SEVAL
www.sevalduban.com
Değerli bir dostum; yaz geldi, teknesi ile açıldı ve bana 19 Mayıs akşamı bir e-mektup gönderdi...
“Martılar neden denizin üzerinde uçuyor anladım. Denizlerin derdini anlatmak için martı olmak lazım” diye başlayan mektup küçük bir öykü ile noktalanıyor...
Öykü şöyle;
Deniz aşr-ı ülkede bir kral ve bir de kızı varmış. Prenses dünyalar kadar güzelmiş. Kral ona bakılmasını yasaklamış. Prenses şehirde dolaşacağı zaman halk eğilip gözlerini kapatır ya da evlerine kaçışırmış. Onu görmenin bedeli ise ölümle cezalanmakmış.
Günlerden bir gün, prenses yine dolaşmak için çıktığında; fakir bir köylü delikanlı her şeyi göze alarak başını kaldırmış ve prensesle göz göze gelmişler...
Delikanlı o an prensese inanılmaz bir aşkla tutulmuş.
Fakir delikanlı ölümü bile göze almak pahasına, prensesi bir kere daha görmek için uğraşmış durmuş. Bu arada güzel prenses de ona tutulmuş, onun zarar
görmemesi için günlerce kendini saraya kapatmış.
Sonunda dayanamayan delikanlı, her şeyi göze alarak gizlice sarayın bahçe duvarına tırmanmış ve prenses ile bir kere daha göz göze gelmişler, gelmişler ama muhafızlara yakalanmışlar. Kralın karşısına çıkarılanca, delikanlı öleceğini bile bile aşkını dile getirmiş.
Kral tam ölüm emrini vereceği anda prenses yalvarmış. Kızının yalvarışına
dayanamayan Kral da, delikanlıyı ıssız adada yalnız yaşamaya mahkum etmiş...
Aradan bir kaç ay geçmesine rağmen prensesi unutamayan delikanlı
aşkını kağıtlara dökmüş ve martılara anlatmaya başlamış... Ve martılar
mektupları prensese götürür olmuşlar...
Zamanla prensesin de yazmış olduğu mektupları getiren martılar aracılığı ile iki gencin arasındaki aşk iyice büyümüş.
Ta ki... Bir sabah sarayın bahçesinde kahvaltı yaparken prensesin
odasının penceresine ağzında bir mektupla konan martıyı kralın görmesine
kadar.
Kral, martıların bile aracı olduğu böylesine büyük aşkı anlayamadığı için kendisinden utanmış, delikanlının kızıyla evlenmesine izin vermiş.
Bunu duyunca çok mutlu olan prenses hemen delikanlıya bir mektup yazmış. Bu arada mektubu götürmek için bekleyen martıya da, tüm martıların düğünlerine davetli olduğunu söylemiş. Buna çok sevinen martı, mektubu bir an önce ıssız adaya götürmek için yola çıkmış.
Tam yolu yarılamışken yanından geçen bir kaç martı arkadaşına haber verip hepsinin düğüne davetli olduğunu söylemek için gagasını açtığında mektubu düşürmüş. Tüm martılar hep birlikte mektubu aramaya başlamışlar. Fakat bir türlü bulamamışlar...
Bu arada prensesten mektup alamayan aşık delikanlı, yazmış olduğu
mektupları göndermek için bir tek martı bile bulamamış... Biraz ilerisinde
uçuyorlar fakat yanına gitmiyorlar ve mektubu armaya devam ediyorlarmış...
Prensesin kendisini artık unuttuğunu, istemediğini, martıların da onun
için yanına gelmediğini sanan delikanlı, fenerden kayaların üzerine atlayarak intihar etmiş. Kralın gemisi adaya vardığında fakir delikanlının soğuk bedeni ile
karşılaşmışlar...
İşte o gün, bu gündür, martılar o mektubu ararlar. Mektubu bulup, o
inanılmaz sevgiyi geri getirebileceklerine, her şeyi düzelteceklerine,
inanarak hep denizler üzerinde uçuşup dururlarmış...
Hikaye böyle....
Hikayeyi okurken Hürriyet Gazetesi’nin usta yazarı Yılmaz Özdil’in köşesine takıldım. Hep yazmak istediğim bir yazıyı orada görünce hayıflandım.
Ben martı gibi çırpınıp dururken; ne güzel de ifade etmiş dedim.
Kim martı?
Kim fakir delikanlı?
Kim kral?
Kim prenses?
Karar veremedim...
Kararı siz verin diye; değerli yazarın köşesinden bir bölümü tekrarlamakta fayda gördüm....
Şöyle diyor, Yılmaz Özdil...
Bandırma vapuru nerede?
Hurdacıya satıldı.
Yavuz nerede?
Jilet oldu.
Midilli?
Battı.
Savarona nerede?
Kiraladık.
Nusret mayın gemisi?
Karada!
(O da batmıştı, kiloyla hurdacıya satılırken, Tarsus Belediyesi aldı, restore etti, limana bağlayacağına, getirip şehir merkezindeki parka koydu!)
***
Türk tarihinin en önemli beş gemisinin hali bu... Üç tarafımız denizlerle çevrili bu arada... Kendimize ait ’’Türk havuzu’’ denilen, bir denizimiz, iki de boğazımız var!
***
Bandırma, maket.
Yavuz, jilet.
Midilli, dipte.
Savarona, sosyete oyuncağı.
Nusret, süs.
***
Hadi hep beraber...
Parmaklar yapışık.
Sağ kol yukarı...
Vücuda 180 derece.
Sol kol 90 derece...
Yana doğru.
Bacaklar bitişik.
Son söz: Martılar uçmayın, mektup sahibine ulaştı......
Celal Pir
“Martılar neden denizin üzerinde uçuyor anladım. Denizlerin derdini anlatmak için martı olmak lazım” diye başlayan mektup küçük bir öykü ile noktalanıyor...
Öykü şöyle;
Deniz aşr-ı ülkede bir kral ve bir de kızı varmış. Prenses dünyalar kadar güzelmiş. Kral ona bakılmasını yasaklamış. Prenses şehirde dolaşacağı zaman halk eğilip gözlerini kapatır ya da evlerine kaçışırmış. Onu görmenin bedeli ise ölümle cezalanmakmış.
Günlerden bir gün, prenses yine dolaşmak için çıktığında; fakir bir köylü delikanlı her şeyi göze alarak başını kaldırmış ve prensesle göz göze gelmişler...
Delikanlı o an prensese inanılmaz bir aşkla tutulmuş.
Fakir delikanlı ölümü bile göze almak pahasına, prensesi bir kere daha görmek için uğraşmış durmuş. Bu arada güzel prenses de ona tutulmuş, onun zarar
görmemesi için günlerce kendini saraya kapatmış.
Sonunda dayanamayan delikanlı, her şeyi göze alarak gizlice sarayın bahçe duvarına tırmanmış ve prenses ile bir kere daha göz göze gelmişler, gelmişler ama muhafızlara yakalanmışlar. Kralın karşısına çıkarılanca, delikanlı öleceğini bile bile aşkını dile getirmiş.
Kral tam ölüm emrini vereceği anda prenses yalvarmış. Kızının yalvarışına
dayanamayan Kral da, delikanlıyı ıssız adada yalnız yaşamaya mahkum etmiş...
Aradan bir kaç ay geçmesine rağmen prensesi unutamayan delikanlı
aşkını kağıtlara dökmüş ve martılara anlatmaya başlamış... Ve martılar
mektupları prensese götürür olmuşlar...
Zamanla prensesin de yazmış olduğu mektupları getiren martılar aracılığı ile iki gencin arasındaki aşk iyice büyümüş.
Ta ki... Bir sabah sarayın bahçesinde kahvaltı yaparken prensesin
odasının penceresine ağzında bir mektupla konan martıyı kralın görmesine
kadar.
Kral, martıların bile aracı olduğu böylesine büyük aşkı anlayamadığı için kendisinden utanmış, delikanlının kızıyla evlenmesine izin vermiş.
Bunu duyunca çok mutlu olan prenses hemen delikanlıya bir mektup yazmış. Bu arada mektubu götürmek için bekleyen martıya da, tüm martıların düğünlerine davetli olduğunu söylemiş. Buna çok sevinen martı, mektubu bir an önce ıssız adaya götürmek için yola çıkmış.
Tam yolu yarılamışken yanından geçen bir kaç martı arkadaşına haber verip hepsinin düğüne davetli olduğunu söylemek için gagasını açtığında mektubu düşürmüş. Tüm martılar hep birlikte mektubu aramaya başlamışlar. Fakat bir türlü bulamamışlar...
Bu arada prensesten mektup alamayan aşık delikanlı, yazmış olduğu
mektupları göndermek için bir tek martı bile bulamamış... Biraz ilerisinde
uçuyorlar fakat yanına gitmiyorlar ve mektubu armaya devam ediyorlarmış...
Prensesin kendisini artık unuttuğunu, istemediğini, martıların da onun
için yanına gelmediğini sanan delikanlı, fenerden kayaların üzerine atlayarak intihar etmiş. Kralın gemisi adaya vardığında fakir delikanlının soğuk bedeni ile
karşılaşmışlar...
İşte o gün, bu gündür, martılar o mektubu ararlar. Mektubu bulup, o
inanılmaz sevgiyi geri getirebileceklerine, her şeyi düzelteceklerine,
inanarak hep denizler üzerinde uçuşup dururlarmış...
Hikaye böyle....
Hikayeyi okurken Hürriyet Gazetesi’nin usta yazarı Yılmaz Özdil’in köşesine takıldım. Hep yazmak istediğim bir yazıyı orada görünce hayıflandım.
Ben martı gibi çırpınıp dururken; ne güzel de ifade etmiş dedim.
Kim martı?
Kim fakir delikanlı?
Kim kral?
Kim prenses?
Karar veremedim...
Kararı siz verin diye; değerli yazarın köşesinden bir bölümü tekrarlamakta fayda gördüm....
Şöyle diyor, Yılmaz Özdil...
Bandırma vapuru nerede?
Hurdacıya satıldı.
Yavuz nerede?
Jilet oldu.
Midilli?
Battı.
Savarona nerede?
Kiraladık.
Nusret mayın gemisi?
Karada!
(O da batmıştı, kiloyla hurdacıya satılırken, Tarsus Belediyesi aldı, restore etti, limana bağlayacağına, getirip şehir merkezindeki parka koydu!)
***
Türk tarihinin en önemli beş gemisinin hali bu... Üç tarafımız denizlerle çevrili bu arada... Kendimize ait ’’Türk havuzu’’ denilen, bir denizimiz, iki de boğazımız var!
***
Bandırma, maket.
Yavuz, jilet.
Midilli, dipte.
Savarona, sosyete oyuncağı.
Nusret, süs.
***
Hadi hep beraber...
Parmaklar yapışık.
Sağ kol yukarı...
Vücuda 180 derece.
Sol kol 90 derece...
Yana doğru.
Bacaklar bitişik.
Son söz: Martılar uçmayın, mektup sahibine ulaştı......
Celal Pir