Osmanlı'da Kölelik

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan behicefe Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 2
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 2,494

behicefe

Zirve
Mesajlar
1,395
Tepkime Puanı
1
Yer
aydın-koçarlı
Osmanlı’da devşirme sistemi
Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey dönemine baktığımızda, gerek saray hizmetlerinde gerekse orduda köle kullanımının pek de yaygın olmadığı görülmektedir. Kölelerin saraya hizmetli olarak istihdam edilmeleri ve özellikle cariyelerin sarayın devamlı üyeleri haline gelmelerinin başlangıç noktası olarak Orhan Bey dönemi kabul edilebilir.

Osmanlı Devleti kölelik sistemini Ortadoğu İslam devletlerinden alarak, zaman içerisinde kendi toplum ve devlet hayatına adapte ve entegre etmiştir. Köleler başta saray olmak üzere, devlet ve ordu hizmetinde yoğun olarak kullanılmıştır. Osmanlı sarayında haremin ayrı bir kurum olarak ortaya çıkması II. Mehmet (Fatih) dönemine rastlar. Harem, cariyelik sisteminin kurulup gelişmesinde ve rağbet görmesinde en büyük etken olmuştur. Cariyelik kurumuyla birlikte Osmanlı padişahları Türk kızlarıyla evlenme geleneğini terk ederek daha ziyade cariyelerle evlenme yoluna gitmişlerdir. Kanunî Sultan Süleyman’ın Hürrem Sultan ile evlenmesiyle başlayan cariyelerle evlenme geleneği, II. Osman (Genç) tarafından kaldırılmaya çalışılmışsa da, trajik sonu Genç Osman’ın bu geleneği kaldırmasını engellemiş ve halefleri cariyelerle evlenmeye devam etmişlerdir.

İlk adımlarını saray içerisinde atmış olan kölelik sistemi, orduda da işletiliyordu. Selçuklu Devleti döneminde görülen gulam sistemi, 1362’de kabul edilen Pençik Kanunu neticesinde Osmanlı Devleti’nde Acemi Oğlanlar adı altında vücut bulmuştur.pençik sistemini I. Murat başlatmıştır.Fetihlerde ele geçirilen esirlerin bir bölümü acemi teşkilatına alınıp ordu için yetiştirilirken, diğer bir bölüm de devlet hizmetinde görev almaları amacıyla eğitilmek üzere saraya gönderiliyorlardı. Saraya ayrılanlar; Edirne Sarayı, Galata Sarayı ve At Meydanı’ndaki İbrahim Paşa Sarayı’nda eğitiliyorlardı. Bosnalı müslümanlar ise doğrudan saray hizmetine alınıyorlardı.

Devlet hizmetinde kullanılan kölelerin yanı sıra; konak, köşk ve çevrelerinde de kölelik görülmekteydi. Halkın daha alt tabakalarına inildiğinde ise köleliğin pek de rağbet görmediğine şahit olmaktayız. Genel İslâm ahlâkına uygun olarak, efendilerin kölelerine iyi muamele etmeleri gerekmekteydi. Efendiler kölelerine genelde birer ana – baba gibi davranır, onların her türlü ihtiyacıyla ilgilenir ve iyi yetişmeleri için ellerinden geleni yaparlardı. Köşk – konak çevrelerinde, kadın köle olan cariyeler odalık olarak alınırken, erkek köleler daha ziyade fizikî güç gerektiren ayak işlerinde çalıştırılırlardı.

İslâm dışı olan toplumların aksine, Osmanlı Devleti’ne İslâmiyet’ten geçen Âzadlık kurumu sayesinde köleler özgürlüklerine kavuşabiliyorlardı. Burada üç ana yöntem bulunmaktadır. Birincisi, efendisi köleye “ben öldükten sonra hürsün” derse; ikincisi, efendisi köleye daha sağlığındayken “bundan sonra hürsün” derse; üçüncü ve son olarak da kölenin efendisiyle anlaşması neticesinde bir bedel ödemesi sonucunda hürriyetine kavuşabiliyordu. Bunların dışında efendisi cariyesiyle evlenerek veya onu başka hür birisiyle evlendirerek hürriyetine kavuşmasını sağlayabiliyordu.

Yine İslâm dışı toplumlarda görülen kölelik sistemine göre en temel farklardan birisi de köleliğin süreklilik arz etmemesidir. Osmanlı Devleti’nde de köleliğin belli bir süresi vardı. Belirlenen süreler sonunda köleler hür hale geliyorlardı. Sarayda ve toplumsal hayatta beyaz köleler dokuz, siyah köleler ise yedi yıllık çalışmalarının sonucunda azatlık kâğıdı almaya hak kazanıyorlardı. Siyah kölelere gösterilen bu iltimas gerçekten de kayda değerdir. ama osmanlı da çok koyu bir köle ticaret yapıyordu.


