Hikayeler

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan Nursel Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 808
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 129,477
Ynt: Hikayeler

bunu biyerde duymuştum


e tabi o beş yıl tohumu suyu yiyo sonra adamlar bina yaparken iskele olarak kullanıyo bitkiyi :smiley:
 

Etiketler







Ynt: Hikayeler

Günaydınlar herkese..

Bilardo şampiyonu Louis Fox 1865 te New York eyaletinin kuzeyinde büyük para veren bir karşılaşmada oynarken ıstakasına bir sinek kondu. Sineği kovamayan Fox yanlış hedef aldı, karşılaşmayı kaybetti. Utanç içinde salonu terk edip nehre atladı ve intihar etti.

çok eskiden bütün dünya dergileri vardı nebioğlu yayınevinin eskiler hatırlar,
o dergilerden birinde okumuştum ''Kaderle oynayan sinek'' adı altında yazan bu öyküyü.Yazmak istedim, nette ancak bukadarını bulabildim bütün dünya arşivimide karıştırmak istemedim müthiş bir öyküydü...
 

Ynt: Hikayeler

BALTA HIRSIZI

Bir adam baltasını kaybetmişti,onu komşusunun oğlunun çaldığını sanıyordu.Onun hareketlerine gidişine bakıyordu.Her şey onun balta hırsızı olduğunu gösteriyordu.Yüzüde balta hırsızına benziyordu.Konuşmasıda balta hırsızına benziyordu.Bütün hareketleri balta hırsızından başka şeye benzemiyordu.
Ancak adam birgün baltasını bir çukurda unutulmuş buldu.Ertesi gün komşu çocuğunu gördü.Çocuğun hiçbir hareketi bir balta hırsızına benzemiyordu;görünüşüde bir balta hırsızı gibi değildi.
 

Ynt: Hikayeler

1957 yılında Amerika'nın güneyine araştırma
yapmak üzere üs kuran Nasa 'yı birgün küçük bir
kızılderili çoçuk farkeder ve koşa koşa epeyce
uzakta bulunan kamplarına gidip
Büyükbabasına haber verir.

-Büyükbaba, beyaz adamlar gelmiş,
aşağıdaki vadide gördüm...
Çok kalabalıklar ve birşeyler yapıyorlar.

Yaşlı kızılderili homurdanmaya başlar,
belli ki epeyce sinirlenmiştir.

-Onlarla konuştun mu?

-Hayır, beni görmediler. Ben büyük
tepenin üzerinden onları izledim.

-O zaman yarın yanlarına git ve orada ne
aradıklarını sor.

Küçük kızılderili ertesi sabah yola koyulur.
Üsse varır ve beyaz adamlardan birinin
yanına gidip;

-Burada ne yapıyorsunuz? diye sorar

Beyaz adamlardan birkaçı küçük kızılderilinin
basını okşarlarlar, ona gülümserler ve;

-Hani geceleri gökyüzünde parlayan birşey var ya,
biz buradan onu seyrediyoruz.

-Ay'ımı?! peki ama neden?

Adamlar küçük çocuğun sorusunu yine
gülümseyerek yanıtlarlar.

-İleride... çok yıllar sonra buradan oraya
insanları götürebilmek ve orada yeni bir hayat
kurabilmek için... Anladın mı?

Küçük kızılderili şaşkınlığını gizlemeye çalışarak
"Anladım" der ve koşa koşa uzaklaşır.

Öyle hızlı koşmuştur ki, kampa geldiğinde
konuşamaz haldedir. Hemen büyükbabasının
yanına gider ve kendisine söylenenleri
bir bir anlatır. Yaşlı kızılderili torununun
anlattıklarını dinledikten sonra iyice sinirlenir,
bağırıp çağırmaya başlar.
Ertesi sabah yine torununu yanına çağırır ,
hayvan derisi üzerine kızgın bir çubukla ve
kendi lisanınca yazdığı
not u torununa uzatarak der ki;

-Bunu al, beyaz adamlara götür ve onlara de ki;
" Bunu büyükbabam gönderdi... Oraya, yani ay a
gittiğinizde bunu oradakilere verecekmişsiniz"

Küçük kızılderili kendisine söyleneni
aynen yapar. Üs deki beyaz adamlardan birine
notu verir, Büyükbabasının söylediklerini de
iletir ve yine koşaradım uzaklaşır.

