Aizonai'de Apil'i Aramak...

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan acemi karavancı Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 31
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 14,108

acemi karavancı

Her şey olacağına varır...
Mesajlar
36
Tepkime Puanı
0
Yer
Konya, Afyonkarahisar, Keşan, İstanbul
Web
www.aytam.org.tr
İstanbul – Kütahya yolundayız, gece yarısı…

Ne zamandır M. Apuleius Eurykles’i ziyaret etmek istiyordum. Kendisini tanımıyorum. Bildiğim, bizim oraların insanı olması ve duyduğuma göre çok da sevilirmiş. Bu nedenle ben ona kendiliğimden Apil dedim; daha rahat okunuyor ve bizden biri olduğunu daha iyi ifade ediyor. Yolculuk arkadaşlarım da “Göğneksiz Apil mi?” diye sordular. Niçin olmasın, belki de Göğneksiz Apil’dir.

İstanbul’dan 9 Temmuz 2009’da karavanla yola çıktık. Bendeniz Kadir Daylık, oğlum Barış Can Daylık, dostlarımız Akif Saklıca ve Musa Bursalı hep beraberdik. Erzak ikmalini yoldan yapmaya karar verdik. Saat 23:00’de tekerlekler döndü. Direksiyonda Barış Can vardı; bu karavanla ikinci uzun seyahatimiz oldu.

Kütahya
Bütün gece yaz serinliğinde yol aldık. Gebze, İzmit, Adapazarı, Pamukova, Bilecik’de yeni yapılan yol ve tünellerden geçtik. Sonra Bozüyük çevre yolu, İnönü… Porsuk barajının yanından süzüldük ve Kütahya’ya girmeden, yakınındaki benzin istasyonunda durduk. Burada 06:00 – 09:00 arası 3 saatlik uyku bize yetmişti. Elimizi yüzümüzü yıkadık ve devam ettik.

Karavanı Kütahya girişindeki gözlemecinin önüne park ettik. Kahvaltı için haşhaşlı katmer yemek istiyorduk ama “11:30’dan önce hazır olmaz” dediler; biz de yürüdük.

Asitanelerin başında gelen Konya Merkez – Asitane-i Aliyye’den sonra, derece itibariyle 1. sırada olan Afyonkarahisar’daki Mevlevi Camii’ni hepimiz biliyorduk. 2. sırada Manisa, 3. sırada Kütahya olmak üzere on beş tane asitane sıralanır. Asitane, içinde dervişlerin çile çıkarttıkları mevlevihanelerdir. Asitane’nin ayrıca İstanbul’un isimlerinden biri olduğunu da biliyor muydunuz?
[attachment=1]
3. sırada olan Kütahya’daki Dönerler Camii 1237 – 1243 yıllarına tarihlenmektedir. 1233 yılında Alaeddin Keykubad zamanında, Kütahya’nın Bizanslılar’dan Anadolu Selçuklularına geçtiğini düşünürsek, o karmaşa yıllarında yapılmış diyebiliriz. 1230 yılında Anadolu’ya gelen Germiyanoğlu Aşireti, artan Moğol baskısı karşısında 1260’ta göç ederek Kütahya’ya yerleşmiştir. 1277’de
Anadolu Selçuklu Devleti’nin dağılmasıyla Kütahya ve yöresinde hızla gelişen Germiyanoğlu Beyliği Batı Anadolu’nun en güçlü beyliği olmuştur.

İşte sabah saat 09:00’dan itibaren memleketimizin topraklarını dolaşmaya başlamıştık.
[attachment=2]
Şehir, sabah serinliğinde henüz çaylarını içiyor, sohbet demli çaylar eşliğinde koyulaşıyordu. Bu insanlar o insanlardı; öncekiler, dünküler, bugünküler…

Biraz edebiyat yaparsak şöyle olur; Anadolu’nun her toprağında binlerce yıldır cereyan eden baş döndürücü hareketlilik anaforlara ve kör düğümlere yol açar. Sonra o düğümler, savaşlar, istilalar, göçler gibi bitmek bilmeyen oluş bitişlerle tekrar tekrar çözülür. İşte bu oluş bitişler sayısız efsane, dram ve trajedi şeklinde taşlara kazınır, türküler olur, yüreklere siner…Dünden bugüne gelir, bugünden yarına…
[attachment=3]
Mezar taşlarındaki ayna ve çiçek betimlemeleri mezarın bayanlara ait olduğunu göstermektedir. Erkeklerin mezar taşlarında ise kartal ve bazen de aslan kabartması yer almaktadır.