Köle Kaynağı
Savaş Esirleri Osmanlı Devleti’nde kölenin kaynağı, ticaret yoluyla elde edilen köleler ile büyük ölçüde savaş esirleriydi. Savaş esirlerini köle haline getirme ilk olarak Orhan Bey döneminde başlamıştı. Özellikle Orhan Bey döneminin sonlarına doğru bu yöndeki gelişme daha belirgindir. Onun öncesinde Osman Bey döneminde ise savaş esirleri öldürülür, fidye karşılığı serbest bırakılır veya hür insanlara verilen ücretin yarısına tarlalarda çalıştırılırlardı. Esirler; kadın – erkek, güzel – çirkin, yaşlı – genç vb kriterlere göre sınıflandırılıp değer biçildikten sonra diğer ganimetlerle birlikte beş hisseye ayrılır ve devlet payı olarak beşte biri alındıktan sonra geriye kalan beşte dördü savaşa iştirak edenlerin arasında pay edilirdi. Ancak Osmanlı Devleti’nde, devlete ait kölelerin kaynağı bu beşte birlik kesime dayanmıyordu. Sık sık köle ihtiyacı ortaya çıkıyor ve devlet böyle durumlarda özel şahıslardan ihtiyacı nispetinde köle satın alır ya da kiralardı. Akıncıların savaş esnasında yaptıkları harekâtlar, esir elde etmenin bir başka yoluydu. Güz aylarında devletin gösterdiği hedeflere yapılan akınlar neticesinde elde edilen esirler, satılmak üzere esir pazarlarına gönderilirdi. Bazı yeniçeriler bu işi bir geçim aracı haline getirmişlerdi. Kalelerde görevli olan yeniçeriler, bey ve hanlıklarla anlaşarak esir toplarlardı. Bu durum, 1699 Karlofça ve 1700 İstanbul anlaşmalarıyla yasaklanmıştır.


Köle Ticareti
Osmanlı Devleti’ndeki bir diğer köle kaynağı, köle ticaretiydi. Ticaret yoluyla gerçekleşen kölelik sistemi de kendi içinde üç farklı noktaya dayanmaktadır: Kaçırma, hediye etme ve bizzat ailelerin satışıyla köleleştirme.

Kişilerin kaçırma yoluyla kölelik sistemine sokulması hukuken yasak olmasına rağmen, insanlar çeşitli yollarla kaçırılarak esir pazarlarına satılırlardı. Ölüm cezası dahi bu durumun önüne geçememiş, kaçırma yöntemi uzun dönemler boyunca devam etmiştir. Kölelik sistemini kaçırılma yöntemi dahilinde besleyen başlıca üç bölge bulunuyordu:

1) Orta ve Doğu Avrupa (Macaristan, Eflak, Boğdan, Rusya, Polonya ve Ukrayna)

2) Kafkasya

3) Afrika

Kaçırılma yönteminde deniz korsanlarının da büyük payı bulunuyordu. Bu konuda çok çeşitli, ilginç örneklerle karşılaşılmaktadır. Doğu Anadolu’da bazı köylere baskınlar düzenleyen insanlar, aldıkları bu esirleri daha sonra “Yezidî” diyerek satmaktaydılar. Bunun yanı sıra bazı ailelerin çocuklarını kendi rızalarıyla sattıkları da görülmekteydi. Bu gelenek Kanunî Sultan Süleyman devrinde başlayarak 20.yy’ın başlarına kadar sürmüştür. Özellikle; Gürcü, Tatar ve Çerkezlerin çocuklarını sattıkları bilinmektedir.

Öte taraftan, hediye etme yoluyla kölelik pek sık görülmemekteydi. Güçsüz devletlerin himaye edilme amacıyla bağlandıkları Osmanlı Devleti’ne; padişah ve devletin ileri gelenlerine hediye amacıyla gönderdikleri köle ve cariyeler, bu tür kölelik sisteminin kaynağını oluşturmaktadır. Ayrıca komutanlar, savaş esnasında ele geçen esirler arasında bulunan güzel kız ve oğlanları satmaz, fidyeyle serbest bırakmaz; genellikle padişah veya vezirlere hediye olarak sunarlardı. Osmanlı Devleti’nin de, elçiler aracılığıyla İslam ülkelerine köle ve cariye gönderdiği görülmüştür.


Osmanlı Devleti’nde Kölenin Görüldüğü Alanlar osmanlı döneminde devlete ve özel şahıslara ayrı olarak iki tür köle olarak ayrılır

OSMANLIDA DEVLET YAPISI:
Osmanlı devlet yapısını ve İslâm hukukunu bilmeyenler; Osmanlı vatandaşlarının, padişahın ve diğer devlet görevlilerinin kulları, köleleri oldukları yanılgısına kapılmaktadırlar. Oysa Osmanlı Devleti’nde halka raiyye veya bunun çoğulu olan reaya denmektedir ve bunun sebebi, İslâm peygamberi Hazreti Muhammed’in bir hadisidir; bu hadisin manasını unutturmamak için Osmanlı’da halka reaya olarak hitab edilmektedir.


