muratsahin
Kamp I
Ali BATUM (shadow 750)
Erhan TATLISU (shadow 750)
Yeşim ATASEV (vtx 1300)
Murat Şahin ÖCAL (xl 1000 v)
bütün yollar roma'ya çıkıyordu... birinciliği toroslar'a verdiler.
ekim sonu... hava kah güneşli kah yağmurlu... ne giyeceğini pek bilemiyorsun. ne giysen bir eksik geliyor bir fazla. ankara havası öyle kararsız. sezonun uzun gezileri bitti diye bir bulut çökmüş üzerimize. nette siteleri gezerken bir ışıldama çakıyor zihnimde: orta toroslar.
kaç sağlam kaçık varsa ertesi gün telefona sarılıp arıyorum. altı kişilik nefis bir ekip kuruyoruz. 4-5 geceyi toroslarda geçirmeye niyetleniyoruz. on gün içinde hazırlıklarımız bitip yola çıkmamıza saatler kala ekipten iki fire veriyoruz. bülent ve sabit erteleyemeyecekleri işler yüzünden gelemeyeceklerini bildiriyorlar. tabi biraz moral bozuyor bu durum. ateşin etrafında bir adamımız eksik olsa dumanımız düz tütmez. üzülüyoruz ama yapacak bir şey yok. 4 kişi yola çıkıyoruz.
planlarımız ile gerçekleşen arasında epey bir fark oluyor. zamanın tamamını toroslarda geçireceğiz diye düşünmüştük ama yollar tahminimizden çok daha hızla yutuyoruz. sonuçta hiç beklemediğimiz yerlerde buluyoruz kendimizi... halimiz, tam bir serseri hali. şikayetimiz yok... şimdi üzerinden iki ay geçtikten sonra geziyi kaleme alırken tek şikayetim, bu yolları yeniden ve daha kalabalık ekiple yapmak için daha çok zaman var. en azından kışın geçmesini beklemek zorundayız...
planladığımızın çok dışında bir rota çıktı ortaya.
sonuçta konaklamaları ile aşağıdaki gibi bir program yapmış olduk. aslında program denemez. çünkü "pro-gram" da pro eki önceden anlamına geliyor. yani önceden gramını belirleyeceksin. biz her gece ertesi sabahı ancak tasarlayabildik.
11.10.2008
Ankara-Kulu-Konya-Karaman-Taşkent Çadırda Geceleme
12.10.2008
Taşkent-Karaman-Mut-Ermenek-Anamur Dragon Motel Pansiyonda Geceleme
13.10.2008
Anamur-Bozyazı-Silifke-Erdemli-Mersin Macit Özcan Belediye Tesisleri Geceleme
14.10.2008
Mersin-Silifke-Gülnar-Ermenek-Taşkend Pirlerkondu Otel Geceleme
15.10.2008
Taşkent-Hadim-Bozkır-Seydişehir-Beyşehir-Yenişarbademli-Şarkikaraağaç-Isparta-Burdur-Dinar-Dazkırı-Denizli-Pamukkale Motel Geceleme
16.10.2008
Pamukkale-Denizli-Aydın-Kuşadası-Selçuk-Seferihisar-Urla-Mordoğan-Karaburun Motel Geceleme
17.10.2008
Karaburun-İzmir-Manisa-Balıkesir-Bursa Çekirge Otel Geceleme
18.10.2008
Bursa-İznik-Eskişehir-Ankara
cem'an 3100 km.
ankara'nın sabah soğuğunda panora otoparkında buluşup yollarda olabildiğince az oyalanıp konya'nın çamaşır ipinden hallice asfaltında gaz açacağız. buluşma yerine gittiğimde yeşim'i görüyorum, elinde termosu kahvesinden içiyor. yüzüne çarpan buğunun ardından gözleri ışıl ışıl.. yol yapacağız ve çadırda konaklayacağız. hepimiz öyle bir neşe içindeyiz ama en okunaklımız yeşim.
chopperlar uzun yol bagaj yüklemesi için son derece elverişsiz. birazdan ali ve erhan da geliyorlar. motorlarına bakıyorum... bagajlara bakıyorum... içimden "allahım pakistan yolcu otobüsü gibi bunlarla nasıl gelecekler" diye geçiyor... tek tek bütün motorların gergilerini bir kez daha sıkılaştırıyoruz... ve her kes birer fincan kahve içtikten sonra konya yoluna gaz açıyoruz.
