penguen
Zirve
- Mesajlar
- 1,599
- Tepkime Puanı
- 11
Sapanca`yı Evliya Çelebi şöyle anlatır:
"Sapanca Gölünün çevresi 24 mil`dir. Dört çevresinde kasaba gibi yetmiş altı köy vardır. Cümle halkı bu haliçin suyundan içtiklerinden yüzlerinin rengi kırmızıdır.
Ürünleri çok ise de, bağları yoktur. Bahçeleri hadden aşkındır. Bu gölün kenarında bir tür kavun ve karpuz olur ki, ancak ikisini bir eşek çekebilir. Bu göl içinde seksen pare (parça) kayık ve çırnaklar (tahıl kayığı) vardır ki, köyden adam, kereste ve eşya götürürler. Bu gölde bulunan yetmiş, seksen çeşit balıktan avlanıp kar ederler. Alabalığı, sazan balığı, turna balığı gibi tatlı su balıkları gayet lezzetli olur. Gölün derinliği ekseri yerlerinde yirmi kulaçtır. Suyu gayet saf ve berraktır. Kıyısında olan köylerin kadınları elbise yıkadıklarında asla sabun sürmezler. Bu gölün doğusunda iki saat uzaklıktan Sakarya Nehri geçer. Kocaeli`nde İrva Kasabası kenarında Karadeniz`e dökülür. Sakarya azıcık bir himmet ile bu göle akıtılabilir. Bu göl, İzmit Körfezine üç saat kadar yakın olduğundan ayağı İzmit Tuzlası önünde deryaya karışır. Hatta bir asırda bu gölü İzmit Körfezine katmak için yüz binlerce kazma ve çapalı ırgat toplattırılmış ise de, İzmit Halkının buna birçok hazineler ve Nuh ömrü gerektirir diye gevşeklik göstermesi işin tamamlanmasına engel olmuş. Ama Sakarya Nehri bu göle, bu gölde İzmit Körfezine karıştırılırsa Bolu`ya kadar beş konaklık yer mamür olurdu. İstanbul Gemileri ta Bolu`ya yetişir ve İstanbul`da bir tahta üç akçeye, bir kantar odun beş akçeye olup hayratı büyük olurdu".
Biz de iki Gezenbilirci olarak düştük yollara...
Partnerim benden yaşça büyük. Ama gezilerde kafaca en iyi anlaştığım kişilerden biridir... "Gidelim mi?" dersin. "Gidelim" der... Naz, itiraz yoktur. Gezmek dedin mi dünyanın en uyumlu insanıdır benim sevgili annem...
Karar verdik. Gidelim bir bakalım Evliya Çelebi'nin anlattığı şu Sapanca'yı biz de bir yakından görelim dedik. Ve sabah erkenden kalkıp; önce otobüs, sonra vapur yolculuğunun ardından vardığımız Haydarpaşa'dan bindik Adapazarı trenine... Yaklaşık 2 saat 20 dakika süren bir yolculuktan sonra vardık Sapanca'ya...(Bu arada yaptığımız o tren yolculuğunun tadını hiçbir şeye değişmem. Trafik yok, korna yok, sinirli sürücüler yok. Sakinlik güzel şeymiş de biz şehirde unutmuşuz tadını...)
Sonra yavaş yavaş göl kıyısına indik. Oldukça puslu bir hava... Kimsecikler yok etrafta. Önce hayal kırıklığına uğradım açıkçası. Nerede o fotoğraflarda gördüğüm masmavi Sapanca Gölü? Bu düpedüz gri bir su... Ben bir yandan fotoğraf çekiyorum. Uzaklarda karabatakları gördüm önce. Onları görüntüledim. Ses duyunca hemen saklandılar. Tedbiri elden bırakmamak lazım tabi
Sahil boyunca yürüdük. Yürürken birkaç insanla karşılaştık da Sapanca'nın terk edilmemiş olduğuna inanabildik. Uzunca bir yürüyüşten sonra karnımız yavaş yavaş acıkmaya başladı. İşyerimdeki arkadaşım Gülizar Cafe diye bir yer önermişti. Yürürken tesadüfen gördük. "Girelim karnımızı doyuralım." dedik. Çok cici bir hanım kızımızın servisiyle; fiyatı uygun; kalitesi güzel bir yemek yedik. Üstüne içtiğimiz mis gibi iki bardak çaydan sonra keyfimiz iyice geldi yerine... Dışarıda güneş... Bu serin sonbahar gününde adeta "Haydi ama... Gelin artık... Isıtayım içinizi..." diyor bize. Uyduk çağrısına. Sahile döndük. Bir tekne... Göle vurmuş yansıması... Çok güzel göründü gözüme sabahki o bulanık görüntüden sonra. Onu da Sapanca hatıralarımın arasına hapsettim. Yürümeye devam... Sahilde yapılan sıcacık lokma tatlısının tadına bakmazsak darılırdı bize. Onu mu kıracağız? Kırmadık
Deniz bisikletine binmeyi önerdim partnerime. "Yok, şimdi değil." dedi. Baharda tekrar gelip, o zaman binecekmiş. "Neden ki? "dedim. E göle düşerse kuruması daha kolay olurmuş da ondan
İnsan yaşı ilerleyince daha bir tedbirli oluyor herhalde
Sokaklarda gezmeye devam ettik. Yolun ortasında bile durup fotoğraf çekebiliyorum. O kadar az araç geçiyor ki... Ne güzel bir duygu
Oteller, pansiyonlar bol. Sıra sıra… Ama kimsecikler yok. Yerde yapraklar... Bir bank gördüm tren yolunun yanında... Yazın kimbilir kimleri misafir etmişti? Şimdi oracıkta öylece duruyor. Yapayalnız...