Ortakçı Kullar
Ortakçı kullar, devlete ait hassa çiftliklerinde çalışırlardı. Bunlar genellikle sultanların ve yönetici sınıf üyelerinin mülk ve vakıflarında çalıştırdıkları savaş esirleri ya da satın aldıkları kölelerdi. Ortakçı kullar ilk kez Orhan Bey döneminde görülmüşlerdir. Bu dönemden itibaren, tarım toprakları ve köylere yerleştirilen ortakçılar servaj usulüyle çalışmışlardır. II:Mehmet (Fatih) döneminde sarayın meyva, sebze ve tahıl ihtiyacını karşılamak üzere Sırbistan ve Mora seferinden getirilen otuzbeş bin köle, Istanbul civarında bulunan otuzbeş farklı köye yerleştirilmiştir. Ortakçı; beylikten, vakıf idaresi veya toprak sahibi özel şahıstan aldığı tohumu eker, biçer ve üründen öşür ve tohum bedeli çıkarıldıktan sonra arta kalan miktarı vakıf idaresi veya toprak sahibi ile paylaşırdı. Ortakçılara kalacak yer verilir, tarlada kullanacağı araç gereç temin edilirdi. Çiftliklerde yaşayan ortakçılar kendi aralarında evlenebilir, çocuk sahibi olabilirlerdi.

Ortakçı kullarla hukuki yönden farkı olmayan ve ortakçı kesim olarak adlandırılan ayrı bir grup daha vardı. Ortakçı kullar mahsülden öşür ve tohum bedeli çıktıktan sonraki bölümü hizmet ettiği vakıf veya kişiyle paylaşırken, kul kesimciler ne ekerlerse eksinler belli bir miktar ürün vermek zorundaydılar. Ayrıca, özel şahsa ait kesimciler de bulunmaktaydı.

Osmanlı Devleti’nde, devlete ait küçük ve büyük baş hayvanların korunması, bakımı ve otlatılmasıyla ilgilenen köleler de bulunuyordu. Bunlara genel olarak sığırcı kullar veya koyun kâfirleri denmekteydi.


Kapı Kulları
Osmanlı Devleti, kurulduğu ilk yıllardan itibaren artan fütühat hareketleri sebebiyle zaman içerisinde daha fazla sayıda askere sahip ve düzenli bir ordu yapısına ihtiyaç duymaya başlamıştır. Osman ve Orhan Bey dönemlerinin ardından, mevcut ordu yapısının gittikçe artan ihtiyaçları karşılayamadığı, I.Murad döneminde kendisini iyice hissettirmeye başlamıştır. Bu ihtiyaçtan dolayı, savaş esirlerinin arasından askerlik yapmaya elverişli olan hıristiyan çocuklar belirlenip, bunların beşte biri alınarak bir Türk – İslâm terbiyesinden geçirilerek yeni bir askerî sınıf meydana getirilmiştir. Ve bu teşkilatlanma “Kapıkulu Ocakları”nın temelini oluşturmuştur. Kapıkulu Ocakları ve bunun içerisinde başat bir kuvvet durumunda olan Yeniçeri Teşkilatı, Osmanlı ordusunun en önemli vurucu güçlerinden biri haline gelmiştir.

Osmanlı sisteminde Kapıkulu; padişaha bağlı olan, daimi ve maaşlı, yaya ve atlı ordudur. Kapıkulu askerlerinin temelini Yeniçeriler oluşturur. Avrupa’nın ilk daimi ordusu olarak kabul edilebilen Yeniçeriler, Osmanlı Devleti’ne savaş alanında büyük bir üstünlük sağlıyordu. Yeniçeriler’in Osmanlı Devleti’nin genişlemesinde büyük katkıları olmuştur. Osmanlı Devleti’ne 464 yıl gibi uzun bir süre hizmet eden Yeniçeri Ocağı zaman içersinde ilk dönemlerindeki etki ve verimini kaybetmiş ve II. Mahmud döneminde, 1826 yılında Vaka-i Hayriye olarak adlandırılan operasyonla kapatılmıştır. Yeniçeri Teşkilatı’na asker temin edilmesinde başlıca iki kaynak bulunmaktadır:


Pençik Sistemi ve Acemi Ocakları Karamanlı Rüstem’in teklifiyle I.Murad döneminde çıkarılmış olan pençik kanununa göre, savaş esirlerinin beşte biri asker ihtiyacını karşılamak üzere devlet hesabına alınıyorlardı. Yeniçeri ocağının temel asker ihtiyacı, Ankara Savaşı’na (1402) kadar pençik oğlanları vasaıtasıyla karşılanmıştır.Tatarlar bu sisteme son vermiştir


Devşirme Usulü ve Acemi Oğlanları
II.Murad zamanında kanunlaştırılan bu sistem, Osmanlı tebaası durumundaki bazı hristiyan çocuklarının toplanması esasına dayanmaktaydı. Devşirme kanununa göre, devşirilen çocuklar önce müslüman olur ve adları Türkçe olarak değiştirilirdi. Kabiliyetli ve belli bir seviyenin üzerinde olanlar saray için seçilirken, diğerleri genel Türk örf ve adetlerini öğrenmeleri amacıyla Türk köylerine dağıtılırlardı. Bu çocuklar; Türk ailelerin yanında hizmet ederler, İslâmiyeti ve Türkçe’yi öğrenirler, daha sonra da acemi oğlanı yazılırlardı. Devşirme sistemi, kanuna uygun yapıldığı müddetçe son derece başarılı sonuçlar vermiştir. Daha sonraları bu sisteme bir takım usulsüzlükler karışmış ve devşirme sistemi bozulmuştur. Bu durum, Yeniçeri Ocağı’nın da bozulmasını beraberinde getirmiştir.


Osmanlı Devleti’nde Harem Teşkilatı
Harem ağasın kadınlara hizmet ediyor Sarayda padişahın ailesinin ve evinin bulunduğu yer ve girilmesi yasak anlamına gelen “harem” olarak adlandırılmaktadır. Harem’de; padişahın annesi valide sultan, padişahın eşleri, hasekiler, şehzadeler, padişah kızları, ustalar, kalfalar ve cariyeler bulunurdu. Harem’in efendisi padişah iken; valide sultan ise Harem’in reisi olarak kabul görmüştür.

Osmanlı sarayında cariyeler, Orhan Bey döneminden itibaren görülmeye başlanmıştır. II. Mehmed döneminden itibaren ise saraydaki cariyelerin sayısı hızla artmıştır. Haremde iki tür cariye bulunmaktaydı. Hizmetçi konumundaki cariyeler ve padişahın eşi durumundaki cariyeler.


Hizmetçi Cariyeler
Hizmetçi konumundaki cariyeler sarayda para karşılığı çalışırlardı. Bunlar başkasıyla evli olabilirlerdi. Evli olmayan cariyelerin ise başkasıyla evlenmesi mümkün olmadığından bunlar padişahın veya şehzadelerin haremine girebilirdi. Başkasıyla evli olan cariyelerin ise saraydan herhangi bir kişiyle cinsî münasebeti olamazdı. Acemiler, cariyeler, kalfalar ve ustalar olarak adlandırılan dört cariye grubu incelendiğinde, Harem’deki cariyelerin yaklaşık %90’ının tamamen bugünkü kadın hizmetçi konumunda oldukları ve aldıkları belli bir ücret karşılığında haremde hizmet etmekte oldukları görülmektedir.


Eş Konumundaki Cariyeler
Eş konumundaki cariyeler ise; padişahın nikah yaparak ya da nikah yapmadan karı – koca hayatı yaşadığı cariyelerdir. Nikah yapılmayan bu tür cariyelerin sayısı çok azdır. Eş konumundaki cariyeler de bu şekilde kendi içinde ikiye ayrılırlar.


Nikahlı Cariyeler
Âzad edilerek nikahlanmış cariyelerdir. Bunlara haseki sultan veya kadın efendi denirdi. Haseki sultan unvanı ancak padişahtan çocuk doğuran cariyelere verilirdi. Sayıları toplamda yediye kadar çıkardı. Harem içindeki konumlarına göre baş kadın, ikinci kadın şeklinde sıralanırlardı..


Nikahsız Cariyeler
Padişahın nikah kıymaksızın birlikte yaşadığı cariyelerdir. Bunlar; gözde, ikbal ve peyk olarak adlandırılırlardı. Kadın efendi olabilecek ilk dört cariyeye gözde, ikbal adayı olabileceklere de peyk denirdi. Padişahların en fazla dörder adet ikbal, gözde ve peykleri bulunabilirdi. Yani toplam sayı onikiyi geçmezdi.

II.Mehmed’ten itibaren Osmanlı padişahları genelde âzadlı cariyelerle evlenmeyi tercih etmişlerdir. Buna sebep olarak Saray ile akrabalık bağları bulunan ailelerin ortaya çıkmasını engelleme isteği gösterilmektedir. Bunun yanı sıra, o dönemde dünya sahnesinde küresel bir aktör olarak yer alan Osmanlı Devleti’nin idarecilerinin çok çeşitli milletlerden eşlerinin olması son derece tabii karşılanmalıdır.


Şahıslara Ait Köleler
Şahıslara ait köleler ikiye ayrılmaktadır. Bunlardan birincisi, gerçek şahıslara ait kölelerdir. Bunlar genellikle özel şahısların çobanlığını yapar; ev, tarla, bahçe işleriyle uğraşırlardı. Kadın köle durumundaki cariyeler ise; köşklerde, konaklarda ve zengin ailelerin evlerinde hizmet ediyorlardı. Alt kesime inildikçe, kölelik sistemine pek rağbet edilmediği görülmektedir. Zaten konak vb yerlerde köle kullanılması genelde bir gösteriş vesilesi durumundaydı. Zaman zaman zengin kesimin nüfuz göstergesi, yanında bulundurduğu köle ve cariye sayısı olmaktaydı.

Şahsî kölelerin ikinci grubu ise; vakıf ve yarı resmî kurumlarda, yine buraların hizmetini gören ve bu kurumlara ait olan kölelerden oluşmaktaydı.


Osmanlı Devleti’nde Köle Ticareti
Esirciler olarak adlandırılan ve Osmanlı topraklarında köle ve cariye ticareti yapan kişiler özellikle I.Murad döneminden itibaren görülmeye başlanmıştır. Savaşların akabinde devletin beşte birlik payının dağıtılmasının ardından kalan esirler, savaş meydanlarında tacirlere satılıyorlardı. Burada satılamayanlar ise merkez şehirlerde esircilere ya da satın alma gücüne sahip olan kişilere satılıyorlardı. Kaçırma yoluyla köle yapılanlar da yine merkez şehirlerdeki esir tacirlerinde toplanırlardı. Esir alıp – satmak serbest olduğundan, esircilik bir meslek haline gelmiş ve bu meslek grubunun başına “Esirciler Kethüdası” getirilmişti. Esircilik kârlı bir işti ve bu işi yapanlar zengin tüccar grubundan sayılıyorlardı. Her isteyen esirci olamıyordu. Esirci esnafının iyi tanınması gerekiyordu. Kanuna aykırı hareket eden veya kölelere kötü muamelede bulunanlar bu meslekten atılıyordu. Meslekten atılmanın hafif bir ceza kabul edildiği durumlarda, suçluların esir pazarının kapısına asıldıkları da görülüyordu. Özellikle kadın esircilerin hareketleri çok sıkı kontrol ediliyor, kanuna aykırılıklar önlenmeye çalışılıyordu. Alınan tüm tedbirlere rağmen köle ticaretindeki suiistimaller engellenememiştir.

Diğer esnaf grupları gibi esirciler de bir loncada toplanmıştı; kethüdaları, yiğitbaşıları vardı. Ünlü bestekâr ve musikî ustası Mustafa Itrî Efendi de, Esircilik Kethüdalığı yapmıştır.

Osmanlı Devleti’nde; kölelerin alınıp satıldığı yerlere esir pazarları deniyordu. İlk dönemlerde yerleşik olmayan esir pazarları bulunuyordu. Panayırların bir bölümünde esir ticareti yapılmaktaydı. İlk esir pazarı Bursa’da kurulmuştur. II.Mehmed dönemine kadar dağınık ve düzensiz bir şekilde sürdürülen esir ticareti, İstanbul’un fethinden sonra düzene girmiştir. Sınırlar genişledikçe; Edirne, Macar – Osmanlı sınırına yakın şehirler, Midilli, Batı Afrika’da Dorfur şehri ve Mısır esir ticaretinin merkezleri olarak ön plana çıkmıştır. İstanbul’da ise; ilk esir pazarının bugünkü Haseki semtinde kurulduğu ve esir ticaretinin III. Murad döneminde eski ve yeni bedestenler içerisinde merkezileştiği tahmin edilmektedir.

Bir ilke olarak, Osmanlı Devleti’ndeki gayrımüslimlere müslüman köle satmak yasaktı. Ancak buna rağmen gayrımüslimlerin müslüman köle aldıkları görülmekteydi. Gayrımüslimlerin, müslüman olmayan köleleri alıp – satmaları ise serbestti.

Osmanlı tarihi hakkında ortalama bir bilgi seviyesine sahip insanların, Osmanlı Devleti ile ilgili yapacakları bir sohbette belki de üzerinde en az fikir beyan edebilecekleri konuların başında gelmektedir kölelik. Özellikle 20.yy’ın sonlarına doğru gündeme iyice oturan “insan hakları” kavramı, bizlerin Osmanlı’da kölelik kavramını iyiden iyiye unutmamıza veya unutmak istememize sebep olmaktadır. Bir ihtimal; kölelik kavramı algılaması Batı şartları çerçevesinde şekillenmiş olan insanımız, böylesine bir kurumun varlığını Osmanlı’ya yakıştıramamaktadır. Oysa ki söz konusu toplumsal kurum özel olarak Batı, genel olarak da İslâm dışı uygulamalara göre çok farklı niteliklere sahiptir. Batı’nın aksine Osmanlı’da köleler, birer hizmet ve üretim aracı olarak görülmemiş; toplumun içine entegre edilmiş, insanî şartlarda yaşamaları sağlanmış ve en önemlisi belli şartlar dahilinde kölelik kurumunun tamamen kalkması teşvik edilmiştir. Dünya üzerinde kölelik uygulamasının kaldırıldığı ilk devlet olarak 1807 tarihiyle İngiltere olarak bilinmektedir. 1833’te İngiltere, kendisine bağlı olan tüm sömürgelerinde de kölelik uygulamasının ilga edildiğini ilan etmiştir. İngiltere’yi takip eden ilk devlet ise, 1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı’nın açtığı yoldan Sultan Abdülmecid’in liderliğinde ilerleyen Osmanlı Devleti olmuştur. 1847’de yayımlanan bir fermanla kölelik Osmanlı topraklarından da tamamen uzaklaştırılmış oluyordu. Siyah – beyaz çatışmasının günümüzde dahi sürdüğü, 1960lı yıllara kadar ayrı otobüsler, ayrı okullar vs uygulamaların son derece doğal karşılandığı ABD’de ise kölelik 1863 yılında ilga edilmiştir.
 

Etiketler
Ynt: Osmanlı'da Kölelik





Abdülaziz daha şehzade iken – yani tahta çıkmadan önce- annesi Pertevniyal Kadınefendi’yi torun sahibi eder. Osmanlı Sarayı’nda bir şehzadenin padişah olmadan önce baba olması yasaktır. Bu yüzden Pertevniyal Kadınefendi tavan arasında torunu Yusuf İzzettin’i gizlice büyütmeye karar verir. İlerde çocuğun yalnızlıktan sıkılmaması için, o dönemde Ruslar’ın Kafkasya’ya saldırıları sırasında, İstanbul’a göç etmek zorunda kalan Kafkas kökenli milletlere mensup iki kız çocuğu satın alınarak Saray’da Yusuf’la beraber büyütülmeye ve eğitilmeye başlanır. Pertevniyal Kadınefendi çocuklardan birine Meyyale, diğerine de Çeşmidil ismini verir.
Meyyale genç kız olup evlilik çağı olarak kabul edilen ondört yaşına gelince, Pertevniyal Valide Sultan’ın isteği doğrultusunda, padişah Abdülaziz’in yakın arkadaşı olan Nevres Paşa ile evlenir. Ancak, paşanın yaşlı olması ve bunun neticesinde ortaya çıkan uyumsuzluk nedeniyle bu evlilik kısa sürer ve Meyyale Saray’a geri döner. Günlerini mutsuz ve sıkıntılı geçirmektedir. Pertevniyal Valide Sultan’ın gönlü buna hiç razı değildir. Aradan üç yıl böylece geçtikten sonra Pertevniyal Valide Sultan, Meyyale’yi bu kez ondan on yaş büyük olan Hasan Hilmi Paşa ile evlendirir.
Çeşmidil ise, birlikte geçirdikleri gecenin sabahında padişah Abdülaziz tarafından haznedarlığa kadar yükseltilir.
Abdülaziz, en güvendiği kişiler -Serasker Hüseyin Avni Paşa, Sadrazam Rüştü Paşa, Şura-yı Devlet Reisi Rüştü Paşa, Bahriye Nazırı Kayserili Ahmet Paşa, Mektebi Harbiye Kumandanı Süleyman Paşa ve Şeyhülislam Hayrullah Efendi- tarafından tahttan indirilir ve yerine de Sultan V. Murat getirilir. Abdülaziz’i Topkapı Sarayı’na götürürler ve orada ona kötü davranırlar. Bu muameleye daha fazla dayanamayan Abdülaziz intihar eder. Oğlunun intiharına bir türlü inanmak istemeyen Pertevniyal Valide Sultan’ın hayatı kararır. Sonunda onu bir konağa kapatırlar.
V. Murat’ın da padişahlığı uzun sürmez. Padişahlığı devrilir ve Sultan Abdülhamit tahta geçer. Bu olay üzerine Pertevniyal Valide Sultan’ın üç aylık işkence dolu günleri sona ermiş olur. Meyyale, kocası Hasan Hilmi Bey’den izin alarak Pertevniyal Valide Sultan’ı yalıya getirir ve birlikte kalmaya başlarlar.
Abdülhamit, Abdülaziz’in yakınlarını ufak ve Saraydan uzak yerlere tayin etmektedir. Hasan Bey de bundan nasibini alır ve İçel mutasarraflığına atanır. Yazları yalıda, kışları konakta geçen bir hayattan, adını dahi duymadığı bir taşra kentine gitmek Meyyale’yi çok üzer. İlk kızı Rebia dört yaşına basmış, ikinci kızı Makbule de bir yaşını daha yeni doldurmuştur. Meyyale, Pertevniyal Valide Sultan’la vedalaşarak çocuklarıyla beraber yola çıkar. Pertevniyal Valide Sultan o günlerden sonra fazla yaşamaz. Aksaray’da yaptırmış olduğu Valide Camii’nin yanındaki türbeye defnedilir.
Hasan Hilmi Bey, İçel ile başlayan tayinler serisine Yozgat, Kütahya ve Elazığ ile devam eder. Elazığ’dan sonra İstanbul’a geri dönerler. İstanbul’dan uzakta geçen oniki yıllık dönemde Meyyale Hanımın iki kızı daha olur. İstanbul yaşamları uzun sürmez. Altı ay sonra Konya’ya, oradan da Hicaz’a tayinleri çıkar. Sonra tekrar İstanbul’a atanırlar. Meyyale Hanım için, İstanbul’un gösterişli havasında yaşamak, taşra kentlerinin boğucu ve sıkıcı havasından kurtulmak kadar zevkli değildir. Annesi Şuhucihan (Fatma) Hanım’ın hiç beklenmedik bir yaşta ölümü ve Pertevniyal Valide Sultan’ın başına gelenler onu perişan eder. Kızlarıyla iyi geçinememiş, arkadaş olamamıştır. Hırçın ve kaprisli bir kadın haline gelir. Zaman zaman sinir krizleri geçirip bunalımlara düşer. Konakta, kızlarının, halayıkların, odalıkların ve uşakların karşısına her zaman sert ve kasvetli bir havayla çıkar. Hiçbir konuda herhangi bir ödün dahi vermeksizin konaktaki otoritesini sürdürmeye çalışır.
Meyyale, son yıllarda eşinin kendisiyle eskisi gibi ilgilenmediği kanısına varır. İyice bunalıma düşer ve kocasıyla olur olmaz nedenlerle tartışmaya başlar. Mutsuzdur. Mamafih, son yıllarda eşiyle doğru dürüst bir ilişkileri de kalmaz. Alınganlıklar ve güvensizlikler Meyyale’yi çılgına çevirmeye başlar. Tüm bu gerginlik ve huzursuzluk ortamında, yaşamı birbirlerine zehir etmeye başlarlar.
Bu arada Hasan Hilmi Bey’in Sivas Valiliği’ne tayini çıkar. Ancak Meyyale, kızlarıyla birlikte İstanbul’da kalmak ister. Hasan Hilmi Bey biçare, Sivas’a tek başına gider. Orada çevre baskısının da etkisiyle ve kendi iradesi doğrultusunda, İstanbul’a bildirmeden Hayriye Hanım’la evlenir. Beraberinde Sivas’a getirmiş olduğu aşçı Salih Ağa, bu olay karşısında çok sevdiği Meyyale Hanım’a bunu haber vermesi gerektiği düşüncesiyle İstanbul’a mektup yazar. Durumdan haberdar olan Meyyale, çocukları da alarak Sivas’a hareket eder. Orada Hasan Hilmi Bey’e hakaretler yağdırır. Onu mutsuz ve huzursuz etmek için de Sivas’tan ayrılmaz. Hasan Hilmi Bey, hamile olan eşi Hayriye Hanım’ın doğumunun yaklaştığı günlerde geçirdiği bir kalp krizi neticesi vefat eder.
Meyyale Hanım, tüm bu olanlardan kendini sorumlu tutar. Suçluluk duygusu içerisinde hayata küser ve hiç kimseyle görüşmek ve konuşmak istemez. Hasan Hilmi Bey’in cenazesi kaldırıldıktan sonra İstanbul’a döner ve konağa kapanır. Eşinin ölümünden sonra, dünyaya küskün bir şekilde, kızlarıyla da hiç ilgilenmeden ve tebessüm etmeden geçirdiği onaltı yıl neticesinde o da yaşama veda eder…
 

Ynt: Osmanlı'da Kölelik



İstanbul'da 3 büyük köle pazar yeri vardır. bunlardan ikisi sur içindedir. Çemberlitaş ve Haseki'de diğeri ise sur dışındadır. Nusretiye Camii mevkiidir. Gazeteciler cemiyetininde kurucularından olan Hıfzı Topuz büyük anneannesinin hayatını anlatır Meyyale romanında. Yazar bir çok tarihsel romanlar yazan yazarlardan 1 noktada ayrılır. O yazdığı tarihsel romanlarını diğerleri gibi kurmaca yapmaz belgelere dayanarak yazar. Bu sayede de biz okurları bilmediğimiz yakın tarihimizi böylesi değerli yazarlarında katkısıyla öğrenme şansına sahip oluruz.
Defalarca önünden geçtiğimiz tarihi yapıların esrarlı geçmişlerinide öğrenme şansına sahip oluruz. Sultan Abdülaziz çocuğunu 9 yıl Dolmabahçe Sarayının çatı katında bir odada büyütmüştür. orayı gezerken yada bir dahaki geçişinizde bu bilgiler eşliğinde bakarsınız umarım.
Abdülaziz daha şehzade iken – yani tahta çıkmadan önce- annesi Pertevniyal Kadınefendi’yi torun sahibi eder. Osmanlı Sarayı’nda bir şehzadenin padişah olmadan önce baba olması yasaktır. Bu yüzden Pertevniyal Kadınefendi tavan arasında torunu Yusuf İzzettin’i gizlice büyütmeye karar verir. İlerde çocuğun yalnızlıktan sıkılmaması için, o dönemde Ruslar’ın Kafkasya’ya saldırıları sırasında, İstanbul’a göç etmek zorunda kalan Kafkas kökenli milletlere mensup iki kız çocuğu satın alınarak Saray’da Yusuf’la beraber büyütülmeye ve eğitilmeye başlanır. Pertevniyal Kadınefendi çocuklardan birine Meyyale, diğerine de Çeşmidil ismini verir.
Meyyale genç kız olup evlilik çağı olarak kabul edilen ondört yaşına gelince, Pertevniyal Valide Sultan’ın isteği doğrultusunda, padişah Abdülaziz’in yakın arkadaşı olan Nevres Paşa ile evlenir. Ancak, paşanın yaşlı olması ve bunun neticesinde ortaya çıkan uyumsuzluk nedeniyle bu evlilik kısa sürer ve Meyyale Saray’a geri döner. Günlerini mutsuz ve sıkıntılı geçirmektedir. Pertevniyal Valide Sultan’ın gönlü buna hiç razı değildir. Aradan üç yıl böylece geçtikten sonra Pertevniyal Valide Sultan, Meyyale’yi bu kez ondan on yaş büyük olan Hasan Hilmi Paşa ile evlendirir.
Çeşmidil ise, birlikte geçirdikleri gecenin sabahında padişah Abdülaziz tarafından haznedarlığa kadar yükseltilir.
Abdülaziz, en güvendiği kişiler -Serasker Hüseyin Avni Paşa, Sadrazam Rüştü Paşa, Şura-yı Devlet Reisi Rüştü Paşa, Bahriye Nazırı Kayserili Ahmet Paşa, Mektebi Harbiye Kumandanı Süleyman Paşa ve Şeyhülislam Hayrullah Efendi- tarafından tahttan indirilir ve yerine de Sultan V. Murat getirilir. Abdülaziz’i Topkapı Sarayı’na götürürler ve orada ona kötü davranırlar. Bu muameleye daha fazla dayanamayan Abdülaziz intihar eder. Oğlunun intiharına bir türlü inanmak istemeyen Pertevniyal Valide Sultan’ın hayatı kararır. Sonunda onu bir konağa kapatırlar.
V. Murat’ın da padişahlığı uzun sürmez. Padişahlığı devrilir ve Sultan Abdülhamit tahta geçer. Bu olay üzerine Pertevniyal Valide Sultan’ın üç aylık işkence dolu günleri sona ermiş olur. Meyyale, kocası Hasan Hilmi Bey’den izin alarak Pertevniyal Valide Sultan’ı yalıya getirir ve birlikte kalmaya başlarlar.
