MEVLANA YOLU
TURUN BAŞLANGIÇ TARİHİ : 7 MAYIS 2008 ÇARŞAMBA
BAŞLANGIÇ NOKTASI : KİLİS
AMAÇ : Mevlana’nın büyük göçünün Türkiye ayağının bisikletlerle geçilmesi
TOPLAM YOL MESAFESİ : 1550 – 1600 kilometre
Uzun bir yol Mevlana yolu. Felsefi, ahlaki yüklenimleri olan bir yol. Binlerce kilometrenin son birkaç yüz kilometresi denilebilir, Mevlana açısından bakıldığında konuya. Birkaç yüz dediğime bakmayın, yaklaşık binaltıyüz kilometrelik bir yolculuk, öncesinde beklemeye koyulduğum ve anlatısına başladığım. Bu yolculuğu boyunca Mevlana, başlangıç noktası dışında pek de emin olmadığı bir maceraya başlamış olmuş. Yol boyunca eğilmiş, bükülmüş ve işlenmiş. Sonrasında Belh’den Bağdat’a uzanıp, Şam’da aylar geçirip, Konya’da sonlandırmış hayatıyla yolculuğunu. Yanış anlamayın, yolculukla yaşam süresinin paralelliği yok. Bir olan, hayatın her daim bir yolculuk olduğu. M.S 1200 li yıllarda 9000 kilometreye yaklaşan bir yolu tepmeye cesaret etmek, ancak Mevlana’nın babasına göre bir cesaret olsa gerek demek, o dönemin seyyah ve mucitlerine haksızlık olacak. Ama dönemin âlimlerine ve gezmek, keşfetmek tutkunlarına imrenmemek mümkün değil, düşünsenize henüz bisiklet bile icat edilememiş.
Bir de yaşadığı zaman, şimdiki Anadolu zamanıyla ne hikmetse çok benzeşmekteymiş. Dağınık kavimlerin, dağınık fikirlerin uçuştuğu bir coğrafya konumundaymış Anadolu. Selçuklular hâkimiyeti varmış gibi yazsa da tarih metinleri, bir yandan Moğol akınlarının acımasız yakıcılığı, bir yandan Arap esintilerinin yıprattığı akıllar ve batıdan da Bizans entrikalarına verilmekte güçlük çekilen yanıtların devrinde yaşamış Rumi. Nasıl günümüzde akıl insanı olmak, mantıkla düşlemek ve düşle yaşamak yerine akılla yoğrulmak acı verici ise, o zamanda öyleymiş sanırsam. Hani bazen, kaşarlanmış bir köşe yazarının güncel, hem de çok güncel bir yazısını okuyup da, ah be ne de güzel yazmış derken, imzanın yanındaki tarihle şok olduğumuz anla vardır. O meşhur yazar, copy paste yapmıştır esasen, arşivinden yıllar önce yazdığı bir yazıyı koyuvermiştir köşesine. Nasıl da aynıdır her şey. Çok geliştik diyen insanlık, nasıl da bir arpa boyu ilerleyememiştir; o an anlar algı. Mevlana’yı araştırırken de böyle hissediyor insan. Gönlün bir yanından gelen cız sesini duyuyor kulak. Bir arpa boyu alamadığımız yola gelişmişlik diyen beyinlere acıyor ruhlar. Oysa gelişmek akılda, düşünde olur. Biz ise, evlerimize yeni teknoloji girdikçe ilerlediğimizi sanıyoruz. Daha hızlı uçaklarla uçtukça medenileştiğimizi umuyoruz. Evet, sadece sanıyor ve umuyoruz. Sanmak ve ummakla gelişmek ya da medenileşmek olmuyor. Akılla, düşünle hayalle oluyor. Biz ise (buradaki biz kastım bütün insanlık) azıcık sıkıştığımızda çözüm üretmek yerine avuç açıp duaya başlıyoruz. Güzel yaratanım ne yapsın. Akıl vermiş sana, düşün düşle, hayal et ve çözüm üret diye. Nerede…
GÜZERGAH
Kilis - Elbeyli - Gaziantep - Yavuzeli - Adıyaman - Doğanşehir - Malatya - Keban - Kemaliye - Erzincan - Gölova - Suşehri - Zara - Sivas - Kayseri - Niğde - Karaman - Konya
TURUN BAŞLANGIÇ TARİHİ : 7 MAYIS 2008 ÇARŞAMBA
BAŞLANGIÇ NOKTASI : KİLİS
AMAÇ : Mevlana’nın büyük göçünün Türkiye ayağının bisikletlerle geçilmesi
TOPLAM YOL MESAFESİ : 1550 – 1600 kilometre
Uzun bir yol Mevlana yolu. Felsefi, ahlaki yüklenimleri olan bir yol. Binlerce kilometrenin son birkaç yüz kilometresi denilebilir, Mevlana açısından bakıldığında konuya. Birkaç yüz dediğime bakmayın, yaklaşık binaltıyüz kilometrelik bir yolculuk, öncesinde beklemeye koyulduğum ve anlatısına başladığım. Bu yolculuğu boyunca Mevlana, başlangıç noktası dışında pek de emin olmadığı bir maceraya başlamış olmuş. Yol boyunca eğilmiş, bükülmüş ve işlenmiş. Sonrasında Belh’den Bağdat’a uzanıp, Şam’da aylar geçirip, Konya’da sonlandırmış hayatıyla yolculuğunu. Yanış anlamayın, yolculukla yaşam süresinin paralelliği yok. Bir olan, hayatın her daim bir yolculuk olduğu. M.S 1200 li yıllarda 9000 kilometreye yaklaşan bir yolu tepmeye cesaret etmek, ancak Mevlana’nın babasına göre bir cesaret olsa gerek demek, o dönemin seyyah ve mucitlerine haksızlık olacak. Ama dönemin âlimlerine ve gezmek, keşfetmek tutkunlarına imrenmemek mümkün değil, düşünsenize henüz bisiklet bile icat edilememiş.
Bir de yaşadığı zaman, şimdiki Anadolu zamanıyla ne hikmetse çok benzeşmekteymiş. Dağınık kavimlerin, dağınık fikirlerin uçuştuğu bir coğrafya konumundaymış Anadolu. Selçuklular hâkimiyeti varmış gibi yazsa da tarih metinleri, bir yandan Moğol akınlarının acımasız yakıcılığı, bir yandan Arap esintilerinin yıprattığı akıllar ve batıdan da Bizans entrikalarına verilmekte güçlük çekilen yanıtların devrinde yaşamış Rumi. Nasıl günümüzde akıl insanı olmak, mantıkla düşlemek ve düşle yaşamak yerine akılla yoğrulmak acı verici ise, o zamanda öyleymiş sanırsam. Hani bazen, kaşarlanmış bir köşe yazarının güncel, hem de çok güncel bir yazısını okuyup da, ah be ne de güzel yazmış derken, imzanın yanındaki tarihle şok olduğumuz anla vardır. O meşhur yazar, copy paste yapmıştır esasen, arşivinden yıllar önce yazdığı bir yazıyı koyuvermiştir köşesine. Nasıl da aynıdır her şey. Çok geliştik diyen insanlık, nasıl da bir arpa boyu ilerleyememiştir; o an anlar algı. Mevlana’yı araştırırken de böyle hissediyor insan. Gönlün bir yanından gelen cız sesini duyuyor kulak. Bir arpa boyu alamadığımız yola gelişmişlik diyen beyinlere acıyor ruhlar. Oysa gelişmek akılda, düşünde olur. Biz ise, evlerimize yeni teknoloji girdikçe ilerlediğimizi sanıyoruz. Daha hızlı uçaklarla uçtukça medenileştiğimizi umuyoruz. Evet, sadece sanıyor ve umuyoruz. Sanmak ve ummakla gelişmek ya da medenileşmek olmuyor. Akılla, düşünle hayalle oluyor. Biz ise (buradaki biz kastım bütün insanlık) azıcık sıkıştığımızda çözüm üretmek yerine avuç açıp duaya başlıyoruz. Güzel yaratanım ne yapsın. Akıl vermiş sana, düşün düşle, hayal et ve çözüm üret diye. Nerede…
GÜZERGAH
Kilis - Elbeyli - Gaziantep - Yavuzeli - Adıyaman - Doğanşehir - Malatya - Keban - Kemaliye - Erzincan - Gölova - Suşehri - Zara - Sivas - Kayseri - Niğde - Karaman - Konya