Üs çalışanları, belli bölümleri yakılmış deri
parçasına bakıp, bakıp saatlerce gülerler.
Ancak aradan bir kaç gün geçtikten sonra, yaşlı
kızılderilinin o notla, sözde ayda yaşayanlara nasıl
bir mesaj iletmek istedigini merak etmeye başlarlar.
Bu merak günden güne öylesine büyür ki,
bir tercüman çağırmaya karar verirler.

Tercüman geldiğinde herkes bir araya toplanır ve
merakla beklemeye başlarlar. Bu arada gülüşmeler
hala ara ara devam etmektedir.
Tercüman deri parçasını eline alır , okur ve
ağlamaya başlar. Herkez şaşkındır, gülüşmeler yerini
iyiden iyiye meraka bırakmıştır.
Tercüman yaşlı
gözlerini kalabalığa çevirir ve der ki;

-Not aynen şöyle;
"Bu adamlara dikkat edin,
elinizden topraklarınızı almaya geliyorlar!"

Sunay Akın
 

Ynt: Hikayeler

İKİ ELMA



Tarih 12 eylül ihtilalinin hemen sonraları...
Bir çok devlet kurumunun başında halen
asker kökenli insanlar bulunuyor.

Kayseri’ nin o zamanlar merkez köyü olan
şimdilerde metropol Melikgazi ilçesine
bağlı Nize köyü ve zamanın muhtarının
köye getirmeye çalıştığı telefon
santralinin bir hikayesidir bu aslında.

Muhtar defalarca müracaat etmesine rağmen
bir türlü köyüne telefon santrali getirilmesini
sağlayamamıştır. Ufak bir yer olduğu için de
konunun dedikodusu çok olmaktadır.

Köyün en büyük özelliği de insanlarının genelde
hep başka şehirlerde yaşıyor olmasıdır. İnşaat
ustalarının bol olduğu bir yöredir aynı zamanda.

Ve muhtar son bir umutla valizini hazırlamaya
başlar. Köyde yapılan dedikoduya bir son
verecektir artık. Ankara’ya gidecek,
gerekirse Genel müdürlükte yatacak
ama santrali getirecektir köye.

Valizini hazırladığını gören annesi,
iki elma uzatır muhtar oğluna.
“Al oğlum! Şu iki elmayı da yanına koy.”

Almak istemez muhtar, “git işine anne”
diyecek olur. Sonra, kalbi kırılmasın
diye alır elmaları valize koyar.

Ve çıkar yola; Ankara'ya zamanın
PTT Genel Müdürlüğüne varır.
Genel müdürlükteki bir çok personel,
gide gele orayı su yolu yapan
muhtarı tanımaktadır artık.

Özel kalemden eski bir asker emeklisi olan
genel müdürle görüşmek için randevu ister.

Genel müdür, muhtarın tekrar tekrar gelişinden
oldukça rahatsızdır. Kabul etmek istemez.
Epey bir müddet bekletir kapıda. Nihayet
odasına kabul ettiğinde yüksek bir sesle kızar
muhtara ; “Niye geldin yine muhtar, sen
olmazdan anlamaz mısın kardeşim?” diyerek
azarlar muhtarı. Muhtar ise; “Efendim bu benim
için çok önemli bir şey, köy halkına söz verdim,
santrali almadan gitmeyeceğim buradan. Aha bak,
valizimle geldim. Gerekirse burada yatacağım.”

Daha bir sinirlenen genel müdür; “Kardeşim sen
yoktan anlamaz mısın? Yok diyoruz sana yok...
Haydi, çıkar cebinden bana bir elma ver !”

Genel müdürün maksadı işin olmazlığını
izah etmektir. Muhtar güler, tam o sırada aklına
annesinin alması için ısrar ettiği iki elma gelmiştir.

