Sakarya Genel Bilgiler

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan penguen Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 24
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 25,284
Ynt: Sakarya Genel Bilgiler

Alıntıdır...


Seyyahların gözüyle Sakarya!



Yerli ve yabancı bir çok seyyar geçmiş Sakarya'mızdan. Bunlardan ikisi Fransız seyyah A.D. Moustier ile İngiliz seyyah Fredric Burnaby'dir. FAHRİ TUNA YAZIYOR..

Aynalıkavak Yazıları / Fahri Tuna

MOUSTİER'İN (1862) ve
BURNABY'İN (1876) SAKARYA'SI

Tarih boyunca yerli veya yabancı bir çok seyyah gelip geçmiş Sakarya'mızdan. Sakarya'mızdan yani Ada'dan, Sapanca'dan, Geyve'den, Taraklı'dan, Akyazı'dan, Hantak ‘tan (Hendek)… Karasu'dan, Şeyhler'den (Kaynarca), Kocaali'den… Sakarya ile ilgili olarak en geniş not tutan seyyahlardan ikisi de, Kırım Savaşı sonrası 1862'de yöremizden geçen Fransız seyyah A.D. Moustier ile 1876'da yöremizden geçen İngiliz seyyah Fredric Burnaby'dir. Sizlerle Moustier ile Burnaby'in gözlem ve anılarını paylaşmak istiyorum (1):

"ADAPAZARI ON BİN NÜFUSLU BİR ŞEHİR"

"Akşamın saat altısına doğru Sapanca'ya vardık. Ağaçlık, şirin bir nahiye, büyük çınar ağaçları dikkati çekiyor. Şehri bir uçtan bir uca geçtikten sonra kervansaraya vardık. Bize iki oda ayırdılar, halı döşeli, kenarlarında divanlar bulunan iki oda. Gidişimizde nahiye müdürü yokmuş; yerine, vekili bizi ziyaret etti. Yanımıza zaptiye katacağını ve iyi atlar temin edeceğini söyledi.
"Ertesi sabah erkenden yola çıktık. Adapazarı'na gidiyoruz. Yolda, Plinius'un bir teklifi aklıma geldi. Bu büyük seyyah, imparator Trajan'a, Sakarya nehri ile İzmit körfezi arasında bir kanal açılmasını teklif etmiş. Kanal, ikisinin tam arasında bulunan Sapanca gölünden geçerek, Sakarya ile denizi bağlayacak. Yüzlerce yıldan beri uyuyan bu proje herhalde günün birinde gerçekleşecektir. Çünkü arazi alçak, yol hemen hemen su altında. Bazen bayağı su içinde ilerliyoruz".
"Yolda, Justinianüs tarafından yaptırılan köprüden geçtik. Sangarius (Sakarya nehri), artık, VI. yüzyılda yaptırılan bu köprünün altından geçmiyor. Köprünün altında hafif bir su akıntısı var. Daha çok batak gibi bir şey. Yetişen yabanî bitkiler neredeyse köprünün kemerlerini kapatacak durumda idi. Benden 25 yıl önce bu bölgede gezen bir Fransız gezgini, Sapanca Gölü'nün bir zafer takı harabesi bulunduğundan bahsetmektedir. Bugün, eseri bile kalmamış. Yalnız öbür tarafta, yarım kubbeler şeklinde bazı bina kalıntıları var. İki tarafı ağaçlıklı bir yoldan ilerliyoruz. Saat dört sıralarında şehrin minareleri göründü."

"ADAPAZARI'NDA CEVİZ AĞAÇLARI PEK ÇOK"


"Adapazarı, Sakarya nehrinin sol kıyısında kurulmuş on bin nüfuslu bir şehir. Adaköy de deniyor. Burada, Rafaelli adında bir Rum'la tanıştım. Büyük bir imalâtçı. Cevizden tüfek kabzası yaparak Avrupa'ya satıyor. Bu bölgedeki ceviz ağaçlan pek çok, hem de pek iri ağaçlar. Etraf ormanlık. Ne yazık ki, bu zenginliği gelecek nesillere hazırlayıp bırakanları takip edenler yok. Çünkü, kesilenlerin yerine yenisi dikilmiyor. Bir tek genç ağaca rastlamadım. Bu gidişle Adapazarı, ormansız kalacak!"
A.D. Moustier, Adapazarı'nda bir gece kalır. Sonra, Sakarya'nın aktığı vadide güneye doğru yol alır. Fransız gezgin, öğle sularında bir köprü ile karşılaşır. Burası Alifuatpasa'daki II. Beyazıd Köprüsü'dür. Moustier'in köprü ve Geyve hakkındaki izlenimleri de şöyledir: "Köprü, Osmanlı devrinin güzel eserlerinden biridir. Adı Kemer Köprü'dür. Burası, eşit büyüklükteki kemerlerden değil, farklı ölçekli kemerlerden ibarettir. Kısmen harap vaziyettedir. XIX. yüzyıl Türkiye'si, Ortaçağ Türkiye'sinde yapılan bu eseri tamir edememektedir... Bir müddet sonra, Geyve'ye geldik. Burası şirin bir kasaba, eski adı da Tottoeum'dur. Şimdi, kavun, karpuzu ile meşhurdur. Burada fazla oyalanmadık."

"PAMUKOVA'DA MÜKEMMEL BİR KONAKLA KARŞILAŞTIK"


"İznik şehrine doğru yolumuza devam ettik. Akhisar'a (şimdiki Pamukova'ya. F.T.) geldik. Geceyi geçirmek için bir hana indik. Fakat çok geçmeden nahiye müdürünün uşakları ve subayları gelerek, bizi konağa davet ettiler. Müdürün konağı bir meydana bakıyor. Türk mimari zevkini aksettiren çok güzel bir yapıdır. Beni ve arkadaşımı doğruca selâmlığa aldılar. Doğrusu, Anadolu'da fakir bir nahiyede böylesine mükemmel bir konakla karşılaşmak bizi hem şaşırttı hem de sevindirdi. Nahiye müdürü ve adamları da bize son derece yakınlık gösterdiler. Bizi misafir ettikleri salonun güzelliğini tarif etmeme imkân yok. Gravüre bakınca bunu anlamakta zorluk çekmeyeceksiniz. Akşam yemeğinde şiş kebabı, yaprak dolması, kaymak, yoğurt ve pilâv yedik. Üstüne de kavun, karpuz ikram ettiler".
E. D. Moustier daha sonra Mekece'ye gelir. Buradan Lefke (şimdiki Osmaneli F.T.) yoluna değil, batıya İznik şehrine giden koluna sapar. Moustier, bu tanımları ile yöreyi bir başka ciheti ile tanıtmış olur. Akhisar (Pamukova) örneğinde, yapıların dıştan görünüşsüz, fakat içten harika olduğu anlaşılıyor. Bu Fransız Kontu daha sonra Efes'e doğru yoluna devam edecektir.31

FREDERİK BURNABY'İN (1876) SAKARYA'SI


Aslında bir İngiliz subayı olan F. Burnaby, 1876'da, Osmanlı - Rus Savaşı öncesinde, İzmit, Sapanca, Geyve ve Taraklı güzergâhını kullanmıştır. Yolculuk notları hayli ilgi çekicidir. Bazı sosyal davranışlara da yer vermekte ve şunları belirtmektedir:32
"Öğleden sonra bir Ermeni piskoposunun ziyaretine gittim. Türklerle Hıristiyanlar, başka birçok kentlerde olduğu gibi, İzmit'te de farklı semtlerde oturuyorlardı. Piskoposun eski tarzdaki, garip evi de Hıristiyan mahallesindeydi. Gümüş bir tepsiyle yiyecekler ve içecekler getirildi. Küçük gümüş kâseler içinde çeşitli reçeller ikram edildi. Bir kaşık reçeli ağzına götüren konuk, bunu yutmak zorundadır; arkasından da bir bardak su içer. Az miktarda reçel çok kişiye yetebildiğine göre, bu ekonomik bir ikram olsa gerek.
Oradakilerden biri, "Beğendiniz mi?" diye sordu.
"Çok beğendim" dedim. Bu arada ağzımdaki tat beni çocukluk günlerime götürmüş, yaşlı dadımın bize yutturduğu gri tozları hatırlatmıştı: "Çok güzel."
Yaşlı bir Ermeni, "Biz konuklarımıza daima bu şekilde ikramda bulunuruz" dedi. "Ulusal geleneğimizdir."

