Dün daha önce sadece mesire yerine gittiğim, göletini bildiğim Aydos Mesire Yeri'nin tepesine de çıktım nihayet. Nihayet diyorum çünkü uzun zamandır tepeye çıkmak aklımda olmasına rağmen bir türlü fırsat bulamıyordum.
Dün kısacık bir zaman diliminde de olsa bu fırsatı yakaladım ve hemen arabaya atlayıp Aydos'a yol aldım. Bir süre mesire yeri girişini bulamayarak etrafında dolandıktan sonra farklı bir yerden arabayla tepeye doğru çıkmaya başladım. Yol berbat tabii, taş toprak, kaya. Arabayla yavaştan bir süre çıktıktan sonra belli bir yerde bir trafo yanına park ettim ve tepenin kalanını zaten ilk planım olan yüyüyerek çıkmaya başladım. Bu arada bisikletiyle oraya kadar çıkmış ve buradan sonrasını inip yürüyerek devam eden genci de takdir ettim doğrusu.
Arabayı bıraktığım tepenin Sultanbeyli tarafında, insanlar oralara kadar gelmiş piknik yapıyorlardı. Yanlarından toprak yolu tırmanmaya başladım.
Tırmanmaya başlamamla aslında sportmen sandığım bedenimin ne kadar hamladığını da anladım. 5 Dakika kadar tırmandıktan sonra soluklanmak zorunda kaldım. O esnada aşağıda kalan göletin bulunduğu bölgeyi fotoğrafladım.
Ama asıl görmek istediğim manzara budan çok daha güzeldi, biliyordum çünkü pek çok yerde fotoğraflarını görmüştüm. 10 dakika kadar daha tırmandım. Yol toz toprak ve ne yazık ki, neredeyse dağın başı diyebileceğimiz bu yerde bile sağda solda yurdum insanının bıraktığı çöpler mevcuttu. İşin daha da komiği benim arabayla çıkılmaz zaten çıkılmamalı da diye düşündüğüm zirvede bir kaç tane araba vardı ve arabesk müziği sonuna kadar açmışlar ve pikniğe girişmişlerdi bile. Onları biraz geçince düşündüğüm noktaya ulaştığımı anladım. Radyo antenlerinin hemen yanındaki kayalıklara oturup soluklandım. Ve manzaraya daldım.
Aşağıda Tuzla, Pendik ve bütün güzelliğiyle Prens Adaları. Adaları ilk kez böyle tepeden ve bu açıdan görmek çok güzeldi. Hava bulutlu olmasına rağmen bir kaç fotoğraf almayı becerdim.
Biraz oturduktan sonra aşağıdan benim gibi sırtında çantasıyla orta yaş üstü bir adamın yukarıya doğru gediğini gördüm. O da benim tam tersi istikametimden çıkmış, bir süre aşağıda dinlenmiş ve şimdi benim bulunduğum zirveye gelmişti. Selamlaştık, biraz hoş beş ettik. Aşağıda mesire yerinde her pazar koşuyorlarmış, kros yapıyorlarmış arkadaşlarıyla. Benim sırf bu tepeye çıkmak için Kadıköy'den kalkıp gelmem hoşuna gitti.
Sonra da yakındı:
"Duyuyorsun di mi müziği, etraf da çöp içinde"
"Evet" dedim, gelirken gördüm.
"Bizim millet, doğayı sadece piknik yapmak için kullanır, onunla yaşamayı, ona nasıl davranacağını bilmez" dedi.
"Haklı sayılırsınız en azından şehir insanı böyle, ne diyeyim, şu tepenin zirvesinde arabesk müzik duyacağımı sanmazdım, aslında ben insana rastlayacağımı bile ummuyorum" dedim. Der demez de minibüsün biri neredeyse bizim oturduğumuz kayalara kadar geldi ve içinden üç tane bıçkın genç fırlayıp yanımıza doğru geldi. "Selamın alyeküm" deyip kayalıklara geçtiler. Trekkingçi abi buralara sık geldiği için bu tiplere epeyce kızgındı. "Görüyorsun işte serseri dolu." dedi
"Gelmeleri iyi, en azından şu manzarayı görüyorlar belki değerini anlarlar" dedim.
