım bunlardan ibarettir.
Kaybettiğimiz dağcılara ve doğaseverlere tanrı'dan rahmet diliyor ve saygı ile anıyorum.
TDF BAŞKANI
Alaattin Karaca
alıntı:tdf.org.tr
TÜRKİYE'de ölümle sonuçlanan ilk dağ kazası, 8 Eylül 1956'da Aladağların Demirkazık Dağı zirvesine tırmanırken yaşandı. Kazada Engin Kongar düştü ve şehit oldu. O tarihten 25 Ocak 2009 gününe kadar yaşanan dağ kazalarında ölen dağcı veya doğasever sayısı 53'ü buldu.
Yaşanmış kazalarla ilgili raporlara bakıldığında, tanıklar dinlendiğinde, kazaların farklı nedenlerle oluştuğu anlaşılmaktadır. Kazaların medyaya yansıması sırasında çoğu zaman ilgisiz ve konu hakkında hiçbir uzmanlığı bulunmayan kişilerin yorum yapmaları, adeta tufan koparıyor.
Dağcılık Federasyonu Başkanı Alaattin Karaca, 1972 yılından beri dağlardadır. Şimdiye kadar yaşanmış talihsiz kazaların sadece birisine şahit oldum. Kaza 17-28 Şubat 1989 tarihlerinde, Türkiye Dağcılık Federasyonu tarafından organize edilen 4. Uluslararası Ağrı Dağı kış tırmanışı sırasında meydana geldi.
Yaklaşık 36 yıldan beri de bazı kazalarda arama- kurtarmacı, bilirkişi ve benzeri nedenlerle görev aldım. Bu yazıyı kaleme almaktaki amacım, oluşan kazaları eleştirmek veya birilerini suçlamak değil. Amacım, tanık olduğum kazayla ilgili olarak yaşadıklarımızı, gerçek dışı yazılanları kamuoyu ile paylaşmak. Dağcılık camiasının kıyaslama yapmasını sağlamak, gelecek kuşakların doğruyu ve gerçeği öğrenmesine yardımcı olmaktır.
Ben, 1973-1974 sezonunda Türkiye Dağcılık Federasyonunun Erciyes'in Koç dağı kayasında açtığı ilk dağcılık temel eğitimine, Erzurum'dan katıldım. Aradan bir yıl geçmeden katıldığım faaliyetlerde gösterdiğim başarılar nedeniyle dağcılık camiası içerisinde çoğunluğun sevgi ve sempatisini kazandım. Daha sonraki yıllar yaptığım başarılı tırmanışlar, ekip arkadaşlarımla uyum, verilen görevleri bir düzen ve disiplin içerisinde yerine getirmem, bana saygınlık kazandırdı.
Zaman ilerledikçe Türk Dağcılık Sporu içerisindeki bazı sorunları tespit etme olanağı buldum. Çok sınırlı da olsa, Dağcılık sporuna siyaseti sokmak isteyenler çıktı. Bazı kişiler, inanç ve yaşadıkları bölge nedeniyle, “senden, benden", “inanan inanmayan" gibi değerlendirilmelere kurban edilmek istendi. Ancak Dağcılık sporuna gönül verenlerin büyük bir bölümünün çeşitli saplantılardan uzak olduğunu gördüm.
Ben “Dedikodu", “Çamur at izi kalır" anlayışıyla hiç hareket etmedim, hep dağcılık sporunu yaymak ve yaygınlaştırmak isteyenlerin yanında yer aldım. Aradan 35 yıl geçti, “Yılın sporcusu" seçildim. Dağcılık camiasının destek ve katkıları ile sporumuzu yönetmek için görevlendirildim. Göreve başladığım ilk günden şimdiye kadar tüm enerjimi, ülkemizde geçmişte yaşanan kötü olayların bir daha yaşanmaması için harcadım.
BİZ DAĞLARA BÖYLE ÇIKARIZ
Günümüzde Dağcılık sporunda birlik ve bütünlük oluştu. Dağcılık sporu güzel ülkemizin 79 ilinde yapılmaya başlandı. Tüm etkinliklere katılan sporcu ve yöneticiler önce Cumhuriyetin kurucusu Atatürk Anıtı önünde bir araya gelirler. Saygı duruşunda bulunur, İstiklal Marşımızı söyler, sonra dağlara çıkarız.
Ülkemizdeki lisanslı sporcu, aktif dağcılık kulübü, aktif il sayısındaki artışlarla Dağcılık sporunun temelini sağlamlaştırdık.
