Merhaba,
Bugünkü Hürriyet Pazar'dan (21.12.2008) bir alıntı.
Cavid Sezen
Yaban domuzunun altın çağı
21 Aralık 2008
Ayten SERİN aserin@hurriyet.com.tr
Yaban domuzunun altın çağı
Bayram tatilinde Şile yolunda ormanlık alanda bir ailenin önüne çıkıp büyük bir kazaya sebep olan yaban domuzu sürüsü hepimizi şaşırttı. Yabani hayvanlar yollara çıkar da, böylesini pek duymamıştık. Bilim insanları bazı bölgelerde yaban domuzu sayısının arttığını söylüyor. Durum Avrupa’da da aynı. Bunlar öyle bir döngünün sonucu ki, dünyanın değişen sosyal yapısından başlıyor; ucu küresel ısınmaya kadar dayanıyor. Nasıl mı?
Avrupa’da olduğu gibi Türkiye’de de giderek daha çok insan şehirlere göç ediyor, tarım alanları terk ediliyor. Peki bu alanlara ne oluyor? Küresel ısınmaya neden olan atmosferdeki karbondioksit fazlası, karbondioksiti seven bitkiler yani çalılar ve ağaçlara yarıyor. Vahşi hayatta da çalı ve ağaçları yiyerek beslenen domuz, karaca gibi türler artıyor. Tüm bu bilgileri Hollanda Wageningen Üniversitesi’nin kaynak ekolojisi grubu başkanı Prof. Dr. Herbert Prins verdi. "Otçullar ve Ağaç Yiyenlerin Ekolojisi" kitabında bu konudaki makaleleri bir araya getiren ve Türkiye’yi de iyi tanıyon Prins, domuz sayısındaki artışı 3 aşamada anlattı.
1. AŞAMA
Tarım alanları terk ediliyor
Önce geniş resme bakalım: İnsanlar için bir altın çağ yaşanıyor. 100 veya 500 yıl öncesine göre hayat çok daha iyileşti. Japonya, Türkiye, Hollanda veya Amerika’da yaşayan insanlar zaman içinde daha zenginleşiyor. Doğum oranları düşüyor, kişi başına düşen miras da artıyor. Yani bugün 50- 100 yıl öncesinden çok daha zenginiz.
Çok daha zengin ve üretimde çok daha verimli olduğumuz için tarımda daha az alan kullanıyoruz. Ankara’dan İstanbul’a otobüsle giderken bile fark ettim. Türkiye’nin batı bölgelerine giderseniz birçok toprağın artık tarım için kullanılmadığını görürsünüz. Bu Fransa’da da Almanya’da da aynı, yüzbinlerce hektar tarım alanı artık kullanılmıyor. Çünkü artık tarımla uğraşmaktansa şehre gidip bilgisayar uzmanı olmak daha çok kazandırıyor. Avrupa’nın her yerinde, Amerika’da ve Japonya’da birçok küçük çiftlik terk ediliyor. Kenya, Tanzanya veya Brezilya’da insanlar henüz bunu karşılayabilecek durumda değil, hala en ufak alanı bile tarım için değerlendirmek zorundalar. İstanbul bildiğim kadarıyla 17 milyona yakın nüfusa sahip. Ankara da yaklaşık 4 milyon. Yani çok büyük sayıda Türk de tıpkı Almanya, İngiltere, Fransa’da olduğu gibi şehirlerde yaşamaya başlıyor. Mesela yeni AB üyesi Polonya’da son 7 yılda tarımsal toprakların yüzde 20’si terk edilmiş.
2. AŞAMA
Terk edilen yerleri orman kaplıyor
Peki bu alanlara ne oluyor? Eskiden tarla olan araziler yeniden vahşileşiyor. Farklı bitki türleri buraları ele geçirmek için birbiriyle rekabet etmeye başlıyor. İki alternatif var: Ya otlar kazanacak ya da ağaçlar. Küresel ısınmaya neden olan karbondioksit işte burada devreye giriyor. Atmosferde ısınmaya yol açan bu karbondioksit fazlası, otların aksine, çalı ve ağaçlara yarıyor. Onları diğer bitkiler karşısında avantajlı hale getiriyor. Karbondioksiti seven çalı ve ağaçlar böyle terk edilmiş ortamlarda hızlı gelişip, o alanları çalılık ve ormanlık yerlere çeviriyorlar. Bu yüzden çimen alanları azalıyor. 100 yıl öncesinin resimlerine bakarsanız; batı, doğu ve güney Afrika’nın birçok yerinde daha önce otluk olan arazilerin bugün ormana dönüştüğünü görürsünüz. Bu da insanlar ağaç diktikleri için olmuyor, otlar, çalı ve ağaçlara karşı yenildikleri için oluyor.