"BAZI TÜRK MEMURLAR ERMENİLER TARAFINDAN ÖVÜLÜYOR""


Bundan sonra İzmit'teki Türklerden söz açıldı. Oradaki Türk memurlardan bazılarının Ermeniler tarafından bile övülmesi, kulağa hoş geliyordu.
Odadakilerden biri, "Buradaki polis müdürü mükemmel bir adam" dedi. Bizimkilerden biri Ramazan ayında sokakta tütün içiyormuş. Onu gören bir Müslüman, adama sopayla vurmuş. Oradan geçen polis müdürü de bu sahneye tanık olmuş. Yaklaşarak, "O adama niçin vurdun?" diye sormuş. "Ramazanda sigara içiyordu" yanıtını almış. "Sigarasını gözüne mi soktu?" "Hayır." "Öyleyse ona vurmaya hakkın yoktu. Hapishaneye gidince, ileride daha iyi davranmayı öğrenirsin" demiş polis müdürü.
Konuklardan bir diğeri, "Evet" diye atıldı. Türk gazeteleri bu öyküyü bastı ve polis müdürünün davranışını övdü."
Üçüncü bir bey, Türk Hükümeti aslında kötü değil" diye belirtti, "Bütün
ülkede adaletin taraf tutulmadan eşit olarak yerine getirilmesini istiyor, ama kadılar, bir Hıristiyan'ın sözünü kanıt olarak kabul etmedikleri sürece, burada rahat etmemiz zor." Devam etti: "Bu tür haksızlıklar ne yazık ki Türk subaylarının arasında da yaygın. Kur'an, bir Hıristiyan tanığın ifadesi kanıt olarak kabul edilmeli diyor, ama birçok Müslüman günümüzde Kur'an'ı unuttu."
Osman'ı zaten eşyamı Sapanca'ya kadar taşıması için bir yük beygiri kiralamaya yollamıştım. Tam İzmit'ten ayrılacağım sırada, iki zaptiye ve atlı polis çıkageldi. Paşadan, İzmit'e yaklaşık otuz kilometre uzaklıkta ve Ankara yolu üstündeki küçük bir köy olan Sapanca'ya kadar bana eşlik etme emrini almışlardı. Mavi ceketleri, kırmızı pantolonları ve püsküllü uzun çizmeleriyle çok şık görünen gençlerdi. Bellerini saran koyu kırmızı kuşağa birer tabanca sıkıştırmışlardı. İkisi de omuzlarında mükerrer ateşli birer tüfek taşıyorlardı. Kılıç kayışlarına da, eli koruyan kabza mahfazaları olmayan kısa palalar takılıydı.
Ateşli silahlar başta olmak üzere, modern teçhizatı benimsemiş olan Türk askeri yetkililerinin, kılıç yapımında hala bu kadar geri olmaları çok garipti. Kabza mahfazası olmayan bir Türk kılıcı kuşanmış bir Türk atlı askerinin kendi silahlarımızdan birini taşıyan bir İngiliz süvarisiyle girişeceği göğüs göğüse bir çarpışmada, pek az şansı olurdu.

"OSMAN BİRA İÇMİYOR, ŞARABA BURUN KIVIRIYOR"


Patika şimdi, daha önce gördüklerimizin hepsinden beter olmuştu. Bazı yerlerde bir metreden daha derin çamur vardı. Bu çamur, atlarımızın kolanlarına kadar çıktığından, patikada ilerlerken bayağı zorlanıyorduk.
Çok geçmeden, yolun üstündeki bir dere yatağına ulaştık. Dört öküz tarafından çekilen bir araba, burada mıhlanıp kalmıştı. Yalnızca boyunlarıyla omuzları çamurun dışında kalan hayvanlar, kederli bir yüzle önlerine bakıyorlardı. İki arabacı, pantolonlarıyla iç çamaşırlarını çıkarmışlardı. Gömlekleri bile koltuk altlarına kadar sıyrılmıştı. Kara balçığın içinde bata çıka ilerliyor, öküzleri dürte dürte yürütmeye çalışıyorlardı.
Ağır tekerleklerden müthiş bir gıcırtı sesi yükseliyordu. Dört öküz tüm güçlerini zorluyordu, ama boşuna. Bir tanesi arabayı biraz yana çekti, araç anında devrildi ve yarısına kadar balçığa gömüldü. Üstlerinde, küçük kırmızı feslerinden ve yukarı sıyrılmış gömleklerinden başka bir şey olmayan iki adam, içler acısı bir tablo oluşturuyordu. Kemiklerinin üstünde fazla et yoktu, bellerine kadar yükselen çamur tabakası, kaburgalarıyla omuz kemiklerini büsbütün meydana çıkarmıştı. Çamurun içinden bize doğru gelen biri, Osman'dan piposu için ateş istedi: Arkadaşından da kederli gözüken öteki adamın piposu yoktu, o da mümkünse bir sigara istedi.
Osman, "Burası feci bir yer, efendim" dedi. "Bizim de öteberimiz devrilebilir. Atlarımız dünyada buradan geçemezler. Siz iyisi mi, İzmit'e dönün ve çamur kuruyuncaya kadar bekleyin."
"Hayır, devam et. Atlar, öküzlerin, geçemediği yerlerde yürüyebilirler."
Osman'ın yüzü sarardı. Benim biraz ötemdeydi. Bataklığın derinliğini sınamak için ileriye yollanmasından hiç hoşlanmamıştı.
Radford, ona bakarak dudak büktü. "Zavallı yaratık! Ama ondan başka ne bekleyebiliriz? Bira içmiyor. Şaraba burun kıvırıyor. Osman'ın kanının bulaşık suyundan ince olduğuna bir sterlinine bahse girerim."
Öbür yakaya ayak bastığımızda, heybelerimiz çamura bulanmıştı. Yanımda atını sûren Osman, bizi güvenliğe çıkardığı için kendi kendini kutladı. "Yüzün bembeyazdı" demekten kendimi alamadım. "Evet, efendi. Kanım donmuştu. Ama kendim için değil, efendi için. Boğulmasından korktum. Osman, efendinin elinde, ona ne istersen yapabilirsin."

"SOLUMDA BÜYÜ BİR GÖL, SAĞIMDA RENGARENK OTLAR"


Yol şimdi sertleşmişti. Bulgaristan'dan dönen bazı başıbozuklarla karşılaştık. Çoğu Çerkez asiliydi, bir tanesi de Rusça biliyordu. Yurduna dönmesi emredildiği için çok sinirliydi. Parlak çelik ucu en az otuz santim uzunluğundaki mızrağını sallayarak, birkaç Rus gâvurunu mıhlamak fırsatını kaçırdığına hayıflanıyordu.
"Çok kadın öldürdünüz mü?" diye sordum.
Çerkez, "Öldürülen kadınlar oldu" dedi. "Bu yüzden de üzüldük. Ama adamlarımız ne yapsalardı? Bazılarının anneleriyle kız kardeşleri Rusların tecavüzüne uğramış, ve doğranmıştı."
"Akrabalarınızdan böyle bir muameleye hedef olanlar olur mu?" diye sordum. "Hayır, olmadı" dedi, "ama Gümrü'ye uzak olmayan bir köyde inanılmaz gaddarlıklar yaşandı. Birçok kadınla çocuk öldürüldüler, hem de sırf Rusya'dan ayrılıp Türkiye'ye gitmek istedikleri için."
Devam etti: "Annem veya kız kardeşim öldürülmüş olsaydı, bunun ne şekilde intikamını alacağımı umursamazdım. Bu Rus alçakları bize örnek oldular." Başıbozukların kıyafetlerinde herhangi bir benzerlik yoktu. Her biri, keyfine göre giyinmişti. Bellerini saran kuşaklarda tabancalar ve kamalar dikkat çekiyordu. Ateşli silahları en ilkel tipteydi. Bazı adamların eski model çifteleri vardı. Diğerleri, çakmaklıdan kapsüllüye dönüştürülen çift namlulu tüfeklerle silahlanmışlardı. Atları, bana yeterince sağlam ve güçlü göründü. Bu hayvanlar genelde yüz kırk santimden daha boylu değillerdi. Sert ve kaba tüylü postlarıyla bana, Don Nehri dolaylarında gördüğüm Kazak atlarını anımsattılar. Sapanca'ya yaklaşırken manzara güzelleşti. Geçtiğimiz düz araziler yerini dağlara bırakıyordu. Batı yönünde görüş mesafemizi engelliyorlardı. Solumda büyük bir göl vardı. Ayaklarımızın hemen dibinde ayna gibi uzanıp gidiyordu. Berrak sulara inen yamaçlar, rengârenk otlar ve çalılarla bezeliydi. İngiltere'de Leicestershire'li bir çiftçinin ağzının sularını akıtacak genişlikte dönümlerce mera, Sapanca'nın dört bir yanını sarmıştı. Köye girdik. Burası kerpiçten yapılmış yaklaşık iki yüz evden oluşuyordu. Geceyi geçirmemiz için bin bir güçlükle bir yer buldum.