Hemen valizini açar ve elmanın birisini
genel müdürün önüne koyar, diğerini de
kendisi yemeye başlar. Genel müdür
hayretler içindedir, hemen telefona sarılıp
Kayseri PTT Başmüdürünü arar;

“Aloo, şu an Nize köyü muhtarı yanımda,
bu adam Kayseri'ye varmadan köyüne
santral gidecek ! Muhtar Kayseri'ye
geldiğinde telefon edecek ve köyü ile
görüşme yapabilecek... Aksi takdirde
hiç birinizi orada görmek istemiyorum...”

Muhtar neşe içinde döner köyüne ve
giderken ısrarla: "Şu iki elmayı da yanına al !"
diyen annesinin eline sarılır, öper, öper, öper...
 



Ynt: Hikayeler

Bir martı ötekiyle selamlaştı Sonra bir güzel kucaklaştı İkisi bir olup afiyetle küçük kızın simidini paylaştı Sonra mı? Bir o, bir şu dalganın üstünde zıplama oyununa başladılar Tam bu sırada kitabından gözlerini ayırıp Baba, döndü kızına doğru:
-Bitirdin mi simidini Ayşecim?
-Hı hı Bitirdik hep birlikte babacım
-Hep birlikte mi? Kimlerle kızım?
-Birazını ben yedim Birazını da dalgalarla zıplamaca oynayan şu iki martı
-Aferin kızıma ve martı arkadaşlarına, deyip tekrar kitabını okumaya devam etti Baba Martılar da zıplamaca oyununa Boncuk boncuk gözleriyle martıların oyununu seyre daldı Tam bu sırada, rüzgar da onun sırma saçlarıyla oynamaya başladı Ayşecik gülümsedi Martıların oyunu gibi rüzgarın bu oyunu da çok hoşuna gitmişti Gülümsemeye devam etti İnci gibi dişleri bile göründü
-Baba! Denizin temiz olması için çok mu sabun lazım?
Kızının boncuk boncuk meraklı gözlerle kendisine yönelttiği bu soru karşısında önce şaşırdı Baba Ne demeliydi ki acep?! Düşündü, düşündü ve biraz daha düşündü Ama cevapları bulamadı, hepsi saklanmıştı En iyisi bilgin kızıma birkaç soru sorayım, ondan cevap alayım, dedi içinden Baba
-Sabun mu? Nasıl yani Ayşecim?
-Evet, sabun Biz ellerimizi, yüzümüzü, ayaklarımızı temiz olsun diye sabunla yıkamıyor muyuz?
-Sabunla yıkıyoruz
-Eee… işte, deniz kocaman ya hani Temiz olsun diye yıkıyorlar ya sabunla Onu soruyorum
Babanın şaşkınlığı devam ediyordu Denizin kocaman olmasını anlamıştı Fakat temiz olsun diye sabunla yıkıyorlar ya, derken neyi demek istiyordu ki sevgili kızı?
-Denizin büyüklüğüne tamam da Ayşecim Bir şey sorabilir miyim?
-Sor tabii babacım, diyerek bilmiş bilmiş salladı başını bir güzel Ayşecik
-Hımm… deniz temiz olsun diye nasıl yıkanıyor sabunla?
-Ya hani vapurlar giderken yıkıyorlar ya!
Babanın şaşkınlığı azalmıyor artıyordu, Ayşe’nin cevapları karşısında
-Vapurlar mı yıkıyor?
-Yaa baba! Evet yaa Sen hiç görmedin mi ki? Hani vapurlar denizin üstünde giderken denizi de sabunla yıkıyorlar Böyle köpük köpük, baloncuk baloncuk oluyor deniz Beyaz beyaz oluyor ya vapurun geçtiği yerler Vapurun altından mı dökülüyor o sabunlar?
Bunları söylerken bir yandan da elinden tutup çekiştirdi babasını Ayşecik Babasına göstermeden olmayacaktı Yoksa, bu bilmeceyi çözemeyeceklerdi Vapurun kenarına doğru geldiler
-Bak işte baba! İşte, işte!
Baba, meraklı gözlerle kızının minicik parmağının işaret ettiği yere doğru bakındı Nereye mi? Tam vapurun altına Şimdi Ayşeciğin neyi anlatmak istediği anlaşılmıştı Alem kızdı bu Ayşecik doğrusu! Ne ilginç bir fikirdi, temiz olsun diye denizin sabunla yıkanması, hem de vapurlar tarafından İyi de ne cevap vermeliydi ki şimdi Baba!?