"Keşke, ama bunlar bu manzaraya karşı mangala, bira içmeye geliyorlar, başka dertleri yok" dedi. Şimdi şuraya kız arkadaşınla ya da eşinle çıksaydın, canın sıkılmaz mıydı?" dedi.
"Haklısınız ne diyeyim, önemsememek lazım diyecem, ama hakikaten şu an eşimin burada olmasını istemezdim." dedim. İçimden de, "Demek ki eşimi arabaya kıyıp, buraya kadar araba içinde çıkartmam lazım" dedim. Ne acı, sanki kadın denilen varlık bizim gibi insan değil, toplumun bakış açısı ve sakat anlayışları yüzünden korunmaya muhtaç hale sokmuşuz kadınımızı. Bir kadının tek başına şu tepeye çıktığını da hayal bile edemiyorum doğrusu. Burada bile aklımızdan geçenlere bak. Böyle bir toplum yapısı nereye gider...(Sanırım hiç bir yere). Mesaj vermek istemesem de konu bu noktaya taşıyor ister istemez gezi yazısını bile. Cık cık cık!
O da benim gibi çantasından makinesini çıkartıp fotoğraf çekmeye başladı. "Aslında hava açık olunca buradan güneşi batırmak çok harika oluyor" dedi. Ben onun için başka sefer gelmek üzere kısıtlı vaktimin azaldığını anlayıp vedalaştım bu güzel abiyle.
Aşağıya doğru yöneldim. İnmek daha kısa sürdü doğal olarak. Dönüş yolunda göleti ve aşağıyı daha yakından kareledim.
Aydos Tepesi, 537 metrelik zirvesi ile İstanbul'un en yüksek noktası imiş. Tepe Yakacık, Pendik, Sultabeyli ile çevrili. Yakacık tarafındaki mesire yeri girişinden bu tepeye yürüyerek ulaşmak 1 saatten fazla sürebilir. Benim gibi kısıtlı zamanda ya da daha kısa sürede çıkmak isterseniz, E - 5'den Kartal, Yakacık istikametinden Aydos Mesire yerine gelebilirsiniz. Bu noktadan 40 - 45 dakikada yürüyerek ya da benim yaptığım gibi araba, motosiklet yada bisikletle
belli bir yere kadar çıkıp oradan 15 - 20 dakikalık bir yürüyüşle zirveye çıkabilirsiniz. Yukarıda belirttiğim gibi araba için yol biraz toz toprak ve taşlık. Benim gibi ben bu arabayı niye aldım çıkacam tabii diyenlerdenseniz sıkıntı olmaz, ama arabanıza kıyamayacak kadar titizseniz arabayı aşağıda bırakıp yürümeye başlasanız iyi olur. Benim tavsiyem kondüsyonunuz iyi ve vaktiniz bolsa aşağıdan direkt yürüyerek gelmek. Ama benim gibi hamlamışsanız biraz, belli bir yerden sonra yürümek daha akılcı gibi, zira yol sertleşiyor yükseldikçe. Ama en azından çıkacak bir yol var, tamamen orman değil merak etmeyin. Yani dağcılık eğitimi gerekmiyor buraya çıkmak için.
Buranın dört faklı giriş yeri varmış. Bu arada yanılmıyorsam Yakacık tarafında paralı bir giriş yeri var ve orada mangal, piknik v.s. yapmak serbest, gerçi bizim millet her yerinde yapmaya muktedir ya neyse. Bu arada içinde yukarıda fotosunu gördüğünüz bir yapay gölet de mevcut. Yanılmıyorsam 6 bin küsur dönümlük bir araziye sahip Aydos Mesiresi. İçinde koşu ve spor parkurları da mevcut. Fenerbahçenin Samandıra tesisleri de tepenin eteklerinde sayılır.
GPS koordinatı da vereyim tam amme hizmeti olsun: 40.55'.59''N 29.15'.19''E
Sanırım burası en çok ilk baharda keyifli olur, ben bundan sonra kondüsyon yapmak için daha sık gelmeyi ve daha aşağıdan yürümeye başlamayı düşünüyorum.
İstanbul'un çevresinde hala pek çok doğa harikası var, iyice yok edilmeden gidin görün fotoğraflayın derim. Dönüşte lütfen çöplerinizi yanınızda ötürmeyi unutmayın.
