chatlak
Kamp I
roma
9–10 ekim 2010
burcu mert
mustafa dermanlı
konfora pek de meraklı olmayan ve gezmeyi seven iki kişinin 8 ekim 2010 cuma gecesi roma’ya uçarak başlayan, 10 ekim 2010 pazar gecesi istanbul’a dönerek, aradaki zamanı roma’da maksimum ‘gezerek’ geçirdikleri dolu dolu iki günün gezi anılarını aşağıda okuyacaksınız. roma gibi tarihi bir kenti ya sokak, meydan ve önemli notlarını gezmek; ya yeme, içme kültürünü keşfederek dinlenmek ya da müzelerinde büyülenmek için ziyaret edebilirsiniz. bunların tamamını iki güne sığdırmak ise çok zordur. biz (yani sevgilim ve ben) “sokakları, meydanları, pazarları gezmek, bazı önemli yeme-içme kültürünün de ucundan tatmak” parolasıyla gezimizi gerçekleştirdik. yeme – içme çeşitliliğinin ve kalitesinin fazla olması bütçemizi, roma’da yer alan 140 müzenin de zamanımızı zorlayacak olmasından dolayı iyi ki de bu kararı almışız diyoruz.
uçuşlarımızı gerçekleştirdiğimiz pegasus havayolları’ndan biletlerimizi bir kampanya sayesinde hediye olarak kazandık. ne giderken, ne dönerken rötarla veya herhangi bir aksilikle karşılaşmadık. cuma gecesi gidip, pazar gecesi dönmek bize sadece 1 gece konaklama, 2 dolu gün gezme fırsatı verdi.
otel yerine, hostelde kalmayı tercih ettik. karavanımızla gerçekleştirdiğimiz gezilerde çok büyük aksilik olmadığı takdirde karavanımızda kalmayı yeğliyoruz. böyle bir geziye uçakla gittiğimizden maalesef bu şansımız yoktu. roma’da gecelik konaklama fiyatlarının yer yer 1.000 eur’ya kadar yükseldiğini belirtmeden edemeyeceğim. gezimizin u2 konseriyle aynı haftaya denk gelmesinden ötürü roma’da alt seviye ucuz otel bulmak bile olanaksızdı. bizimse sadece biraz dinlenmek ve uyumak için bir yatağa ihtiyacımız olduğundan hostel fikri çok cazipti. biz de termini’nin dört sokak ötesindeki via palestro’daki hotel positano’da kaldık. 5 kişilik hostel odası şeklindeki odalardan birinde, 2 yatak için 44 eur ödedik. rezervasyonu hostelworld.com’dan yaptırdık ve hiçbir sıkıntı yaşamadık. fiyat performans olarak aradığımızı bulduk. termini’ye yakın olması, sıcak suyunun olması, şehir gürültüsünden uzak olması, vasatın üstündeki temizliği aradıklarımızdı. hostel olmasından ötürü 5 kişiyle aynı odada kalmak gürültüye hazırlıklı olmamızı düşündürtse de diğer kişilerin sessiz tavırları sayesinde rahat bir uyku uyuduk. ranza sistemi olmaması ise tam istediğimiz birşeydi. otel veya hostel arayanlar size tavsiye, kesinlikle termini çevresi veya birkaç etrafını seçin. asla havaalanına yakınlık size cazip gelmesin.
bu gezi yazısında karşılaşacağınız bazı terimler ve sözcükler şunlar:
termini: ana tren ve metro istasyonunun merkezi. var olan iki metro hattı ile havaalanı bağlantıları bu noktadan mutlaka geçiyor. bir noktaya ulaşmak için termini’ye neredeyse mutlaka uğramalısınız.
via: sokak isimleri ‘via’ ile başlıyor. via palestro, via del corso gibi.
piazza: meydan isimleri ‘piazza’ ile başlıyor. piazza navona, piazza del popolo gibi.
ponte: köprü demek. ponte sisto, ponte palatino gibi.
şehirde iki metro hattı var. “line a” denen kırmızı hat battistini – anagnina arasında gidip gelirken, “line b” denen mavi hat ise rebibbia – lourentina arasında seyrediyor. metro bileti 1 eur, 24 saatlik sınırsız kullanım bileti ise 4 eur. bu biletler otobüslerde de geçiyor. metro hafta içleri 23:30’a, hafta sonları 01:00’a kadar açık. roma’da iki havaalanı mevcut. en fazla kullanılan havaalanı olan fuimicino’daki ‘leonardo da vinci fuimicino aiport’ roma merkeze 35 km uzaklıkta. havaalanı ile merkez arasını kat etmek için üç yolunuz var. banliyo treni (8 eur, ilk sefer 05:57’de), leonardo express treni (14 eur, ilk sefer 06:37’de) veya otobüs (8eur, ilk sefer 08:00’de). otobüsle tek seferde termini’ye ulaşılamıyor. cavour’da inip bir defa daha binmek gerekiyor. biz hızla ulaşmak ve daha kolay olacağını düşündüğümüz için leonardo express’i seçtik. önerimiz sizin de bu yolu kullanmanız.
roma ve italya için birçok ikon var. zaten kentin her yeri tarih olduğundan dolayı tarihi yerleri saymayacağım. sayacağım şeyler başka… bir defa yemek konusunda dondurma, makarna ve pizza vazgeçilmez ve tadılmalı. vespa, fiat 500 ve mini couper’lar ise araçlardaki ikonları. tüm hediyelik eşyacılarda bunlarla ilgili malzemeler bulmanız mümkün. sokaklarda da karşınıza illa ki çıkıyorlar.
evet yukarıda da dediğim gibi roma’yı didik didik gezmek için iyice hazırlanıp, elimizde haritalarla yola çıktık. farklı ilgi ve merakları olanlar için farklı bir roma gezisi eminiz daha çekici olabilir. bizim planımıza uygun olarak gerçekleşen bu gezide mecburen atladığımız 1-2 nokta için (vatikan müzeleri, villa boghese gibi) belki bir defa daha roma’ya gidebiliriz, kim bilir… aşağıdaki gezi notlarımızın yanına harcadığımız miktarlardan da örnekler sunacağız ki bizden sonra böyle bir gezi yapmak isteyen olursa kendisi için referans olsun. ikimiz de ‘si’den (evet) başka italyanca kelime bilmiyorduk. ‘gracia’yı da öğrendik. ikimizin de ingilizce’si vasattı. ama roma’da her sorumuza italyanca cevap veren, ingilizce bilmeyen onlarca italyan’ı görünce ‘dilsizliği’ çok da dert etmedik ve nihayetinde 2 gün boyunca kolayca vakit geçirdik. siz de dil sıkıntısı çekip, “gidemem” demeyin, biraz deli olup yola çıkın, gerisi geliyor. ilk gün 8,5 saat (6 km), ikinci gün 11,5 saat (6 km) yürüdük. sadece ara molalarda ve yemekler için dinlendik. havaalanı ve metro iniş – çıkışları da eklersek toplam (google maps’e göre) yaklaşık 12 km yol yürümüşüz.