* Kardeşimin çocukluk düşüncelerinden ilham alınarak yazılmıştır Bütün çocukların güzel düşünce ve hayallerine tebessüm ederek…


Elif KONAR

:smiley:
 

Ynt: Hikayeler

Yaa olmaz deme bir elma bazen nelere kadirdir..Sistem ne güzel çalışıyor yurdumda..
 

Ynt: Hikayeler

En iyi Buğday

Her yıl yapılan 'en iyi buğday' yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. Çiftçiye bu işin sırrı soruldu. Çiftçi:

-Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor, dedi.

-Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz? Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? diye sorulduğunda,

-Neden olmasın, dedi çiftçi.

-Bilmediğiniz bir şey var; rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır. Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir. Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor.
 

Ynt: Hikayeler

EVLİYA

Yaşlı adamın hastalığına çare bulunamayınca,
kendisine evliya denilen birinin adresini vermişler.
Söylenenlere göre en ağır hastalar o zatın duasıyla
iyileşebiliyormuş. İhtiyar adam verilen adresi
çaresizlik içinde cebine atıp doktorun yanından
ayrıldığında, sokağın köşesinde simit satan 6 - 7
yaşlarındaki bir çocuğa rastladı. Çocuk son
derece masum gözlerle kendisine bakıyor
ve onu tanıyormuş gibi gülümsüyordu.

Adam, o yaştaki çocukların tamamen günahsız
olduğunu düşünerek yoluna devam ederken,
aniden duruverdi. Simitçinin üzerindeki eski
tişörtün üzerinde bir "E" harfi yazılıydı. Ve bu
"E" mutlaka evilyanın "E" si olmalıydı...
Aradığı evliyaya bu kadar çabuk ulaşmanın
heyecanıyla yanına gidip bir simit aldıktan sonra;

- "Doktorlar benim hasta olduğumu söylediler,"
dedi. "İyileşmem için bana dua eder misin?"

Çocuk bu teklif karşısında şaşırmışa benziyordu.
Kafasını olur der gibi sallarken;

- "Bende sık sık hastalanıyorum," diye karşılık verdi.
"Ama dedem, Allaha inananların ölünce yıldızlara
uçtuklarını ve orada cenneti seyrettiklerini söylüyor.
Bu yüzden korkmuyorum hastalıklardan."

Adam içinin bir anda ferahladığını hissetti. Onun
soğuktan moraran yanaklarına bir öpücük kondururken ;

- "Deden çok doğru söylemiş," dedi.
"Ama ben yine de yardım istiyorum senden."

Çocuk, duasının kıymetini anlamış gibiydi. Karşı
kaldırımdan geçmekte olan baloncuyu gösterek ;

- "Size dua edeceğim" diye cevap verdi. "Ama eğer
iyileşirseniz, bana 10 tane balon alacaksınız , tamam mı?"

Bu sefer adam başını salladı. Fakat çocuk bu kadar
büyük bir hazineyi istemekle haksızlık yaptığına
hükmetmişti. Mahcubiyetten kızaran yanaklarını
elleriyle örtmeye çalışırken ;

- "Uçan balon almanıza gerek yok," diye devam etti.
"Normalinden 10 tane istemiştim. "

Adam elini uzatarak çocukla tokalaştı. Anlaşma
nihayet yapılmış, ayrıntılara geçilmişti. Buna göre
hastalıktan kurtulması halinde 6 ay sonraki ramazan
bayramında çocukla buluşacak ve her hangi bir sebeple
gelemediği takdirde, önceden hazırlanan balonların
ona ulaşmasını veya postalanmasını sağlayacaktı.