Peki ya Amazonlar; gerçekten var mıydılar? Bazı mezar taşları bayanlara ait olsa da aslan ve kartal kabartması taşımaktaymış, işte bunlar da savaşçı kadınlar…
[attachment=4]
Hala Amazonlar’ın Anadolu’da yaşayıp yaşamadığı konusunda şüphesi olanlar varsa bizim gibi Kütahya Arkeoloji Müzesi’ne gitmeli ve buradaki Amazonlar Lahdi’ni görmelidir. Aizonai’nin 3 km batısındaki nekropolde bulunan bu lahit, yüksek kabartma tekniği ile yapılmış etkileyici bir sanat eseridir. Lahdin yan yüzlerinde Grekler’le Amazonlar arasındaki savaşları betimleyen kabartmalar vardır. MS 2. Yüzyılda yapıldığı belirlenen bu lahdin Cladius Severinus ve eşi Berenice’ye ait olduğunu kapaktaki yazıda okuyabildik. Eminim ki Cladius Severinus ve eşi Berenice’yi bizim Apil yani M. Apuleius Eurykles yakından tanımaktaydı…

Müzede lahdin arkasında dipte en solda bir büst vardı. Aizonai’de köprünün orda bulunmuş. Uzun uzun bakıştık ama ne o bana ne ben ona soramadık “siz kimsiniz?” diye… Bu bizim Apil olamaz mıydı?

Bu topraklarda MS 2. yüzyıldan biraz daha yakın zamana geldiğimizde Yıldırım Bayezid zamanında başlanmış ve Şehzade Musa Çelebi tarafından 1410 yılında tamamlanmış bir yapıyı, Ulu Cami’yi görüyoruz. Kütahya’nın en güzel ve en büyük bu camisinin yerini Kütahya’lılara sorduğumuzda “Merkez Camisi mi? Dümdüz yürüyün” demişlerdi.

Cami avlusuzdur. 3 kapısı, 64 penceresi, 2 kubbesi, 6 yarım kubbesi ve beş bölümlü son cemaat yeri var.
[attachment=5]
Mihrabın sağındaki Kâbe tasvirli pano dikkatimizi çekti. Dört sütunlu müezzin mahfeli altındaki şadırvanın sesi ise bizi zamandan aldı götürdü…

Kur’an Kursundaki çocukların cıvıltıları olmasa idi neredeyse Yıldırım Bayezid ile konuşacak, pek çok gizemi kendisinden öğrenecektik.

Bayezid, yuvarlak yüzlü, beyaz tenli, koç burunlu, ela gözlü, kumral saçlı, sık sakallı ve geniş omuzluydu.

Bakındık, göremedik…

Babası Sultan I. Murat, annesi bir Bulgar asıllı (bazı kaynaklara göre ise Bizans asıllı) Gülçiçek Hatun'muş. Şimdi böyle tanıyan pek az. Adı babaannesinin babası Türkmenler'in Ede-Balı diye andığı Ebâ Yezîd'in adından gelir; dedik kimse bilmedi…

1381de bu topraklarda Germiyanoğulları Beyi Süleyman Şah'ın kızı Devlet Sultan/Hatun 'la evlendi, dedik; hatırlamadılar… Bu evlilik sonrası Germiyan topraklarının neredeyse tamamı "gelin ceyizi" olarak Osmanlılara verilmiş dedik… Pek oralı olan olmadı…

1381 yılında evlenişinin takip eden yıllarda devlet idaresinde yetişmesi için Sultanönü (Eskişehir) ve sonra Germiyan İli (Kütahya) sancakları beyliğine atanmış. İşte içinde bugün şadırvan sesine çocuk cıvıltısının karıştığı Ulu Cami’nin yapımına bu yıllarda başlanmıştır.
Yıldırım Bayezit 8 Mart, 1403de 43 yaşındayken Akşehir'de neden olduğu hala bilinmeyen gizemli bir şekilde ölmüştür. Bayezid’in kaderi bizim oralarda, Batı Anadolu’da yazılmış…
Caminin yapımını bitiren Musa Çelebi (Ö. 1413) - Devlet Şah Hatun'un oğluydu. Caminin tamamlanmasından üç yıl sonra vefat etmiştir.

Zaman içindeki bu gidiş gelişler bizi yordu. Yolculuk mekânda ve zamanda geçiyordu.

Acıktık.

Ulu Cami’nin karşısındaki fırında mercimekli ve patatesli bükmeleri görünce dayanamadık. Asmalı Fırıncıya “Afyon’un bükmesini mi çaldınız?” diye sorunca kendisinin de Afyon’lu, Sinanpaşa’lı olduğunu söyledi. Bükmeleri hemen yandaki kahvede iki bardak çay eşliğinde mideye indirdik. Kahvaltı meselesi de böylece hallolmuş oldu.

Germiyanlı Sokağı’na giderken geçtiğimiz çarşıda vitrininin karışıklığı ile ilginç bulduğumuz bir dükkânda içerdeki beylerle yaptığımız sohbeti burada anlatmak istemiyorum. Çayların eşliğinde giriştiğimiz koyu sohbette bizi misafir edenlerin değindikleri Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı doğrusu bizi çok üzmüştü. Bugün bu zihniyet, özgürlüğümüzün ve Cumhuriyetimizin kazanıldığı bu topraklarda yer bulabiliyordu…

Akif Saklıca “Arkadaşlar” dedi “saat ilerliyor, Göğneksiz Apil’i bekletmeyelim” Musa Bursalı “önce bin yıllık kestane ağacını göreceğiz” dedi. Karavanımızı bıraktığımız yere hızlı adımlarla ilerlemeye başladık. Şimdi “bul” deseniz dükkânın nerede olduğunu bulamayacağım “Helvacıoğlu” sülalesinin üçüncü kuşak torunundan, yarım kilo henüz yeni dökülmüş irmik helvası alıp geçtik. Afyon’daki Helvacıoğlu sülalesi ile bir ilgileri olup olmadığını sorduğumuzda ilgilerinin olmadığını da öğrendik.