burcu – md
* * *
yağmurlu bir istanbul cuması havaalanına vardık. almanya ile türkiye arasında oynanan futbol maçını izlerken 8,5 tl vererek bir bira aldık ve uçak saatinin gelmesini bekledik. uçağımız 23:55’de kalktı, öncesinde ise hiç sıkıntı yaşamadan pasaport ve arama noktalarından geçtik. yaklaşık 2:15 dakika süren yolculuk sonrası roma’ya vardık. roma’daki saat istanbul’a göre 1 saat geride olduğu için saatlerimizi birer saat geri aldık ve havaalanının en üst katına çıktık. burası aynı zamanda bekleme salonu. 24 saat açık olan bir kafeterya mevcut. koltukların üzerleri ve yerler insanların sabahı beklediği yatakları olmuştu adeta. biz de bir köşeye iliştik ve sabaha kadar uyuduk. 6 gibi uyandık. ben bir kahve ile kek, burcu ise kuravasan ve portakal suyu aldı. bunlar için 7,80 eur ödedik. iki de su aldık ve 2,80 eur ödedik. sular gazlı olduğu için ben içemedim ve öğrendik ki suyu marketten almalıymışız. o dakikadan sonra su için para vermedik. çünkü kentin tüm caddeleri ve yolları devamlı buz gibi akan çeşmelerle dolu. çok alışamasak da içtik.
vatikan
ikinci sefer olan ve 7:07’de hareket eden leonarda express ile roma termini’ye vardık. tren için bileti otomattan aldık ve kişi başı 14 eur ödedik. termini’nin sefer kodu ‘100’müş, kurcalayınca öğrendik. tren hareket eder etmez burcu uyudu, kontrol memuru da biletleri kontrol etti. biletsiz binmeyin, cezası yüksek. tam 30 dakika sonra termini’ye vardık. 7-8 dakika yürüyerek otelimizi bulup eşyaları bıraktık. sonra yeniden termini’ye ulaştık. termini’nin hemen karşısındaki kahvaltı mekânından bir tane domatesli-zeytinli açma, iki tane yedek sandviç, iki tane de portakal suyu alıp 10,50 eur ödedik. termini’nin alt katından kırmızı hat olan ‘line b’yi takip edip battistini yönüne doğru gideceğiz, ilk durağımız vatikan. yedi durak gittikten sonra ottoviano’da inip, on dakikalık bir yürüyüşün ardından vatikan’a vardık. vatikan roma’da yer alan, görünmez sınırları olan bir devlet. papa’nın çarşamba ve pazar günleri vaaz verdiği vatikan’ın genişçe bir avlusu var. buraya san pietro meydanı deniyor. özellikle pazar günleri bu meydan hınca hınç doluyor. bu meydana giriş ücretsiz ama içerideki müzelere giriş ücretli. 7 km’lik uzunluğa sahip bir galerisi de bulunan iç bölümde vakit sıkıntısından ötürü biz gezemesek de michalengelo’nun çalışmaları görülmeye değer. özellikle sistina şapeli kaçırılmamalı. çok kalabalık olması sebebiyle biz sadece san pietro meydanı’nda vakit geçirdik.
sant angelo kalesi
vatikan’dan çıkıp via della condiliazione’yi takip ederek vittoio emmanuele 2 köprüsü’nden geçerek giovanni dei fiorentini kilisesi’ni gezdik. kilisede bir cenaze vardı, bir süre anlamasak da vaaza katıldık. Kiliseden çıktıktan sonra ters istikamette yürümeye devam ettik. biraz ileride bir postane gördük. bu postaneden istanbul’daki arkadaşlarımıza ve ailemize kartpostallar gönderdik. kart başına 0,60 eur ödedik. sonra farklı köprülerden geçmek istediğimiz için sant angelo köprüsü’nü kullanarak sant angelo kalesi’nin önüne geldik. oldukça güzel bir konumda olan kalenin etrafındaki sokak müzisyenlerini izleyip lungotevere castello’daki mini pazara uğradık. buradan roma resimleri, çizimleri satın aldık. ponte umberto’dan geçerek tekrar roma merkez karaya geçmiş olduk.
piazza navona
kısa bir yürüyüşün ardından piazza navona’ya vardık. navona meydanı oval şekilde bir meydan. orta çağ’da burada mızrak savaşları yapılırmış. günümüzde ise sokak müzisyenlerinin, ressamların, karikatüristlerin ve bu sanatçıları görmeye gelenlerin doldurduğu bir meydan olarak kullanılıyor. navona’yı çevreleyen evlerin, binaların pencereleri çok hoş. bu pencerelerden sarkan çiçekler, meydandaki havuzlar çok etkileyici. tam bir soluklanma yeri navona. biz de, piazza navona’da öğlen atıştırmalık bir şeyler yedik.
campo de fiori
navona’dan on dakika yürüyerek campo de fiori’ye ulaştık. genelde açık olan sebze ve meyve pazarı şansımıza da açıktı. hemen yan taraftaki çiçekçi de buraya renk katmıştı. daha önce fotoğraflardan gördüğümüz yerin şimdi içerisindeydik. meyve salataları satan satıcıların sesleriyle, taze sebze kokusu birbirine karışıyordu. geçmişte açık idamların yapıldığı yerde bugün çiçekçiler var, ne güzel çelişki değil mi? pazarcılar bizdekilere benziyor ama bizim pazarlarımız gibi sebzeler, meyveler kilolarca yığılmamış tezgahlara. hepsinden azar azar vardı.