"DEVE KERVANININ ÖNÜNDE EŞEK VAR"

Gün daha doğmadan yine atlarımızın üstündeydik. Yolumuz, dağların arasındaki geçitlerden geçiyordu. Gölün yüzeyinden kocaman sis bulutlan yükseliyordu. Boşluk içinde yüzerek uzaklaşıyor, ufukta buzdağları gibi karşımıza dikiliyorlardı. Demiryolu inşaatı için hazırlıkların yapıldığı bir yerden geçtik. Yarım kalmış bir toprak setin yanında vagonlar dikkat çekiyordu. Sorunca, burada iki yıldır hiçbir çalışma yapılmadığını öğrendik. Ankara'ya kadar bir demiryolu inşa edilecekti, ama bu konuda yönelttiğim sorularıma aldığım yanıt, "Para yok" oldu.
Daha ileride, Ankara'ya giden çay yüklü bir katır kervanına rastladık. Yol çok dardı, iki atın yan yana geçmesi için bile yeterince yer yoktu. Başını bayır yanına çeviren bir katır bütün yolu tıkamıştı, ama zaptiyenin şaklattığı kırbaç aklını başına getirdi. Birkaç metre gerileyince, ayağı kaydı ve yüküyle birlikte bayırdan aşağı yuvarlandı. Hayvanın sahibi küfrü bastı, arkasından gelen öbür katırcılar ise arkadaşlarının sıkıntısından zevk duymuş görünüyorlardı.
Yol giderek daha düzleşti. Deve kervanlarına rastlıyorduk. Hayvanlar, burunlarına geçirilmiş bir halkaya bağlı iple değil, boyunlarına gevşekçe bağlanmış yularla güdülüyorlardı.
Kaba kıllarla kaplı güzel hayvanlardı. Kıllarının yılın belli mevsimlerinde kırpıldığını, sonra da çadır ve halı örmede kullanılan bir dokumaya dönüştürüldüğünü bana anlattılar. Her kervanın önünde eşeğe binmiş bir adam yol alıyordu. Eşek, arkasındaki kocaman develerden biraz daha hızlıydı.

"TARLALAR, BAĞLAR VE DUT AĞAÇLARIYLA GEYVE"

Sakarya'nın sol kıyısı boyunca yolumuza devam ettik. Yaklaşık altmış metre genişliğinde ve dik kıyıları olan bir nehirdi bu. Çok geçmeden, yarı yarıya harap bir taş köprüden geçerek nehri aştık. Köprünün orta bölümü çöküp gitmiş, oluşan boşluk, toprakla örtülü kalaslarla kapatılmıştı. Bir süre sonra tarlalar, bağlar ve dut ağaçlarıyla kaplı geniş bir vadiye geldik. O geceyi geçirmek için Geyve köyünde mola verdik. Bir tür belediye başkanı olan köyün yöneticisi, bizi karşıladı ve konuğu olmam için ısrar etti. Çok konuşkan bir adamdı. Yakup Han'ın, Padişah'ı desteklemek için 50.000 kişilik bir ordu getireceğini haber verdi. "Nasıl gelecekler ki?" diye sordum.
Kaşgar'la ilgili pek iyi coğrafi bilgisi olmayan ev sahibimiz, "Deniz yoluyla" diye yanıtladı. Sonra bana, İran'ın Rusya'yla dost olduğunun söylendiğini, Türklerin İranlılardan nefret ettiklerini ama çarla birlik olduklarına inandıkları Rumlar dışındaki Hıristiyanlardan hoşlandıklarını açıkladı.
Geyve'den çıkılınca, vadi dairesel bir biçim alır ve en az dört bucuk kilometre çapında uzanır. Top ateşi açmaya elverişli yamaçları olan tepeler dört bir yanını çevirirler. Derinliği sadece diz boyu olan küçük Karasu Irmağı da bu bölgeden geçer ve birkaç kilometre aşağıda Sakarya'ya dökülür. Geyve Vadisi, dikkatsiz bir generale pusu kurmak için ideal bir konumdur. Doğu yönündeki çıkış, son derece sarp kenarları olan dik bir yoldadır. Batıda ise Sakarya Nehri tarafından tıkanmıştır.

"TARAKLI; BARINAKLARINA GÖTÜRÜLEN KEÇİLERİN MELEYİŞLERİ.."

Böylece yaklaşık sekiz yüz evli küçük Taraklı kasabasına vardık. Her ev, başkente giden askerlerle doluydu. Biz dar sokaklardan geçerken güneş, dorukların üzerine doğru alçalmaktaydı. Yüzlerce başıbozuk aşağıdaki ovada dörtnala koşan bir atın üstünden bir hedefe ateş ediyor; diğerleri seyircileri tehlikeye atmak pahasına tüfeklerini ellerinde döndürüyorlardı. Bu gerilla tipi askerlerle seyircilerin çok renkli giysileri, manzarayı ışığa boğuyordu. Atlıların bağırışları dağlardan yankılanıyordu. Çobanlar tarafından barınaklarına götürülen keçilerin meleyişleri uzaktaki tepelerden belli belirsiz duyuluyordu. Bu ses, sığırların böğürmesine ve aşağıdaki nehrin hışırtısına karışmaktaydı. Romantik bir tabloydu karşımızdaki. Carlista Savaşı sırasında, Bask eyaletlerindeki bazı sahneler hayalimde canlandı.
Askerler ertesi sabah, saat dörtte harekete geçtiler. Sokaklardan geçerken koro halinde türküler söylüyorlardı. Bir saat sonra dağlık bir bölgeden geçiyorduk. Granit bloklar etrafa saçılmıştı. Çok geçmeden, Sakarya'nın bir başka kolu olan küçük Göynük suyunu aşıyorduk. Burada manzara vahşiydi. Tepeler, Titanlar tarafından fırlatılmış gibi bin bir şekil almıştı. Kâh sert beyaz kayalardan yontulmuş doğal hisarlar ve mazgallar görüyordunuz; kâh kayağan taşından bir dağa yaklaşıyor, etrafa saçılmış bir kara taş bolluğuyla çevrili buluyordunuz kendinizi. Derken, iki tarafı uçurum olan bir patikada ilerlemeye başladık. Yolumuz, önümüzü gözden gizleyen kayalıkları arasında bir iplik gibi dolanıyordu.

"MUDURNU 800 KERPİÇ EVLİ BİR KASABA"

Bundan sonraki durağımız olan Mudurnu'yla aramızda dokuz saatlik bir yolculuk vardı. Yol çok dağlık bir bölgeden geçiyordu. Mudurnu köyü ya da kasabasında, 800 kerpiç ev vardı. Her ailenin beş bireyi bulunduğunu varsayarsak, bu 4000 nüfus demekti. Anadolu'nun bu yöresinde yolculuk eden bir gezgin, dükkânların yokluğunu fark etmeden geçemez. Bir sürü köyden ve kasabadan geçse de, eğer o gün pazar yoksa, hiçbir şey satın alamaz.
Bizi yolcu etmek için bir kalabalık toplanmıştı. Mudurnu'daki insanların bir İngiliz'e gösterdikleri ilgi, Londra halkının bir şempanzeye veya yeni gelen bir gorile gösterecekleri ilgiden farksızdı. Asyalıların, imalat yeteneklerimize büyük saygıları vardır. Anadolu'nun hemen bütün büyük kentlerinde İngiliz mallarıyla karşılaşabilirsiniz; Türkler İngiliz mallarını, Belçika veya Amerika'dan yollanan daha ucuz fakat daha düşük kaliteli eşyaya tercih ediyorlar.