Güneş yavaş yavaş terk ediyor bizi. Sanırım dönme vakti geldi. Ayaklarımız ağrıyor ama içimizde tarifsiz bir huzur var. Sakinliğin yansıması bize bu galiba... Gara doğru yürüdük ağır ağır. Son karelerimi çekiyorum artık. Trenin gelmesine az bir zaman var. Güneş veda ediyor bize... Ben duydum. " Tekrar gelin... " diye fısıldadı giderken...
"Sapanca Gölünün çevresi 24 mil`dir. Dört çevresinde kasaba gibi yetmiş altı köy vardır. Cümle halkı bu haliçin suyundan içtiklerinden yüzlerinin rengi kırmızıdır.
Ürünleri çok ise de, bağları yoktur. Bahçeleri hadden aşkındır. Bu gölün kenarında bir tür kavun ve karpuz olur ki, ancak ikisini bir eşek çekebilir. Bu göl içinde seksen pare (parça) kayık ve çırnaklar (tahıl kayığı) vardır ki, köyden adam, kereste ve eşya götürürler. Bu gölde bulunan yetmiş, seksen çeşit balıktan avlanıp kar ederler. Alabalığı, sazan balığı, turna balığı gibi tatlı su balıkları gayet lezzetli olur. Gölün derinliği ekseri yerlerinde yirmi kulaçtır. Suyu gayet saf ve berraktır. Kıyısında olan köylerin kadınları elbise yıkadıklarında asla sabun sürmezler. Bu gölün doğusunda iki saat uzaklıktan Sakarya Nehri geçer. Kocaeli`nde İrva Kasabası kenarında Karadeniz`e dökülür. Sakarya azıcık bir himmet ile bu göle akıtılabilir. Bu göl, İzmit Körfezine üç saat kadar yakın olduğundan ayağı İzmit Tuzlası önünde deryaya karışır. Hatta bir asırda bu gölü İzmit Körfezine katmak için yüz binlerce kazma ve çapalı ırgat toplattırılmış ise de, İzmit Halkının buna birçok hazineler ve Nuh ömrü gerektirir diye gevşeklik göstermesi işin tamamlanmasına engel olmuş. Ama Sakarya Nehri bu göle, bu gölde İzmit Körfezine karıştırılırsa Bolu`ya kadar beş konaklık yer mamür olurdu. İstanbul Gemileri ta Bolu`ya yetişir ve İstanbul`da bir tahta üç akçeye, bir kantar odun beş akçeye olup hayratı büyük olurdu".
Biz de iki Gezenbilirci olarak düştük yollara...
Partnerim benden yaşça büyük. Ama gezilerde kafaca en iyi anlaştığım kişilerden biridir... "Gidelim mi?" dersin. "Gidelim" der... Naz, itiraz yoktur. Gezmek dedin mi dünyanın en uyumlu insanıdır benim sevgili annem...
Karar verdik. Gidelim bir bakalım Evliya Çelebi'nin anlattığı şu Sapanca'yı biz de bir yakından görelim dedik. Ve sabah erkenden kalkıp; önce otobüs, sonra vapur yolculuğunun ardından vardığımız Haydarpaşa'dan bindik Adapazarı trenine... Yaklaşık 2 saat 20 dakika süren bir yolculuktan sonra vardık Sapanca'ya...(Bu arada yaptığımız o tren yolculuğunun tadını hiçbir şeye değişmem. Trafik yok, korna yok, sinirli sürücüler yok. Sakinlik güzel şeymiş de biz şehirde unutmuşuz tadını...)
Sonra yavaş yavaş göl kıyısına indik. Oldukça puslu bir hava... Kimsecikler yok etrafta. Önce hayal kırıklığına uğradım açıkçası. Nerede o fotoğraflarda gördüğüm masmavi Sapanca Gölü? Bu düpedüz gri bir su... Ben bir yandan fotoğraf çekiyorum. Uzaklarda karabatakları gördüm önce. Onları görüntüledim. Ses duyunca hemen saklandılar. Tedbiri elden bırakmamak lazım tabi
Güneş yavaş yavaş terk ediyor bizi. Sanırım dönme vakti geldi. Ayaklarımız ağrıyor ama içimizde tarifsiz bir huzur var. Sakinliğin yansıması bize bu galiba... Gara doğru yürüdük ağır ağır. Son karelerimi çekiyorum artık. Trenin gelmesine az bir zaman var. Güneş veda ediyor bize... Ben duydum. " Tekrar gelin... " diye fısıldadı giderken...

