VitaEsMorte
Zirve
- Mesajlar
- 2,896
- Tepkime Puanı
- 39
İlber Ortaylı'nın Osmanlı'yı Yeniden Keşfetmek adlı kitabından...
Hiç şüphe yok ki, Osmanlı Devleti ve daha evvel onun selefi olan Selçuklu İmparatorluğu hakkında bilgi edindiğimiz kaynakların başında yabancı seyyahlar gelir. Vatanımız 11.asırdan itibaren Türkleşti. Bunu bizden çok daha önce 12.asırdan itibaren burada ticaret ve diplomasi ile uğraşan İtalyanlar; ülkemizi Türchia, yahut Turcmenia diye adlandırdılar. Yani Yakındoğu’yu iyi tanıyan ve burada ticaret yapan İtalyanlar, Cenevizler, Venedikliler topraklarımıza Türkmenya veya Türkiya adını o zaman vermişlerdir. Biz ise imparatorluk misyonumuz, iddiamız dolayısıyla topraklarımıza Rum ülkesi, Rum iklimi, Rum Selçukluları, Rumeli gibi isimler vermişizdir. Bu Roma’yla ilgilidir. Buraları gezen insanların notları çok önemlidir.
Miladi 1135’ten itibaren Türkiye üzerindeki sistematik ve devamlı raporları bugün Vatikan arşivlerinde bulmak mümkündür. Bu en eski arşivdir. Hiç şüphesiz ne olduğunu henüz tam bilemediğimiz Venedik ve Cenova arşivleri de bu zenginliği tamamlamaktadır. Basılı eserler çoktur. Sadece 19.yüzyılda Osmanlı coğrafyası üzerinde yazılan seyahatnamelerin sayısı 5000’i geçmektedir. Türkiye üzerine okuduğumuz en eski Fransızca ve Almanca seyahatnameler daha öncesine yani Osmanlı öncesine uzanmaktadır. Bunlar Bizans İstanbulu’ndan geçmişlerdir ve elbette ki Türkler’in elinde olan o zamanki Anadolu’yu da canlı bir biçimde anlatmaktadırlar. İşte Kastilya elçisi Klavijo’dan biraz sonra II. Murat devrini anlatan ünlü Fransız gezgin Bertrandon de la Broquiere ve yine aynı döneme ait bir başka Alman gezgin daha doğrusu esir ve gözlemci Hans Schiltberger bunların başında gelir. Üstelik Hans Schiltberger Tatarca yani Kırım-Kazan Çağatay Türkçesi ile bir “pater noster-gökteki babamız” duasını da kaydetmiştir. Bu çok enteresan bir olgudur. Demek ki misyonerler daha o zamandan Türk halklarına yönelik propaganda olarak İncil ve dua metinleri gibi şeyleri hazırlamaktadırlar.
Avrupa halkı Doğu ile ilgileniyor. İşin daha da ilginci bu kitaplar, mesela Hans Schiltberger’in kitabı matbaadan evvel yazılmıştır ve matbaa icat edilip kullanıma geçmeden çok evvel el yazmasıyla onlarca nüshası etrafa dağıtılmıştır. Yani matbaadan evvel bazı milletler o kadar okuyor ki Türkiye’yi dahi tektin ediyorlar. Bu zenginliklerin ortasında gerçekten seyahat, felsefe ve coğrafya edebiyatının şaheserleri vardır. 17. asrın ünlü Fransız’ı Jean Chardin, Paris’ten Tiflis’e ve Paris’ten İsfahan’a başlıklı seyahatnamelerin yazarıdır. Burada canlı ve bize hakikaten çok şeyler öğreten seyahat tasvirleri yanında başka bir şey daha görüyoruz. Avrupalı artık Şark’a yani Akdeniz’in doğusuna; “atıl, değişmeyen, gelişmeyen ülkeler” diye bakmaya başlamıştır. Chardin bu görüşünü “Asya’da hiçbir şey değişmez. Bir atalet vardır. Avrupa’da ise devamlı değişme vardır” diye ifade etmektedir. Artık Avrupalı’nın kendine tapınmasının doruğa ulaştığını, 17. asırda yani Barok aydınlanma çağında Jean Chardin gibi fevkalade bir yazarın kaleminde görebiliyoruz. Aynı şeyleri Fransız aydınlanma çağının önemli seyyahlarından biri olan, bilhassa Doğu Akdeniz seyahatnamesini (Voyages au Levant) yazan ve “İran ve Türkiye’de Altı Seyahat” başlığıyla kitaplarını yayınlayan Jean Baptiste Tavernier’de de gözlemliyoruz. Bu iki gezginin notları, hakikaten sadece verilen bilgi bakımından değil; ayrıca artık Garplı’nın Şark’a nasıl bakmaya başladığını, daha doğrusu Garplı’nın Şark diye bir kavram ve medeniyet yarattığını göstermesi bakımından da önemlidir.