Benimle gelen zaptiye muhteşem bir delikanlıydı. Keskin bakışları ve özenle kırpılmış bir sakalı olan, uzun boylu ve esmer bir Çerkez gözünüzün önüne getirin. Çerçeveleyen kocaman beyaz sarık da çarpıcı bir tezat yaratıyordu. Arkasında kırmızı bir şeritle çevrili yeşil bir ceket vardı. Bunun altında mavi bir yelek göze çarpıyordu. Yeşil bir pantolon ve kırmızı deri çizmeler bu kıyafeti tamamlıyordu; Kılıç ve bir tabancayla silahlanmıştı. Yolun uygun olduğu zamanlarda atına talim yaptırıyordu. Hayvanı kâh elli metre kadar dört nala koşturuyor, kâh dizginleri hızla çekerek, atı şaha kaldırıyor, sonra başka bir yöne sevk ediyor ve eyer kayışından aşağı sarkarak yere dokunuyordu. Bütün bunları çok büyük zarafet ve kolaylıkla yapıyor, atla binicisi sanki tek parçaymış izlenimini uyandırıyordu. Bu tür manevralara izin veren hafif kumluk araziyi çok geçmeden arkamızda bıraktık. Dik yamaçlı bir dağ sırasının aşılması gerekiyordu. Çamur örtüsü her an daha kalınlaşıyor atlar taşıdıkları yüklerle yamaçlara tırmanmada büyük güçlüklerle karşılaşıyorlardı. Hemen hemen dikey olan bir bayırla boğuşuyorduk. Ayaklarımızın dibinde en az kırk metre derinlikte olan uçurum, insanı ürpertiyordu."
-----
1) Prof.Dr. Enver Konukçu, "Sakarya ve Gezginler", Sakarya İli Tarihi, SAÜ Yayını, C.I., Sakarya-2005, s.124-132.

Foto altları:
1) Sapanca Gölü ve Yüzevler – Hüsnü Gürsel (Sakarya Valiliği Arşivi),
2) Beşköprü – 1908 – Ed. Osman Köker,
3) Geyve Boğazı – 1940 (SBB Arşivi),
4) Geyve Genel Görünümü – 1940 – (Namık Cihan Arşivi),
5) Taraklı Genel Görünümü-1994 – Hüsnü Gürsel (Sakarya Valiliği Arşivi)



YASAL UYARI: . Portalımızda yayınlanan haberler ise, kaynak gösterilmek ve portalımızın ilgili sayfasına link verilmek koşuluyla yeniden yayınlanabilir.

Ft
 

Etiketler
Ynt: Sakarya Genel Bilgiler

Batı karadeniz ve doğu karadeniz ülkemizin saklı buyuk ölçekli cennetlerini barındırır... bilenler bilir... gerisi-diğer illerdeki bazı ufak ölçekli ve mevsimsel sahte cennetlerdir... kıymetini bilin... :smiley:
 

Ynt: Sakarya Genel Bilgiler

SoğucakYaylası

900 dönüm kadar bir araziye sahip olan Soğucak Yaylası, 1100 m yüksekliğinde ve Sapanca’ya 17 km mesafededir. Sapanca - Muradiye Köyü istikametinden, Erdemli Köyü’ne gelmeden önce sağa ayrılan yolu takip ederek, 35 dakika kadar süren bir yolculukla yaylaya ulaşmak mümkündür.

En yoğun dönemi, temmuz ayının ikinci haftasına denk gelen yayla şenlikleri zamanıdır. Yöre halkı ve çevre illerden gelen vatandaşların katılımıyla tam bir panayır havasında geçen “Soğucak Yayla Şenlikleri”, bir gün sürmekte, ancak yayla daha şenliklere bir hafta kala dolmaya başlamaktadır. Şenlik süresince Sapanca Belediyesi tarafından hizmet maksatlı çadırlar, sağlık çadırı, portatif tuvalet ve lavabolar kurulmaktadır. Yaylanın ve vatandaşın güvenliği için jandarma tarafından gerekli tedbirler alınmaktadır.Yayla şenlikleri kapsamında, bisiklet ve at yarışları, karakucak güreş müsabakaları, folklor gösterileri ve sanatçıların katılımıyla halk konserleri düzenlenmektedir.


Kırca Yaylası
Pamukova’yı 2 km geçtikten sonra, sağ taraftan Karapınar yoluna sapılmaktadır. Yayla Karapınar Köyünden 13 km uzaklıkta olup, 30 dakika mesafededir. Alifuatpaşa’ya 30-35 dakika uzaklıkta olan yayla civarında Menekşe oruç ve Menekşeolak köyleri bulunmaktadır. Her yılın Temmuz ayında yaylada şenlikler düzenlenmektedir.





Katırözü Yaylası

Yayla, Pamukova’ya bağlı Eskiyayla köyü sınırları içerisindedir. Eskiyayla köyü (1125 m yükseklikte) üzerinden Katırözü Yaylası’na varılmaktadır. Soğuk kaynak suları ve geniş piknik alanları ile eşsiz bir doğal güzelliğe sahip olan yaylanın üst yanında bulunan mağarada hava sirkülasyonu olmakta ve sarkıt dikitler bulunmaktadır.

Kirpiyan Yaylası

Geyve’den 28 km (1.5 saat) mesafede olan Kirpiyan Yaylası, Karapürçek-Güçücek’ten ise 20-22 km (1 saat) mesafededir. Taraklı istikametinde Doğantepe yol ayrımından sola dönülerek Kamışlı Köyü yolu boyunca devam edilir. Kamışlı’ya gelmeden sağa ayrılan yola sapılarak Kirpiyan yaylasının yoluna ulaşılır. Kürklü Köyü bu yol üzerindeki son köy olup buradan Kirpiyan Yaylası ve daha da ilerleyerek Karagöl Yaylası’na ulaşılabilir.



Keremali Yaylası
Akyazı’ya 17 km ve 30-35 dakika uzaklıkta olan Keremali Yaylası’nda yerleşim olup yayla evleri mevcuttur. Değişik yüksekliklerde birbirine yakın dört yayladan oluşmaktadır.Yaylada bie de göl bulunmaktadır.






Sultanpınar Yaylası

Dokurcun yolu üzerinde olup Akyazı’ya 45 km mesafededir. Akyazı-Dokurcun istikametinde Beldibi Köyü karşısından sağa dönerek Boztepe Köyü yoluna ulaşılır. Boztepe üzerinden Güzlek Yaylası, Sultanpınarı Yaylası, Yörükyeri Yaylası, Çiçekli Yaylası ve Acelle Yaylası’na, Acelle üzerinden de Yanık Yaylası’na gidilir. Şerefiye ve Beldibi köyleri arası 1 km mesafededir. Beldibi-Sultanpınar Yaylası arası ise 16 km’dir.
Sultanpınar Yaylası orman ile çevrili geniş ve düzlük bir alana kurulmuş olup oldukça yeşil, huzur verici bir ortam sunmaktadır. Yaylada Olukbaşı Et-Mangal Tesisleri ve Sultanpınar Yayla Pansiyon faaliyet göstermekte olup, yayla evleri mevcuttur.





Acelle Yaylası

Akyazı İlçesi’nin 35-40 km güneyinde yer alır. Acelle yaylasına ulaşım stabilize yoldan her tür kara taşıtı ile yapılabilmektedir. Yaylaya üç değişik güzergahtan ulaşılabilmektedir. Birinci yol Beldibi-Boztepe-Çatalkaya üzerinden gider. İkinci yol Taşburun-Ballıkaya-Taşyatak-Hasyatak köyleri üzerinden çalışır. Üçüncü yol ise Taşburun-Ballıkaya-Taşyatak-Yanık yaylası güzergahıdır. Bu yolların üçünün de az bir kısmı asfalttır. İlçe merkezinden yaylaya ulaşma süresi yaklaşık olarak 60 dakika’dır.

Geniş yapraklı ve iğne yapraklı ağaçlardan oluşan bir bitki örtüsüne sahiptir. Ayrıca orman içlerinde orman gülü ve şimşirden oluşan bodur ağaçlarda mevcuttur. Kanlıca, kuzugöbeği gibi yer mantarları ve ağaç mantarları bulunur.

Yaylanın tam ortasından Enişte Deresi geçmektedir. Bu dere üzerinde halk tabiriyle “Büyük Deniz” denilen 60-70 m uzunluğunda 3-4 m genişliğinde, derinliği tam olarak bilinemeyen doğal yollarla kaya kütleleri arasında oluşmuş bir su birikintisi mevcuttur. Enişte Deresi’nin yatak genişliği düz alanlarda 8-10 m’yi , kayalık arazilerde ise yer yer 2 m yi bulur. Derede sazan türü pullu balıklar, kurbağa ve su kertenkeleleri mevcuttur.

Yaylada her yıl temmuz ayının son haftası, genellikle 25-26-27 Temmuz tarihlerinde şenlikler düzenlenir.Dışardan gelenlerin kalabilecekleri otel-motel, kamp türü konaklama yeri olmayan yaylada, sürekli ikamet edenlerin ahşap evleri mevcuttur. Bunun dışında şenlik boyunca 200-250 civarında çadır kurulmaktadır.