Karavanın yanına geldiğimizde gözlemeci dükkânı çalışıyordu. Hanımlar gözleme yapıyor ve içerde ağırlıklı olarak gençler gözleme yiyorlardı. Biz de birer tane özel haşhaşlı katmer yaptırıp ikişer bardak çay eşliğinde onları da öğle yemeği niyetine yedik. Gerçekten Akif Saklıca’nın tarifi üzerine kadınların yaptığı katmerlerin tadı harikaydı… Fazla gelen iki katmeri de paket yaptırıp yanımıza aldık.
:smiley:

DSC03883.jpg


IMG_1445.jpg


IMG_1451.jpg


IMG_1455.jpg


IMG_1472.jpg
 

Etiketler
Kumarı Köyü’nde Bin Yıllık Kestane Ağaçları

Kumarı Köyü’nde Bin Yıllık Kestane Ağaçları

Kumarı Köyü’ne Kütahya’nın içinden gidiliyor. Merkeze bağlı köye, Sultanbağı’ndan sonra Radar Caddesini takip ederek yukarılara, yokuşu çıkıp gittik. Yol bizim karavan için biraz zorlu olmasına rağmen asfalttı. Geçen yıl 26 Ağustos gecesi Afyonkarahisar Kocatepe’ye gittiğimiz aklımıza geldi; “Kocatepe’ye çıkmış bu karavan, Kumarı Köyü’ne mi gidemez” dedik ve bastık gaza…
[attachment=1]
Hisar tepesindeki Kütahya Kalesini arkadan gördüğümüzde, kale çok aşağılarda kalmıştı.

Bozuk orman, tarlalar ve bahçeler arasından köye geldiğimizde yol bitti. Çamaşırhanenin karşısına park ettik. Yanımıza koşup gelen çocuğa adını sorduk, “Muharrem” dedi. Muharrem 7. sınıfa gidiyor. Büyüyünce Veteriner olacakmış, her gün bu yoldan köyün aracı ile gidip geliyor Kütahya’daki okuluna.
“Bin yıllık ağaç nerde?” dedik. Muharrem “yürüyeceğiz” dedi. O önde biz arkada düştük yola… Yol biraz uzundu ama bin yıllık bir büyüğü ziyarete gidiyorduk, bize hiç zor gelmedi. Önce yoldan sonra tarlalar içinden 25 dakikalık bir yürüyüşle Boyacılar Mevkiine geldik. Bir değil üç adet bin yıllık anıt ağaç bizi bekliyordu. Hemen birine koştuk sonra ötekine…
[attachment=2]
Bize kucağına alan yaşlı dostumuzun önünde hatıra fotoğrafımızı çektirdik. Muharrem de yanımızdaydı. Fotoğraftan Muharrem’e de göndereceğimize söz verdik.

“Muharrem” dedim “bir hesap yapalım. Şimdi 2009 yılındayız, bin yıl geriye git, 1009 yılı. Yani Alparslan 1071’de Anadolu’ya gelmişse bu ağaç ondan önce var.”

“Evet” dedi Muharrem “belki de daha eski ve hala kestane veriyor”

Kestane ağaçlarından izin istedik; “yolumuz uzun” dedik “Apil’le buluşacağız. M. Apuleius Eurykles, sizden de yaşlı…”

Dağ yollarından Aizonai’ye gidiyoruz…
[attachment=3]
Kütahya’ya geri dönmedik. Dağ yolundan Aizonai’nin yolunu tuttuk. Dur, sağda o da ne, “dallarını kırmadan kiraz yemek serbesttir!” Hemen durduk “kim bu geniş gönüllü adam” diye bahçeye koşturdum. Mehmet, “bu yazıyı babam yazdı” dedi. “Kim babanız” dedik. “arıcı Ali” dedi… Dalları kırmadan doyasıya kiraz yedik.
[attachment=4]
“Aslanapa istikametine yol düzgün mü?” diye Mehmet’e sorduk. ”Düzgündür, gidebilir siniz” dedi. “Bir kısım yol stabilize olabilir ama kötü değildir.”

DSC03891.jpg


IMG_1479.jpg


DSC03896.jpg


DSC03899.jpg
 

M. Apuleius Eurykles nerede?

M. Apuleius Eurykles nerede?

Gerçekten de yol yer yer stabilize oldu. Zorlu ama bir o kadar da güzel dağ yollarından Yaylababa, Güvem üzerinden Aslanapa istikametinde Uşak karayoluna indik. Temmuzun 10’u olmasına rağmen yağmur yağıyordu. Bir iki yol yapımında yavaşlayıp Aizonai’ye vardığımızda akşam olmak üzereydi.