Hiç şüphe yok ki, Osmanlı Devleti ve daha evvel onun selefi olan Selçuklu İmparatorluğu hakkında bilgi edindiğimiz kaynakların başında yabancı seyyahlar gelir. Vatanımız 11.asırdan itibaren Türkleşti. Bunu bizden çok daha önce 12.asırdan itibaren burada ticaret ve diplomasi ile uğraşan İtalyanlar; ülkemizi Türchia, yahut Turcmenia diye adlandırdılar. Yani Yakındoğu’yu iyi tanıyan ve burada ticaret yapan İtalyanlar, Cenevizler, Venedikliler topraklarımıza Türkmenya veya Türkiya adını o zaman vermişlerdir. Biz ise imparatorluk misyonumuz, iddiamız dolayısıyla topraklarımıza Rum ülkesi, Rum iklimi, Rum Selçukluları, Rumeli gibi isimler vermişizdir. Bu Roma’yla ilgilidir. Buraları gezen insanların notları çok önemlidir.
Miladi 1135’ten itibaren Türkiye üzerindeki sistematik ve devamlı raporları bugün Vatikan arşivlerinde bulmak mümkündür. Bu en eski arşivdir. Hiç şüphesiz ne olduğunu henüz tam bilemediğimiz Venedik ve Cenova arşivleri de bu zenginliği tamamlamaktadır. Basılı eserler çoktur. Sadece 19.yüzyılda Osmanlı coğrafyası üzerinde yazılan seyahatnamelerin sayısı 5000’i geçmektedir. Türkiye üzerine okuduğumuz en eski Fransızca ve Almanca seyahatnameler daha öncesine yani Osmanlı öncesine uzanmaktadır. Bunlar Bizans İstanbulu’ndan geçmişlerdir ve elbette ki Türkler’in elinde olan o zamanki Anadolu’yu da canlı bir biçimde anlatmaktadırlar. İşte Kastilya elçisi Klavijo’dan biraz sonra II. Murat devrini anlatan ünlü Fransız gezgin Bertrandon de la Broquiere ve yine aynı döneme ait bir başka Alman gezgin daha doğrusu esir ve gözlemci Hans Schiltberger bunların başında gelir. Üstelik Hans Schiltberger Tatarca yani Kırım-Kazan Çağatay Türkçesi ile bir “pater noster-gökteki babamız” duasını da kaydetmiştir. Bu çok enteresan bir olgudur. Demek ki misyonerler daha o zamandan Türk halklarına yönelik propaganda olarak İncil ve dua metinleri gibi şeyleri hazırlamaktadırlar.
Avrupa halkı Doğu ile ilgileniyor. İşin daha da ilginci bu kitaplar, mesela Hans Schiltberger’in kitabı matbaadan evvel yazılmıştır ve matbaa icat edilip kullanıma geçmeden çok evvel el yazmasıyla onlarca nüshası etrafa dağıtılmıştır. Yani matbaadan evvel bazı milletler o kadar okuyor ki Türkiye’yi dahi tektin ediyorlar. Bu zenginliklerin ortasında gerçekten seyahat, felsefe ve coğrafya edebiyatının şaheserleri vardır. 17. asrın ünlü Fransız’ı Jean Chardin, Paris’ten Tiflis’e ve Paris’ten İsfahan’a başlıklı seyahatnamelerin yazarıdır. Burada canlı ve bize hakikaten çok şeyler öğreten seyahat tasvirleri yanında başka bir şey daha görüyoruz. Avrupalı artık Şark’a yani Akdeniz’in doğusuna; “atıl, değişmeyen, gelişmeyen ülkeler” diye bakmaya başlamıştır. Chardin bu görüşünü “Asya’da hiçbir şey değişmez. Bir atalet vardır. Avrupa’da ise devamlı değişme vardır” diye ifade etmektedir. Artık Avrupalı’nın kendine tapınmasının doruğa ulaştığını, 17. asırda yani Barok aydınlanma çağında Jean Chardin gibi fevkalade bir yazarın kaleminde görebiliyoruz. Aynı şeyleri Fransız aydınlanma çağının önemli seyyahlarından biri olan, bilhassa Doğu Akdeniz seyahatnamesini (Voyages au Levant) yazan ve “İran ve Türkiye’de Altı Seyahat” başlığıyla kitaplarını yayınlayan Jean Baptiste Tavernier’de de gözlemliyoruz. Bu iki gezginin notları, hakikaten sadece verilen bilgi bakımından değil; ayrıca artık Garplı’nın Şark’a nasıl bakmaya başladığını, daha doğrusu Garplı’nın Şark diye bir kavram ve medeniyet yarattığını göstermesi bakımından da önemlidir.