leventvardar
Ana Kamp
Yola Selam 1. Gün (29.10.2006)
Aylardır konusu geçen Yola Selam projemiz tam da söz verilen günde başladı. Amaç, Anadolu’da 1856 yılından bugüne örülen demiryolu ağını motosikletle katetmek ve tüm istasyonların fotoğraflarını çekmek. Bu etkinlik aynı zamanda trafikteki motosikletlere de dikkat çekmeyi amaçlamakta…
Gün, 29 Ekim olunca, Cumhuriyetin coşkusu her yerde hissediliyor. İzmir’de de oldukça coşkulu bir kutlama var. Bu önemli anı görüntülememek olmaz diye düşündüm ve bir karelik mola verdim.
Anadolu’daki demiryolu ağı, Ege Bölgesi’nde İzmir-Aydın hattıyla 150 yıl önce başladı. Bizim de gezimizin birinci etabı, bu sürecin en eski istasyonlarından biri olan Alsancak Garı’nda başladı. Gar şu anda hizmetdışı. Çünkü, eski raylar hafif raylı metro sistemine adapte ediliyor. Bu yüzden bir çok istasyon şu anda devre dışı. Bugüne kadar bir çok kavuşmaya ve ayrılığa sahne olan Alsancak Garı da bu yalnızlıktan nasibini almış durumda. Sessiz, kimsesiz, yapayalnız ama hala çok güzel….
Yola Selam projesinde şu anda başrol oyuncuları Levent Vardar - Zafer Akçay ve ikitekerli yol arkadaşları…. Alsancak Garı’ndaki o büyülü sessizlik bugün, lokomotiflerin sesi yerine motorlarımızın sesi ile bozuluyor. TCDD Genel Müdürlüğü’nden aldığımız izin sayesinde tüm istasyonlara girebiliyor, fotoğraf ve film çekebiliyoruz. Gar çalışanları bize bu konuda yardımcı oluyorlar. İşte içerideyiz
Uzun soluklu bu yolculuğu tüm Türkiye ile paylaşmak en büyük hedeflerimizden biri. Bunun için ilk etap içinden bir tanıtım filmi çıkartmak fikri, Levent’in girişimleri sayesinde gerçeğe dönüşüyor. Kuşadası belediyesinin sponsorluğu ile film için start da verilmiş oluyor.
İnternetteki duyurularımıza cevap veren İzmir’li motor severler de bizi uğurlamak için Gar’a geliyorlar. Hata bir çoğu bizden önce orada oluyor. Bu desteği hemen yanıbaşımızda hissetmek çok hoş.
Artık yola çıkma zamanı… Gar’da yaptığımız röportajlar bitince bizi uğurlamaya gelenlere el sallayarak uzun yolculuğumuza başlıyoruz. Bizden önce Alsancak Garında motosikletle dolaşan oldu mu bilmiyoruz ama bu bize büyük keyif veriyor. Demir atlarımızla, demiryolunun hemen yanından seyrediyoruz. Motorlarımızdan çıkan sesler boş Gar’da yankılanıyor ve gelişimizi ilan ediyor: İki Teker ile Çok Tekerin Ardından macerası başlıyor.
İzmir içinde birçok istasyon var ama bazıları daha özellikli. Bunlardan biri de 1980 sonlarında kapanmış olan Seydiköy İstasyonu. Gaziemir İlçesi’nin içinde, bir zamanlar zengin Levantenlerin sayfiyelerinin bulunduğu bir yerde bu istasyon. 19.YY’ın sonlarında bu insanlara hizmet vermek için kurulan istasyon şimdi kapalı ve metruk bir halde. Yok olan sadece istasyon değil. İstasyona giden raylar da artık yok. Yolların, bahçelerin ve parkların altında kalmış. Eskiden tren yolu olduğunu bildiğimiz rotada istasyona doğru ilerliyoruz.
Bir zamanların belki de en önemli yapılarından biri olan Seydiköy İstasyonu şimdilerde önemini yitirmiş ve kaderine terkedilmiş bir şekilde belki de yıkılacağı günü bekliyor. Aslına olması gereken, tarihimize sahip çıkıp, bu değerleri gelecek yüzyıllara aktarmak. Bunun için biraz ilgi ve sevgi yeterli aslında. Bir de, hemen yanına gecekondu yapılmasına izin vermemek gerekiyor galiba. Böylesi bir yapının buna ve daha fazlasına hakkı olduğunu düşünüyoruz.
Alsancak Garı’nda bizi karşılayan arkadaşlarımız, yolculuğumuzun bu ilk etabında da bizimle birlikte. İzmir dışına çıkana kadar da bu birliktelik devam ediyor. Aslında tüm yolculuğu kalabalık bir grupla yapmak, sanıyoruz çok güzel olurdu. Belki de ileride, bir-kaç etapta bunu gerçekleştirebiliriz.
İstasyon civarında, sadece Türkiye’de rastlayabileceğiniz türden bir gerçekliğe tanık oluyoruz. 25 yıl önce kapatılan Seydiköy İstasyonu’na uzanan raylar sökülmeden asfalt ile kapatıldığından, yer yer bu kadere baş kaldırmak ister gibi tekrar yeryüzüne çıkıyor. Birkaç yerde görülen bu enstantane ilk bakışta bizi eğlendirse de sonradan hüzünlenmemize neden oluyor. Öyle ya, yüz yılı aşkın bir zaman, nice seyahatlere tanıklık eden bu raylar böylesi bir yol olmayı hak ediyor mu?
İzmir’i terk edip yollarla baş başa kaldığımızda, yaptığımız planları tekrar gözden geçirip, yeni saat ayarlamaları yapıyoruz. Levent’in edindiği Demiryolu haritası başlıca kaynağımız. Ama yollarla olan bağlantısını kurmak yine başa düşüyor. Hangi istasyonun nerede olduğunu bulmak hiç de kolay değil. Bazı istasyonlar tümüyle ortadan kalkmış, bazıları da kapatılmış. Ve biz tüm bunları bulup ortaya çıkartmak için son derece ciddi bir çalışma gerçekleştirmeliyiz. Küçük bir hata bile, bir-kaç saatimize mal olabilir.
İzmir’in genel bakım istasyonu ve deposu olan Halkapınar kapatıldıktan sonra bu işlevi Cumaovası İstasyonu üstlenmiş. Birbirine paralel uzanan birçok hat var burada. Günlük seyahatini tamamlayan trenler burada bakıma alınıyor ve bu sırada temizlikleri de gerçekleştirilip bir sonraki seferlerine hazırlanıyorlar. Bu alanların düzlüklerden oluşması bizim de arayollardan rayları takip etmemizi kolaylaştırıyor. İstasyona geldiğimizde devasa makinelerin arasına giriyoruz.
Cumaovası İstasyonu aslında küçük bir binaya sahip. Ama dediğimiz gibi bu civardaki bütün trenlerin bakımı burada gerçekleşiyor. Bu iş gerçekten de zor. Bir avuç insan büyük bir özveriyle işlerini layıkıyla yerine getirebilmek için koşturup duruyorlar.
Gar binasının hemen yanında eskiden kullanılan tabelalar duruyor. Belki de bu tabela bir daha hiç kullanılmayacak. Yola çıktığımız Alsancak Garı ve şimdi içinde bulunduğumuz Cumaovası istasyonu arasında gidip gelen tren seferleri şimdilerde yok. Geride kalan, bu seferlerin yaşayan tanıkları, bu tabelalar…
Bu kadar treni bir arada görüp içlerini ziyaret etmemek olmaz . Hem biraz yorgunluk gidermek hem de vagonların yeni halini görmek için burası çok uygun. Etrafımızdaki onlarca vagondan birine dalıyoruz. Bu tren biraz sonra Denizli’ye doğru yola çıkacak.
Artık yola çıkma vakti. Cumaovası’na veda eden sadece biz değiliz. Denizli mototreni de bizimle aynı anda hareket ediyor. Keşke onunla yaptığımız yolculuk uzun sürebilse ama onunla birlikte gidebileceğimiz yol kısıtlı. Yine de elimizden geldiğince beraber yol almaya çalışıyoruz…
Bir sonraki durağımız Torbalı İstasyonu. Yüzlerce kez içinden ve yanından geçtiğimiz Torbalı’da bir tren istasyonu olduğundan o güne kadar haberimiz dahi yoktu. Bunu bir sebebi de görebileceğimiz tabelaların olmayışı. Yol boyunca bütün kasaba ve şehirlerde aradığımız tabelalar ne yazık ki hiçbir yerde karşımıza çıkmadı. Her yerleşimde olan “Otogar” tabelası, hiçbir yerde kendini “Tren İstasyonu” tabelasına bırakmadı. Bu büyük bir eksiklik.
Bazı istasyonlar birbirlerine inanılmayacak kadar yakın. Torbalı ve Tepeköy istasyonları da buna bir örnek. Bir-kaç kilometre arayla kurulmuş iki istasyon. Neden böyle bir şeye gerek duyulmuş anlamak mümkün değil. Ama o günün şartlarında mutlaka bir nedeni olmalı. Tepeköy küçük bir istasyon. Buna karşın gelecek olan treni bekleyen yolcuları var.
Torbalı-Selçuk karayolunun biraz dışında kalan bir istasyonun peşindeyiz. Başta da dediğimiz gibi, hangi istasyonun nerede olduğunu bilmek bazen mümkün olmuyor. O yüzden de deneme yanılma yöntemini seçiyoruz. “Belki buradadır” diyerek anayoldan ayrılıyoruz. Biraz aramadan sonra, tren yolunun da yol göstermesiyle aradığımız istasyonu buluyoruz.
Şimdi Sağlık İstasyonu’ndayız. Burası şimdiye kadar gördüğümüz en yani istasyon binası. Evet yeni, evet temiz, evet işlevsel. Ama bizim aradığımız ya da sevdiğimiz istasyon binalarından biri değil.
Bu yüzden de Sağlık istasyonunda çok vakit geçirmiyoruz ve yola devam ediyoruz. Bu kez aradığımız istasyonun hala var olduğundan bile emin değiliz. Sadece ismini ve aşağı yukarı mevkiini biliyoruz. Ama arayan bulur felsefesiyle yola devam ediyoruz. Süratimizi çok yavaş tutuyoruz ve elimizden geldiğince raylara yakın yolları seçiyoruz. Bir ara küçük bir fabrikanın arkasında eski-püskü bir yapı görüyoruz. Yapıya ulaşacak olan yol bile kapanmış. Allahtan enduro motorlarımız var da çekinmeden bu kapalı yollara dalıyoruz. Ve nihayetinde istasyonu buluyoruz. İşte karşınızda Kozpınar İstasyonu
İstasyondan çok bir sığınağa benziyor. Bu haliyle de yaşlı bir karı-kocaya ev sahipliği yapıyor. Ama biz yine de bu istasyonu yapıldığı günlerdeki gibi hayal ediyor ve ona gereken saygıyı gösteriyoruz.
Yolumuzun üstünde yine büyük sayılabilecek bir istasyon var: Selçuk İstasyonu. Olması gerektiği gibi bir istasyon. Taş bina ve oldukça bakımlı. Selçuk’un turistik bir belde olmasıyla alakası var mı bilmiyoruz ama sebep ne olursa olsun böyle bir istasyon hoşumuza gidiyor. Her yerde olduğu gibi aldığımız izni yetkililere gösterip motorlarımızı istasyon binasının önüne kadar sokuyoruz. İstasyon oldukça kalabalık. Bu da bize çok yakında bir trenin buraya uğrayacağını gösteriyor.
Demiryolu çalışanları çok sıcak insanlar. Tüm sorularınıza sıkılmadan cevap verip sizinle sıcak sohbetler kuruyorlar. Saatlerin bir saat geri alınmasıyla çok erken kararan hava yüzünden bu istasyon ilk gün geçeceğimiz son istasyon olacak. O yüzden vaktimiz bol. Trenlerden, seferlerden, geçmişten bahsedip çay içmenin tam zamanı.
Soldan sağa, Gar Şefi Ömer Yılmaz, Makinist Şakir Kaynar, Levent Vardar, tren teşkil memuru Bünyamin ve pişmiş kelle gibi sırıtan bendeniz.
İstasyonda kısa süre kalan ekspres, yolcularını alıp gittikten sonra istasyon kısmen de olsa sessizliğe bürünüyor. Bu resimde motorlarımız ve duvardaki afiş olmasa, zamanda bir yolculuğa çıkmış gibi olacağız. 1900lü yılların başında istasyonun yeni yapıldığı zamanlarda çekilmiş bir fotoğraf gibi… Kimler gelip kimler gidiyor belli değil. Belli olan tek şey, çalıştığı sürece istasyon hep kavuşmalara ve ayrılıklara sahne olacak…
Birinci günün sonunda tatlı bir yorgunluk var üstümüzde. Bu yorgunluğu atmanın en kolay ve zevkli şeklini bulmakta zorlanmıyoruz. Güzel bir yerde yemek ve birer kadeh rakı
Devam edecek çünkü biz artık yollardayız..
Aylardır konusu geçen Yola Selam projemiz tam da söz verilen günde başladı. Amaç, Anadolu’da 1856 yılından bugüne örülen demiryolu ağını motosikletle katetmek ve tüm istasyonların fotoğraflarını çekmek. Bu etkinlik aynı zamanda trafikteki motosikletlere de dikkat çekmeyi amaçlamakta…
Gün, 29 Ekim olunca, Cumhuriyetin coşkusu her yerde hissediliyor. İzmir’de de oldukça coşkulu bir kutlama var. Bu önemli anı görüntülememek olmaz diye düşündüm ve bir karelik mola verdim.
Anadolu’daki demiryolu ağı, Ege Bölgesi’nde İzmir-Aydın hattıyla 150 yıl önce başladı. Bizim de gezimizin birinci etabı, bu sürecin en eski istasyonlarından biri olan Alsancak Garı’nda başladı. Gar şu anda hizmetdışı. Çünkü, eski raylar hafif raylı metro sistemine adapte ediliyor. Bu yüzden bir çok istasyon şu anda devre dışı. Bugüne kadar bir çok kavuşmaya ve ayrılığa sahne olan Alsancak Garı da bu yalnızlıktan nasibini almış durumda. Sessiz, kimsesiz, yapayalnız ama hala çok güzel….
Yola Selam projesinde şu anda başrol oyuncuları Levent Vardar - Zafer Akçay ve ikitekerli yol arkadaşları…. Alsancak Garı’ndaki o büyülü sessizlik bugün, lokomotiflerin sesi yerine motorlarımızın sesi ile bozuluyor. TCDD Genel Müdürlüğü’nden aldığımız izin sayesinde tüm istasyonlara girebiliyor, fotoğraf ve film çekebiliyoruz. Gar çalışanları bize bu konuda yardımcı oluyorlar. İşte içerideyiz
Uzun soluklu bu yolculuğu tüm Türkiye ile paylaşmak en büyük hedeflerimizden biri. Bunun için ilk etap içinden bir tanıtım filmi çıkartmak fikri, Levent’in girişimleri sayesinde gerçeğe dönüşüyor. Kuşadası belediyesinin sponsorluğu ile film için start da verilmiş oluyor.
İnternetteki duyurularımıza cevap veren İzmir’li motor severler de bizi uğurlamak için Gar’a geliyorlar. Hata bir çoğu bizden önce orada oluyor. Bu desteği hemen yanıbaşımızda hissetmek çok hoş.
Artık yola çıkma zamanı… Gar’da yaptığımız röportajlar bitince bizi uğurlamaya gelenlere el sallayarak uzun yolculuğumuza başlıyoruz. Bizden önce Alsancak Garında motosikletle dolaşan oldu mu bilmiyoruz ama bu bize büyük keyif veriyor. Demir atlarımızla, demiryolunun hemen yanından seyrediyoruz. Motorlarımızdan çıkan sesler boş Gar’da yankılanıyor ve gelişimizi ilan ediyor: İki Teker ile Çok Tekerin Ardından macerası başlıyor.
İzmir içinde birçok istasyon var ama bazıları daha özellikli. Bunlardan biri de 1980 sonlarında kapanmış olan Seydiköy İstasyonu. Gaziemir İlçesi’nin içinde, bir zamanlar zengin Levantenlerin sayfiyelerinin bulunduğu bir yerde bu istasyon. 19.YY’ın sonlarında bu insanlara hizmet vermek için kurulan istasyon şimdi kapalı ve metruk bir halde. Yok olan sadece istasyon değil. İstasyona giden raylar da artık yok. Yolların, bahçelerin ve parkların altında kalmış. Eskiden tren yolu olduğunu bildiğimiz rotada istasyona doğru ilerliyoruz.
Bir zamanların belki de en önemli yapılarından biri olan Seydiköy İstasyonu şimdilerde önemini yitirmiş ve kaderine terkedilmiş bir şekilde belki de yıkılacağı günü bekliyor. Aslına olması gereken, tarihimize sahip çıkıp, bu değerleri gelecek yüzyıllara aktarmak. Bunun için biraz ilgi ve sevgi yeterli aslında. Bir de, hemen yanına gecekondu yapılmasına izin vermemek gerekiyor galiba. Böylesi bir yapının buna ve daha fazlasına hakkı olduğunu düşünüyoruz.
Alsancak Garı’nda bizi karşılayan arkadaşlarımız, yolculuğumuzun bu ilk etabında da bizimle birlikte. İzmir dışına çıkana kadar da bu birliktelik devam ediyor. Aslında tüm yolculuğu kalabalık bir grupla yapmak, sanıyoruz çok güzel olurdu. Belki de ileride, bir-kaç etapta bunu gerçekleştirebiliriz.
İstasyon civarında, sadece Türkiye’de rastlayabileceğiniz türden bir gerçekliğe tanık oluyoruz. 25 yıl önce kapatılan Seydiköy İstasyonu’na uzanan raylar sökülmeden asfalt ile kapatıldığından, yer yer bu kadere baş kaldırmak ister gibi tekrar yeryüzüne çıkıyor. Birkaç yerde görülen bu enstantane ilk bakışta bizi eğlendirse de sonradan hüzünlenmemize neden oluyor. Öyle ya, yüz yılı aşkın bir zaman, nice seyahatlere tanıklık eden bu raylar böylesi bir yol olmayı hak ediyor mu?
İzmir’i terk edip yollarla baş başa kaldığımızda, yaptığımız planları tekrar gözden geçirip, yeni saat ayarlamaları yapıyoruz. Levent’in edindiği Demiryolu haritası başlıca kaynağımız. Ama yollarla olan bağlantısını kurmak yine başa düşüyor. Hangi istasyonun nerede olduğunu bulmak hiç de kolay değil. Bazı istasyonlar tümüyle ortadan kalkmış, bazıları da kapatılmış. Ve biz tüm bunları bulup ortaya çıkartmak için son derece ciddi bir çalışma gerçekleştirmeliyiz. Küçük bir hata bile, bir-kaç saatimize mal olabilir.
İzmir’in genel bakım istasyonu ve deposu olan Halkapınar kapatıldıktan sonra bu işlevi Cumaovası İstasyonu üstlenmiş. Birbirine paralel uzanan birçok hat var burada. Günlük seyahatini tamamlayan trenler burada bakıma alınıyor ve bu sırada temizlikleri de gerçekleştirilip bir sonraki seferlerine hazırlanıyorlar. Bu alanların düzlüklerden oluşması bizim de arayollardan rayları takip etmemizi kolaylaştırıyor. İstasyona geldiğimizde devasa makinelerin arasına giriyoruz.
Cumaovası İstasyonu aslında küçük bir binaya sahip. Ama dediğimiz gibi bu civardaki bütün trenlerin bakımı burada gerçekleşiyor. Bu iş gerçekten de zor. Bir avuç insan büyük bir özveriyle işlerini layıkıyla yerine getirebilmek için koşturup duruyorlar.
Gar binasının hemen yanında eskiden kullanılan tabelalar duruyor. Belki de bu tabela bir daha hiç kullanılmayacak. Yola çıktığımız Alsancak Garı ve şimdi içinde bulunduğumuz Cumaovası istasyonu arasında gidip gelen tren seferleri şimdilerde yok. Geride kalan, bu seferlerin yaşayan tanıkları, bu tabelalar…
Bu kadar treni bir arada görüp içlerini ziyaret etmemek olmaz . Hem biraz yorgunluk gidermek hem de vagonların yeni halini görmek için burası çok uygun. Etrafımızdaki onlarca vagondan birine dalıyoruz. Bu tren biraz sonra Denizli’ye doğru yola çıkacak.
Artık yola çıkma vakti. Cumaovası’na veda eden sadece biz değiliz. Denizli mototreni de bizimle aynı anda hareket ediyor. Keşke onunla yaptığımız yolculuk uzun sürebilse ama onunla birlikte gidebileceğimiz yol kısıtlı. Yine de elimizden geldiğince beraber yol almaya çalışıyoruz…
Bir sonraki durağımız Torbalı İstasyonu. Yüzlerce kez içinden ve yanından geçtiğimiz Torbalı’da bir tren istasyonu olduğundan o güne kadar haberimiz dahi yoktu. Bunu bir sebebi de görebileceğimiz tabelaların olmayışı. Yol boyunca bütün kasaba ve şehirlerde aradığımız tabelalar ne yazık ki hiçbir yerde karşımıza çıkmadı. Her yerleşimde olan “Otogar” tabelası, hiçbir yerde kendini “Tren İstasyonu” tabelasına bırakmadı. Bu büyük bir eksiklik.