Çağrı "Cloud" Öztürk.
Dün kısacık bir zaman diliminde de olsa bu fırsatı yakaladım ve hemen arabaya atlayıp Aydos'a yol aldım. Bir süre mesire yeri girişini bulamayarak etrafında dolandıktan sonra farklı bir yerden arabayla tepeye doğru çıkmaya başladım. Yol berbat tabii, taş toprak, kaya. Arabayla yavaştan bir süre çıktıktan sonra belli bir yerde bir trafo yanına park ettim ve tepenin kalanını zaten ilk planım olan yüyüyerek çıkmaya başladım. Bu arada bisikletiyle oraya kadar çıkmış ve buradan sonrasını inip yürüyerek devam eden genci de takdir ettim doğrusu.
Arabayı bıraktığım tepenin Sultanbeyli tarafında, insanlar oralara kadar gelmiş piknik yapıyorlardı. Yanlarından toprak yolu tırmanmaya başladım.
Tırmanmaya başlamamla aslında sportmen sandığım bedenimin ne kadar hamladığını da anladım. 5 Dakika kadar tırmandıktan sonra soluklanmak zorunda kaldım. O esnada aşağıda kalan göletin bulunduğu bölgeyi fotoğrafladım.
Ama asıl görmek istediğim manzara budan çok daha güzeldi, biliyordum çünkü pek çok yerde fotoğraflarını görmüştüm. 10 dakika kadar daha tırmandım. Yol toz toprak ve ne yazık ki, neredeyse dağın başı diyebileceğimiz bu yerde bile sağda solda yurdum insanının bıraktığı çöpler mevcuttu. İşin daha da komiği benim arabayla çıkılmaz zaten çıkılmamalı da diye düşündüğüm zirvede bir kaç tane araba vardı ve arabesk müziği sonuna kadar açmışlar ve pikniğe girişmişlerdi bile. Onları biraz geçince düşündüğüm noktaya ulaştığımı anladım. Radyo antenlerinin hemen yanındaki kayalıklara oturup soluklandım. Ve manzaraya daldım.
Aşağıda Tuzla, Pendik ve bütün güzelliğiyle Prens Adaları. Adaları ilk kez böyle tepeden ve bu açıdan görmek çok güzeldi. Hava bulutlu olmasına rağmen bir kaç fotoğraf almayı becerdim.
Biraz oturduktan sonra aşağıdan benim gibi sırtında çantasıyla orta yaş üstü bir adamın yukarıya doğru gediğini gördüm. O da benim tam tersi istikametimden çıkmış, bir süre aşağıda dinlenmiş ve şimdi benim bulunduğum zirveye gelmişti. Selamlaştık, biraz hoş beş ettik. Aşağıda mesire yerinde her pazar koşuyorlarmış, kros yapıyorlarmış arkadaşlarıyla. Benim sırf bu tepeye çıkmak için Kadıköy'den kalkıp gelmem hoşuna gitti.
Sonra da yakındı:
"Duyuyorsun di mi müziği, etraf da çöp içinde"
"Evet" dedim, gelirken gördüm.
"Bizim millet, doğayı sadece piknik yapmak için kullanır, onunla yaşamayı, ona nasıl davranacağını bilmez" dedi.
"Haklı sayılırsınız en azından şehir insanı böyle, ne diyeyim, şu tepenin zirvesinde arabesk müzik duyacağımı sanmazdım, aslında ben insana rastlayacağımı bile ummuyorum" dedim. Der demez de minibüsün biri neredeyse bizim oturduğumuz kayalara kadar geldi ve içinden üç tane bıçkın genç fırlayıp yanımıza doğru geldi. "Selamın alyeküm" deyip kayalıklara geçtiler. Trekkingçi abi buralara sık geldiği için bu tiplere epeyce kızgındı. "Görüyorsun işte serseri dolu." dedi
"Gelmeleri iyi, en azından şu manzarayı görüyorlar belki değerini anlarlar" dedim.
"Keşke, ama bunlar bu manzaraya karşı mangala, bira içmeye geliyorlar, başka dertleri yok" dedi. Şimdi şuraya kız arkadaşınla ya da eşinle çıksaydın, canın sıkılmaz mıydı?" dedi.