pantheon
campo de fiori’den, pantheon’a 25 dakikada yürüdük. pantheon’a varmadan yolu biraz uzatarak palazza farnese, palazzo spada ve area sacra’yı fotoğraflayarak devam ettik. pantheon bütün tanrıların tapınağı olarak kabul ediliyor. günümüze kadar en iyi korunan yerlerden biri olan pantheon’a giriş ücretsiz. bu kadar yürüyüş için kendimizi ödüllendirdik ve italya’nın en iyi dondurmacısından biri olan della palma’dan dondurma aldık. en büyük boyu seçtik ve 2 dondurma için 9 eur ödedik. o kadar çoktu ki bir kısmı eriyerek üstümüze döküldü. pantheon meydanındaki havuzun dibinde neredeyse tüm turistler gibi biz de oturduk ve dondurmamızı burada yedik. sonra içi çabucak gezilebilen pantheon’u gezdik. pantheon’un kuzeydeki bağlantı yolu via orfani’deki pinokyo ve tahta oyuncaklar yapan dükkânı ve de via del seminario’daki deriden anahtarlık, cüzdan gibi enfes tasarımlar yapan dükkânı gezdik. siz siz olun, buraları gezmeyi unutmayın.
pantheon’dan via del corsa’ya çıktık. via del corso roma’nın en canlı caddesi. bir sürü mağaza olduğu kadar otobüslerin de geçtiği genişçe bir cadde burası. sol tarafında pantheon, sağ tarafında da trevi çeşmesi ve ispanyol merdivenleri yer aldığından ötürü tam bir geçiş noktası. o sebeple kalabalıklık günün her saatinde had safhada.
fontana di trevi
via del corso’yu ortadan yarıp fontana di trevi’ye (aşk çeşmesi) doğru yol aldık. yürüme süremiz 15 dakika sürdü. bu şaheseri gördüğümüzde çok etkilendik. ufacık bir meydandaki devasa dekor bizi bizden aldı diyebilirim. trevi çeşmesi günün neredeyse her saati kalabalık oluyormuş. biz gittiğimizde de yer bulmakta zorlandık, ayakta durmak bile güzeldi. heykellerin barok tarzında yapıldığını öğrendik. insan seslerinin ardından gelen su sesi ilk zamanlar ortamı dinginleştirse de bir süre sonra gürültülü bir hal alıyor. trevi çeşmesi’nin özelliği, roma’ya gelen kişi çeşmeye arkasını dönüp omzunun üzerinden çeşmeye para atarsa roma’ya tekrar geleceğine inanılıyormuş. biz de para attık, deneyip göreceğiz.
piazza di spagna
fontana di trevi’yi arkamızda bırakıp, piazza di spagna’ya (ispanyol merdivenleri) yürüdük. inanılmaz bir kalabalık vardı meydanda. merdivenlerde bir nebze de olsa daha az kişi vardı. biz de günün yorgunluğunu çıkartmak için biraz oturduk. bu esnada iyice ortalığa çıkan güneş de içimizi ısıttı. tam bu sırada ‘tren tango tour’ tişörtleri giymiş beş çift merdivenlerin genişçe kısmında tango yapmaya başladılar. ortaya koydukları çantadan çalan iki şarkı eşliğinde nefis bir tango gösterisi sunan grubu izleyen neredeyse bin kişi vardı. Bu izleyicilerin arasındaki en renkli grup ise şaraplarını ve mezelerini merdivenlere koyup, orada da eğlenmesini, keyif almasını bilen öğrenci olduklarını sandığımız gruptu.
iyice yorulmuştuk. spagna’dan kırmızı hatlı metroya binip repubblica’da indik. santa maria degli angeli’nin önünden geçtik. devasa binaların çevrildiği meydanda fotoğraflar çektik. tuvalet ihtiyacımız ve de canımız patates kızartması çektiği için mcdonalds’a girdik. büyük seçim bir menü için 6,80 eur ödedik. buradan otelimize yürüdük, yaklaşık 20 dakika sürdü.
akşam 18:00 gibi oteldeydik. duş aldık, biraz dinlendik. gece dışarı çıkıp çıkmama konusunda karar veremeyince uyumayı ve yarına dingin kalkmayı düşündük. iyi ki de bu kararı almışız. uzunca bir uykunun ardından pazar sabahı 7 gibi uyanıp, 8 gibi otelden ayrıldık. çantalarımızı resepsiyona bıraktık. zira onlarla gezmek zulüm olabilirdi. termini’ye yürüdük ve dün sandviç aldığımız yerde benzer bi’ kahvaltı yaptık. 2 sıkma portakal suyu ve 3 büyük sandviç için 12 eur ödedik.
isola tiberina
bugün gezimize porta portese’den başlamayı planladık. termini’nin alt katından bu sefer mavi hatta (line b) binerek üçüncü durak olan circo massimo durağı’nda indik. circo massimo kalıntılarının yanından yürüyerek tevere nehri (tiber) yanına çıktık. palatino köprüsü’ne dek yürüdük. bu yol çok güzeldi, çınarlar arasındaydı. bir sonraki köprü ve tiber’in ortasındaki isola tiberina çok hoş görünüyordu. isola tiberina, tiber (tevere) nehri üzerinde yer alan bir adacık. bu adacığın üzerinde de bir hastane varmış. yine tarihi bir bina olduğu için hastane gibi durmuyor. ziyarete açık ve nehrin üstüne çıkmak için yüzlerce insan buraya geçiş yapıyordu. yazın ise mayosunu, bikisini giyen buraya güneşlenmeye geliyormuş. biz palatino köprüsü’nden geçerek isola tiberina’yı arkamızda bırakarak güney yönünde yol aldık. yaklaşık 20 dakikalık bir yolculuk sonrasında posta postese bölgesi’ne ulaştık. saat 10:00 gibi arkadaşımız ayşe ile buluştuk. ayşe bu noktadan sonra bizimle birlikte gezimize eşlik etti.
porta portese’deki bit pazarı
porta portese’ye gelme amacımız bit pazarıydı. 4,5 saatte ancak üçte birini gezebildiğimiz pazar sadece bit pazarı değildi. yiyecek standları, her türlü giysi, saat, eşofman, mobilya, antika, ayakkabı, kemer, çanta, dergi, kitap, kırtasiye, plak, pul, oyuncak, cd, kaset, şemsiye, takı, dekoratif malzemenin satıldığı pazar muazzam büyüklükteydi. hiçbir şey almadan çıkmak mucize olur. niyetimiz hiçbir şey almamaktı ama koskoca bir torbayı doldurduk. 1 eur’ya satılan giysiler, 5 eur’ya satılan ayakkabılar, 10 eur’ya satılan nefis s-shirtler çok cazipti. kalın, ciltli, kuşe kağıda basılmış türkiye’de 70-80 lira’ya satılan kitaplar 8-10 eur’ya satılıyordu. pazar gezimizin ortalarında karnımız acıktı ve roma’ya gelince yenecek en önemli şeylerden olan pizzadan yemeye karar verdik. kabaklı, patatesli, etli çeşitlerden birer dilim aldık. yanına içeceklerle birlikte iki kişi için 9,50 eur ödedik.