Federasyonun özerkliğe geçişi, eğitim yönetmelikleri, talimatlar, yetişen belgeli eğitmenler, bünyemize kattığımız Spor tırmanma ve Dağ kayağı branşları, dağcılık sporunun geleceğe güvenle bakmasını sağlayacak düzeydedir. Yurt dışına sınırlı bütçe olmasına rağmen götürülen çok sayıda dağcıyla yüksek irtifa tırmanışlarını gerçekleştirmeye devam edeceğiz.
Uzun yıllar dağcılık sporuna sporcu idareci, antrenör, rehber olarak hizmet vermiş bir arkadaşınız olarak, Türk Dağcılığı'nın bir üyesi olmaktan gurur duyuyorum.
Geçtiğimiz Ocak ayında Zigana dağında meydana gelen çığ düşmesi sonrası internette gezinirken 'TANYEL YILMAZ' imzası ile bir e- mail gördüm. Bu kişiyi ben yakinen tanıyorum. Sizlere de tanıtmak istiyorum. Onun için de sizleri 1989 yılında yapılan Ağrı Dağı kış tırmanışına götürmek istiyorum. Çünkü Yılmaz, o dönem Türkiye Dağcılık Federasyonu Eğitim veya Teknik kurul üyesidir.
O TIRMANIŞA KİMLER KATILDI?
1 Şubat 1989 tarihinde Türkiye Dağcılık Federasyonu Teknik Kurulunca alınan kararda 17- 28 Şubat 1989 tarihlerinde Ağrı Dağına 4. uluslararası Kış Tırmanışı yapılacağı belirtilerek tırmanışa katılması kabul edilenlerin 43 kişinin isimleri şöyle:
Mehmet Gülbüz, Alpaslan Kara, Olcay Kıraali, Ufuk Özgöz, Orhan Özçalık, Asım Yüzbaşıoğlu, Bülent Ferhatoğlu, M.Ferhat Öke, Kemal Çapa, Serdar Özbiber, Nevzat Öntaş, Mehmet Somuncu, Filiz Demirayak, Özkan Kuyumcu, Şükrü Soyata, S. Ayhan Kavramoğlu, Ertuğrul Melikoğlu, Muzaffer Tıraş, Engin Bural, Emin Ekler, Erhan Ersoy, Recep Çatak, İsmail İşci, Muzaffer Özdemir, Murat Yıldırım, Gıyasettin Demirhan, Veysel İlhan, Sezer Domaç, Gökhan Elmaslı, Arif Demir, Serhat Görür, Levent Erbay, Türker Özay, Doğan Yıldırım, Serpil Cenger, Faikcan Özen, Tanyel Yılmaz, Halil Yeniçıkan, Tayfun Tercan, Seyhan Camlıgüney, Yıldırım Güngör, Hakan Öğe, Erdoğan Karslı.
Ayrıca; Kayseri, Elazığ, Erciyes Üniversitesi Dağcılık Kolundan ikişer kişinin belirtilen faaliyete katılmaları kabul edilmiştir.
Listeyi onaylayanlar: Tanyel Yılmaz, Nevzat Öntaş, Ufuk Özgöz, İ. Seyhan Çamlıgüney.
ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ'Nİ ÖNCE KABUL ETMEDİLER
Biz de Ağrı Dağı kış tırmanışına Atatürk Üniversitesi olarak katılmak istedik ancak dönemin Türkiye Dağcılık Federasyonu tarafından başvuru uygun bulunmadı. Bunun üzerine dönemin Atatürk Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Hurşit Ertuğrul, dönemin Dağcılık Federasyon Başkanı merhum Prof. Dr. Abdülmecit Doğru ile görüşerek Ağrı dağına iki kişilik bir ekiple katılmamızı sağladı. Dağcı ve aynı zamanda ressam olan Hasan Yıldız'la birlikte Ağrı Dağı tırmanışına Erzurum Atatürk Üniversitesi'ni temsilen katıldık.
Doğubayazıt'taki toplantının ardından vakit geçte olsa araçlarla Eli köyüne oradan da çantaları sırtlayarak yaklaşık 2 bin metre yükseklikteki Mağaraların bulunduğu bölgeye çıkarak kamp kurduk. Ertesi sabah hava şartları hiç de iç açıcı değildi. Erken kalkıp çadırını toplayanlar 3 bin 200 metredeki kampa tırmanmak için bölük pörçük yola koyuldular.