Bu konuyla ilgili, Güney Afrika’daki akasya türleri üzerinde bir sera deneyi yapıldı. Akasya, yeşil yapraklı, dikenli bir ağaççık türü. Eğer seraya düşük karbondioksit verirseniz otlar akasyalardan avantajlı ve daha hızlı büyüyüp, gelişiyorlar. Eğer seradaki karbondioksiti arttırırsanız, bu kez akasya avantajlı duruma geçiyor. Fark köklerde. Akasya ve benzeri ağaççıklar nişasta üretiyor ve bunu köklerinde biriktirebiliyor. İlkbaharda yeniden açacakları zaman köklerinde depoladıkları nişastayı kullanıp hızlı büyüyor ve avantaj elde ediyor. Ama bunu yapabilmeleri için karbondioksite ihtiyaçları var. Düşük karbondioksit ortamında köklerde nişasta rezervi birikmiyor ve böylece bu bitkiler baharda daha yavaş büyüyor.
3. AŞAMA
Ve domuzlar bunu çok seviyor
Bu gelişme de, çalı ve ağaç yiyen hayvanlara yarıyor. Doğada bir grup otobur hayvan çalı ve ağaçları yerken, bir grup otobur da sadece ot yiyor. Bunların değişik tipte mideleri var. Otta selüloz ve lif vardır, bunları yiyen koyun ve inek gibi hayvanların öğütebilmek için çok büyük mideleri bulunuyor, öğütmeleri de uzun zaman alıyor. Ağaç ve çalılar ise daha çok şeker içerir, bunların öğütülmesi çok daha hızlı olur. Karaca ve yaban domuzu tipik bir ağaç ve çalı yiyendir. Afrika’da bir antilop türü olan Kudu da öyle. Bufalo bir otçuldur. Keçi ise bazen karma yiyici, bazen otçuldur. Ilıman iklim ülkelerinde, doğal hayatta yaşayan ağaç ve çalı meraklısı otobur hayvanlar için altın bir çağ yaşanıyor. Türkiye için durumu bilmiyorum ama Fransa, Almanya ve Hollanda’da yaban domuzlarında ve karacada inanılmaz bir artış görüyoruz. Bunlar da tipik ağaç ve çalı yiyen hayvanlar. Almanya’da bugün 1 milyon yaban domuzu ve 1.5 milyon karacadan bahsediliyor. Bu rakam elli yıl önce belki sadece bunun yüzde 10’u kadardı. ABD’de ise "beyaz kuyruklu geyik" olarak anılan türde inanılmaz bir artış görülüyor.
50 YILDA 10 KATINA ÇIKTILAR
Çoğalan çalı ve ağaçlar domuz gibi bu bitkilerle beslenen otoburlara yarıyor. Fransa, Almanya ve Hollanda’da yaban domuzu ve karaca sayısında inanılmaz bir artış var. Almanya’da bugün 1 milyon yaban domuzundan bahsediliyor. Bu rakam elli yıl önce belki sadece bunun yüzde 10’u kadardı.
PEKİ OT YİYEN ÇİFTLİK HAYVANLARINA NE OLACAK?
Avrupa Birliği’ndeki çiftliklerde büyükbaş hayvanların sayısı son 20 yılda yüzde 80 kadar düştü. Aynı durum Rusya’da da oluyor. Bunun nedeni çiftliklerin giderek daha verimli olması. Süt miktarı azalmıyor, hayvan başına süt üretimi artıyor. Prins "Bundan sonra yaban hayvanlarının etini mi yiyeceğiz?" sorusuna "Denetlenmeyen hayvanların etini yemek tehlikeli. İyi pişmeyen av etlerinden parazit kapılabilir" yanıtını veriyor.
ZENGİNLİK ARTTIKÇA ARAZİ AÇILIYOR
100 veya 500 yıl öncesine göre hayat çok daha iyileşti. Eskisinden çok daha kolay ilaç bulabiliyoruz, doğan bebekler 100 yıl öncesine göre çok daha sağlıklı. Örneğin Hollanda’da bu yıl doğan kız çocuklarının yüzde 70’inin 100 yaşına kadar yaşaması bekleniyor. Çünkü bebek olarak daha iyi besleniyorlar, daha az hastalık riski taşıyorlar, anneleri çok daha eğitimli. Bu Türkiye için de geçerli. 50 sene önceki İstanbul ile bugünkü İstanbul’u karşılaştırırsanız çok büyük fark görürsünüz. Batı Avrupa şehirleri artık çok daha yavaş büyüyor. İtalya ve Yunanistan’da bile aynı durum söz konusu. Şehirler büyümeyi durdurunca birçok gelişme şehrin eski bölümünde gerçekleşiyor, şehir dışındaki eski tarımsal alanlarda değil. Sonuç olarak, giderek daha fazla alan boş kalıyor.
Bugünkü Hürriyet Pazar'dan (21.12.2008) bir alıntı.
Cavid Sezen
Yaban domuzunun altın çağı
21 Aralık 2008
Ayten SERİN aserin@hurriyet.com.tr
Yaban domuzunun altın çağı
Bayram tatilinde Şile yolunda ormanlık alanda bir ailenin önüne çıkıp büyük bir kazaya sebep olan yaban domuzu sürüsü hepimizi şaşırttı. Yabani hayvanlar yollara çıkar da, böylesini pek duymamıştık. Bilim insanları bazı bölgelerde yaban domuzu sayısının arttığını söylüyor. Durum Avrupa’da da aynı. Bunlar öyle bir döngünün sonucu ki, dünyanın değişen sosyal yapısından başlıyor; ucu küresel ısınmaya kadar dayanıyor. Nasıl mı?
Avrupa’da olduğu gibi Türkiye’de de giderek daha çok insan şehirlere göç ediyor, tarım alanları terk ediliyor. Peki bu alanlara ne oluyor? Küresel ısınmaya neden olan atmosferdeki karbondioksit fazlası, karbondioksiti seven bitkiler yani çalılar ve ağaçlara yarıyor. Vahşi hayatta da çalı ve ağaçları yiyerek beslenen domuz, karaca gibi türler artıyor. Tüm bu bilgileri Hollanda Wageningen Üniversitesi’nin kaynak ekolojisi grubu başkanı Prof. Dr. Herbert Prins verdi. "Otçullar ve Ağaç Yiyenlerin Ekolojisi" kitabında bu konudaki makaleleri bir araya getiren ve Türkiye’yi de iyi tanıyon Prins, domuz sayısındaki artışı 3 aşamada anlattı.
1. AŞAMA
Tarım alanları terk ediliyor
Önce geniş resme bakalım: İnsanlar için bir altın çağ yaşanıyor. 100 veya 500 yıl öncesine göre hayat çok daha iyileşti. Japonya, Türkiye, Hollanda veya Amerika’da yaşayan insanlar zaman içinde daha zenginleşiyor. Doğum oranları düşüyor, kişi başına düşen miras da artıyor. Yani bugün 50- 100 yıl öncesinden çok daha zenginiz.
Çok daha zengin ve üretimde çok daha verimli olduğumuz için tarımda daha az alan kullanıyoruz. Ankara’dan İstanbul’a otobüsle giderken bile fark ettim. Türkiye’nin batı bölgelerine giderseniz birçok toprağın artık tarım için kullanılmadığını görürsünüz. Bu Fransa’da da Almanya’da da aynı, yüzbinlerce hektar tarım alanı artık kullanılmıyor. Çünkü artık tarımla uğraşmaktansa şehre gidip bilgisayar uzmanı olmak daha çok kazandırıyor. Avrupa’nın her yerinde, Amerika’da ve Japonya’da birçok küçük çiftlik terk ediliyor. Kenya, Tanzanya veya Brezilya’da insanlar henüz bunu karşılayabilecek durumda değil, hala en ufak alanı bile tarım için değerlendirmek zorundalar. İstanbul bildiğim kadarıyla 17 milyona yakın nüfusa sahip. Ankara da yaklaşık 4 milyon. Yani çok büyük sayıda Türk de tıpkı Almanya, İngiltere, Fransa’da olduğu gibi şehirlerde yaşamaya başlıyor. Mesela yeni AB üyesi Polonya’da son 7 yılda tarımsal toprakların yüzde 20’si terk edilmiş.
2. AŞAMA
Terk edilen yerleri orman kaplıyor
Peki bu alanlara ne oluyor? Eskiden tarla olan araziler yeniden vahşileşiyor. Farklı bitki türleri buraları ele geçirmek için birbiriyle rekabet etmeye başlıyor. İki alternatif var: Ya otlar kazanacak ya da ağaçlar. Küresel ısınmaya neden olan karbondioksit işte burada devreye giriyor. Atmosferde ısınmaya yol açan bu karbondioksit fazlası, otların aksine, çalı ve ağaçlara yarıyor. Onları diğer bitkiler karşısında avantajlı hale getiriyor. Karbondioksiti seven çalı ve ağaçlar böyle terk edilmiş ortamlarda hızlı gelişip, o alanları çalılık ve ormanlık yerlere çeviriyorlar. Bu yüzden çimen alanları azalıyor. 100 yıl öncesinin resimlerine bakarsanız; batı, doğu ve güney Afrika’nın birçok yerinde daha önce otluk olan arazilerin bugün ormana dönüştüğünü görürsünüz. Bu da insanlar ağaç diktikleri için olmuyor, otlar, çalı ve ağaçlara karşı yenildikleri için oluyor.