trastevere
porte portese’de aralıksız süren alışveriş çılgınlığının ardından trastevere’ye doğru yürüdük. trastevere, tevere nehri’nin (yani tiber’in) karşısı demekmiş. trastevere çok güzel sokakları olan, gençlerin ve gece eğlencelerinin bolca olduğu bir yerleşim. vakit sorunumuzdan ötürü, trastevere’nin sadece kıyısından geçebildik. bu arada ilgi alanımıza girdiğinden dolayı yol kenarındaki iki adet volkswagen t3 karavanı hemen fotoğrafladık. eğer roma’ya giderseniz ve vaktiniz kalırsa mutlaka trastevere sokaklarında gezin.
capitolino tepesi / campidoglio
ponte garibaldi’den karşıya geçtik. isola tiberina’ya bir de buradan baktıktan sonra, teatro marcello’nun hemen önünden 10 dakikalık tırmanma yolundan yürüdük. bizce roma’nın en güzel yerlerinden biri olan capitolino tepesi’ne geldik. michelangelo tarafından düzenlenen campidoglio üzerinden ulaşılan yer muazzam. geniş merdivenleri, sizi karşılayan devasa heykelleri stendhal sendromu’na kapılanların neden baygınlık geçirdiğinin adeta bir göstergesi. burada biraz güzelliğin tadını çıkartıp en tepeye çıktık. kentin bir bölümü resmen ayaklarımızın altındaydı. uzaklardan gelen müziğin sesi, terastaki kahve kokusu ve tarihi doku çok güzel bir ambians oluşturuyordu. böyle bir yerde oldukça ucuza, 1 eur’dan kahvelerimizi içtik, colosseo’yu izledik, binlerce insanın akın ettiği via dei fori imperiali’ye bakakaldık. burada göğe yakınlığımıza ve roma’da olduğumuza şükrederek aşağıya indik.
yeni açılan van gogh sergisi’nin kuyruğu oldukça hatrı sayılır uzunluktaydı. önünden geçerek caddeye çıktık. normalde otobüs ve araç trafiğine açık olan ana cadde trafiğe kapatılmış, tüm insanlar yolların ortasından özgürce yürüyordu. neredeyse sekiz dokuz tane sokak müzisyeni ve grup gördük. flüt çalan, saksafon çalan, kızılderili müziği yapan, gitar çalan gruplar ve kişiler…
ayrıca sokak sanatçıları da eserlerini sergiliyorlar, bir yandan da para kazanıyorlardı. firavun şeklinde kıpırdamadan duran kişiler de roma’yla özdeşleşmişler adeta. önlerindeki kutucuklara bozuk para atarak onlarla fotoğraf çektirmek serbest. anlayacağınız yol alabildiğine rengarenkti, hava güzel, her şey istediğimiz gibiydi.
bu yıl ‘çin yılı’ ilan edildiğinden ötürü yoldaki direklerde çin’i simgeleyen materyaller asılıydı. yollar araçlara kapalı ama bisikletler ve faytonlara değildi. onlar rahatça ve keyifle bu yolun tadını çıkartıyorlardı…
colosseo
colosseo’ya sallana sallana yürüdük. roma’nın belki de en önemli simgesi olan colosseo yaklaşık 2 bin yıllık bir yapı. köleler ve esirler tarafından inşa edilmiş bu anfi tiyatroda izleyiciler sosyal statülerine göre otururlarmış. 50 bin kapasiteli bu anfi tiyatronun alt kısmında hücreler bulunuyor. bazı bölümleri kullanılmayacak duruma gelen colosseo tüm ihtişamıyla roma’nın orta yerinde duruyor.
roma için bir saraydan veya heykelden çok daha fazla bir imge olan ve romalılar tarafından da böyle kabul edilen colosseo için en büyük kehaneti anglo saksonlar söylemiş: “colosseo yıkıldığında roma da yıkılacak. roma yıkıldığında dünya da yıkılacak.” biz colosseo’nun içine girmedik ve etrafında dolaştık. bir sürü satıcı ve turist de bizim gibi oradaydı.
vittorio emanuele 2
colosseo’dan, dün ziyaret ettiğimiz ve çok sevdiğimiz üç noktayı yeniden görmek için hareketlendik. önce via del corso’ya doğru yürüdük. vittorio emanuele 2’nin önünde biraz durup izledik. bu göz kamaştırıcı yapıt şehrin neredeyse her yerinden görülebilecek düzeyde yüksek ve geniş. oldukça dikkat çekici ve roma için çok önemli. devamlı yanan bir ateş var ve bu ateş roma’nın devamlılığını simgeliyor. vittoria emanuele 2’nin önünden via del corso’ya yöneldik. roma’da bu saatlerde akşam trafiği de hafiften başlamıştı.
ciro ciro’da makarna, della palma’da dondurma
pantheon’un arkasındaki meydan olan piazza maddelana’da yer alan ciro ciro’da makarna yedik, bira içtik. “alt tarafı makarna, ne kadar güzel olabilir” diyenler olabilir. gerçekten iyi yapıyorlar, denemeden bilemezsiniz. makarna yiyecekseniz ortanın üstü bir yerde yemek sizi pişman etmeyecektir. iki makarna ve 2 adet 50 cl bira için 30 eur ödedik. canımız dondurma çektiği için yine della palma’ya uğradık. bu sefer az yemeye kararlıydık. 3 kişi için 8,5 eur’luk dondurma aldık. bu bile çok fazla geldi…
gece gece nasıl oluyor?
trevi çeşmesi’ni de gece merak ediyorduk. pantheon’dan fontana fi trevi’ye yürüdük ve gece güzelliğini de tattık. yine kalabalıktı ve yine çok güzeldi. akabinde spagna’ya yürüyüp ispanyol merdivenleri’nin gece siluetini görmek istedik. gündüz olduğu kadar kalabalık değildi. el ayak yavaş yavaş çekilmişti. biz de spagna’dan kırmızı hat metrosuna binip termini’ye ulaştık. ayşe ile vedalaşıp ayrıldık, otele dönüp eşyalarımızı aldık. ve roma’ya veda edip leonardo express’e binip fumicino’ya, yani havaalanına vardık. uçağa üç saat vardı. işlemlerimizi hallettik, bi’ kafeteryada vakit geçirdik, 2’de hareket eden uçağımıza bindik ve istanbul’a döndük. ayaklarımızın altı su topladı ama bu geziyi ömrümüz boyunca unutmayacağız.