Bu benim dağcılık anlayışıma uymayan bir uygulamaydı. Ekip başı kim, ekip sonu kim, kaç kişiyiz bilen yoktu. Bizde kendi anlayışımızda uygun olarak Alaattin Karaca, Tekin Küçüknalbant, Hasan Yıldız, Şükrü Soyata, merhum Mehmet Gülbüz'le beraber yola başladık. İsmini unuttuğum varsa hatırlatılırsa mutlu olurum.
DAĞ BAŞINDA DİSİPLİN YOK
Yükseldikçe hava koşulları ağırlaşıyor. İrtifa etkisi ile insanlar yoruluyordu. Yeşil kampa ulaşmadan hemen altındaki yayla yerinde, kampın kurulması yetkililerce kararlaştırılmıştı. Vakit ilerlemiş rüzgâr şiddetini artırmıştı. Kar olmayan yerlere kurulan çadırlar rüzgârdan etkileniyor yırtılıp ve yıkılıyordu. Bu çok doğaldı, tecrübesi olan dağcılar bilir, kışın karın olmadığı yerler, genellikle rüzgârın fazla aldığı bölgelerdir. Katırlar çıkamadığı için bazı arkadaşların eşyaları yarı yolda bırakılmış. Çadırsız, ıslak ayakkabı, yırtılan ve yıkılan çadırlar. Kampta yetkili kim, emir komuta kimde belirsiz. Gece ilerledikçe hava şartları da ağırlaştı. Sabah olduğunda kötü hava devam ediyordu. Hatırladığım kadarıyla malzeme yetersizliği nedeniyle bazı katılımcılar geri dönmeye karar vererek kamptan ayrıldılar.
Bir gün bu kamp yerinde bekledik. Daha sonraki günde aynı kamp yerinde kaldık. Benim yaptığım gözlemlerde Saat 10.00'a kadar genellikle hava çok bozuk ve rüzgârlı, saat 10.00 - 16.00 arası rüzgârın şiddeti azalıyor ve daha sonraki saatlerde tekrar bozuluyordu. Bu gözlemi mi birlikte olduğum ekip arkadaşlarımla paylaştım. Devam edeceksek, bu saatler arasında tırmanış yapacaktık.
Dağdaki dördüncü gün, sabah uyandığımızda çadırını toplayan bazı kişilerin 4 bin 200 metre yükseklikteki kampa yürüdüklerini, bazı insanların çadırlarını söktüklerini gördüm. Bu gün yapılanların ilk günden farklı olmaması beni iyice endişelendirmişti.
Dağlarda yükseğe çıkıldıkça meteorolojik durumun ne olacağı hiç belli olmaz. Bu nedenle dağlarda daha düzenli olmak zorundasınız. Meydana gelebilecek her türlü hava koşullarına hazırlıklı olmak gerekir.
Önceden belirlediğimiz bir strateji kapsamında, biz de çadırlarımızı toplayarak 4 bin 200 kampına gitmeye karar almıştık. Biliyorsunuz dağcılıkta tırmanma organizasyonu adıyla bir ders işlenir. Biz de bu dersi uygulamak zorundaydık. Ekibimizden Hasan Yıldız, tırmanışa katılamayacağını ve kamp yerinde bizleri beklemek isteğini bana anlattı.
Kış tırmanışı o günün koşulları ile kaç saate kamp yerine çıktığımızı tam hatırlamıyorum, ancak hava kararmadan çadırımızı kurarak çadıra yerleştik. Çadırlarda su ısıtarak beslenme ihtiyacımızı karşılayıp istirahata çekildik.
HALİL KAYIP
Faaliyete başladığımız günden itibaren yanımda götürdüğüm telsizle, ekip arasında konuşmaları ve arkadaşlarımız arasında haberleşmeyi sağlamaya çalışıyordum. Telsizimi açtığımda ekip içerisinde telsizler arasında yoğun konuşmalara şahit oldum. Kafiledeki görevliler birbirlerine soru soruyorlardı:
"Halil'den haber yok arkadaşlar. Bu saate kadar dönmedi, sizlere haber ulaştı mı?"
O an bu gelişmeyi çadır arkadaşlarımla paylaşırken, dışarıdan birileri; “Alaattin hoca" diye seslendi. Ben de “buyurun" diyerek çadırın fermuarını açtım.
İki kişi çadırın önüne gelerek “Hoca bizim arkadaşlardan birisi dün akşam, 3 bin 200 metre kampından zirveye tırmanmak için ayrıldı. Ancak bu saate kadar geri dönmedi. Endişe etmeye başladık, siz ne dersiniz? “
Ben de, “Önce Federasyon Başkanı Macit hocaya haber verin" dedim ve devam ettim:
“Ayrıca, telsizle Doğubayazıt Jandarmayı arayın, bilgi verin. Arkadaşınız dağdan geri dönmüş veya yanlış bir yöne gitmiş ise bu saate kadar mutlaka aşağılara inmiştir. İkinci alternatifi ise pek söylemek istemiyorum. Ancak yukarıya tırmanmış geri dönmemiş olabilir. Bunun için de arama yapmak gerekli."
Karanlık çökmüş, hava şartları kötüleşmişti. Biraz sonra Federasyon Başkanı Prof. Dr. Macit Doğru hocanın sesi duyuldu. Çadırlar arasında düdükler çalınmaya başlandı. Sadece kamp çevresinde arama yapıldı, kamp çevresi ışıklandırıldı. Yukarıya gidenin Halil Yeniçikan olduğu merhum Recep Çatak'la aynı çadırda kaldıklarını, daha sonraki saatlerde öğrendik.
Sabahla birlikte zirveye doğru arama başlatıldı. Aramaya katılanların Dağcılık tekniği açısından yadırganacak bir durumu vardı. Çoğunluğunun sırtında çantaları, yanlarında teknik malzemeleri olmaması düşündürücüydü. Hava koşullarının aniden kötüleşmesi halinde Arama Kurtarma yapmak için yola çıkanlar kurtarılmaya mahkûm olacaklardı.
TEK BATONU GÖRDÜK
Biz Tekin Küçüknalbant, Mehmet Gülbüz, Şükrü Soyata ile beraber şapka buzulların başladığı bölgeye çıkmıştık. Bu bölgeden bakıldığında İnönü zirvesinin güney batıya bakan dik yüzünde merdiven şeklinde izlerin olduğu görülüyordu. İnönü zirvesinin başlangıcında ise, tek bir baton görülüyordu. Halil Yeniçıkan'ın yukarıya çıktığı kesinlik kazanmıştı.
5 bin metrede her zamanki buz vardı. Bu bölgenin mutlaka krampon, kazma, ip ve teknik malzeme kullanılarak geçilmesi gerekliydi. Ayrıca yaptığımız çalışmanın bir kurtarma operasyonu olduğunu da düşünürsek, mutlaka teknik malzemeye ihtiyaç vardı. İşte tam o sırada Sayın Tekin Küçüknalbant her zaman olduğu gibi kocaman çantasını açtı, her türlü teknik mazeme, makara, ip gibi malzemeleri çıkardı.
Mehmet Gülbüz, Şükrü Soyata'nın çantalarında çıkanlarla oluşturduğumuz ip hattı ile yukarıya tırmandık. Tırmanırken Macit Doğru' yu da ipe bağlayarak yanımıza aldık. İnönü zirvesine çıktığımızda Halil Yeniçikan'ın cenazesi ile karşı karşıya kaldık. Durumu aşağıda bekleyen arkadaşlara duyurarak cenazeyi indirmek için başka malzemelere ve insan gücüne de ihtiyaç duyulacağını bildirdik. Aradan bir süre geçti yabancılar da cenazenin yanına gelmişti. Ülkesini yanlış hatırlamıyorsam Pakistanlı bir dağcı cenazeyi görünce ezan okumaya başladı. Bu arada zirve yapanlar da oldu.
İnönü zirvesinden kış koşullarında cenazenin mutlaka dağcılık tekniği kullanarak indirilmesi şarttı. Aksi takdirde ikinci bir kazanın yaşanması kaçınılmazdı. Buz üzerinde sistem kuruldu, cenaze taşınacak şekilde hazırlandı. Makara sistemiyle buzul üzerinde cenaze, arada bir kaydırılarak bazen de sırtta taşınarak yaklaşık 4 bin 500 metre rakıma indirildi. Taşıma sırasında ölüye özenle saygılı davranmaya çalıştık.
Cenaze helikoptere alınacak şekilde hazırlandı. Cenazenin bulunduğu yer işaretlendi. O dönemler Türkiye de bulunmayan, Amerika'da yaşayan Sayın Ahmet Ali Aslan'ın bana getirdiği işaret çubukları ile cenazenin yeri belirlendi. Zaten o saate kadar cenazenin yanında çok az adam kalmıştı.
UCUZ KAHRAMANLAR CENAZEYİ BIRAKIP AŞAĞI KAÇTILAR
Bu günlerde bana iftira atanlar, kendilerini kahraman ilan edenler, o gün cenazeyi bırakıp aşağılara kaçmışlardı. Son alınan kararla cenaze 4 bin 500 metre yükseklikteki bölgeye nakledildi. Yapılacak iş kalmamıştı artık. Grup içerisinde huzursuzluk başlamış, ekibi yönetenlere de güvensizlik oluşmuştu. Çoğunluk dağdan inmek istiyordu. 3 bin 200 kampında yalnız kalan arkadaşım, bana inanan çevremdeki kişilerin ısrarları ve onların güvenliği, en önemlisi de artık yapılacak bir işin kalmadığı ve bazı kişilerin benim varlığımdan rahatsız oluşlarını dikkate alarak 23 kişiyle birlikte döndük.
Doğubayazıt'a indiğimizde Jandarmaya gerekli bilgileri verdik. Yukarıda kalanlar, helikopterin gelişini beklemeden cenazeyi indirmeye karar vermişler. İndirirken de merhum Recep Çatak düşerek yaralanmıştı. Bu haber Doğubayazıt'a ulaştığında, ben dağdan yeni dönmüştüm. Eğer o gün önerilerim dikkate alınsaydı belki Recep arkadaşımız yaşıyor olacaktı. Fiziki ve ruhsal açıdan aşırı bir yorgunluk içindeydim. Onun için de tekrar yukarı çıkamadım.
Yaşanan kaza basında "Ağrı dağında iki kişi şehit" başlığıyla yer aldı. İkinci kişi, cenazeyi indirirken hayatını kaybetmişti. Bu işe sebep olanlar da panik başlamıştı. Gazetelerde çıkan haber ve fotoğraflardan ben yani Alaattin Karaca sorumlu bulundu. Türkiye Dağcılık Federasyonu yönetimi, 3 Nisan 1989 günü toplanarak aşağıdaki şu üzücü kararı aldı:
“Ağrı Kış Tırmanışına iştirak eden Dağ mihmandarı ve Erzurum Bölgesi Dağcılık İl Temsilciliğine tayın edilen Alaattin Karaca'nın dağdaki ölüm olayını dağcılık sporu aleyhine olacak şekilde basına yanlış beyanatlar verdiği için (Hürriyet gazetesi 1 Mart 1989 ve Cumhuriyet Gazetesi 16. Mart1989.) Mihmandarlık belgesinin iptaline, Dağcılık lisansının iptali için ceza kuruluna sevkine,-Erzurum Bölge İl Temsilciliğinin iptali için girişimlerde bulunulmasına karar verilmiştir."
BASINA FOTOĞRAFLARI ANKARA'DAN GELEN BİR DAĞCI VERMİŞTİ
Karara göre, olayların sorumluları, hayallerindeki suçluyu bulmuşlardı. Hakkımda alınan bu yanlı kararlar ve yorumlar için idari mahkemeye dava açtım ve kazandım. İdari Mahkemenin vermiş olduğu kararla tüm haklarım geri verildi. Daha sonra da Hürriyet Gazetesinin yetkililerine başvurarak gazetelerde yer alan haber ve fotoğrafların kendilerine nasıl verildiğini öğrenmeye çalıştım.
İstanbul'dan bana faaliyetle ilgili üç makara fotoğraf filmi gönderildi. Ankara'dan, Doğubayazıt'a özel otobüsle gelirken,
dağda, kamplarda, zirvede, cenazenin indirilmesi sırasında çekilen fotoğraflar vardı. Oysa ben ve arkadaşım Hasan Yıldız faaliyete Doğubayazıt'tan katılmıştık. Ankara- Doğubayazıt arasındaki otobüste çekilen fotoğraflar, kaza fotoğraflarını Ankara'dan gelen bir dağcının verdiğini gösteriyordu. Arkadaşlarının haber ve fotoğraflarını basına verenlerin peçesi böylece düşmüş oldu.
25 Ocak 2009 günü Zigana'da yaşanan çığ kazası sonrası sitelerde yaptığı yorumlarla Federasyon Başkanı olarak beni suçlayan Tanyel Yılmaz, iki kişinin hayatını kaybettiği Ağrı Dağı tırmanışının sorumlularından biridir. Ve Ağrı dağında meydana gelen ölümlü kazayla ilgili olarak yaşadıklarım bunlardan ibarettir.
Kaybettiğimiz dağcılara ve doğaseverlere tanrı'dan rahmet diliyor ve saygı ile anıyorum.
TDF BAŞKANI
Alaattin Karaca
alıntı:tdf.org.tr