Hemen tapınağa gittiysek de M. Apuleius Eurykles’i yani bizim Göğneksiz Apil’i bulamadık.
[attachment=1]
Yarın buluşuruz umuduyla baraj yanındaki piknik alanına çektik karavanımızı ve akşam yemeğimizi hazırladık. Közlenmiş patlıcan, yoğurt, peynir, yeşil salata, taze fasulye ve Kütahya’dan aldığımız irmik helvası… Patlıcanları Barış Can közledi, Yeşil Salata’yı Musa bey yaptı, taze fasulyeyi Akif Bey hazırladı… Birbirine uyumsuz gözüken bu etsiz ziyafet eşliğinde rakılarımızı da içtik.

Ama bizi sivrisinekler rahat bırakmadı. Toplandık ve Aizonai’ye geri dönmeye karar verdik; “o da ne!” gece karanlığında önümüze çıkan tavşana elimde fenerle yaklaştıysam da yakalayamadım…

Aizonai’ye bugün Çavdarhisar diyoruz. Uşak Karayolu Penkalas Irmağına paralel uzanıyor. Penkalas Irmağına ise bugün Kocaçay deniliyor. M.Ö. 3000 yıllarından itibaren yerleşim yeri olan bu kent, ırmağın iki yakasında kurulmuş. Kitaplara göre; kentin ismi Su Perisi Erato ile efsanevi kral Arkas’ın birleşmesinden ortaya çıkan Azan isimli mitoloji kahramanından gelmektedir. Aizonai antik kenti Frigya’ya bağlı yaşayan Aizanistler’in ana yerleşmeleriydi. Helenistik Dönem’de Bergama Krallığı ile Bithinya arasında el değiştirmiştir. M.Ö. 133’de Roma egemenliğine girmiş, Erken Bizans Dönemi’nde piskoposluk merkezi olmuştur. M.S. 7. yüzyılda önemini yitirmeye başlayan kent 13. yüzyılda yani Ortaçağ’da Çavdar Tatarlarının Üssü olarak kullanılmış ve bu yüzden daha sonraları Çavdarhisar ismini almıştır.

Aizonai Restoran’da hala yemek vardı. Saat 24:00’e geliyor. Biz “sohbet istiyoruz” dedik, oturduk. İki genç, biri askerden yeni gelmiş bize çay söylediler. Bulundukları bölgenin değerinden, tarihinden bahsettik. Askerden yeni gelen büyük şehre ya da tatil merkezlerine gitmek istediğini söyledi. Burada iş olanakları yoktu; gençlerimiz gelecekten umutsuzdu. “Siz burada görkemli bir tarihin kalıntıları arasında kendinizi nasıl hissediyorsunuz?” diye sorduğumuzda, askerden yeni gelen “bizim kökümüz Bizanslılara dayanıyor” dedi. Gerçekten de üzerinde yaşadığımız toprakların başka yörelerle mukayese kabul etmez özelliği budur. Topraklarımız tarihsel açıdan engin bir derinliğe sahip olduğu kadar aynı oranda da çeşitliliği barındırır. Hem de kesintisizliklerle birlikte oluşan bir çeşitlilik. Bir uygarlıklar sahnesidir Anadolu’muz. Tarihin her döneminde, kuzeyden, batıdan, doğudan, güneyden gelmişler; aç kalmışlar gelmişler, soğuktan kaçmışlar gelmişler, kuraklık canlarına tak etmiş gelmişler, savaşmaktan yorulmuşlar gelmişler… Anadolu hepsine kucak açmış; doyurmuş, ısıtmış, korumuş hepsini. Gelenler yerleşmişler, uygarlıklar kurmuşlar; hem var olan renklerle karışmışlar, hem de yeni renkler katmışlar Anadolu’ya. Bu topraklar yüzlerce kavimden dem almış. Anadolu halkı bu yüzden çok bilge bir halktır.

Bugün için “ben kendimi Bizanslı hissediyorum” demek bir aykırılık gibi görünse de bazı tarihçilerin öne sürdüğü gibi Anadolu’nun tarihi 1071 ile başlamaz. Böyle bir davranış, kendimizi gurbette sanmaktır. Anadolu’yu Hititler’den Firigler’den Romalılar’dan, Moğollarına, Bizanslılara varasıya dek birçok devletler fethetmişler, bugün ise hiç birisi yok ortada.

Anadolu birçok devletleri, uygarlıkları kendi içinde eriterek geldi bu güne. Ve bizler bu soylu toprakların üzerine geldik, fakat o günden bu yana hem erittik, hem eritildik. Sözün özü biz Anadolu’laştık. Anadolu Türkleşti… Kültür Kumaşı çok zengin olan soylu bir toprağın ve büyük bir uygarlık oluşumunun çocuklarıyız bu gün. Köklü bir uygarlık oluşumun çocukları olarak bize düşen ise ‘Anadolu Tarihi’ni kendi ayakları üzerine oturtmaktır’ Bunun için de kültürel kopartmalar yapmadan, ulusal bir kültür sentezine varmak için, yaşadığımız çağın toplumsal gerçeklerini ve karakteristik yapısını göz önüne alarak, tutarlı ve bilinçli bir gözle bu günden düne giderek gerçek Anadolu Tarihi’ni ortaya koymalıyız. İşte o zaman, Anadolu’nun Tarihi, kendi ayakları üzerine oturtulmuş olur. Bazı tarihçilerin yaptığı gibi Anadolu’da Türk’ün Tarihi’ni 1071’le başlatırsak Anadolu’nun Tarihi’ni giderek Türk’ün Tarihi’ni belinden kesmiş oluruz.