Bu konuyla ilgili, Güney Afrika’daki akasya türleri üzerinde bir sera deneyi yapıldı. Akasya, yeşil yapraklı, dikenli bir ağaççık türü. Eğer seraya düşük karbondioksit verirseniz otlar akasyalardan avantajlı ve daha hızlı büyüyüp, gelişiyorlar. Eğer seradaki karbondioksiti arttırırsanız, bu kez akasya avantajlı duruma geçiyor. Fark köklerde. Akasya ve benzeri ağaççıklar nişasta üretiyor ve bunu köklerinde biriktirebiliyor. İlkbaharda yeniden açacakları zaman köklerinde depoladıkları nişastayı kullanıp hızlı büyüyor ve avantaj elde ediyor. Ama bunu yapabilmeleri için karbondioksite ihtiyaçları var. Düşük karbondioksit ortamında köklerde nişasta rezervi birikmiyor ve böylece bu bitkiler baharda daha yavaş büyüyor.
3. AŞAMA
Ve domuzlar bunu çok seviyor
Bu gelişme de, çalı ve ağaç yiyen hayvanlara yarıyor. Doğada bir grup otobur hayvan çalı ve ağaçları yerken, bir grup otobur da sadece ot yiyor. Bunların değişik tipte mideleri var. Otta selüloz ve lif vardır, bunları yiyen koyun ve inek gibi hayvanların öğütebilmek için çok büyük mideleri bulunuyor, öğütmeleri de uzun zaman alıyor. Ağaç ve çalılar ise daha çok şeker içerir, bunların öğütülmesi çok daha hızlı olur. Karaca ve yaban domuzu tipik bir ağaç ve çalı yiyendir. Afrika’da bir antilop türü olan Kudu da öyle. Bufalo bir otçuldur. Keçi ise bazen karma yiyici, bazen otçuldur. Ilıman iklim ülkelerinde, doğal hayatta yaşayan ağaç ve çalı meraklısı otobur hayvanlar için altın bir çağ yaşanıyor. Türkiye için durumu bilmiyorum ama Fransa, Almanya ve Hollanda’da yaban domuzlarında ve karacada inanılmaz bir artış görüyoruz. Bunlar da tipik ağaç ve çalı yiyen hayvanlar. Almanya’da bugün 1 milyon yaban domuzu ve 1.5 milyon karacadan bahsediliyor. Bu rakam elli yıl önce belki sadece bunun yüzde 10’u kadardı. ABD’de ise "beyaz kuyruklu geyik" olarak anılan türde inanılmaz bir artış görülüyor.
50 YILDA 10 KATINA ÇIKTILAR
Çoğalan çalı ve ağaçlar domuz gibi bu bitkilerle beslenen otoburlara yarıyor. Fransa, Almanya ve Hollanda’da yaban domuzu ve karaca sayısında inanılmaz bir artış var. Almanya’da bugün 1 milyon yaban domuzundan bahsediliyor. Bu rakam elli yıl önce belki sadece bunun yüzde 10’u kadardı.
PEKİ OT YİYEN ÇİFTLİK HAYVANLARINA NE OLACAK?
Avrupa Birliği’ndeki çiftliklerde büyükbaş hayvanların sayısı son 20 yılda yüzde 80 kadar düştü. Aynı durum Rusya’da da oluyor. Bunun nedeni çiftliklerin giderek daha verimli olması. Süt miktarı azalmıyor, hayvan başına süt üretimi artıyor. Prins "Bundan sonra yaban hayvanlarının etini mi yiyeceğiz?" sorusuna "Denetlenmeyen hayvanların etini yemek tehlikeli. İyi pişmeyen av etlerinden parazit kapılabilir" yanıtını veriyor.
ZENGİNLİK ARTTIKÇA ARAZİ AÇILIYOR
100 veya 500 yıl öncesine göre hayat çok daha iyileşti. Eskisinden çok daha kolay ilaç bulabiliyoruz, doğan bebekler 100 yıl öncesine göre çok daha sağlıklı. Örneğin Hollanda’da bu yıl doğan kız çocuklarının yüzde 70’inin 100 yaşına kadar yaşaması bekleniyor. Çünkü bebek olarak daha iyi besleniyorlar, daha az hastalık riski taşıyorlar, anneleri çok daha eğitimli. Bu Türkiye için de geçerli. 50 sene önceki İstanbul ile bugünkü İstanbul’u karşılaştırırsanız çok büyük fark görürsünüz. Batı Avrupa şehirleri artık çok daha yavaş büyüyor. İtalya ve Yunanistan’da bile aynı durum söz konusu. Şehirler büyümeyi durdurunca birçok gelişme şehrin eski bölümünde gerçekleşiyor, şehir dışındaki eski tarımsal alanlarda değil. Sonuç olarak, giderek daha fazla alan boş kalıyor.