Yanık Yaylası

Acelle Yaylası’ndan 15-20 dakika mesafede olup, yayla evleri mevcuttur.


Sulucaova Yaylası

Beldibi’nden 22 km mesafede olup, ulaşım 50 dakika sürer. Halen elektriğin olmadığı yaylaya en yakın elektrik direği 2.5 km uzaklıkta olduğundan ileride bu sorunun giderilmesi yolunda küçük bir çaba yeterli olacaktır. Yaylada yerli halkın yaz-kış oturduğu yayla evleri mevcuttur.




Yörükyeri Yaylası

Dokurcun yolu üzerinde olup, Azizağa-Yörükyeri arası 20 km’dir. Yörükyeri Yaylası’na Sultanpınarı Yaylası üzerinden de ulaşılabilmektedir.

Çiçekli Yaylası
Dokurcun yolu üzerinde bulunan Çiçekli Yaylası, Denderiz’den 30 dakika mesafededir. Sultanpınarı Yaylası’ndan doğu istikametine ilerleyip, Yörükyeri Yaylası üzerinden de ulaşılabilir. Yaylada yayla evleri mevcuttur.

Akar Yaylası

Çiçekli yayla’sından yaklaşık 15-20 dakika mesafededir.

Haydarlar-Kuloğlu Yaylası

Akar yaylasına 10 dakika mesafededir.

Davlumbaz Yaylası

Haydarlar’a 10 dakika, Dokurcun’a 30 dakikalık mesafede olan yaylaya Dokurcun’dan güney istikametinde gidilerek Haydarlar Köyü üzerinden de ulaşılabilir.

Turnalı Yaylası

Hendek Aksu Köyü ve Akyazı Dokurcundan ulaşılan yayla,Dirimdirim ve Kındıra yaylalarıyla yanyanadır.

Çiğdem Yaylası

Hendek ilçe sınırları içinde yer almaktadır. Dokurcun ve Çiğdem Yaylası arası 18 km dir. Bununla birlikte Hendek-Karadere üzerinden Dikmen ve Çiğdem Köyleri’ne, buradan da 1500 metredeki Çiğdem Yaylası’na ulaşılabilmektedir.

Yapısıyla ilgi çeken evlerin de bulunduğu yaylanın; “topukotu” olarak adlandırılan çimle kaplı geniş alanı, küçük ve hafif eğimli tepeleri ile planlı bir çevrede oldukça hoş bir manzarası vardır. Yaylada her yıl temmuz ayının ikinci haftasında yayla şenlikleri düzenlenmektedir. Şenlikte yaylada yetişen sebze, meyveler ve hayvancılık tanıtılmakta, çeşitli eğlenceler yer almaktadır. Turizmci , gezgin ve yazarlardan oluşan büyük bir jüri tarafından Türkiye’nin en güzel on yaylasından biri olarak seçilmiştir.

Dikmen Yaylası

Hendek İlçe sınırları içerisinde yer almaktadır. Hendek-Karadere üzerinden Dikmen ve Çiğdem Köyleri’ne, buradan da yaylaya ulaşılabilir. Orman gülleri ile ünlü olan yaylada elektrik mevcuttur.


Karagöl Yaylası

Taraklı’nın 21 km kuzeydoğusunda Samanlı Dağları’nın uzantısı olan dağlar üzerinde yer alıp deniz seviyesinden yüksekliği 1200 metre dir. Etrafı tamamen çam, kayın, köknar ve meşe ağaçları ile kaplı olan Karagöl Yaylası, 567 hektar genişliğindeki alanıyla, bol oksijenli havası ve soğuk içme sularıyla doğal bir tedavi merkezidir.
İlkbaharda karların erimesiyle sularla kaplanan yayla, nisan ayının ikinci yarısında, sular tamamen çekildikten sonra doğa harikası bir görünüme bürünmektedir. Yaylada her hafta cuma günleri pazar kurulur ve o gün akşama kadar çeşitli şenlikler yapılır.
Tamamen ahşaptan yapılmış yayla evleri ilgi çekmekle birlikte, son zamanlarda betonarme evler de yapılmaktadır. Her yıl yurt içinden binlerce insanımız burada kamp kurup konaklamaktadır.

Hamzapınar Yaylası

Taraklı Yaylası’nın 1 km aşağısındadır. Belengerme Tepesi’nin arka yüzünde kalan Hamzapınarı içimine doyum olmayan nefis bir soğuk suya sahiptir. Taraklı İlçesi’ne gelen konukların çoğunluğu Orman İşletmesi tarafından düzenlenen halka açık piknik alanına götürülür.

Belengerme Yaylası

Taraklı İlçesi sınırları içerisinde yer alan yayla, Karagöl Yaylası sınırında Hamzapınar Yaylası bitişiğinde, Tuzla Köyü’ne 1 km mesafededir. Belengerme Tepesi’nden bakıldığında tabiat harikası Karagöl Yaylası’nın tamamı görülebilmektedir.

İnönü Yaylası

Pamukova İlçesi sınırları içerisinde yer alan yayla, özellikle hafta sonları İzmit ve İstanbul’dan gelen ziyaretçilerin kamp yapmaları için gereken ortamı sağlamaktadır. İnönü Yaylası’ndan 20 dakikalık bir yürüyüşle, orman içindeki bir patika takip edilerek daha yukarıdaki Erikli Yaylası’na varılabilir. İnönü Yaylası’ndan doğrudan Hüseyinli Köyü üzerinden Pamukova-Çilekli-Mekece yoluna da çıkılabilmektedir.

Güzlek Yaylası

Dokurcun yolu üzerinde ve Akyazı’ya 45 km mesafededir. Akyazı-Dokurcun istikametinde Beldibi Köyü karşısından sağa dönerek Boztepe Köyü yoluna ulaşılır. Boztepe üzerinden Güzlek Yaylası, Sultanpınarı Yaylası, Yörükyeri Yaylası, Çiçekli Yaylası ve Acelle Yaylası’na, Acelle üzerinden de Yanık Yaylasına gidilir. Şerefiye ve Beldibi köyleri arası 1 km mesafededir. Beldibi-Güzlek Yaylası arası ise 12 km’dir.

Her yıl mayıs ayında çevre köylerden yaylaya gelen yaylaklar burada bulunan yayla evlerinde kasım ayına kadar kalmakta, bu süre içinde yaban çileği toplayıp satmakta ve hayvancılık yapmaktadırlar.
 

Ynt: Sakarya Genel Bilgiler

Fahri Tuna'dan alıntıdır.


Konukçu'nun Hendek'i!



Üç dört yıl kadar önceydi, Hendek Belediye Başkanı Ali İnci kardeşim (lisede benden üç sınıf aşağıda olan bir kardeşimizdir) Ada Fikir Kulübü konuğuydu. Hendek'i, yaptıklarını üç dönemdir Hendek'teki gelişmeleri anlattı uzun uzun. Kulüp üyesi arkadaşlar da Hendek'teki gelişmeler üzerine gözlemlerini anlattılar, güzel sözler ettiler. Sıra bana gelince; ‘Ali Başkan, Hendek ve yaptıkların için güzel şeyler duyuyoruz, da, hizmet ve başarını itibar ve saygıya dönüştüremedin; seni Adapazarı'nda ne bir sempozyumda, ne bir panelde, ne bir sergi açılışında görebilmiş değiliz, hiçbir kültür sanat ortamında yoksun; örneğin hiç yayımladığın kitap var mı Hendek üzerine?' demiştim. O da ‘ağbi, bizi hep minderin dışına ittiklerinden mindere çıkabilmek için boğuşurken hırçın bir görüntü veriyoruz, yoksa kültürü sanatı da severim, göreceksin kitaplar da yayımlayacağız!' diye cevaplamıştı.