çok katlı apartmanların içinden şehri yırtan bir egzos gürültüsü ile çıkıyouz. motorlar adeta kaçışımızı kutsayan bir kükremeyle sabah ayazına meydan okuyor. servislerle işe gidenler kayıtsız bakışlarla izliyorlar bizi...
erhan ali ve yeşim ile daha önce uzun yol yaptık ama 7 gecelik bir yol ilk ciddi maceramız olacak. birlikte yapacağımız en uzun yol... şimdilik !
konya yolu zevksiz mi zevksiz. karaman sapağından sonra iyiden iyiye tatsızlaşıyor... arada bir yağmur yağacak gibi oluyor ama o da yok. biraz heyecan katar diye ona bile razıyız. karamandan yeşildere taşkale tarafın sapınca nihayet iki satır yeşillik ve viraj görüyoruz. o noktaya kadar dört motor dip dibe giderken erhanla ben önden kopup virajlarda biraz kuduruyoruz. doğa çok güzel ve beklenmedik süprizlerle dolu.
kayalardan resim yapılmış gibi. bir insan yüzü aynaya bakıyor adeta. aynaya bakmak ne çok şey söyler insanoğluna. kendine bakmak, kendini görmek, kendine gelmek... say sayabildiğin kadar. ama saymaya vakit yetmiyor ve muhteşem kayaların arasından süzülerek manazan mağaralarına geliyoruz. manazan mağaralarında bir mola verip etrafı seyrederken "bu ilk hıristiyanlar da az çekmemişler" diye geçiyor içimden...
manazan mağaralarının ardından taşkaleye giriyouz. tek bir caddeden ibaret bir köy. atatürkün babası ali rıza bey'in taşkaleli olduğuna dair bir kayıt varmış. bu yüzden köyün her yerinde atatürk ve ona dair bir şeyler var.
ankaradan çıkarken konaklamayı çadırda yapacağız diye kararlaştırmıştık. karar vermesine verdik ama nerede çadır kuracağımız konusunda en ufak bir fikrimiz yok. taşkaleyi on onbeş dakikada gezdikten sonra yeşildereye geri dönüyoruz. çünkü taşkalede yok bitiyor. yeşil dereden karamana doğru çadır kurabileceğimiz bir yer buluyoruz.
sezon bittiği için artık hizmet vermeyi durdurmuş bir "restaurant (?)" bahçesine yayılacağız... önce derdimizi anlatıp restaurant sahibini ikna etmek gerekiyor... bunun için motorlardan inip binaya doğru yürürken bir köpek geliyor yanımıza. geliyor derken, koşarak ve havlayarak... ali köpeğe bir iki oyun yapıyor. köpek düşmanlıktan vazgeçip oyun oynamaya başlıyor. biri iki neşeli tur attıktan sonra, restaurant sahibi geliyor. köpek o andan sonra deliriyor. ve durmaksızın havlayıp saldırmaya başlıyor. köpeğin saldırganlaşmasında yeşimin köpek savıcı aletinin hayvanı çıldırtmış olma olasılığı çok yüksek...
adamla anlaşıp çadırları kuruyoruz. her kes ıslık çalarak çadırını kurarken yeşimden ses çıkmıyor... çıkıyor da daha çok "bu ne be!", "nasıl olacak!", "olamaz yaaa çok küçük !" diye mızırdanıyor. her kes çadırına konsantre olduğundan yeşimle ilgilenen yok. bir süre sonra onun çadırının, içinde yatmaktan çok eşya koymak için bir örtü sistemi olduğunu farkediyoruz. şaka değil aşağıda gördüğünüz üç çadırın her biri "tek kişilik" çadır. ağacın arkasında da yeşimin çadırı (?) var...
çadırın içine girdiğinde dönmesine imkan yok çünkü tam bir insan boyutlarında. insan derken referansımız yeşim... ben sığamam içine. biz çadırları kurarken abuzer havlamaya devam ediyor (köpeğin -ve bundan sonra karşılaşacağımız bütün köpeklerin- adı abuzer !)
çadırları kurup bir şişe shivas regal açıyoruz. (ekibimiz gurme değilse de burjuva alışkanlıkları ile fena halde göz kamaştırıyor... ama dağ başında) soğuk havada viski olağanüstü bir ilaç. içimiz ısınıyor. lokanta kısmına geçiyoruz. yiyecek bir şey yok... mutfakta ne varsa pişir diyoruz. mantarla patates var diyor. pişir diyoruz...
abuzer havlıyor... biz yemeğimizi yerken kendimizi kral sofrasında hissediyoruz. viskiye bira eşlik ediyor. amerikalı lümpenlerin içtikleri usul bir bira bir viski çekiyoruz... kafamız fena halde duman... abuzer havlıyor.
yemek bitiyor artık lokanta kısmını kapatacaklar bize de yol gözüküyor... çadırlara doğru ilerlerken gece havanın oldukça soğumuş olduğunu farkediyoruz... saat 22'yi geçmiş. her kes çadırlarına giriyor... abuzer havlıyor... içkinin etkisi ile çok geçmeden uykuya dalıyorum... sonra içkinin etkisi geçiyor ve uykudan uyanıyorum. gece saat bir abuzer havlıyor... gece iki.. üç... abuzer havlıyor. arada erhan ve ali hayvanı ikna etmeye çalışıyor. erhan öleceksin oğlum sus diyor, abuzer havlıyor... saat dört çadırlardan birinden horlama sesi geliyor... abuzer havlıyor... sabah yedi uyanıyorum abuzer havlıyor... sabah yediyi çeyrek geçiyor ali çadırından çıkıp abuzere bir taş atıyor. abuzer kaçıyor. içimden aliye bir taş atmak geçiyor, şunu yapacaktın da niye zamanından yapmadın diye... sabah 9 kahvaltımızı yapıp yola koyuluyoruz... ihtimal abuzer hala kaçıyor. ama havlayarak