Adam küçük çocuğun adını ve adresini bir kâğıda
yazdıktan sonra, başını okşayarak onunla vedalaştı.

Aradan soğuk bir kış geçip ramazana ulaşıldığında ,
adamın hastalığından eser bile kalmamıştı. Hayata
tekrar dönmenin sevinciyle en güzel balonlardan
bir paket hazırladı ve bayramın ilk gününü iple
çekerek randevü yerine gitti. küçüklerin cıvıl cıvıl
kaynaştığı bayram yerindeki diğer simitçiler,
çocuğu tanımıyordu. Adam onu biraz ilerdeki
bakkala sorduğunda , dükkân sahibi ;

- "Ciğerleri hastaydı yavrucağın," dedi.
"Geçen hafta aniden ölüverdi."

Adam bir anda beyninden vurulmuşa döndü.
Ve koşar adımlarla orayı terkederken , önüne
çıkan ilk baloncuya bir tomar para uzatıp;

- "Şu uçan balonlardan 10 tane istiyorum," dedi.
"Çabuk ol, gecikmeden ulaşmalı yerine."

Adam, satıcının aceleyle uzattığı balonların iplerini
birbirine düğümledikten sonra, onları besmeleyle
gökyüzüne bıraktı. Bayram yerindeki herkes gibi
baloncu da şaşkındı. Sonunda dayanamayıp ;

- "Ne yaptığınızı anlayamadım." dedi.
"Neden bıraktınız onları öyle?"

Adam, nazlı nazlı yükselmekte olan balonları
buğulu gözlerle takip ederken ;

- "Onları bekleyen küçücük bir dostum var,"
diye mırıldandı. "Hemde evliya gibi bir dost.
Balonları adresine postaladım sadece."
 

Ynt: Hikayeler

NOT: Bana gelen bir e-mail i (hikayeyle, şiirle) sizlerle paylaşmak istedim, umarım sizler de beğenirsiniz :smiley:... (Ben de size FW yaptım sayın lütfen ;D )



Genç adam iyi bir terziymiş. Bir dikiş makinesi ve küçücük bir dükkânı varmış. Sabahlara kadar uğraşıp didinir ama pek az para kazanırmış. Çok soğuk bir kış gecesi dükkanı kapatırken elektrik sobasını açık unutmuş ve çıkan yangın onun felaketi olmuş. Artık ne bir işi varmış ne de parası. Günler boyu iş aramış ama bulamamış... Yük taşımış, bulaşıkçılık yapmış, yine de evinin kirasını ödeyecek kadar para kazanamamış. Sonunda ev sahibinin de sabrı taşınca, küçük bir bavula sığan eşyalarıyla sokakta bulmuş kendini...
Mevsim kış, h ava ayaz olsa da genç adamın köşedeki parktan başka gidecek yeri yokmuş. Bir sabah iş arayacak derman bulamamış bacaklarında. Açlıktan ve soğuktan bitkin bir şekilde bankta otururken, kocaman bir araba yanaşmış kaldırıma. Arka kapıyı açmaya çalışan şoförü kızgınlıkla yana itmiş arabadan inen yaşlı adam,
"Yalnız bırakın beni, parkta dolaşırsam belki sinirim geçer" diye söylenmiş.
Zengin bir işadamı olduğu her halinden belli olan ihtiyar, birkaç adım attıktan sonra bankta titreyen terziyi görmüş. Terzi, adamın üzerindeki paltoya bakıyormuş dikkatle. Birden siniri geçiveren ihtiyar,
"Zavallı adamcağız kim bilir nasıl üşüyordur, ona nasıl yardım etsem acaba?" diye düşünmeye başlamış.
Oysa terzinin düşlediği paltonun sıcaklığı değilmiş. O, çok kalın ve kaliteli bir kumaştan üretilen bu paltonun sahibine hiç de yakışmadığını ve onun vücuduna uygun şekilde dikilmediğini düşünüyormuş. Yaşlı işadam, terzinin yanına yaklaşıp,
"Ne o evlat, bu ayazda parkta donmuşsun. İstersen paltomu sana verebilirim" deyince,
"Hayır, teşekkür ederim. Ben sadece bu paltonun size göre olmadığını düşünüyordum. Kumaşı fazla kalın ve sizi olduğunuzdan şişman göster miş" diye yanıt vermiş terzi.
Yaşlı adam bu cevabı alınca hayli şaşırmış. Çünkü o da üzerindeki paltoya onca para ödediği halde kendisine bir türlü yakıştıramıyormuş.
"Soğuktan titrerken nasıl böyle bir şeye dikkat edebiliyorsun?" diye soran yaşlı adam,
"Ben terziyim" yanıtını alınca
"Benimle gel, hayat hikayeni yolda anlatırsın" diyerek arabaya bindirmiş bizim terziyi.
Bu karşılaşma, terzinin hayatındaki dönüm noktası olmuş. Böyle yetenekli bir insanın işsiz ve evsiz kalmasına çok üzülen iyiliksever yaşlı adam, terziye bir dükkan açmasına yetecek kadar para vermiş. Bunun karşılığında tek istediği kendi giysilerini bu genç adamın dikmesiymiş. Terzi yeniden bir işe hem de kendi işine başlamanın heyecanıyla deliler gibi çalışmaya başlamış. Bu arada yaşlı işadamı da desteğini esirgemiyor, onu kendi çevresinden zengin kişilerle tanıştırarak yeni siparişler almasını sağlıyormuş. Küçük dükkân önce kocaman bir modaevine dönüşmüş, sonra da pek çok ünlü marka için üretim yapmaya başlamış. Terzi artık "ünlü işadamı" diye anılır olmuş.
Bir gün ihtiyar adam onu ziyarete gitmiş. Terzi çok büyük bir iş bağlantısı yapmak üzere yurt dışına gidecekm iş ve uçağa yetişmesine az bir zaman varmış. Biraz sohbet ettikten sonra yaşlı adam birden fenalaşmış, kalp krizi geçiriyormuş. Hemen bir ambulans çağırılarak hastaneye kaldırılmasını sağlamış. Yeni işadamımız ise büyük işi kaçırmak istemediği için uçağa yetişmiş. Yaşlı adam krizi atlatmış ve uzun süre hastanede yatmış, bir yandan da sadece bir kez telefon ederek durumunu soran terziyi bekliyormuş. Fakat terzi daha çok para kazanmak için oradan oraya koştururken bir türlü yaşlı adamı ziyarete gidememiş.
Aradan o kadar uzun bir süre geçmiş ki bu sefer de utancından yaşlı adamın kapısını çalamaz olmuş. Bir süre sonra terzinin işleri yolunda gitmemeye başlamış. Fabrikalarını kapatmak zorunda kalmış ve elinde kala kala yine küçücük bir dükkan kalmış. Utana sıkıla yaşlı adama koşmuş hemen nerede hata yaptığını sormak için. Son derece kırgın ola n ihtiyar yine de onu kabul etmiş ama anlatacağı öyküyü dinledikten sonra hemen çıkıp gitmesini istemiş.
Ve başlamış anlatmaya:
"Bir zamanlar fakir bir oduncu varmış. Ormandaki bir kulübede yaşar ve odun keserek hayatını kazanırmış. Bir gün kulübesinde yangın çıkmış ve bu yangın bütün ormanı kül etmiş. O çevrede kimse ona güvenip iş vermeyince, çıkınını alan oduncu, eşeğine binip yola koyulmuş.
Ağaçların arasında yürürken birinin kendisine seslendiğini duymuş. Başını kaldırınca konuşanın bir bülbül olduğunu görmüş. Bülbül ona
"Senin haline çok üzüldüm, şimdi öyle bir büyü yapacağım ki eşeğin çok güzel şarkı söylemeye başlayacak, sen de onunla gösteriler yapıp çok para kazanacaksın" demiş.
Gerçekten de eşek birbirinden güzel şarkılar söylemeye başlamış. Oduncu o şehir senin bu kasaba benim dolaşıp eşeğine şarkı söyletiyor ve herkes onları izlemek için birbiriyle yarışıyormuş. Oduncu ve şarkı söyleyen eşeği bütün ülkede ünlenmişler. Bir gün yine bir gösteriye yetişmek için koştururlarken, bülbülün yardım isteyen sesini duymuş oduncu. Bir kedi bülbülü yakalamış ve yemek üzereymiş. Şöyle bir duraklamış ama gösteriye gitmemeyi, onca parayı kaçırmayı gözü yememiş, arkasına bakmadan kaçmış oradan. Gösteri başladığında ise eşeği her zamanki gibi güzel şarkılar söylemek yerine sadece bir eşeğin çıkarabileceği sesleri çıkarmış.
Oduncu kendisini şarlatanlıkla suçlayan izleyicilerin elinden canını zor kurtarmış. İşte o zaman bülbül ölünce büyünün bozulduğunu anlamış. Ben de senin bülbülündüm ve sen beni öldürdün, büyü de o yüzden bozuldu. Keşke güzel giysiler dikerken dostluk ipliğini koparmasaydın..."
Öyküyü dinleyince hemen çıkıp gitmiş terzi, çünkü söyleyecek bir sözü yokmuş...
Dostluk iplerinizi koparmamanız dileğiyle.......





Yalnızlığa dayanırım da, bir başınalığa asla,
Yaşlanmak hoş değil, duvarlara baka baka.
Bir dost göz arayışıyla,
Saat tıkırtısıyla...
Korkmam geçinip gideriz biz mutlulukla,
Ama;
''Günün aydın, akşamın iyi olsun'' diyen biri olmalı.
Bir telefon çalmalı ara sıra da olsa kulağımda.

Yoksa zor değil, hiç zor değil,
Demli çayı bardakta karıştırıp,
Bir başına yudumlamak doyasıya.
Ama ''Çaya kaç şeker alırsın?''
Diye soran bir ses olmalı ya ara sıra...

CAN YÜCEL



Gözler arasındaki ilişkiyi biliyor musun? Onlar birlikte göz kırparlar, birlikte ağlarlar, her şeyi birlikte görürler ve birlikte uyurlar. Buna rağmen asla birbirlerini görmezler. Arkadaşlık bunun gibi olmalı. Arkadaşsız hayat cehennem gibidir.
 



Ynt: Hikayeler

okumuştum yinede keyif aldım hatırlayınca..

Arkadaş dökümü

Evvela dişlerimiz döküldü
Sonra saçlarımız
Arkasından birer birer arkadaşlarımız
Şu canım dünyanın orta yerinde
Yalnız başına yapayalnız
Kırılmış kolumuz, kanadımız
Tatlı canımızdan usanmışız

Bir şüphedir sarmış yüreğimizi
Ya kendini aldatıyor demişiz ya bizi
Bir şüphedir demir atmış ciğerimize
Pamuk ipliği ile bağlamışlar bizi
Düğüm üstüne düğüm şöyle dursun
Bir çalım bir kurum hepimizde
Nereden inceyse oradan kopsun

Bu canım dünyanın orta yerinde
Hayvanlar kadar bağlanamamışız birbirimize
Yalan mı? Gözünü sevdiğim karıncalar
İşte: Hamsiler sürü sürü
Arılar bölük bölük geçer
Leylekler tabur tabur

Ya bizler? Eşref-i mahlukat! ..
Boğazımıza kadar kendi murdar karanlığımıza gömülmüşüz

Bizler bölük bölük, bizler tabur tabur
Bizler sürü sepet
Yalnız birbirimizi öldürmüşüz

Bedri Rahmi Eyüboğlu
 

Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
103,679
Mesajlar
1,522,094
Kayıtlı Üye Sayımız
166,527
Kaydolan Son Üyemiz
Selma Yörük

Çevrimiçi üyeler

SON KONULAR



Geri
Üst