Abdülhamit, Abdülaziz’in yakınlarını ufak ve Saraydan uzak yerlere tayin etmektedir. Hasan Bey de bundan nasibini alır ve İçel mutasarraflığına atanır. Yazları yalıda, kışları konakta geçen bir hayattan, adını dahi duymadığı bir taşra kentine gitmek Meyyale’yi çok üzer. İlk kızı Rebia dört yaşına basmış, ikinci kızı Makbule de bir yaşını daha yeni doldurmuştur. Meyyale, Pertevniyal Valide Sultan’la vedalaşarak çocuklarıyla beraber yola çıkar. Pertevniyal Valide Sultan o günlerden sonra fazla yaşamaz. Aksaray’da yaptırmış olduğu Valide Camii’nin yanındaki türbeye defnedilir.
Hasan Hilmi Bey, İçel ile başlayan tayinler serisine Yozgat, Kütahya ve Elazığ ile devam eder. Elazığ’dan sonra İstanbul’a geri dönerler. İstanbul’dan uzakta geçen oniki yıllık dönemde Meyyale Hanımın iki kızı daha olur. İstanbul yaşamları uzun sürmez. Altı ay sonra Konya’ya, oradan da Hicaz’a tayinleri çıkar. Sonra tekrar İstanbul’a atanırlar. Meyyale Hanım için, İstanbul’un gösterişli havasında yaşamak, taşra kentlerinin boğucu ve sıkıcı havasından kurtulmak kadar zevkli değildir. Annesi Şuhucihan (Fatma) Hanım’ın hiç beklenmedik bir yaşta ölümü ve Pertevniyal Valide Sultan’ın başına gelenler onu perişan eder. Kızlarıyla iyi geçinememiş, arkadaş olamamıştır. Hırçın ve kaprisli bir kadın haline gelir. Zaman zaman sinir krizleri geçirip bunalımlara düşer. Konakta, kızlarının, halayıkların, odalıkların ve uşakların karşısına her zaman sert ve kasvetli bir havayla çıkar. Hiçbir konuda herhangi bir ödün dahi vermeksizin konaktaki otoritesini sürdürmeye çalışır.
Meyyale, son yıllarda eşinin kendisiyle eskisi gibi ilgilenmediği kanısına varır. İyice bunalıma düşer ve kocasıyla olur olmaz nedenlerle tartışmaya başlar. Mutsuzdur. Mamafih, son yıllarda eşiyle doğru dürüst bir ilişkileri de kalmaz. Alınganlıklar ve güvensizlikler Meyyale’yi çılgına çevirmeye başlar. Tüm bu gerginlik ve huzursuzluk ortamında, yaşamı birbirlerine zehir etmeye başlarlar.
Bu arada Hasan Hilmi Bey’in Sivas Valiliği’ne tayini çıkar. Ancak Meyyale, kızlarıyla birlikte İstanbul’da kalmak ister. Hasan Hilmi Bey biçare, Sivas’a tek başına gider. Orada çevre baskısının da etkisiyle ve kendi iradesi doğrultusunda, İstanbul’a bildirmeden Hayriye Hanım’la evlenir. Beraberinde Sivas’a getirmiş olduğu aşçı Salih Ağa, bu olay karşısında çok sevdiği Meyyale Hanım’a bunu haber vermesi gerektiği düşüncesiyle İstanbul’a mektup yazar. Durumdan haberdar olan Meyyale, çocukları da alarak Sivas’a hareket eder. Orada Hasan Hilmi Bey’e hakaretler yağdırır. Onu mutsuz ve huzursuz etmek için de Sivas’tan ayrılmaz. Hasan Hilmi Bey, hamile olan eşi Hayriye Hanım’ın doğumunun yaklaştığı günlerde geçirdiği bir kalp krizi neticesi vefat eder.
Meyyale Hanım, tüm bu olanlardan kendini sorumlu tutar. Suçluluk duygusu içerisinde hayata küser ve hiç kimseyle görüşmek ve konuşmak istemez. Hasan Hilmi Bey’in cenazesi kaldırıldıktan sonra İstanbul’a döner ve konağa kapanır. Eşinin ölümünden sonra, dünyaya küskün bir şekilde, kızlarıyla da hiç ilgilenmeden ve tebessüm etmeden geçirdiği onaltı yıl neticesinde o da yaşama veda eder…

[/quote]
 

Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
103,383
Mesajlar
1,517,429
Kayıtlı Üye Sayımız
172,041
Kaydolan Son Üyemiz
İsmail.s

Çevrimiçi üyeler

SON KONULAR



Geri
Üst