TEŞEKKÜRLER İNCİ VE KONUKÇU

Geçen hafta Sakarya basınının duayenlerinden Abdullah Çelik aradı, ‘Fahri, Hendek Belediyesi çok güzel bir kitap yayımlamış, tarih profesörü Enver Konukçu hazırlamış, belediye de yayımlamış, sen seversin böyle kitapları, elimde bir tane fazla var, gel de vereyim' dedi. Uğradım, aldım. Teşekkürler Abdullah Çelik, kitabı bana ulaştırdığın için. Teşekkürler Ali İnci, ilçenin sadece bugününü değil dününü de gözler önüne serdiğin için. Teşekkürler Enver Konukçu hocam, herkesin bir şeyler söylediği ama kimsenin ciddi bir şeyler söyleyemediği; Hendek mi Hantek mi Hantak mı? ‘bilinmez meşhur'u, Adapazarı'na bu kadar ‘yakın' olduğu halde bu kadar da ‘uzak' olan bir ilçeyi ‘gün yüzüne çıkarttığınız' için. Allah sa'yinizi de sevabınızı da bol eylesin sevgili hocam. Darısı ilimizle ilgili yeni kitaplarınızın başına inşallah. Ali İnci kardeşimize de –görev yaptığı her yıla bir kitap düşecek kadar – nice kitaplar yayımlaması dileğiyle teşekkürler. Fotoğraf desteği ve katkısı için de Elife Özerçetin'e çok çok teşekkürler.
PROF. DR. ENVER KONUKÇU KİMDİR?
1944′de Bolu'da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Düzce'de tamamladı. 1962′de İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'ne girdi. "Bolu Bölgesi Türkmen Kabileleri" tezi ile Umûmi Türk Tarihi kürsüsünden mezun oldu. Kısa müddet, Sakarya Sosyal Araştırma Merkezi ve Salihli Lisesi Tarih öğretmenliğinde bulundu. 1968'de Atatürk Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Asistanı olarak tayin edildi. 1972′de "Kuşan ve Akhunlar Tarihi" ile doktor, 1978′de "Kalaç Sultanlığı" ile doçent oldu. 1988′de Profesörlüğe yükseltildi. Pakistan, Karaçi Üniversitesi Islamic Department'da "Indo-Turcica" alanında araştırmalar yaptı (1972). Los Angeles Üniversitesi'nde (UCLA) bu çalışmalarını devam ettirdi. Batum, Tiflis ve Gence Üniversitelerinde de kısa müddet misafir öğretim üyeliği yaptı. Iğdır Oba; Kars, Subatan, Erzurum Alaca ve Yeşilyayla'da Ermenilerin öldürdüğü Türklere ait toplu mezarları tespit ederek ilim âlemine sundu. Bunlarla ilgili üç yayını da mevcuttur. -Sırası ile- Atatürk Devrimleri Enstitüsü Müdür Yardımcılığı, Tarih Bölümü Başkanlığı, Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanlığı, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Müdürlüğü görevlerinde bulundu. Halen Tarih Bölümü Başkanı ve Atatürk Araştırma Merkezi ve Unesco ve Milli Komite üyesidir. Yayımlanmış bir çok kitabı ve makalesi bulunmaktadır.
KONUKÇU:'HENDEK'İN GEÇMİŞİNİ ÖĞRENMEK,
BENİM İÇİN VAZ GEÇİLMEZ TUTKUDUR!'

Aslen Düzceli olan kitabın yazarı Türkiye'de tarih alanının efsane profesörlerinden Enver Konukçu (1) hocam, ‘Hendek – Tarihten Sayfalar' (2) kitabına, ‘Daha ilkokul sıralarında iken Hendek'e karşı özel bir ilgim vardı. Üniversiteye başladığım 1962'de hemen her ay Düzce-İstanbul gidiş-gelişlerimde Hendek ve çevresini görme imkânım olurdu. Bundan faydalanarak, belediye, cami ve anıtı gezer görürdüm. Çoğu zaman, otobüs yolcularından, o günleri gören veya kulak misafiri olanların tatlı sohbetlerinden de çok şeyler öğrendim. Hendek yeşil ile mavinin ve kış aylarında da kurşunî ve beyaz rengin eklenmesiyle muhteşem bir görünüşe sahiptir. İnsanları sevecendir. Bir çok dostum vardı. Hemen hepsi, Hendek aşığı idiler. Benim genç yıllarımın Rüştü Beyefendi'sini (3) unutmak mümkün değildir. Kuvâ-yı Milliyeci kıyafeti ile bizlere Atatürk devrinin ruhunu aksettirirdi ve bir çok törende yakından görebildim. Onun gibi yiğit görünüşlü bir arkadaşım da, merhum ve şehit Gaffar Okkan'dı. Hendek ile ilgim sadece bunlar değil. Geçmişini öğrenmek de benim için vaz geçilmez tutkudur' (4)


BİTİNYALILARIN HENDEK'İ LATEAS
Enver Konukçu Hendek ve Akyazı'nın tarihini Bitinyalılarla başlatıyor. (s.1) ‘Aslen Thrak asıllı olan Bithynler, merkez olarak körfez sonundaki Nikomedia/İzmit'i seçmişlerdi. Kurucusu da Kral I. Nikomedes'dir. Prusias ve halefleri Mariandyn ve Paphlagonia savaşlarında Hendek'ten geçtiler ve ve tabii ki bölgeyi kendi idarelerine aldılar. M.Ö. 74'te, Helenleşmenin yerini Roma'nın önderliğini yaptığı Latinleşme hareketi almıştır. Nikomedia'da oturan Roma valileri Bithynia'yı idare ederken Hendek ve havalisin de memurları ile yönettiler. Roma askerî yolunun Akyazı-Hendek'ten geçtiği anlaşılmaytaydı. Zira başkentten Sophon (Sapanca) Gölü yolu ile doğuya giden yol, Prusias ad Hypium'a demetrium ve Lateas'dan geçerek ulaşılıyordu. Zamanımız araştırıcıları ve daha önceleri yöreden geçen gezginler, Hendek için Lateas'ı Akyazı için de Demetrium'u belirtiyorlar.' (s.1)

FATİHİ KONURALP, VALİSİ SÜLEYMAN PAŞA

‘Laskarisler ve Palaiologoslar zamanında Türkmenler, Akyazı-Hendek ve Akova'ya doğru aktılar. Akova'nın o zamanki adı Regio Tersia'dır. Tersiye köyü olarak zamanımıza intikal edebilmiştir. XV. Ve XVI. Yüzyıl kaynaklarında ise Akyazı-Hendek tamamen Türk karakteri ile karşımıza çıkmaktadır. Akçakoca Sakarya'nın batısını, Konuralp de doğusunu ele geçirdiği için, Osman Gâzi bu yeni ele geçen yerleri onlara ocaklık olarak vermiştir. İzmit ve çevresi Koca Eli (Akçakoca ülkesi), Akyazı-Hendek-Düzce ovası da Konuralp Eli adını almıştır. Onların ölümü üzerine Akyazı-Hendek ve çevresi Süleyman Paşa'ya verilmiştir. Bir müddet yöreyi İzmit/İznikmid (Eski Nikomedes'ten dolayı)'ten yönetti. Taraklı, Göynük, Mudurnu, Bolu taraflarını tekrar kendi elinde tuttu. XIV. Yüzyıl sonrası Anadolu Beylerbeyi teşekkül etti. Merkezi Kütahya idi. Hendek bu müddet zarfında başkent olarak Bursa, İznik ve Edirne'yi tanımıştır. Beylerbeyinin Kocaeli'ndeki toprakları arasında Akyazı kazası da bulunuyordu. Fatih Sultan Mehmed zamanında Konur Apa ile birlikteliği sona erdi. Kocaeli kazaları arasında yer aldı. XIX. Yüzyılda Sapanca, Ada Pazarı, Hendek, Âb Safi ve Karapürçek gibi yerleşme yerleri meydana geldi.'(s.2)

1907: KOCAELİ İL, ADAPAZARI KAZA, AKYAZI VE HENDEK ONUN NAHİYELERİ

‘XVIII. Yüzyılda (1700'ler) ise Kocaeli Sancağı'ndaki kazalar arasında Akyazı, Hendek, Âb Safi de belirtilmektedir. Sapanca, Karasu, Adapazarı, Kandıra aynı bölünüş içinde ve komşudur. Bolu Sancağının Gümüşâbâd, Efteni (şimdi Gölyaka) ve Düzce toprakları da Hendek ve Akyazı'nın doğu komşularıdır. 1836'da Hüdavendigâr (Bursa) Müşirliğinin Kocaeli bölümünde Adapazarı, Akyazı ve çevresi yer almaktaydı. 1849 yılına ait belgede ise Kocaeli Livası'ndaki kazalardan Âb Safi, Hendek maa Akyazı bahis konusu edilmektedir. Adapazarı ve Sapanca ile birlikte görülmektedir. 1907'de Adapazarı Kocaeli'ne bağlı ikinci sınıf kaza idi. Onun nahiyeleri ise Akyazı, Sapanca ve Hendek idi. Bu durumda aynı tarihte Akyazı ve Hendek'in ‘birlikteliği bozuldu'. 1919'da İzmit müstakil sancak idi. Adapazarı kazası olup, Akyazı ve Hendek nahiye olarak idare edilmekte idi. İzmit 16 Ekim 1920'de vilâyet merkezi oldu. Teşkilat 1923'te aynen devam etmiştir. İzmit Kocaeli'nin merkez yeri idi. 20 Nisan 1924'te Kocaeli Vilâyeti adını alan İzmit, valinin ikamet yeri idi. Akyazı ve Hendek nahiye şeklini devam ettirdiler. 1 Aralık 1954'de Adapazarı, Sakarya ismi ile il yapıldı.'(s.2-3)