Askerden yeni gelmişe “ben de Frigyalı’yım” dedim. Sohbetimiz doyumsuzdu, “biraz hava alalım” dedik, kalktık. Çay paralarını almadılar.

Geç saat olmasına rağmen Kasap Ahmet et işliyordu. Ahmet Almanya da doğmuş. Bırakmış oraları gelmiş. Kasaplık yapıyor, meyve de satıyor. Dükkanın önünden bir kavun aldık, bir de bıçak istedik. Parka oturduk. Cıvıl cıvıl oynayan çocukları yanımıza çağırdık. Şakalaştık. Kavunun yarısını onlara verdik, yarısını biz yedik.

Parktaki çeşmede elimizi yüzümüz yıkadık, gittik yattık. Sabah Göğneksiz Apil’le buluşacaktık. Tarih, 11 Temmuz 2009’un ilk saatleriydi…

Aizonai’de bir gün…

Çok güzel uyumuşuz. Sabah kahvaltı hazırlamadık, buluşma heyecanı ile çabucak Aizonai Restoran’da mercimek çorbası içtik…

Restorandan çıkınca şöyle bir etrafıma bakındım, biz de burada, beş bin yıllık yerleşimde, iki bin yıllık Aizonai’deydik… Taşlardaki yazılar bunu doğruluyordu… Tarihe elimle dokunabildim.

Penkalas’ın her iki yakasında günümüze gelen yapı kalıntılarının büyük bir kısmı Roma İmparatorluk Dönemi eserleridir.
[attachment=2]
Burası Efes’le çağdaş bir kenttir.

Penkalas, sabahın serinliğinde tertemiz ve şırıl şırıl akıyordu… O zamanlarda, ilkbaharda kabaran sulardan korunmak için her iki kıyıda iri kesme taşlardan yapılmış koruma duvarları varmış. Antik dönemde iki yakayı birbirine bağlayan köprülerden ikisi dahi halen geçişe hizmet etmektedir. Bütün trafik yükünü beş kemerli yapısıyla taşıyan şehrin ana köprüsü bizim karavanı da karşı yakaya ulaştırdı. “İşte bu!” dedim heyecanla, “işte bu bizim Apil’in köprüsü!”
[attachment=5]
Bu köprünün açılış merasimi MS 157 yılının Eylül ayında yapılmış. M. Apuleius Eurykles, İmparator Hadrianus tarafından kurulan ve Panhellenion denilen Helen Birliği’nde Aizonai’yi temsil etmek için MS 153 ve 157 yılları arasında Atina’da bulunmuştur. Hadrianus 138 yılında öldüğüne göre Apil onu görememiş olmalı, yoksa sağlığında başka yerde gördü mü?

Apil, Atina’dan dönüşünde tehlikeli bir deniz yolculuğu yapmış ve bu köprünün yapımı sırasında eklenen kabartmalarda bu deniz yolculuğunu anlatmıştır.

Biz kabartmaları yerinde göremedik…

M. Apuleius Eurykles’i, yani bizim Göğneksiz Apil’i tapınakta bulabiliriz diye oraya yöneldik, karavanı yolun sağına çektik. Ören yeri görevlisine Apil’in yaptırdığı köprünün başında olması gereken kabartmaları sorduğumda “gelin benimle” dedi “onları oradan kaldırdık, sizi götüreyim…”
[attachment=3]
M. Apuleius Eurykles’i göremedik ama taşlar her şeyi anlatıyordu.”Önce Atla geldik” diyordu “küçük bir gemiye bindik, fırtına’yı hesaba katmamıştık. Çok zorlandık. Geminin bütün omurgası çatırdıyordu, sarsıldık, yalpaladık, yan yattık…”
[attachment=4]
“Islanmıştık, karşımıza çıkan büyük balıklar, canavarlar bizi yıldırmadı. Köpekbalıklarının sırt yüzgeçlerini gördük, köpek gibi dişleri ve saldırgan halleri vardı…” diye anlatıyordu; “Hepsini gelecek kuşaklar okusun” diyerek “buraya yazın” diye gürledi…

DSC03903.jpg


DSC03924.jpg


IMG_1484.jpg


IMG_1486.jpg


IMG_1559.jpg
 

Anadolu'nun ortasında balık...

[attachment=1]
Denizden uzakdaki Anadolu’nun ortasına Yunuslar dahil deniz canlılarını taşımış, Aizonai’lileri bu yaratıklarla tanıştırmıştı M. Apuleius Eurykles; Yıl 157, mevsimlerden sonbahar…

Zeus Tapınağı
[attachment=2]
Kuşlar…onlar yüksekten her şeyi görüyorlar, her yere gidiyorlar…”Bu yapının benzeri var mı diye sordum” “yok, yok, yok,yok…”diye cevapladılar.

En parlak dönemini 2. ve 3. yüzyılda yaşayan Aizonai, Bizans Dönemi’nde piskoposluk merkezi olmuştur. Kentte Zeus adına inşa edilen Anadolu’nun en iyi korun muş ve günümüze kadar gelebilmiş bu tapınağın yüksek sütunları iki bin yıldır kuşlarla konuşuyorlar…

Kentin ana kutsal alanı olan tapınağın yapılabilmesi için erken evrelere ait tabakaların ortadan kaldırılmış olduğu son kazılarda ortaya çıkmıştır. Ortadan kaldırılan tabakaların molozları, tapınak alanının tekrar dolgusu sırasında kullanılmış olmalıdır. Burada Erken Bronz Çağı 2'ye (M.Ö. 2800-2500) tarihlendirilen keramik parçaları ele geçmiştir.

Tapınağın yapımına M.S. 2. yüzyılın 2. çeyreğinde başlanmıştır. Yapımı için gerekli harcamaların, olasılıkla geniş tapınak arazilerinin icara verilmesiyle sağlandığı sanılmaktadır. Yazılı kaynaklar şöyle anlatıyor; “Toprağı kiralayanlar uzun yıllar para ödememekte direndiler. Ancak İmparator Hadrian'ın kararıyla paralar ödenince tapınağın inşaasına başlanabildi. İmparator ile kent arasında bu konuyla ilgili yazışmalar Aizanoi için o kadar önemliydi ki, tapınağın ön galerisinin (pronaos) kuzey tarafında bunu anlatan yazıt bugün dahi yerinde bulunmaktadır. Aynı duvarın dış tarafında da uzun yazıtlar vardır. İşte burada Göğneksiz Apil’den bir kez daha övgüyle söz ediliyordu. M. Apuleius Eurykles’in erdemleri ve kent için yaptığı işler günümüze kadar gelmiştir. İşte tarih bu, sadece savaşlar ve kahramanlıklar değil, iyilikler ve erdemler de zamana karşı aşınmasızdır…

Tapınağın yazıtlarının ve kesme taşlarının üzerinde savaş sahnelerini, atlıları ve atları gösteren çizimler dikkatimizi çekti. Sanki dün çocuklar tarafından yapılmış gibi bu acemi çizimler 13. yüzyılda tapınağın etrafındaki surlarda korunak arayan Çavdarlar'ın yaşamlarından sahneler göstermektedir.
[attachment=3]
Peristasiste kısa yanların her birinde 8, uzun yanlarda 15'er İon sütunu yer alır. Sütunlarla iç mekanlar (pronaos, cella ve opisthodomos) arasındaki uzaklık, sütunlar arasındakinden iki defa daha geniştir; böylece burada pseudodipteros planlı bir tapınak uygulanmış olmaktadır.
[attachment=4]
53 x 35 m. ölçülerindeki podyum üzerine yapılmış olan tapınak ile tonozlarla örtülü büyük bir alt yapının birleşimi, Anadolu'daki Roma mimarlık sanatında pek alışılmamış bir durumdur ve tam bir benzerine rastlanmamıştır. Cella, opisthodomos ve pronaosu bütünüyle kaplayan alanın altındaki alt yapının daha önceki araştırmalarda Aizanoi'de Meter Steunene adıyla tapınılan Anadolu'nun Tanrıça Kybele'sinin kült yeri olduğu düşünülmüştür.
[attachment=5]
Tapınağın kuzeybatı alınlığında orta akroterde bir kadın büstünün bulunması, tapınağın yalnız tanrıların babası Zeus'a değil, aynı zamanda Tanrıça Kybele'ye de adanmış olduğunu gösterir sanılmışsa da son araştırmalarda tapınağın çift tanrıya, hem Zeus hem de Kybele'ye adanmış olamayacağı anlaşılmıştır. Etki uyandıran alt yapı ise belki de kehanet yeri veya tapınağın deposu işlevini görüyordu. Kadın büstü biçimli akroter, tapınağın önünde, buluntu yerine yakın bir yere konmuştur.

İki motosikletle gelen İtalyan çift tapınağı geziyorlardı. Belki kendi medeniyetlerinin köklerini belki de bizim gibi M. Apuleius Eurykles’i belki de kendilerini arıyorlardı…

IMG_1489.jpg


DSC03908.jpg


IMG_1514.jpg


DSC03910.jpg


IMG_1521.jpg
 

Ynt: Aizonai'de Apil'i aramak...

Kadir bey, benim de hayran olduğum Aizonai antik kenti ve çevresi ile ilgili seyahatiniz için kullandığınız dile hayran olmamak elde değil. Sn Haldun Uluengin ve Sn Hüseyin Rüzgar'dan sonra zevkle okumak isteyeceğim bir gezgin dostumuz daha oldu. Fotoğraflarla süslediğiniz yazılarınızın devamı dileği ile... ( deneme mi demek gerekir bilemiyorum)
Oğuz
 



Stadyum ve Tiyatro

Stadyum ve Tiyatro

Tapınaktan çıktık, bahçeler arasından geçerek stadyumun güney yüzünde durduk. Burası aynı zamanda satadyumun dik kenarı idi.
[attachment=1]
Bu stadyum ve tiyatro kombinasyonunun bir benzeri yoktur. Stadyumun doğu ve batı yüzlerinde boylu boyunca uzanan oturma sıraları toprak altındadır. Yer yer kazılmış ve düzenlenmeye çalışılan bu sıralar hafif çokgen biçimli olduğundan yapı ortada genişlemektedir. Stadyumun tiyatroya bakan kuzey cephesi mermer kaplı bir duvarla sınırlıdır. Bu aynı zamanda tiyatro sahnesinin de arka tarafının kaplamasıdır. Mermer parçaşaları stadyumun kuzeyinde görülebilmektedir.
[attachment=2]
Stadyumun içinden boylu boyunca yürüdük. Sağdan soldan yükselen tezahürat seslerini dinlemek istedim, çıt yoktu.

Bu stadyum ve tiyatro 20.000 kişilikmiş.

Bugün bile bu büyüklükte bir stadyuma ve tiyatroya sahip olmayışımıza üzüldüm.

Neredeydiler…

İkibin yıl öncesinin sanatçıları, sporcuları, seyircileri neredeydiler… “Hey, heyyyy, neredesiniz” diye bağırdım…
[attachment=3]
Ödülleri ile madalyaları ile yazıları cevap verdiler…

“Buradaydık!...”

Stadyum girişinin doğu kısmının onarımı sırasında, yeni bulunan ve tekrar yerlerine konan yazıtlar bizim Apil’in, M. Apuleius Eurykles’in bu kompleksin yapımında da rol oynadığını göstermektedir.

“Hey, M. Apuleius Eurykles, Aizonai’de hep sen varsın.” Bu stadyum ve tiyatro 160 yılında yapılmaya başlanmış ve aralıklarla senden sonra da 3. yüzyılın ortalarına değin yapım süreci geçirmiş… “Sen Atina’ya gittin geldin, köprü yapılırken de Tapınak onarılırken de stadyum yapılırken de buradaydın… Apil, şimdi nerdesin?”

Her taşa dokunduk, her taşa baktık, yapının tiyatro tarafına geçtik… Tiyatronun sahne kısmı zengin mermer bezemelerle kaplı olmalıydı. Bu bezemelerin yüzyıllar boyu süren çeşitli depremler yüzünden oturma basamaklarının ortasına yığıldıklarını gördük.
[attachment=4]
Bu tiyatrodaki oyuncular dışarıdan mı geliyorlardı?

Turneye çıkıp dolaşan oyuncular var mıydı?

Oturma basamaklarını tek tek gözden geçirdik. Gölgelik ayakları için açılmış oyuklar keşfettik. Demek ki güneşin altında gündüz de oyunlar oynanıyordu…

Tiyatronun tam ortasına gelen oturma yerleri daha geniş ve mermerden yapılmıştı. Bunların protokol yeri olduğunu tahmin ettik.
[attachment=5]
“Apil, selam olsun sana”

Aizonai’liler selam olsun size”

“Hemşehrilerim selam olsun size…”

“Bin yıl öteden selam olsun size…”

Ayrılmaya kıyamadan ayrıldık… Güneş yükseliyordu…

Tekrar stadyumu boylu boyunca yürüdük. Tapınağı gezerken karşılaştığımız İtalyan çiftle yeniden karşılaştık, su ikram ettik.

Karavana davet ettik ve birlikte dönüşe geçtik…

DSC03918.jpg


IMG_1527.jpg


IMG_1548.jpg


DSC03922.jpg


IMG_1537.jpg
 

Apo mu Apil mi?

Hamam
[attachment=1]
Dönüşte karavanı durdurduk. İtalyan çift bizden ayrıldı.

Biz stadyum ve tapınak alanı arasında stadyumdan dönüşte sağdaki yapının önünde, spor çalışmalarının yapıldığı kare biçimli sütunlu avluda (palaestra) sporcuları selamladık, ama yoktular.

Biraz ilerledik, burada 2. yüzyılın ikinci yarısına ait zengin süslemeleri bulunan bir hamam yer almaktaydı. Mermer kaplamalar ve su ısıtma kanal kalıntıları oradaydı. Frigidarium ve caldarium gibi esas yıkanma odaları yapının ortasındadır. Bunlara çok sayıda mekân açılmaktadır; bunların en büyüğünde bir apsis içinde Tanrıça Hygieia’nın mermerden bir heykeli varmış. Sütunlu avlunun kuzeyindeki tarlalarda bulunan büyük taş bloklar, burada, içi yuvarlak, dışı çokgen biçimli görkemli bir mezar yapısının olabileceğini göstermektedir.

Sporcuları hiçbir yerde göremedik. Biraz ilerde bir mezarlık vardı…

MS 3. yüzyılın 2. yarısında şehrin kuzeydoğusunda aslında var olan büyük kireçtaşı bloklardan oluşan bir bina içine ikinci büyük bir hamam inşa edilmiştir. Hamam mekânlarından birinde ortada Satyr ve Menad betimli kaliteli bir mozaik taban vardır. Üstü kapatılmış bu mekânın kapısı kilitli olduğu içine giremedik. Yan tarafında traktör tamir eden çiftçilerin yanından parmaklıklar arasından içeriye baktık. MS 4. veya 5. yüzyıldan sonra bu hamamın ana mekanının düzenlenmiş ve Aizonai’nin erken Hıristiyan cemaatinin yöneticiliğine atanan psikoposluk merkezi işlevini görmüş olduğunu öğrendik.