çeşitli fotoğraflar:
9–10 ekim 2010
burcu mert
mustafa dermanlı
konfora pek de meraklı olmayan ve gezmeyi seven iki kişinin 8 ekim 2010 cuma gecesi roma’ya uçarak başlayan, 10 ekim 2010 pazar gecesi istanbul’a dönerek, aradaki zamanı roma’da maksimum ‘gezerek’ geçirdikleri dolu dolu iki günün gezi anılarını aşağıda okuyacaksınız. roma gibi tarihi bir kenti ya sokak, meydan ve önemli notlarını gezmek; ya yeme, içme kültürünü keşfederek dinlenmek ya da müzelerinde büyülenmek için ziyaret edebilirsiniz. bunların tamamını iki güne sığdırmak ise çok zordur. biz (yani sevgilim ve ben) “sokakları, meydanları, pazarları gezmek, bazı önemli yeme-içme kültürünün de ucundan tatmak” parolasıyla gezimizi gerçekleştirdik. yeme – içme çeşitliliğinin ve kalitesinin fazla olması bütçemizi, roma’da yer alan 140 müzenin de zamanımızı zorlayacak olmasından dolayı iyi ki de bu kararı almışız diyoruz.
uçuşlarımızı gerçekleştirdiğimiz pegasus havayolları’ndan biletlerimizi bir kampanya sayesinde hediye olarak kazandık. ne giderken, ne dönerken rötarla veya herhangi bir aksilikle karşılaşmadık. cuma gecesi gidip, pazar gecesi dönmek bize sadece 1 gece konaklama, 2 dolu gün gezme fırsatı verdi.
otel yerine, hostelde kalmayı tercih ettik. karavanımızla gerçekleştirdiğimiz gezilerde çok büyük aksilik olmadığı takdirde karavanımızda kalmayı yeğliyoruz. böyle bir geziye uçakla gittiğimizden maalesef bu şansımız yoktu. roma’da gecelik konaklama fiyatlarının yer yer 1.000 eur’ya kadar yükseldiğini belirtmeden edemeyeceğim. gezimizin u2 konseriyle aynı haftaya denk gelmesinden ötürü roma’da alt seviye ucuz otel bulmak bile olanaksızdı. bizimse sadece biraz dinlenmek ve uyumak için bir yatağa ihtiyacımız olduğundan hostel fikri çok cazipti. biz de termini’nin dört sokak ötesindeki via palestro’daki hotel positano’da kaldık. 5 kişilik hostel odası şeklindeki odalardan birinde, 2 yatak için 44 eur ödedik. rezervasyonu hostelworld.com’dan yaptırdık ve hiçbir sıkıntı yaşamadık. fiyat performans olarak aradığımızı bulduk. termini’ye yakın olması, sıcak suyunun olması, şehir gürültüsünden uzak olması, vasatın üstündeki temizliği aradıklarımızdı. hostel olmasından ötürü 5 kişiyle aynı odada kalmak gürültüye hazırlıklı olmamızı düşündürtse de diğer kişilerin sessiz tavırları sayesinde rahat bir uyku uyuduk. ranza sistemi olmaması ise tam istediğimiz birşeydi. otel veya hostel arayanlar size tavsiye, kesinlikle termini çevresi veya birkaç etrafını seçin. asla havaalanına yakınlık size cazip gelmesin.
bu gezi yazısında karşılaşacağınız bazı terimler ve sözcükler şunlar:
termini: ana tren ve metro istasyonunun merkezi. var olan iki metro hattı ile havaalanı bağlantıları bu noktadan mutlaka geçiyor. bir noktaya ulaşmak için termini’ye neredeyse mutlaka uğramalısınız.
via: sokak isimleri ‘via’ ile başlıyor. via palestro, via del corso gibi.
piazza: meydan isimleri ‘piazza’ ile başlıyor. piazza navona, piazza del popolo gibi.
ponte: köprü demek. ponte sisto, ponte palatino gibi.
şehirde iki metro hattı var. “line a” denen kırmızı hat battistini – anagnina arasında gidip gelirken, “line b” denen mavi hat ise rebibbia – lourentina arasında seyrediyor. metro bileti 1 eur, 24 saatlik sınırsız kullanım bileti ise 4 eur. bu biletler otobüslerde de geçiyor. metro hafta içleri 23:30’a, hafta sonları 01:00’a kadar açık. roma’da iki havaalanı mevcut. en fazla kullanılan havaalanı olan fuimicino’daki ‘leonardo da vinci fuimicino aiport’ roma merkeze 35 km uzaklıkta. havaalanı ile merkez arasını kat etmek için üç yolunuz var. banliyo treni (8 eur, ilk sefer 05:57’de), leonardo express treni (14 eur, ilk sefer 06:37’de) veya otobüs (8eur, ilk sefer 08:00’de). otobüsle tek seferde termini’ye ulaşılamıyor. cavour’da inip bir defa daha binmek gerekiyor. biz hızla ulaşmak ve daha kolay olacağını düşündüğümüz için leonardo express’i seçtik. önerimiz sizin de bu yolu kullanmanız.
roma ve italya için birçok ikon var. zaten kentin her yeri tarih olduğundan dolayı tarihi yerleri saymayacağım. sayacağım şeyler başka… bir defa yemek konusunda dondurma, makarna ve pizza vazgeçilmez ve tadılmalı. vespa, fiat 500 ve mini couper’lar ise araçlardaki ikonları. tüm hediyelik eşyacılarda bunlarla ilgili malzemeler bulmanız mümkün. sokaklarda da karşınıza illa ki çıkıyorlar.
evet yukarıda da dediğim gibi roma’yı didik didik gezmek için iyice hazırlanıp, elimizde haritalarla yola çıktık. farklı ilgi ve merakları olanlar için farklı bir roma gezisi eminiz daha çekici olabilir. bizim planımıza uygun olarak gerçekleşen bu gezide mecburen atladığımız 1-2 nokta için (vatikan müzeleri, villa boghese gibi) belki bir defa daha roma’ya gidebiliriz, kim bilir… aşağıdaki gezi notlarımızın yanına harcadığımız miktarlardan da örnekler sunacağız ki bizden sonra böyle bir gezi yapmak isteyen olursa kendisi için referans olsun. ikimiz de ‘si’den (evet) başka italyanca kelime bilmiyorduk. ‘gracia’yı da öğrendik. ikimizin de ingilizce’si vasattı. ama roma’da her sorumuza italyanca cevap veren, ingilizce bilmeyen onlarca italyan’ı görünce ‘dilsizliği’ çok da dert etmedik ve nihayetinde 2 gün boyunca kolayca vakit geçirdik. siz de dil sıkıntısı çekip, “gidemem” demeyin, biraz deli olup yola çıkın, gerisi geliyor. ilk gün 8,5 saat (6 km), ikinci gün 11,5 saat (6 km) yürüdük. sadece ara molalarda ve yemekler için dinlendik. havaalanı ve metro iniş – çıkışları da eklersek toplam (google maps’e göre) yaklaşık 12 km yol yürümüşüz.