ORHAN GÂZİ VAKFI VE ŞEYH İZZEDDİN İSMAİL

‘Hendek, Akova'nın doğusunda dağlara ve vadilere yakın bir yerde Uluçay kenarında kurulmuş kasabadır. Hendek köy olarak Fatih Sultan Mehmet devrinde teşekkül etmiş, II. Beyazid ve Yavuz Sultan Selim devirlerine ait tapu kayıtlarında ise köy olarak zikredilmektedir. Burası gibi meydana gelen komşu köyler, Kargalı, Han Baba, Şeyhler, Balıklı Şeyh, Kalayık örnek verilebilir. Şeyhler'e ait Orhan Gâzi Vakfı mevcuttur ve Şeyh İzzeddin İsmail ve babası/atası Şeyh İbrahim ve sonraki idarecilerden intikal eden belgeye sahiptir. Kanuni Sultan Süleyman devrinde Hendek artık resmen köy durumundadır. Çevre köylerin burada toplanarak ‘bazar' teşkil ettikleri de anlaşılmaktadır. Bunu ‘Bâc-ı Bazâr-ı Hendek' kaydından öğrenmekteyiz. Akyazı kazasının Mirliva hassı da olan Hendek, dışarıdan gelenlerin tarım yaptığı alanlara sahipti. Değirmenin bulunuşu, akarsu ile ilgilidir ve muhtemelen Uluçay üzerinde idi. Keten üretimi de yapılmakta idi. Bundan da dokumacılıkla uğraşıldığı anlaşılır. Kestane ve ceviz ağaçları da çoktu ve bu meyvelerin toplanması ve satışı da yapılmakta idi. Armut kurusu da köyün başlıca üretim kaynaklarından idi.' (s.7-8)

İZMİT'TE PERTEV PAŞA, SAPANCA'DA RÜSTEM PAŞA,
HENDEK'TE ŞEMSİ VE MUSTAFA PAŞA HAN/KERVANSARAYLARI

‘Evliya Çelebi 16452de Erzurum'a giderken buradan geçti. O yüzden burayı ‘Hendek (Handak) Bazarı' diye nitelendirmiştir. Devlet, doğuya Kastamonu ve Amasya'ya, son olarak da Erzurum'a ulaştırılan anayola önem vermiştir. Ahali, bolu bağlantılı Ankara, Kayseri, Bağdat, Basra ticarî ve askerî yolu nedeniyle yola Bağdat Caddesi adını vermiştir. Kalıntıları Düce yolu üzerinde Eğridere mevkiinde yakın zamana kadar da bulunuyordu. İstanbul – İzmit – Sapanca – Adapazarı – Hendek Pazarı ve Düzce Pazarı güzergâhına her zaman önem verdi. İleri gelen devlet ricali (adamları), bu yollar üzerinde kasabaların gelişmesini sağlayan, ticari canlılığı devam ettiren, geliştiren, kervancıların konaklaması için de her türlü kolaylığın sağlanacağı merkezler vücuda getirdi. İzmit'te Pertev Paşa, Sapanca'da Rüstem Paşa, Hendek ve Düzce Pazar'da Kızılahmedlilerden Şemsi ve Mustafa Paşalar ‘Han/kervansaray' inşâ ettirdiler.' (s. 9)

V. CUINET'İN HENDEK'İ – 1880'LER

XIX. yüzyılın sonlarında bölgemizden geçen seyyah V. Cuinet, Hendek nahiyesi hakkında şu bilgileri vermektedir:'Hendek, aynı adı taşıyan nahiyenin merkezidir. Küçük bir kasabadır. 6.500 insan yaşamakta olup hepsi Türk'tür. Düzce-Kastamonu kervanyolu üzerindedir. Adapazarı ve Düzce'ye aynı uzaklıktadır. Hendekliler, küçük ticaretle ve deve kervancılığıyla uğraşmaktadırlar. İlkokul olmak üzere 31 okulu vardır. Toplam öğrenci miktarı 467'dir. 32 köyü vardır. Devlet keresteciliğine gerekli kerestenin üretim yeridir. Ormanlarında kömür yakılır. Son zamanda göçmenlerin de gelişiyle hareket kazanmıştır. Bunların uğraşları ormancılık ve tütün ekimidir. Kasabadaki ev sayısı 2.500'dür. 37 cami, bir kilise, 6 çeşme, 2 hamam, 32 han, 111 dükkân, 26 çiftlik, 26 değirmen vs. bulunmaktadır (Cuınet Hendek'i köyleriyle birlikte ele almıştır). Hendek'in toplam nüfusunu 13.000 tahmin etmektedir. Bunun 8.000'i yerli (manav.f.t.), 25'i göçebe, 2.000'i yeni gelenler (Abhaz, Çerkez, Laz, Gürcü ve Balkanlardan gelen Türk muhacirler vs.f.t.), 300'ü Rum, 1.800'ü Gregoryan Ermeni'dir. 875 de Çingene göze çarpmaktadır.' (s.10)

HENDEK-1890: HÜKÜMET KONAĞI AÇILIYOR

Hendek, Rumeli ve Kafkasya'dan gelen göçmenlerin devletçe yerleştirildiği bölgedir. Bu nedenle Düzce ve Adapazarı'ndaki gibi ‘Sefine-i Nuh'u (Nuh'un Gemisi'ni) andırmaktadır. Hendek Osmanlı padişahlarının ilgi gösterdiği ayrıcalıklı merkezlerdendi. Bazı akrabalık nedenleri bunda rol oynamıştır. 1890'da yeni bir ‘Hükümet Konağı' inşa edilmiştir. Mürüvvet gazetesi, olayı şu şekilde okuyucularına aktarmaktadır: ‘Adapazarı nahiyelerinden Hendek'te Kaymakam Mecid Beyin önderliğinde, yeni yeni hükümet konağı, aralık 1890'da hizmete açılmıştır. Bu bina, Hendeklilerin mâli yardımları ile yapılmış, açılış töreninde Adapazarı Kaymakamı, mülkî erkân ve kalabalık ahali hazır bulunmuştur. Önce kurbanlar kesilmiş, bir hoca da duada bulunmuş, herkes ‘Padişahımız (II. Abdülhamit) için üç defa ‘Padişahım çok yaşa' diye bağırmışlardır.'

HENDEK-1926: 4.000 NÜFUS

1926 yıllığında şu bilgiler aktarılmaktadır: ‘1920'de Adapazarı'na bağlı bir nahiye iken, kazalığa yükseltilmiştir. 617 binası vardır. Köylerinin sayısı 65'dir. Türk Ocağı, Teyyare Cemiyeti (Türk Hava Kurumu), Hilal-i Ahmer (Kızılay) ve Himaye-i Etfal (Ç.E.K.) bulunmaktadır. Tütün tarımı yapılmaktadır. Bu nedenle tütünü meşhurdur, sığır, manda, beygir, merkep, katır, deve, keçi, koyun beslenmektedir. Sıtma ve verem hastalıklarına rastlanmaktadır. Denizden yüksekliği 75 metredir. Başpınar, Dereboğazı, Kemaliye ve Mahmutbey mahalleleri vardır. 800 hanede 4.000 nüfus barınmaktadır. (1915 tehcirinde Ermenilerin, 1921'da Adapazarı'nın Kurtuluşundan sonra Rumların bölgemizi terk ettiği düşünülürse, 1880'lerde 6.500 olan Hendek merkez nüfusunun 2.300 Ecnebinin gidişiyle 1926'da 4.000'e düşmesi normal kabul edilmelidir.f.t.) Hendek'e on beş dakika mesafede buhar ile çalışır bir kereste fabrikası vardır. Ormanlarında el ile işleyen hızar yerleri vardır.'(s. 11-12)