Bazı istasyonlar birbirlerine inanılmayacak kadar yakın. Torbalı ve Tepeköy istasyonları da buna bir örnek. Bir-kaç kilometre arayla kurulmuş iki istasyon. Neden böyle bir şeye gerek duyulmuş anlamak mümkün değil. Ama o günün şartlarında mutlaka bir nedeni olmalı. Tepeköy küçük bir istasyon. Buna karşın gelecek olan treni bekleyen yolcuları var.
Torbalı-Selçuk karayolunun biraz dışında kalan bir istasyonun peşindeyiz. Başta da dediğimiz gibi, hangi istasyonun nerede olduğunu bilmek bazen mümkün olmuyor. O yüzden de deneme yanılma yöntemini seçiyoruz. “Belki buradadır” diyerek anayoldan ayrılıyoruz. Biraz aramadan sonra, tren yolunun da yol göstermesiyle aradığımız istasyonu buluyoruz.
Şimdi Sağlık İstasyonu’ndayız. Burası şimdiye kadar gördüğümüz en yani istasyon binası. Evet yeni, evet temiz, evet işlevsel. Ama bizim aradığımız ya da sevdiğimiz istasyon binalarından biri değil.
Bu yüzden de Sağlık istasyonunda çok vakit geçirmiyoruz ve yola devam ediyoruz. Bu kez aradığımız istasyonun hala var olduğundan bile emin değiliz. Sadece ismini ve aşağı yukarı mevkiini biliyoruz. Ama arayan bulur felsefesiyle yola devam ediyoruz. Süratimizi çok yavaş tutuyoruz ve elimizden geldiğince raylara yakın yolları seçiyoruz. Bir ara küçük bir fabrikanın arkasında eski-püskü bir yapı görüyoruz. Yapıya ulaşacak olan yol bile kapanmış. Allahtan enduro motorlarımız var da çekinmeden bu kapalı yollara dalıyoruz. Ve nihayetinde istasyonu buluyoruz. İşte karşınızda Kozpınar İstasyonu
İstasyondan çok bir sığınağa benziyor. Bu haliyle de yaşlı bir karı-kocaya ev sahipliği yapıyor. Ama biz yine de bu istasyonu yapıldığı günlerdeki gibi hayal ediyor ve ona gereken saygıyı gösteriyoruz.
Yolumuzun üstünde yine büyük sayılabilecek bir istasyon var: Selçuk İstasyonu. Olması gerektiği gibi bir istasyon. Taş bina ve oldukça bakımlı. Selçuk’un turistik bir belde olmasıyla alakası var mı bilmiyoruz ama sebep ne olursa olsun böyle bir istasyon hoşumuza gidiyor. Her yerde olduğu gibi aldığımız izni yetkililere gösterip motorlarımızı istasyon binasının önüne kadar sokuyoruz. İstasyon oldukça kalabalık. Bu da bize çok yakında bir trenin buraya uğrayacağını gösteriyor.
Demiryolu çalışanları çok sıcak insanlar. Tüm sorularınıza sıkılmadan cevap verip sizinle sıcak sohbetler kuruyorlar. Saatlerin bir saat geri alınmasıyla çok erken kararan hava yüzünden bu istasyon ilk gün geçeceğimiz son istasyon olacak. O yüzden vaktimiz bol. Trenlerden, seferlerden, geçmişten bahsedip çay içmenin tam zamanı.
Soldan sağa, Gar Şefi Ömer Yılmaz, Makinist Şakir Kaynar, Levent Vardar, tren teşkil memuru Bünyamin ve pişmiş kelle gibi sırıtan bendeniz.
İstasyonda kısa süre kalan ekspres, yolcularını alıp gittikten sonra istasyon kısmen de olsa sessizliğe bürünüyor. Bu resimde motorlarımız ve duvardaki afiş olmasa, zamanda bir yolculuğa çıkmış gibi olacağız. 1900lü yılların başında istasyonun yeni yapıldığı zamanlarda çekilmiş bir fotoğraf gibi… Kimler gelip kimler gidiyor belli değil. Belli olan tek şey, çalıştığı sürece istasyon hep kavuşmalara ve ayrılıklara sahne olacak…
Birinci günün sonunda tatlı bir yorgunluk var üstümüzde. Bu yorgunluğu atmanın en kolay ve zevkli şeklini bulmakta zorlanmıyoruz. Güzel bir yerde yemek ve birer kadeh rakı
Devam edecek çünkü biz artık yollardayız..