burcu – md
* * *
yağmurlu bir istanbul cuması havaalanına vardık. almanya ile türkiye arasında oynanan futbol maçını izlerken 8,5 tl vererek bir bira aldık ve uçak saatinin gelmesini bekledik. uçağımız 23:55’de kalktı, öncesinde ise hiç sıkıntı yaşamadan pasaport ve arama noktalarından geçtik. yaklaşık 2:15 dakika süren yolculuk sonrası roma’ya vardık. roma’daki saat istanbul’a göre 1 saat geride olduğu için saatlerimizi birer saat geri aldık ve havaalanının en üst katına çıktık. burası aynı zamanda bekleme salonu. 24 saat açık olan bir kafeterya mevcut. koltukların üzerleri ve yerler insanların sabahı beklediği yatakları olmuştu adeta. biz de bir köşeye iliştik ve sabaha kadar uyuduk. 6 gibi uyandık. ben bir kahve ile kek, burcu ise kuravasan ve portakal suyu aldı. bunlar için 7,80 eur ödedik. iki de su aldık ve 2,80 eur ödedik. sular gazlı olduğu için ben içemedim ve öğrendik ki suyu marketten almalıymışız. o dakikadan sonra su için para vermedik. çünkü kentin tüm caddeleri ve yolları devamlı buz gibi akan çeşmelerle dolu. çok alışamasak da içtik.
vatikan
ikinci sefer olan ve 7:07’de hareket eden leonarda express ile roma termini’ye vardık. tren için bileti otomattan aldık ve kişi başı 14 eur ödedik. termini’nin sefer kodu ‘100’müş, kurcalayınca öğrendik. tren hareket eder etmez burcu uyudu, kontrol memuru da biletleri kontrol etti. biletsiz binmeyin, cezası yüksek. tam 30 dakika sonra termini’ye vardık. 7-8 dakika yürüyerek otelimizi bulup eşyaları bıraktık. sonra yeniden termini’ye ulaştık. termini’nin hemen karşısındaki kahvaltı mekânından bir tane domatesli-zeytinli açma, iki tane yedek sandviç, iki tane de portakal suyu alıp 10,50 eur ödedik. termini’nin alt katından kırmızı hat olan ‘line b’yi takip edip battistini yönüne doğru gideceğiz, ilk durağımız vatikan. yedi durak gittikten sonra ottoviano’da inip, on dakikalık bir yürüyüşün ardından vatikan’a vardık. vatikan roma’da yer alan, görünmez sınırları olan bir devlet. papa’nın çarşamba ve pazar günleri vaaz verdiği vatikan’ın genişçe bir avlusu var. buraya san pietro meydanı deniyor. özellikle pazar günleri bu meydan hınca hınç doluyor. bu meydana giriş ücretsiz ama içerideki müzelere giriş ücretli. 7 km’lik uzunluğa sahip bir galerisi de bulunan iç bölümde vakit sıkıntısından ötürü biz gezemesek de michalengelo’nun çalışmaları görülmeye değer. özellikle sistina şapeli kaçırılmamalı. çok kalabalık olması sebebiyle biz sadece san pietro meydanı’nda vakit geçirdik.
sant angelo kalesi
vatikan’dan çıkıp via della condiliazione’yi takip ederek vittoio emmanuele 2 köprüsü’nden geçerek giovanni dei fiorentini kilisesi’ni gezdik. kilisede bir cenaze vardı, bir süre anlamasak da vaaza katıldık. Kiliseden çıktıktan sonra ters istikamette yürümeye devam ettik. biraz ileride bir postane gördük. bu postaneden istanbul’daki arkadaşlarımıza ve ailemize kartpostallar gönderdik. kart başına 0,60 eur ödedik. sonra farklı köprülerden geçmek istediğimiz için sant angelo köprüsü’nü kullanarak sant angelo kalesi’nin önüne geldik. oldukça güzel bir konumda olan kalenin etrafındaki sokak müzisyenlerini izleyip lungotevere castello’daki mini pazara uğradık. buradan roma resimleri, çizimleri satın aldık. ponte umberto’dan geçerek tekrar roma merkez karaya geçmiş olduk.
piazza navona
kısa bir yürüyüşün ardından piazza navona’ya vardık. navona meydanı oval şekilde bir meydan. orta çağ’da burada mızrak savaşları yapılırmış. günümüzde ise sokak müzisyenlerinin, ressamların, karikatüristlerin ve bu sanatçıları görmeye gelenlerin doldurduğu bir meydan olarak kullanılıyor. navona’yı çevreleyen evlerin, binaların pencereleri çok hoş. bu pencerelerden sarkan çiçekler, meydandaki havuzlar çok etkileyici. tam bir soluklanma yeri navona. biz de, piazza navona’da öğlen atıştırmalık bir şeyler yedik.
campo de fiori
navona’dan on dakika yürüyerek campo de fiori’ye ulaştık. genelde açık olan sebze ve meyve pazarı şansımıza da açıktı. hemen yan taraftaki çiçekçi de buraya renk katmıştı. daha önce fotoğraflardan gördüğümüz yerin şimdi içerisindeydik. meyve salataları satan satıcıların sesleriyle, taze sebze kokusu birbirine karışıyordu. geçmişte açık idamların yapıldığı yerde bugün çiçekçiler var, ne güzel çelişki değil mi? pazarcılar bizdekilere benziyor ama bizim pazarlarımız gibi sebzeler, meyveler kilolarca yığılmamış tezgahlara. hepsinden azar azar vardı.