HENDEK ÇEVRESİNDEKİ KUZULUK VE ÇALICA KALELERİ

‘Geyve Boğazı çıkışındaki –şimdiki adıyla – Adliye Kalesi Adapazarı ve Akyazı-Hendek taraflarının korunmasında rol oynamıştır. Regio Tersiya'daki (Bugünkü Büyükesence Köyü/Mahallesi f.t.) Hire Tepesi'ndeki istihkâm da Hendek ve Akyazı'yı güvence altına almaktaydı. Âb Sâfi ve Keremali Dağı zincirinin eteğinde ise zamanımıza gelebilen ve harabesi hâlen mevcut bir hisar da Akyazı'nın kaynaklarda bahsi geçen savunma yeri olmalıdır. Kuzuluk-Dokurcun yolu üzerindeki bu hisar, Hendek, Mudurnu ve Düzce'ye giden yolu kontrol altında tutmaktaydı. Osmanlı kaynakalrında; Kanunî devri öncesinde Akyazı-Hendek civarında olduğu belirtilen bir hisar daha mevcuttu. Tapu-Tahrir Defterinde bu yer için ‘Karye-i Çalıca (Çalıca Köyü), Karye-i Saruca (Saruca Köyü) ma'a karye-i Bergos der nezd-i Çalıca' denilmektedir. Şimdiki dile aktarıldığında ‘Çalıca köyü, Çalıca yanındaki Bergos köyü ile Saruca köyü'dür. Bergos, hisar-küçük kale anlamındadır. Kaynaklarda Burgaz da denilmektedir.' (S.12-13)

KIZ KALESİ- KADİFE KALE – EĞRİDERE HİSARI

‘Akyazı'yı Efteni Vadisi Hendek ile Konurapa/Düzce Bazarı'na bağlayan yol üzerinde, Karadere yakınlarında iki kale daha vardır. Bunların ilki Kız Kalesi'dir.Hendek ile Kadife Kale arsındadır. Kilise Deresi ve düzlüğe hâkim noktadadır. Kadife Kale'ye bulunduğu yer itibari ile daha yakındır. Kadife Kale, eski Roma yolu üzerinde bulunuyordu. Bizans döneminde de Düzce Ovası'nın aynı zamanda Hendek-Akyazı vadisinin stratejik noktasında önem arz ediyordu. Kadife Kale, Karadere ile Muap Dede arasında, aksu Çayının akışta sağ tarafında dikmen-Kardüz zincirinin orta yükseklikteki tepesinde inşâ edilmiştir. Yığma taştan Horasan harcı ile inşâ edilmiştir. İklimi diğer yerlere göre her zaman ılımandır. Şimdiki orman içinde kaybolmuş hâldedir. Adapazarı'nın ve daha önce de Hendek'in büyümeye başlanması, burada Kızılahmedlilerin bir de kervansaray yaptırılması Bağdad veya Erzurum Caddesinin de kervanlar için önem kazanması, Anadolu trafiğinin kuzeye yönlendirilmesi ile sonuçlanmıştır. Uzun zaman güvenliliği süren yol ayanlar döneminde, XIX yy'da emniyetin bozulması, sık sık eşkiyalık hareketlerinin başlamasından dolayı, devlet, Hüsrev Paşa'nın da tavsiyesini dikkate alarak Eğridere Yolu üzerinde üç hisar yaptırdı. Eğridere Hisarı adını taşıyan yapı, eski hisarlara göre küçük fakat güvenlik için askerlere yeterli idi.' (s.12-13)

FATİH SULTAN MEHMED DE HENDEK'TEN AMASYA'YA GİTTİ

‘Akyazı ve Hendek, İstanbul'u Anadolu'ya bağlayan ana yol üzerinde idi. Roma ve Bizans dönemine ait bilgiler azdır. Bu yol Ortaçağ'da 561'de Pontogephyra'nın (Adapazarı'ndaki Beşköprü'nün f.t.) inşasından sonra önem kazandı. Adapazarı ve Hendek'e uğramadan, şimdi Çarka üzerinden Akyazı'ya geliyor ve oradan da Efteniye/Aksu Boğazına doğru uzanıyordu. Kalelerin de bu yol üzerinde kurulduğu dikkati çekmektedir. Osmanlı Beyliğinin kurulmasında ve genişlemesi ile Bursa-İznik-Mekece-Geyve-Taraklı-Göynük-Mudurnu ve bolu yolunda gelişen ticaret yaz aylarında kuzeye kayıyor ve böylece Akyazı hattı işlerliğini arttırıyordu. Fatih Sultan Mehmed, bilindiği gibi Amasya seferi için Akyazı yolunu tercih etmiş ve bataklıktan yol almıştı. Kanunî Sultan Süleyman devrinde, XV.yy'da, İstanbul-İzmit-Bolu'dan geçen Bağdad-Basra, Amasya, Erzurum yolu geliştirildi. Sol kol da denilen yol, Kâtip Çelebi'nin kaydına göre Akyazı'nın dışta bırakıldığı çizgiden geçiyordu. XVI. Ve XVII. yy'da da geçerli olan yol budur.' (s.14)


MENDERES'İN E-5'İ, TURGUT ÖZAL'IN OTOBAN'I

‘Ada köyünün büyümesi, Pazar yeri olması nedeniyle Sapanca'dan yol kuzeye yöneliyor ve Adapazarı'na uğruyordu. Adapazarı ile bataklık alanda Sakarya ve Mudurnu Suyu üzerindeki köprüler aşılıyor, Yağbasan ve Kargalıhan geride bırakılarak Hendek Kasabasına geliniyordu. Hendek'ten sonra yol güney-doğuya dönüyor, Eğridere vadisini takip ile Gümüşabâd/Kışla'da sona eriyordu. Ahalinin Bağdad Yolu diye isimlendirdiği bu yolda XIX. yy'da terk edildi. Devletin gayreti ile Adapazarı-Hendek ve düzce yolu, 1900-01 yılında, yeni bir geçiş hattına kavuşturuldu. Hendek – Nuhviran(Nüfren)-Gümüşabâd/Gümüşova ana yolu trafiğe açıldı. Ağaçtan ve taştan elli sekiz köprü inşa edildi. Adnan Menderes Hükümetinin (1950'lerde) gerçekleştirdiği E-5 yolu da Adapazarı-Hendek-Gümüşova-Düzce hattını takip etmiş, bu defa Adapazarı-budaklar-Çatalköprü-Yağbasan-Kargalıhanbaba-Hendek yolu ikinci dereceye düşmüştür. Turgut Özal Hükümeti esnasında da üçüncü yol sistemi geliştirildi ve trafiğin istifadesine sunuldu. Halkın ‘paralı yol' dediği otoban, Sapanca, Adapazarı, Akyazı, Hendek, Düzce diye kodlanmıştır.(1983-89) ' (s.15-18)


-------------
1) Enver Konukçu, 1944 Bolu doğumlu,
2) Prof.Dr.Enver Konukçu, ‘Hendek – Tarihten Sayfalar', Hendek Belediyesi Kültür Yayınları, no:1, 2010,
3) Rüştü Çürüksulu Hendek eşrafından Çürüksulu Ailesinden olup beyefendiliği ve silah koleksiyonu ile tanınır.
4) A.g.e. s.V.,
 

Ynt: Sakarya Genel Bilgiler

Cavid Sezen beyin dikkatine
[/size]
çaltıçak gölü tabir ettiğiniz yer şimdi daha güzel bir balıkçı lokantası yapıldı askeriye artık atık sularını göle dökmüyor.birde sazan balıkları çıkıyor artık..gölün kıyısında tek bir adet üç katlı çiftlik evi var 1965 te dedem tarafından yapılmış eğer gelirseniz evimizde misafir ederiz sizleri
 



Ynt: Sakarya Genel Bilgiler

Melih Bey, 2010 Ekim ayında Poyrazlar'da karavancılar buluşmasına gelmiştim. Dönüşte, Söğütlü, Ferizli ve arka yoldan Taşkısığı Gölü'ne uğramış ve nizamiyeden bakarak eski günleri anmıştım. 35-36 yılda çok şey değişmiş oralarda; santral bir ejderha gibi dikilmiş göle bakıyor!... :(

Nazik çağrınız için çok sağolun.

Cavid Sezen
 



Ynt: Sakarya Genel Bilgiler

evet santral oranın havasını değiştirdi kar fazla yağmıyor ama yeşillik genede çok güzel ..........
 

Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
103,438
Mesajlar
1,517,944
Kayıtlı Üye Sayımız
172,090
Kaydolan Son Üyemiz
senarif1

Çevrimiçi üyeler

SON KONULAR



Geri
Üst