"Haklısınız ne diyeyim, önemsememek lazım diyecem, ama hakikaten şu an eşimin burada olmasını istemezdim." dedim. İçimden de, "Demek ki eşimi arabaya kıyıp, buraya kadar araba içinde çıkartmam lazım" dedim. Ne acı, sanki kadın denilen varlık bizim gibi insan değil, toplumun bakış açısı ve sakat anlayışları yüzünden korunmaya muhtaç hale sokmuşuz kadınımızı. Bir kadının tek başına şu tepeye çıktığını da hayal bile edemiyorum doğrusu. Burada bile aklımızdan geçenlere bak. Böyle bir toplum yapısı nereye gider...(Sanırım hiç bir yere). Mesaj vermek istemesem de konu bu noktaya taşıyor ister istemez gezi yazısını bile. Cık cık cık!
O da benim gibi çantasından makinesini çıkartıp fotoğraf çekmeye başladı. "Aslında hava açık olunca buradan güneşi batırmak çok harika oluyor" dedi. Ben onun için başka sefer gelmek üzere kısıtlı vaktimin azaldığını anlayıp vedalaştım bu güzel abiyle.
Aşağıya doğru yöneldim. İnmek daha kısa sürdü doğal olarak. Dönüş yolunda göleti ve aşağıyı daha yakından kareledim.
Aydos Tepesi, 537 metrelik zirvesi ile İstanbul'un en yüksek noktası imiş. Tepe Yakacık, Pendik, Sultabeyli ile çevrili. Yakacık tarafındaki mesire yeri girişinden bu tepeye yürüyerek ulaşmak 1 saatten fazla sürebilir. Benim gibi kısıtlı zamanda ya da daha kısa sürede çıkmak isterseniz, E - 5'den Kartal, Yakacık istikametinden Aydos Mesire yerine gelebilirsiniz. Bu noktadan 40 - 45 dakikada yürüyerek ya da benim yaptığım gibi araba, motosiklet yada bisikletle
belli bir yere kadar çıkıp oradan 15 - 20 dakikalık bir yürüyüşle zirveye çıkabilirsiniz. Yukarıda belirttiğim gibi araba için yol biraz toz toprak ve taşlık. Benim gibi ben bu arabayı niye aldım çıkacam tabii diyenlerdenseniz sıkıntı olmaz, ama arabanıza kıyamayacak kadar titizseniz arabayı aşağıda bırakıp yürümeye başlasanız iyi olur. Benim tavsiyem kondüsyonunuz iyi ve vaktiniz bolsa aşağıdan direkt yürüyerek gelmek. Ama benim gibi hamlamışsanız biraz, belli bir yerden sonra yürümek daha akılcı gibi, zira yol sertleşiyor yükseldikçe. Ama en azından çıkacak bir yol var, tamamen orman değil merak etmeyin. Yani dağcılık eğitimi gerekmiyor buraya çıkmak için.
Buranın dört faklı giriş yeri varmış. Bu arada yanılmıyorsam Yakacık tarafında paralı bir giriş yeri var ve orada mangal, piknik v.s. yapmak serbest, gerçi bizim millet her yerinde yapmaya muktedir ya neyse. Bu arada içinde yukarıda fotosunu gördüğünüz bir yapay gölet de mevcut. Yanılmıyorsam 6 bin küsur dönümlük bir araziye sahip Aydos Mesiresi. İçinde koşu ve spor parkurları da mevcut. Fenerbahçenin Samandıra tesisleri de tepenin eteklerinde sayılır.
GPS koordinatı da vereyim tam amme hizmeti olsun: 40.55'.59''N 29.15'.19''E
Sanırım burası en çok ilk baharda keyifli olur, ben bundan sonra kondüsyon yapmak için daha sık gelmeyi ve daha aşağıdan yürümeye başlamayı düşünüyorum.
İstanbul'un çevresinde hala pek çok doğa harikası var, iyice yok edilmeden gidin görün fotoğraflayın derim. Dönüşte lütfen çöplerinizi yanınızda ötürmeyi unutmayın.
Çağrı "Cloud" Öztürk.