pantheon
campo de fiori’den, pantheon’a 25 dakikada yürüdük. pantheon’a varmadan yolu biraz uzatarak palazza farnese, palazzo spada ve area sacra’yı fotoğraflayarak devam ettik. pantheon bütün tanrıların tapınağı olarak kabul ediliyor. günümüze kadar en iyi korunan yerlerden biri olan pantheon’a giriş ücretsiz. bu kadar yürüyüş için kendimizi ödüllendirdik ve italya’nın en iyi dondurmacısından biri olan della palma’dan dondurma aldık. en büyük boyu seçtik ve 2 dondurma için 9 eur ödedik. o kadar çoktu ki bir kısmı eriyerek üstümüze döküldü. pantheon meydanındaki havuzun dibinde neredeyse tüm turistler gibi biz de oturduk ve dondurmamızı burada yedik. sonra içi çabucak gezilebilen pantheon’u gezdik. pantheon’un kuzeydeki bağlantı yolu via orfani’deki pinokyo ve tahta oyuncaklar yapan dükkânı ve de via del seminario’daki deriden anahtarlık, cüzdan gibi enfes tasarımlar yapan dükkânı gezdik. siz siz olun, buraları gezmeyi unutmayın.
pantheon’dan via del corsa’ya çıktık. via del corso roma’nın en canlı caddesi. bir sürü mağaza olduğu kadar otobüslerin de geçtiği genişçe bir cadde burası. sol tarafında pantheon, sağ tarafında da trevi çeşmesi ve ispanyol merdivenleri yer aldığından ötürü tam bir geçiş noktası. o sebeple kalabalıklık günün her saatinde had safhada.
fontana di trevi
via del corso’yu ortadan yarıp fontana di trevi’ye (aşk çeşmesi) doğru yol aldık. yürüme süremiz 15 dakika sürdü. bu şaheseri gördüğümüzde çok etkilendik. ufacık bir meydandaki devasa dekor bizi bizden aldı diyebilirim. trevi çeşmesi günün neredeyse her saati kalabalık oluyormuş. biz gittiğimizde de yer bulmakta zorlandık, ayakta durmak bile güzeldi. heykellerin barok tarzında yapıldığını öğrendik. insan seslerinin ardından gelen su sesi ilk zamanlar ortamı dinginleştirse de bir süre sonra gürültülü bir hal alıyor. trevi çeşmesi’nin özelliği, roma’ya gelen kişi çeşmeye arkasını dönüp omzunun üzerinden çeşmeye para atarsa roma’ya tekrar geleceğine inanılıyormuş. biz de para attık, deneyip göreceğiz.
piazza di spagna
fontana di trevi’yi arkamızda bırakıp, piazza di spagna’ya (ispanyol merdivenleri) yürüdük. inanılmaz bir kalabalık vardı meydanda. merdivenlerde bir nebze de olsa daha az kişi vardı. biz de günün yorgunluğunu çıkartmak için biraz oturduk. bu esnada iyice ortalığa çıkan güneş de içimizi ısıttı. tam bu sırada ‘tren tango tour’ tişörtleri giymiş beş çift merdivenlerin genişçe kısmında tango yapmaya başladılar. ortaya koydukları çantadan çalan iki şarkı eşliğinde nefis bir tango gösterisi sunan grubu izleyen neredeyse bin kişi vardı. Bu izleyicilerin arasındaki en renkli grup ise şaraplarını ve mezelerini merdivenlere koyup, orada da eğlenmesini, keyif almasını bilen öğrenci olduklarını sandığımız gruptu.
iyice yorulmuştuk. spagna’dan kırmızı hatlı metroya binip repubblica’da indik. santa maria degli angeli’nin önünden geçtik. devasa binaların çevrildiği meydanda fotoğraflar çektik. tuvalet ihtiyacımız ve de canımız patates kızartması çektiği için mcdonalds’a girdik. büyük seçim bir menü için 6,80 eur ödedik. buradan otelimize yürüdük, yaklaşık 20 dakika sürdü.
akşam 18:00 gibi oteldeydik. duş aldık, biraz dinlendik. gece dışarı çıkıp çıkmama konusunda karar veremeyince uyumayı ve yarına dingin kalkmayı düşündük. iyi ki de bu kararı almışız. uzunca bir uykunun ardından pazar sabahı 7 gibi uyanıp, 8 gibi otelden ayrıldık. çantalarımızı resepsiyona bıraktık. zira onlarla gezmek zulüm olabilirdi. termini’ye yürüdük ve dün sandviç aldığımız yerde benzer bi’ kahvaltı yaptık. 2 sıkma portakal suyu ve 3 büyük sandviç için 12 eur ödedik.
isola tiberina
bugün gezimize porta portese’den başlamayı planladık. termini’nin alt katından bu sefer mavi hatta (line b) binerek üçüncü durak olan circo massimo durağı’nda indik. circo massimo kalıntılarının yanından yürüyerek tevere nehri (tiber) yanına çıktık. palatino köprüsü’ne dek yürüdük. bu yol çok güzeldi, çınarlar arasındaydı. bir sonraki köprü ve tiber’in ortasındaki isola tiberina çok hoş görünüyordu. isola tiberina, tiber (tevere) nehri üzerinde yer alan bir adacık. bu adacığın üzerinde de bir hastane varmış. yine tarihi bir bina olduğu için hastane gibi durmuyor. ziyarete açık ve nehrin üstüne çıkmak için yüzlerce insan buraya geçiş yapıyordu. yazın ise mayosunu, bikisini giyen buraya güneşlenmeye geliyormuş. biz palatino köprüsü’nden geçerek isola tiberina’yı arkamızda bırakarak güney yönünde yol aldık. yaklaşık 20 dakikalık bir yolculuk sonrasında posta postese bölgesi’ne ulaştık. saat 10:00 gibi arkadaşımız ayşe ile buluştuk. ayşe bu noktadan sonra bizimle birlikte gezimize eşlik etti.
porta portese’deki bit pazarı
porta portese’ye gelme amacımız bit pazarıydı. 4,5 saatte ancak üçte birini gezebildiğimiz pazar sadece bit pazarı değildi. yiyecek standları, her türlü giysi, saat, eşofman, mobilya, antika, ayakkabı, kemer, çanta, dergi, kitap, kırtasiye, plak, pul, oyuncak, cd, kaset, şemsiye, takı, dekoratif malzemenin satıldığı pazar muazzam büyüklükteydi. hiçbir şey almadan çıkmak mucize olur. niyetimiz hiçbir şey almamaktı ama koskoca bir torbayı doldurduk. 1 eur’ya satılan giysiler, 5 eur’ya satılan ayakkabılar, 10 eur’ya satılan nefis s-shirtler çok cazipti. kalın, ciltli, kuşe kağıda basılmış türkiye’de 70-80 lira’ya satılan kitaplar 8-10 eur’ya satılıyordu. pazar gezimizin ortalarında karnımız acıktı ve roma’ya gelince yenecek en önemli şeylerden olan pizzadan yemeye karar verdik. kabaklı, patatesli, etli çeşitlerden birer dilim aldık. yanına içeceklerle birlikte iki kişi için 9,50 eur ödedik.