Dünyanın İlk Borsası
[attachment=2]
Daha güneyde MS 2. yüzyılın 2. yarısında olasılıkla gıda pazarı olarak kullanılmış yuvarlak bir yapı (macellum) vardır.

Burası dünyanın ilk borsa binasıdır.

Borsanın dubvarına MS 4. yüzyılın başlarında İmparator Diocletian’ın 301 yılında enflasyonla mücadele için yaptığı ücret tespitleri bulunmaktadır
[attachment=3]
Bu yazıtta İmparatorluk pazarında satılan tüm malların satış ücretleri yer almaktadır.

Kuvvetli bir köle iki eşek ücretine eşittir. Yani 30.000.-Dinar.

Bir at ise üç köle ücretine eşittir, yani kaç Dinar?

İşte tam bu sırada kim geldi dersiniz? Yanımıza yaklaşan kibar adam, “burası benim ilk okulum ve bahçesi idi” dedi… Alman arkeologlar kazıp açığa çıkardı…

Apo mu Apil mi?

“Benim adım Abdullah” dedi, herkes bana “Apo” der. “Ben 12 Eylül döneminden önce Çavdarhisar Belediye başkanı idim.” “Komünist olduğum için beni görevden aldılar”
[attachment=4]
Komünist Apo, kendi olanakları ile bir etnografya sergisi oluşturmuş. Bizi sergisine götürdü gezdirdi…

Aslında akşamdan Apo ile tanışsaydık gece uzun sohpetimiz olurdu.

Dumlupınar’a gitmek üzere ayrılmak zorundaydık, vedalaştık ve ayrıldık.

Acaba Apo, Apil miydi? M. Apuleius Eurykles, Apo’muydu…

IMG_1551.jpg


DSC03929.jpg


IMG_1552.jpg


DSC03925.jpg
 

Ynt: Aizonai'de Apil'i aramak...

Sayın Kadir DAYLIK bey gezinizle bende iç içe sizinle gezdim ve o havayı soludum.Ben aslen KÜTAHYA /HİSARCIKLIyım.Benim memleketimi bana gezdirdiniz,tarihini öğrettiniz.Çok büyük keyif aldım.Teşekkürler.Daha daha nice gezilere İNŞALLAH..SEVGİ ve saygılarımla.
 

Ynt: Aizonai'de Apil'i aramak...

Yaklaşık bir yıl kadar önce ziyaret ettiğim mekanları sayenizde tekrar gezmiş gibi oldum. Paylaşımınız için teşekkür ederim.
 

Ynt: Aizonai'de Apil'i aramak...

Etkileyici anlatımınız, ayrıntılı açıklamalar ve fotolar için çok teşekkürler... Oğuz Beyin(teos) işaret ettiği gibi, forum, etkileyici bir kalemle daha tanıştı.

Cavid Sezen
Not: Motorkaravanınız, fazer yapımı sanırım.
 



Ynt: Aizonai'de Apil'i aramak...

Sevgili Dostlar, Bu gezimiz Aizonai'den sonra Dumlupınar, Afyonkarahisar, Dinar, Eğridir, Isparta dönüşte yine Afyonkarahisar, Çifteler(Sakaryabaşı) Eskişehir, İstanbul olarak devam etti ve tamamlandı. Gezi notlarıma sizler için devam edeceğim.
Evet aracım Fazer yapımı 1994 BMC üzerine 2008 model...
 

Ynt: Aizonai'de Apil'i aramak...

Sevgili Dostum;
Bu kadar anlatıma nasıl fırsat buldun şaşıyorum sana. teşekkürler bu kadar güzel anlatıma ve paylaşımına... sanki ben ve Özgür ile Barış'ta yanındaymışız gibi hissettik. Sağlıklı ve mutlu nice geziler dilerim. Mustafa SELEK
 

Ynt: Aizonai'de Apil'i aramak...

sn kadır bey.
yazınızı okudum sanırım bır kac defa daha okurum. anlatım bıcımızle yazılarınızın ıcıne ıcıne cekıp sarıp sarmalayıp koyvermeyen uslubunuzdan oldukca keyıf aldım. ıste boyle yazıldıgı zaman sıkılmıyor daha okumak daha da okumak ısteyesı gelıyor ınsanı . evet ne yalan soyleyeyım bır roman okumusum da sonu hemen gelıvermıs '' eeee ne olacak sımdı'' der gıbı bır beklentı ıle kalakalmıs durumdayım.
selamlarımızla mehmet.
 






Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
103,679
Mesajlar
1,522,093
Kayıtlı Üye Sayımız
166,527
Kaydolan Son Üyemiz
Selma Yörük

Çevrimiçi üyeler

SON KONULAR



Geri
Üst