AYDURAN
Zirve
Biri olabildiğince somut, gerçek ve bugüne ait...
Öyküleri genellikle mutsuz son la biten...
Diğeri bir o kadar soyut, gizemli ve geçmişe ait...
Kahramanları hep mutlu sona ulaşan...
İkisini yan yana getirme düşüncesi ise imkânsızı
istemek gibi bir şey...
Oysa kentin içinde her gün, her gece yeni masallar
yazılıyor. Kahramanları değişiyor, mekânları
değişiyor; belki hepsi mutlu sona ulaşmıyor ama her
gün bir masal yazılıyor işte... O masalları
okuyabilmek için tek yapmamız gerekense,
çocukluğumuzdaki gibi gözlerimizi sıkı sıkı kapayıp
hayal etmek yerine iyice açıp olan biteni görmek...
Daha dikkatle bakmak kente, fısıldadıklarına kulak
vermek, dokunuşunu hissetmek, kokusunu içe çekmek...
Hepsi bu kadar...
Masalın kahramanı değil, anlatıcısı olmak
Yaşadığımız kente artık yalnızca bakmayı bırakma
vakti geldi. Bundan sonra her şeyi görmek
zorundayız. Görmek anlamak demektir. Ama yalnızca
görmek de yetmez; gördüğünü anlamlandırmak gerekir.
İşte biz bunu yapacağız. Aksi taktirde yapılan her
şey, havada birkaç saniyeliğine salınıp, eninde
sonunda sönecek bir sabun köpüğüne dönüşür. Böyle
bir riski kim göze almak ister ki? Bunun içindir ki
artık yalnızca masalın kahramanı olmak yerine,
anlatıcısı da olmamız gerekiyor.
Her gün gidip geldiğimiz yollara, yanından
geçtiğimiz dükkânlara, birbirine benzediğini
sandığımız ama aslında hepsi ayrı birer öyküye sahip
insanlara, itiş kakış kalabalığa, tıkış tıkış
trafiğe, iş yerlerimizdeki tekdüzeliğe, okulumuzdaki
rutinlere, saat 17.00 den sonra sanki tek bir
komutla ortalığı kaplayan seyyar satıcılara, okula
gitmek için yol parası bulamayan öğrencilere ve daha
pek çok şeye yalnızca bakmak yerine; onları
gerçekten görmenin, izlemenin, dinlemenin, anlamanın
vakti geldi.
Aslında bazı konular için çok fazla araştırma
yapmaya gerek bile yok. Çünkü çoğunun öznesi zaten
biziz; bazı olayların öznesi ise neredeyse her gün
bizimle. Tek yapacağımız; bugün yaşadıklarımızı,
belleğimizden çekip çıkaracağımız anılarımızla
birleştirmek ve günümüzün masalını yazmak... Masalın
yalnızca kahramanı rolünden sıyrılıp, masalın
anlatıcısı olmak...
Uyutan değil, uyandıran masallar
Baktıklarınızı ya da gördüğünüzü sandıklarınızı
biraz kazıyın, bakın altından neler çıkacak? Buna
sizler bile şaşıcaksınız.
Tüm güzellikleri, çirkinlikleri, kızgınlıkları,
kırgınlıkları, umutları ve umarsızlıkları ile, bazen
kaçıp gitmek istesek de, acı-tatlı anıları,
yaşattıkları ve yaşatacakları ile bu kent bizim.
Şimdi sinema sevgimizi ve hatta bazılarımız için
sinema aşkını, bu büyük şölenle perdeye taşıma
zamanı...
Anlatacak ne çok şeyimiz var aslında; biz ona
masal diyoruz ama gerçekte -miş li geçmiş zamanı
ifade etmek için değil; yalnızca bakmakla
yetinildiği, yalnızca bazıları tarafından bilindiği,
yalnızca bir tarafına bakıldığı için... O nedenle
kameramıza yansıyacak görüntülerle, uyutan değil,
uyandıran masallar yazmak zorundayız.
Gökten üç elma düşer: Biri senariste, biri
kameramana, öteki de yönetmene
Şimdi bu masalları gerçeğe çevirme vakti geldi.
Bizim amacımız bilineni bir daha anlatmak değil;
bilindiği sanılan şeylerin başka bir yanını, başka
bir rengini göstermek. Bunun için de elimizde
sanatlar içinde anlatım olanakları açısından en
zengin, en geniş ve en renkli olanı var. Sinema!
Gerisi bizim düşgücümüze, bilgimize ve
yaratıcılığımıza kalıyor.
Şu koca kentte, kimi kıyıda köşede kalmış, kimi
hemen yanıbaşımızda duran, aslında hepsi birer
gerçek olan ama nedendir bilinmez uzak durulan o
şeyler, yani "Kent Masalları" bizi bekliyor.
Artık onları daha fazla bekletmeyeceğiz.
Soyutla somutu, gerçekle gizemli olanı, bugünle düne
ait olanı birleştirmek de öyle!
O halde başlıyalım.