trastevere
porte portese’de aralıksız süren alışveriş çılgınlığının ardından trastevere’ye doğru yürüdük. trastevere, tevere nehri’nin (yani tiber’in) karşısı demekmiş. trastevere çok güzel sokakları olan, gençlerin ve gece eğlencelerinin bolca olduğu bir yerleşim. vakit sorunumuzdan ötürü, trastevere’nin sadece kıyısından geçebildik. bu arada ilgi alanımıza girdiğinden dolayı yol kenarındaki iki adet volkswagen t3 karavanı hemen fotoğrafladık. eğer roma’ya giderseniz ve vaktiniz kalırsa mutlaka trastevere sokaklarında gezin.
capitolino tepesi / campidoglio
ponte garibaldi’den karşıya geçtik. isola tiberina’ya bir de buradan baktıktan sonra, teatro marcello’nun hemen önünden 10 dakikalık tırmanma yolundan yürüdük. bizce roma’nın en güzel yerlerinden biri olan capitolino tepesi’ne geldik. michelangelo tarafından düzenlenen campidoglio üzerinden ulaşılan yer muazzam. geniş merdivenleri, sizi karşılayan devasa heykelleri stendhal sendromu’na kapılanların neden baygınlık geçirdiğinin adeta bir göstergesi. burada biraz güzelliğin tadını çıkartıp en tepeye çıktık. kentin bir bölümü resmen ayaklarımızın altındaydı. uzaklardan gelen müziğin sesi, terastaki kahve kokusu ve tarihi doku çok güzel bir ambians oluşturuyordu. böyle bir yerde oldukça ucuza, 1 eur’dan kahvelerimizi içtik, colosseo’yu izledik, binlerce insanın akın ettiği via dei fori imperiali’ye bakakaldık. burada göğe yakınlığımıza ve roma’da olduğumuza şükrederek aşağıya indik.
yeni açılan van gogh sergisi’nin kuyruğu oldukça hatrı sayılır uzunluktaydı. önünden geçerek caddeye çıktık. normalde otobüs ve araç trafiğine açık olan ana cadde trafiğe kapatılmış, tüm insanlar yolların ortasından özgürce yürüyordu. neredeyse sekiz dokuz tane sokak müzisyeni ve grup gördük. flüt çalan, saksafon çalan, kızılderili müziği yapan, gitar çalan gruplar ve kişiler…
ayrıca sokak sanatçıları da eserlerini sergiliyorlar, bir yandan da para kazanıyorlardı. firavun şeklinde kıpırdamadan duran kişiler de roma’yla özdeşleşmişler adeta. önlerindeki kutucuklara bozuk para atarak onlarla fotoğraf çektirmek serbest. anlayacağınız yol alabildiğine rengarenkti, hava güzel, her şey istediğimiz gibiydi.
bu yıl ‘çin yılı’ ilan edildiğinden ötürü yoldaki direklerde çin’i simgeleyen materyaller asılıydı. yollar araçlara kapalı ama bisikletler ve faytonlara değildi. onlar rahatça ve keyifle bu yolun tadını çıkartıyorlardı…
colosseo
colosseo’ya sallana sallana yürüdük. roma’nın belki de en önemli simgesi olan colosseo yaklaşık 2 bin yıllık bir yapı. köleler ve esirler tarafından inşa edilmiş bu anfi tiyatroda izleyiciler sosyal statülerine göre otururlarmış. 50 bin kapasiteli bu anfi tiyatronun alt kısmında hücreler bulunuyor. bazı bölümleri kullanılmayacak duruma gelen colosseo tüm ihtişamıyla roma’nın orta yerinde duruyor.
roma için bir saraydan veya heykelden çok daha fazla bir imge olan ve romalılar tarafından da böyle kabul edilen colosseo için en büyük kehaneti anglo saksonlar söylemiş: “colosseo yıkıldığında roma da yıkılacak. roma yıkıldığında dünya da yıkılacak.” biz colosseo’nun içine girmedik ve etrafında dolaştık. bir sürü satıcı ve turist de bizim gibi oradaydı.
vittorio emanuele 2
colosseo’dan, dün ziyaret ettiğimiz ve çok sevdiğimiz üç noktayı yeniden görmek için hareketlendik. önce via del corso’ya doğru yürüdük. vittorio emanuele 2’nin önünde biraz durup izledik. bu göz kamaştırıcı yapıt şehrin neredeyse her yerinden görülebilecek düzeyde yüksek ve geniş. oldukça dikkat çekici ve roma için çok önemli. devamlı yanan bir ateş var ve bu ateş roma’nın devamlılığını simgeliyor. vittoria emanuele 2’nin önünden via del corso’ya yöneldik. roma’da bu saatlerde akşam trafiği de hafiften başlamıştı.
ciro ciro’da makarna, della palma’da dondurma
pantheon’un arkasındaki meydan olan piazza maddelana’da yer alan ciro ciro’da makarna yedik, bira içtik. “alt tarafı makarna, ne kadar güzel olabilir” diyenler olabilir. gerçekten iyi yapıyorlar, denemeden bilemezsiniz. makarna yiyecekseniz ortanın üstü bir yerde yemek sizi pişman etmeyecektir. iki makarna ve 2 adet 50 cl bira için 30 eur ödedik. canımız dondurma çektiği için yine della palma’ya uğradık. bu sefer az yemeye kararlıydık. 3 kişi için 8,5 eur’luk dondurma aldık. bu bile çok fazla geldi…
gece gece nasıl oluyor?
trevi çeşmesi’ni de gece merak ediyorduk. pantheon’dan fontana fi trevi’ye yürüdük ve gece güzelliğini de tattık. yine kalabalıktı ve yine çok güzeldi. akabinde spagna’ya yürüyüp ispanyol merdivenleri’nin gece siluetini görmek istedik. gündüz olduğu kadar kalabalık değildi. el ayak yavaş yavaş çekilmişti. biz de spagna’dan kırmızı hat metrosuna binip termini’ye ulaştık. ayşe ile vedalaşıp ayrıldık, otele dönüp eşyalarımızı aldık. ve roma’ya veda edip leonardo express’e binip fumicino’ya, yani havaalanına vardık. uçağa üç saat vardı. işlemlerimizi hallettik, bi’ kafeteryada vakit geçirdik, 2’de hareket eden uçağımıza bindik ve istanbul’a döndük. ayaklarımızın altı su topladı ama bu geziyi ömrümüz boyunca unutmayacağız.
çeşitli fotoğraflar: