Kuba Gezisi 2019

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan Ridvan Filiz Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 3
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 2,525

Ridvan Filiz

Ana Kamp
Mesajlar
30
Tepkime Puanı
6
Yer
Isviçre
Kuba seyahatimiz maceralı başladı. Arkadaşlarla sabah yaşadığımız yer olan St. Gallen tren istasyonunda buluşup, hepberaber Zürih havaalanına gitmeyi kararlaştırdık. Tren istasyonuna varmama beş dakika kala telefonum çaldı, Arkadaşlar, istasyona erken geldiklerini, istasyonda beklemekte olan havaalanı trenine bindikleri ancak tren hareket ettikten sonra bu trenin bizim kararlaştırdığımız değil de bir önce tren olduğunun farkına vardıklarını anlattı.Yapacak birşey yok havaalanında buluşacağız.
Bir saat sonra havaalanında buluştuk. Air France uçağı ile önce Paris’e oradan da yine daha büyük bir Air France uçağı ile Kubanın başkenti Havana’ya uçacağız. Hepimizde değişik yerler görmenin heyecanı. Ancak Paris havaalanında altı saate yakın aktarma yapmak için beklememiz gerekecek. Ondan sonra daha önümüzde on saatlik bir uçak yolculuğu var ve bu biraz canımızı sıkıyor. Neyse, yapılabilecek birşey yok, öğlen Paris Charles de Gaulle havaalanında olacağız. Beklediğimiz sürede bir restorant’a gider, hem öğlen yemeği yeriz hem de vakit geçiririz diye düşündük.
Uçağımız Paris havaalanına inince, Havana uçağının kalkacağı terminale yürümemiz gerekti. Bizim Zürih uçağımızın indiği terminal, bu devasa havaalanının bir ucunda, Havana uçağının kalkacağı terminal bir diğer ucunda. Yürümeye başladık, alt kata in, üst kata çık, yürüyen yollar, merdivenler, koridorlar, binalar sonunda tekrar pasaport kontrolünden geçerek, terminalimize ulaştık. Uçağımızın kalkacağı kapının önüne geldik. Orada bizimle beraber Kuba turuna katılacak, yine İsviçreden, bizimle ayni uçakta olan ancak farkına varmadığımız arkadaşlarla karşılaştık. Bir tanışma faslı, ardından şu bizim yemek yiyip, vakit geçirmek istediğimiz restoranı bulmak için bir dolaşalım dedik. Uçağımızın kalkacağı terminalın tüm katlarını dolaştık, bir kaç sandviç ve kahve büfesi dışında bir şey yok. Tek alternatifimiz, sandviç ve kola ile karnımızı doyurmak zorunda kaldık. Neyse ki Pariste buluştuğumuz arkadaşlarla gurubumuz da büyüdü, sohbet ederek zamanımızı geçirdik. Bir süre sonra İstanbuldan bu geziyi organize eden Yunus bey de geldi. Bize yapılması gereken şeyler ve doldurulması gereken vize formları konusunda bilgiler verdi, saatimiz geldi, uçağımıza bindik. Hayli büyük bir uçaktı. Koltuklar üç, dört, üç düzenindeydi ve tüm yerler dolmuştu. Yemek, içecek derken vakit çabuk geçti. Bir süre sonra uçağın pencerelerinin perdelerini kapattılar. Yolcuların bir kısmı uykuya dalarken, bir kısmı da film seyrediyordu. Bir ara ben sıkıldım, uçağın içinde dolaşmaya başladım. Uçağın Ortasında ve arkasında olmak üzere, yolcuların biraz ayakta sohbet edip, bir şeyler içip, ufak tefek bir şeyler yiyebilecekleri yerler yapmışlar. Buralarda her türlü sıcak soğuk içecek, kraker, bisküvi, dondurma, çikolata gibi şeyler ikram ediliyor. Daha doğrusu isteyen istediğini alıyor. On saat hayli uzun bir zaman, bir süre sonra insan usanmaya başlıyor.
Uçağımız Havana’ya indi, bir süre sonra valizlerimizi alıp dışarı çıktık. Rehberimiz bize para bozdurabileceğimiz bir yer gösterdi. Buranın önünde uzun bir kuyruk ve buna alışmamız gerekecek. Küba’da turistlerin kullandığı ve adına CUC denilen bir para birimi var. Bir CUC bir Amerikan Dolarına eşit tutuluyor. Diğeride sadece bu ülkenin vatandaşlarının kullandığı Peso denilen para birimi. Ancak turistlere Peso ile pek bir şey satılmıyor. Kuba da neyin ne kadara satıldığı konusunda hiç bir fikrimiz olmadığından şimdilik üçyüz Euro bozdurduk. Bizi bekliyen otobüse binerek, İstanbul’dan Amsterdam aktarmalı olarak Havana’ya gelen gurubun diğer katılımcılarıyla buluşmak üzere şehirde kalacağımız yerlere doğru yola çıktık. Otobüsde bizlere Kuba’da yaşanan değişimle bireysel girişimciliğe müsade edildiği ve bu şekide bir çok Kubalı ailenin evlerinin odalarını turistlere kiraladığı anlatıldı. Bizlerde guruplar halinde çeşitli evlerde kalacağız.
Otobüs bizi bahçeli bir evin önünde indirdi. Akşamm henuz saat dokuz olmasına rağmen hava çoktan kararmış. Karayiplerde olmamıza ve hiç alışık olunmamasına rağmen hava da hayli serin. Eski kolonial stilde inşa edilmiş bir ev. Genişçe ve bakımlı bir bahçesi var. Gurubun bir kısmı bu evde kalacak, üç kişiyi başka bir eve, beni de sokağın karşısında bir eve götürdüler. Bu da ayni stilde inşa edilmiş bir ev, ancak daha karanlık ve kasvetli. Ev sahibi bana kalacağım odayı gösterdi, penceresiz, karanlık bir ardiye gibi bir yer. Evin tamamında bir resim okulu öğrencilerinin yaptıkları deneme resim boyamaları asılı. Benim odada da her yer resimler ve ressam malzemeleri ile dolu. Neyse bir kaç gün için idare eder. Daha sonra akşam yemeği için diğer arkadaşlarla buluşmaya gidiyoruz. İstanbuldan gelen arkadaşların tamamı kaldıkları evlerde odalarına çekilmişler, biz yeni gelenler yakınlardaki bahçeli bir lokantaya gittik. Sıradan bir akşam yemeği yedik ve kişi başı yirmi CUC yani yirmi Amerikan Doları ödedik. Kubada bir doktorun kırk, elli Amerikan Doları kazandığı aklıma gelince, ya biz turistler kazıklanıyoruz yada başka bir olay var diye düşündüm.
Gece yarısına doğru kalacağımız evelere geldik, çıkarken ev sahibi bana bir bir anahtar vermeyip gelince zili çalmamı söylediğinden, birazda sıkılarak kapıyı çaldım. Bir süre sonra açtılar ve odama yatmaya gittim.
Ertesi sabah yarı güneşli ama biraz serin bir hava ile uyandık. Ben kaldığım evde tek olduğum için kahvaltıya karşıki eve diğer arkadaşların yanına gitmem istenmişti. Ben geldiğimde o evde kalan gurubun diger katılanları bahçede kurulan üç masada kahvaltı ediyorlardı. Hepsiyle tanıştık, ben de bir masaya oturdum. Biraz sonra ev sahibi kadın geldi yumurtamı nasıl istediğimi sordu ve az sonra küçük bir tabak içinde bir çırpma yumurta ve yanında üç parça ananas meyvası ile hahvaltı tabağım geldi. Etrafa bakındım, ortalıkta ekmek, reçel gibi kahvaltılık bir şey yok. Bizim Türk insanımız ne olur ne olmaz diyerek, kimisi yanında börek yapıp getirmiş, kimisi plastik kaplarda çökelek getirmiş, kimisi ekmek yanına almış. Herkes yanında getirdiği ne varsa dolaştırdılar, paylaştırdılar ve Kuba’daki ilk kahvaltımızı yapmış olduk.
Kahvaltıdan sonra ilk programımız, üstü açık ellili yılların Amerikan otomobilleri ile Havana sokaklarında bir tur vardı. Ancak arabalar gelene kadar arka sokakta bir Pazar olduğunu, isteyenlerin yarım saatlik bir süre için bu pazarı dolaşabilecekleri söylendi. Ben bu tür Pazar yerlerini dolaşmayı çok sevdiğimden hemen gidelim dedim. Bir kaç arkadaş arka sokaktaki Pazar yerine gittik. Belki on tezgahta birkaç torba yarımşar kiloluk pirinç, yine yarımşar kiloluk plastik torbalarda soğan, pişirilecek muz ve birkaç kelek karpuzun dışında bir şey yoktu.
Pazarın dibinde bir tezgahın üzerinde parçalara ayrılmış üzerinde sinekler dolanan bir yarım domuzun önünden geçince guruptaki özellikle hanım arkadaşlar dayanamadılar ve pazardan çıktık.
Geri dönünce üstü açık arabaların geldiğini gördük ve guruplar halinde arabalara yerleştik ve Havana sokaklarında tura çıktık. İlk durağımız Plaz a De La Revolucion yani Devrim Meydanı. Pazar sabahı olduğundan herhalde etrafta bir kaç turistin dışında hiç kimseler yok. Bir kaç fotoğraf çekelim derken yağmur başladı. Yağmurlu bir havada üstü açık arabalarla Havanna sefası. Şehirde biraz dolaştık, yağmurun dineceği yok, arabalar bizi merkezde bir otele bıraktı. Kafeteryada bir şeyler içersek belki bu arada yağmur da diner diye düşündük. Rehberimiz Kubada her yerde internet iletişimi olamdığını bunun için belirli yerlerdeki hotspot denilen internet erişim yerlerinin kullanılması gerektiğini anlattı. Bunun için de Etecsa denilen ve bir CUC’a satılan kartlardan alınması gerekiyor.Bu kartın üzerindeki şifre ile yarım saat kullanım süreyle bu hotspot’larda internet’e bağlanılabiliyor. Birer kart aldık. Yakınlarımıza seyahatimiz hakkında paylaşımlarda bulunduk, haberleştik.
Öğleden sonra yamur biraz dindi. Önce şehirde bir sokak arası imbis tipi bir restoranta bir şeyler yedik. Restorantta yemek yizenlarin tamamı turistlerdi ve yine yirmişer Dolar civarı bir para ödedik. Devrim müzesi ve diğer bazi Kuba devriminde önem taşıyan yerleri ziyaret ettik. Ancak ilgimi en çok çeken şey bir çok müzenin girişinde yada içinde bazı, kadınların kurdukları tezgahlarda turistlere el işleri satmaya çalışmaları oldu. Bu kadınlar müze görevlisi mi yoksa sadece satıcı mı pek anlıyamadım.
Havana’da kaldığımız üç gün içinde bana ilginç gelen bir çok şey oldu. Genelde şehir içi ulaşımını (belkide toplu taşımacılık yaygın olmadığından) antika ellili yılların Amerikan otomobil taksileri ile yaptık. Yol kenarında bekliyen onaltı kişiye taksi bulacağım diye çırpınan rehberimizin çabalarını çok takdir ettim. Şans eseri boş bir taksi durursa rehberimiz önce gidilecek yer için taksici ile pazarlık yapıyor, sonra bir kısmımızı taksiye bindirip şoföre nereye gidileceğini anlatıyor. Daha sonra da bir başka boş taksi çevirmeye uğraşıyor.
Melacon denilen Havananın deniz sahilindeki caddesindeki hemen hemen tüm evlerin oturulamıyacak derecede viran olamsına rağmen içlerinde yaşayanlar olması ilginçti.
Parası ödenen servislerin kalite bakımında oldukça zayıf olmasına da bir anlam veremedim. Örneğin bir akşam Havana’da güzel bir yemek yemek için rehberimiz bizi iyi bir otelin çatı restoranına götürdü. Gayet güzel bir restoran iyi giyimli temiz garsonlar. Menüye baktık, kuzu incik. Hemen ısmarladık, biz birşeyler içerken bir et tahtasının üzerinde bir kuzu incik geldi ve önümüze koydular. Et parçasının yanında ne bir sebze, ne bir pilav hiç bir şey yok. Ardı önü bir adet kuzu incik. Sorduğumuzda bunun böyle servis edildiğini istersek ayrıca salata ismarlıyabileceğimiz söylediler. Bazı arkadaşlar ekmek sordular, donmuş ekmek olduğunu fırında birkaç dakika tuttukatn sonra getirebileceklerini söylediler. Ekmek gelene kadar et soğuyacaktı ne yapalım eti geldiği gibi yedik. Bana göre bir et tahtası üzerinde yirmibeş Dolara bir adet kuzu incik lezzetli olmasına rağmen pahalıydı.
Daha sonra Amerikalıların çıkarma yaptıkları Domuzlar körfezine gittik. Burada da salaş ve ülke şartlarına göre hayli pahalı bir açık hava restoranı dışında hiç bir şey yoktu. Zaten restoranda da otobüslerle seyehat eden turistlerden başka yerli müşteri yoktu. Oradan Güneydeki Cienfuegos şehrine gittik. Çok güzel bir parkı olan temiz ve bakımlı bir şehirdi. Şehrin ortasındaki parkta internet erişimi vardı. Hepimiz kartlarımızı çıkarıp şifrelerimizle intetrnete girip haberleşmeye başladık. Benim kartımın süresi bitti, civardaki bütün dükkanlara, insanlara sordum, internet kartlarının nerede satıldığını bilen çıkmadı. Sonunda genç biri yanıma gelip ne aradığımı sordu. Internet kartı arıyorum deyince, kendisi ile gelmeme istedi, bir dükkanın önüne gelince ‘’sen burada bekle’’ dedi. Dışarı çıktığında elinde bir kart vardı. 1 CUC verdim. İki istedi. ‘’Her yerde bire satılıyor’’ deyince ‘’Senin için aldım, bende kazanacağım’’ dedi. Bende gülerek yürüdüm, gittim.
Bir sonraki durağımız Trinidad oldu. Eski, 75 bin nufuslu tipik bir Kuba şehri. Her taraf turist kaynıyor. Arnavut kaldırımlı dar sokaklar ve kolonial tarzda yapılmış tek katlı evler. Eskiden bu bölgede büyük şekerkamışı tarlaları ve şeker kazanma işletmeleri varmış ancak şeker dünya piyasasında önemini kaybedince, Trinidad’ın da bir özelliği kalmamış. Şehir denizden hayli içeride ama bunca turistin neden bukadar yolu göze alıp buraya ne görmeye geldiklerini pek anlıyamadım.

Trinidad’dan geri dönüşte bizi bir tütün işleme işletmesine götürdüler. Daha önceleri de ihracat için yapılan tanesi 40-50 Amerikan Dolarına satılan Kuba purolarını görmüştük. Bu işletmede yerli halkın kullanımı için 10 tanesi 1 Dolara satılan puroların tütünlerini işliyorlardı. Normalde tütün tek tek yapraklar koparılarak toplanır ve iplere dizilerek kurutulmak için asılır. Bu tütünler belki aylar önce orakla biçilmiş, üst üste yığılmış. Kadınlar tütün yığınında bir demek alıyorlar, tütünler küflenmis, içi sinek kaynıyor kullanılabilecek olan yaprakları ayıklıyorlar daha sonra onlardan puro pacacaklar. Bir tarafta yabancılar için işlenen tütünler burada ise yerli halk için. Üzüldüm.
En son durağımız Varadero oldu. Burası Kubanın turistik merkezi. Sıra sıra oteller. Hemen hemen hepsi eski doğu bloku ülkelerinde görülen betondan bizim TOKİ evleri havasında yapılar. Odalar kötü ve servis kalitesi çok ama çok düşük. Bazı arkadaşlar zemin kattaki odalarını perde olmadığı için, bazıları da ağır derecede küf koktuğu için değiştirmek zorunda kaldılar. Örneğin bir gece yağan yağmurdan sonra otelin restorantını su bastığı için açmadılar. Yüzlerce otel misafiri restoran açılmadığı için kahvaltı yapamadı. Bu da sanıyorum otel yönetimini pek ilgilendirmedi, çünkü buna çare olarak hiçbir alternatif arayışına girmediler. Öğlene doğru sular çekilince restoran açıldı.
Kubalı Rehberimiz bize Kubanın sağlık konusunda gösterdiği olağanüstü gelişmeyi anlattı. Buna Kuba adına çok sevindik. Ancak sağlık personelinin bir ihraç ürünü gibi görülmesi bizleri üzdü. Anlatılanlara göre Kubada yetişen bir doktor, başka ülkelerdeki bir sağlık kuruluşunda çalışmaya başlarsa maaşını devlet alıyor ve ona Kuba da kazanabileceğinden birz daha fazlasını veriyormuş. Kubalı bir doktor maaşının 40, 50 Amerikan Doları olduğu düşünürse bunun nekadar hakkaniyetli olduğu tartışılır.
Kubanın sembolü halıne gelen antika Amerikan otomobillerinin de bir zorunluluktan dolayı var olduklarını öğrendik. Kuba halkının sadece ülkeye altmış yıl ölce girmiş arabaları satın alma hakkı var. Yeni arabalırın ithalatına sadece devlet kullanımı olursa izin veriliyor. Kubalılarda bir yaratıcılık mucizesi göstererek neredeyse hurdaya dönmüş arabalarını sevgiyle tamir edip kullanıyorlar.

İşte bunlar da Kuba’dan aklımda kalanlar.
Kuba’da hoşuma gidenler:
Kadın erkek eşitliğinin yaşandığı bir ülke, kadınların özgüveni tam anlamıyla yerli yerindeydi. Her yaştan çocuk ve gencin temiz okul uniformaları ve kitapları ile okul yollarında olmaları. Hamile kadınlar için açılmış olan bilgilendirme, eğitim ve destek merkezleri. Korkmadan gecenin her saatinde dışarı çıkabileceğiniz güvenlikli bir ülke
Kuba’da hoşuma gitmeyenler:
Kubanın yerli halkıyla turistlerin birbirinden kopuk ayrı Kubalarda yaşamaları. Yerli halk bir sirk, bir tiyatro seyreder gibi turistleri ve onların yaptıklarını seyrediyor, onlara dokunamadan, ilişki kuramadan, ayni mekanlarda birlikte olamadan. Ayni yerden alış veriş yapamadan ayni yerde yemek yiyip beraberce birşeyler içemeden. Bir tarafta maaşını Kuba Pesosu olarak alan ve sadece turist parası CUC ile satış yapan veya hizmet veren yerlere giremeyen yerli halk, diğer tarafta dövizini değiştirirken sadece CUC parabirimi verilen Kuba Pesosu olmadığı için yerli halkın girip çıktığı yerler için önüne, belkide sadece psikolojik bir engel konan turisler.
Gittiğimiz tüm restoran, bar ve Kafelerde hiç Kubalı müşteri yoktu. Ayda 45 Amerikan Doları kazanan birinin bir yemeğe 20 Dolar verilen yerlere gidememesi doğal. Belkide bu fiyatlar yerli halkla, tıristler bir araya gelmesinler diye özellikle yapılmış. Havana sokaklarında gezerken berber, terzi, manav, kasap, fırın, büfe, demirci, tamirci yadaerhangi bir esnaf yada el sanatkarı atölyesi görmedim. Kuba gezimiz esnasında denizlerde balıkçı teknesi, tarlalarda çalışan insanlar, bağ bahçelerde elinde çapa ile dolaşan insanlar göremedim.
Benim gördüğüm kadarıyla Kuba özellikle yetişmiş insan bakımından, tabiat, coğrafi konumu olarak da çok büyük potansiyele sahip bir ülke. Elde bu kadar malzeme varken halkını hak ettiği refah sevıyesine yükseltemiyen politikacılar tek kelime ile başarısızdırlar. Yarım yüzyılı aşkın o koltuklarda oturan politikacılar kendilerine uygulanan insanlık dışı, haksız ambargoların arkasına sığınmaktan başka çözümler üretemiyorlarsa demek k i nutuk atmaktan başka bir yetenekleri yoktur.Bence politikacılarının var olma sebebi halklarının refehını yükseltmek onlara insanca yaşam şartları sağlama yarışı olmalıdır. Tabii eğer böyle bir yarış varsa.
 

Etiketler
küba

Merhaba.

Uzun yıllar önce Castro henüz sağken Küba' yı görmüştüm.

Havana ve Trinidad' ı gezmiştim. Sizinkinden farklı olarak grup değil de münferit gezdiğimiz için yerli halkla çok hoş sohbetler yapma şansımız olmuştu. Her iki şehirde' de otelde değil evlerde kalmıştık, çok güzel kahvaltılar ve yemek yeme şansımız olmuştu. Elbette olumsuzluklarını da görmüştük ama şansımıza güzel şeyler olumsuzlukların önündeydi.. Yazık demek ülke daha iyiye gideceğine aksine kötüleşmiş...

Daha iyi gezilere...

Saygılarımla.
 

Kuba seyahatimiz maceralı başladı. Arkadaşlarla sabah yaşadığımız yer olan St. Gallen tren istasyonunda buluşup, hepberaber Zürih havaalanına gitmeyi kararlaştırdık. Tren istasyonuna varmama beş dakika kala telefonum çaldı, Arkadaşlar, istasyona erken geldiklerini, istasyonda beklemekte olan havaalanı trenine bindikleri ancak tren hareket ettikten sonra bu trenin bizim kararlaştırdığımız değil de bir önce tren olduğunun farkına vardıklarını anlattı.Yapacak birşey yok havaalanında buluşacağız.
Bir saat sonra havaalanında buluştuk. Air France uçağı ile önce Paris’e oradan da yine daha büyük bir Air France uçağı ile Kubanın başkenti Havana’ya uçacağız. Hepimizde değişik yerler görmenin heyecanı. Ancak Paris havaalanında altı saate yakın aktarma yapmak için beklememiz gerekecek. Ondan sonra daha önümüzde on saatlik bir uçak yolculuğu var ve bu biraz canımızı sıkıyor. Neyse, yapılabilecek birşey yok, öğlen Paris Charles de Gaulle havaalanında olacağız. Beklediğimiz sürede bir restorant’a gider, hem öğlen yemeği yeriz hem de vakit geçiririz diye düşündük.
Uçağımız Paris havaalanına inince, Havana uçağının kalkacağı terminale yürümemiz gerekti. Bizim Zürih uçağımızın indiği terminal, bu devasa havaalanının bir ucunda, Havana uçağının kalkacağı terminal bir diğer ucunda. Yürümeye başladık, alt kata in, üst kata çık, yürüyen yollar, merdivenler, koridorlar, binalar sonunda tekrar pasaport kontrolünden geçerek, terminalimize ulaştık. Uçağımızın kalkacağı kapının önüne geldik. Orada bizimle beraber Kuba turuna katılacak, yine İsviçreden, bizimle ayni uçakta olan ancak farkına varmadığımız arkadaşlarla karşılaştık. Bir tanışma faslı, ardından şu bizim yemek yiyip, vakit geçirmek istediğimiz restoranı bulmak için bir dolaşalım dedik. Uçağımızın kalkacağı terminalın tüm katlarını dolaştık, bir kaç sandviç ve kahve büfesi dışında bir şey yok. Tek alternatifimiz, sandviç ve kola ile karnımızı doyurmak zorunda kaldık. Neyse ki Pariste buluştuğumuz arkadaşlarla gurubumuz da büyüdü, sohbet ederek zamanımızı geçirdik. Bir süre sonra İstanbuldan bu geziyi organize eden Yunus bey de geldi. Bize yapılması gereken şeyler ve doldurulması gereken vize formları konusunda bilgiler verdi, saatimiz geldi, uçağımıza bindik. Hayli büyük bir uçaktı. Koltuklar üç, dört, üç düzenindeydi ve tüm yerler dolmuştu. Yemek, içecek derken vakit çabuk geçti. Bir süre sonra uçağın pencerelerinin perdelerini kapattılar. Yolcuların bir kısmı uykuya dalarken, bir kısmı da film seyrediyordu. Bir ara ben sıkıldım, uçağın içinde dolaşmaya başladım. Uçağın Ortasında ve arkasında olmak üzere, yolcuların biraz ayakta sohbet edip, bir şeyler içip, ufak tefek bir şeyler yiyebilecekleri yerler yapmışlar. Buralarda her türlü sıcak soğuk içecek, kraker, bisküvi, dondurma, çikolata gibi şeyler ikram ediliyor. Daha doğrusu isteyen istediğini alıyor. On saat hayli uzun bir zaman, bir süre sonra insan usanmaya başlıyor.
Uçağımız Havana’ya indi, bir süre sonra valizlerimizi alıp dışarı çıktık. Rehberimiz bize para bozdurabileceğimiz bir yer gösterdi. Buranın önünde uzun bir kuyruk ve buna alışmamız gerekecek. Küba’da turistlerin kullandığı ve adına CUC denilen bir para birimi var. Bir CUC bir Amerikan Dolarına eşit tutuluyor. Diğeride sadece bu ülkenin vatandaşlarının kullandığı Peso denilen para birimi. Ancak turistlere Peso ile pek bir şey satılmıyor. Kuba da neyin ne kadara satıldığı konusunda hiç bir fikrimiz olmadığından şimdilik üçyüz Euro bozdurduk. Bizi bekliyen otobüse binerek, İstanbul’dan Amsterdam aktarmalı olarak Havana’ya gelen gurubun diğer katılımcılarıyla buluşmak üzere şehirde kalacağımız yerlere doğru yola çıktık. Otobüsde bizlere Kuba’da yaşanan değişimle bireysel girişimciliğe müsade edildiği ve bu şekide bir çok Kubalı ailenin evlerinin odalarını turistlere kiraladığı anlatıldı. Bizlerde guruplar halinde çeşitli evlerde kalacağız.
Otobüs bizi bahçeli bir evin önünde indirdi. Akşamm henuz saat dokuz olmasına rağmen hava çoktan kararmış. Karayiplerde olmamıza ve hiç alışık olunmamasına rağmen hava da hayli serin. Eski kolonial stilde inşa edilmiş bir ev. Genişçe ve bakımlı bir bahçesi var. Gurubun bir kısmı bu evde kalacak, üç kişiyi başka bir eve, beni de sokağın karşısında bir eve götürdüler. Bu da ayni stilde inşa edilmiş bir ev, ancak daha karanlık ve kasvetli. Ev sahibi bana kalacağım odayı gösterdi, penceresiz, karanlık bir ardiye gibi bir yer. Evin tamamında bir resim okulu öğrencilerinin yaptıkları deneme resim boyamaları asılı. Benim odada da her yer resimler ve ressam malzemeleri ile dolu. Neyse bir kaç gün için idare eder. Daha sonra akşam yemeği için diğer arkadaşlarla buluşmaya gidiyoruz. İstanbuldan gelen arkadaşların tamamı kaldıkları evlerde odalarına çekilmişler, biz yeni gelenler yakınlardaki bahçeli bir lokantaya gittik. Sıradan bir akşam yemeği yedik ve kişi başı yirmi CUC yani yirmi Amerikan Doları ödedik. Kubada bir doktorun kırk, elli Amerikan Doları kazandığı aklıma gelince, ya biz turistler kazıklanıyoruz yada başka bir olay var diye düşündüm.
Gece yarısına doğru kalacağımız evelere geldik, çıkarken ev sahibi bana bir bir anahtar vermeyip gelince zili çalmamı söylediğinden, birazda sıkılarak kapıyı çaldım. Bir süre sonra açtılar ve odama yatmaya gittim.
Ertesi sabah yarı güneşli ama biraz serin bir hava ile uyandık. Ben kaldığım evde tek olduğum için kahvaltıya karşıki eve diğer arkadaşların yanına gitmem istenmişti. Ben geldiğimde o evde kalan gurubun diger katılanları bahçede kurulan üç masada kahvaltı ediyorlardı. Hepsiyle tanıştık, ben de bir masaya oturdum. Biraz sonra ev sahibi kadın geldi yumurtamı nasıl istediğimi sordu ve az sonra küçük bir tabak içinde bir çırpma yumurta ve yanında üç parça ananas meyvası ile hahvaltı tabağım geldi. Etrafa bakındım, ortalıkta ekmek, reçel gibi kahvaltılık bir şey yok. Bizim Türk insanımız ne olur ne olmaz diyerek, kimisi yanında börek yapıp getirmiş, kimisi plastik kaplarda çökelek getirmiş, kimisi ekmek yanına almış. Herkes yanında getirdiği ne varsa dolaştırdılar, paylaştırdılar ve Kuba’daki ilk kahvaltımızı yapmış olduk.
Kahvaltıdan sonra ilk programımız, üstü açık ellili yılların Amerikan otomobilleri ile Havana sokaklarında bir tur vardı. Ancak arabalar gelene kadar arka sokakta bir Pazar olduğunu, isteyenlerin yarım saatlik bir süre için bu pazarı dolaşabilecekleri söylendi. Ben bu tür Pazar yerlerini dolaşmayı çok sevdiğimden hemen gidelim dedim. Bir kaç arkadaş arka sokaktaki Pazar yerine gittik. Belki on tezgahta birkaç torba yarımşar kiloluk pirinç, yine yarımşar kiloluk plastik torbalarda soğan, pişirilecek muz ve birkaç kelek karpuzun dışında bir şey yoktu.
Pazarın dibinde bir tezgahın üzerinde parçalara ayrılmış üzerinde sinekler dolanan bir yarım domuzun önünden geçince guruptaki özellikle hanım arkadaşlar dayanamadılar ve pazardan çıktık.
Geri dönünce üstü açık arabaların geldiğini gördük ve guruplar halinde arabalara yerleştik ve Havana sokaklarında tura çıktık. İlk durağımız Plaz a De La Revolucion yani Devrim Meydanı. Pazar sabahı olduğundan herhalde etrafta bir kaç turistin dışında hiç kimseler yok. Bir kaç fotoğraf çekelim derken yağmur başladı. Yağmurlu bir havada üstü açık arabalarla Havanna sefası. Şehirde biraz dolaştık, yağmurun dineceği yok, arabalar bizi merkezde bir otele bıraktı. Kafeteryada bir şeyler içersek belki bu arada yağmur da diner diye düşündük. Rehberimiz Kubada her yerde internet iletişimi olamdığını bunun için belirli yerlerdeki hotspot denilen internet erişim yerlerinin kullanılması gerektiğini anlattı. Bunun için de Etecsa denilen ve bir CUC’a satılan kartlardan alınması gerekiyor.Bu kartın üzerindeki şifre ile yarım saat kullanım süreyle bu hotspot’larda internet’e bağlanılabiliyor. Birer kart aldık. Yakınlarımıza seyahatimiz hakkında paylaşımlarda bulunduk, haberleştik.
Öğleden sonra yamur biraz dindi. Önce şehirde bir sokak arası imbis tipi bir restoranta bir şeyler yedik. Restorantta yemek yizenlarin tamamı turistlerdi ve yine yirmişer Dolar civarı bir para ödedik. Devrim müzesi ve diğer bazi Kuba devriminde önem taşıyan yerleri ziyaret ettik. Ancak ilgimi en çok çeken şey bir çok müzenin girişinde yada içinde bazı, kadınların kurdukları tezgahlarda turistlere el işleri satmaya çalışmaları oldu. Bu kadınlar müze görevlisi mi yoksa sadece satıcı mı pek anlıyamadım.
Havana’da kaldığımız üç gün içinde bana ilginç gelen bir çok şey oldu. Genelde şehir içi ulaşımını (belkide toplu taşımacılık yaygın olmadığından) antika ellili yılların Amerikan otomobil taksileri ile yaptık. Yol kenarında bekliyen onaltı kişiye taksi bulacağım diye çırpınan rehberimizin çabalarını çok takdir ettim. Şans eseri boş bir taksi durursa rehberimiz önce gidilecek yer için taksici ile pazarlık yapıyor, sonra bir kısmımızı taksiye bindirip şoföre nereye gidileceğini anlatıyor. Daha sonra da bir başka boş taksi çevirmeye uğraşıyor.
Melacon denilen Havananın deniz sahilindeki caddesindeki hemen hemen tüm evlerin oturulamıyacak derecede viran olamsına rağmen içlerinde yaşayanlar olması ilginçti.
Parası ödenen servislerin kalite bakımında oldukça zayıf olmasına da bir anlam veremedim. Örneğin bir akşam Havana’da güzel bir yemek yemek için rehberimiz bizi iyi bir otelin çatı restoranına götürdü. Gayet güzel bir restoran iyi giyimli temiz garsonlar. Menüye baktık, kuzu incik. Hemen ısmarladık, biz birşeyler içerken bir et tahtasının üzerinde bir kuzu incik geldi ve önümüze koydular. Et parçasının yanında ne bir sebze, ne bir pilav hiç bir şey yok. Ardı önü bir adet kuzu incik. Sorduğumuzda bunun böyle servis edildiğini istersek ayrıca salata ismarlıyabileceğimiz söylediler. Bazı arkadaşlar ekmek sordular, donmuş ekmek olduğunu fırında birkaç dakika tuttukatn sonra getirebileceklerini söylediler. Ekmek gelene kadar et soğuyacaktı ne yapalım eti geldiği gibi yedik. Bana göre bir et tahtası üzerinde yirmibeş Dolara bir adet kuzu incik lezzetli olmasına rağmen pahalıydı.
Daha sonra Amerikalıların çıkarma yaptıkları Domuzlar körfezine gittik. Burada da salaş ve ülke şartlarına göre hayli pahalı bir açık hava restoranı dışında hiç bir şey yoktu. Zaten restoranda da otobüslerle seyehat eden turistlerden başka yerli müşteri yoktu. Oradan Güneydeki Cienfuegos şehrine gittik. Çok güzel bir parkı olan temiz ve bakımlı bir şehirdi. Şehrin ortasındaki parkta internet erişimi vardı. Hepimiz kartlarımızı çıkarıp şifrelerimizle intetrnete girip haberleşmeye başladık. Benim kartımın süresi bitti, civardaki bütün dükkanlara, insanlara sordum, internet kartlarının nerede satıldığını bilen çıkmadı. Sonunda genç biri yanıma gelip ne aradığımı sordu. Internet kartı arıyorum deyince, kendisi ile gelmeme istedi, bir dükkanın önüne gelince ‘’sen burada bekle’’ dedi. Dışarı çıktığında elinde bir kart vardı. 1 CUC verdim. İki istedi. ‘’Her yerde bire satılıyor’’ deyince ‘’Senin için aldım, bende kazanacağım’’ dedi. Bende gülerek yürüdüm, gittim.
Bir sonraki durağımız Trinidad oldu. Eski, 75 bin nufuslu tipik bir Kuba şehri. Her taraf turist kaynıyor. Arnavut kaldırımlı dar sokaklar ve kolonial tarzda yapılmış tek katlı evler. Eskiden bu bölgede büyük şekerkamışı tarlaları ve şeker kazanma işletmeleri varmış ancak şeker dünya piyasasında önemini kaybedince, Trinidad’ın da bir özelliği kalmamış. Şehir denizden hayli içeride ama bunca turistin neden bukadar yolu göze alıp buraya ne görmeye geldiklerini pek anlıyamadım.

Trinidad’dan geri dönüşte bizi bir tütün işleme işletmesine götürdüler. Daha önceleri de ihracat için yapılan tanesi 40-50 Amerikan Dolarına satılan Kuba purolarını görmüştük. Bu işletmede yerli halkın kullanımı için 10 tanesi 1 Dolara satılan puroların tütünlerini işliyorlardı. Normalde tütün tek tek yapraklar koparılarak toplanır ve iplere dizilerek kurutulmak için asılır. Bu tütünler belki aylar önce orakla biçilmiş, üst üste yığılmış. Kadınlar tütün yığınında bir demek alıyorlar, tütünler küflenmis, içi sinek kaynıyor kullanılabilecek olan yaprakları ayıklıyorlar daha sonra onlardan puro pacacaklar. Bir tarafta yabancılar için işlenen tütünler burada ise yerli halk için. Üzüldüm.
En son durağımız Varadero oldu. Burası Kubanın turistik merkezi. Sıra sıra oteller. Hemen hemen hepsi eski doğu bloku ülkelerinde görülen betondan bizim TOKİ evleri havasında yapılar. Odalar kötü ve servis kalitesi çok ama çok düşük. Bazı arkadaşlar zemin kattaki odalarını perde olmadığı için, bazıları da ağır derecede küf koktuğu için değiştirmek zorunda kaldılar. Örneğin bir gece yağan yağmurdan sonra otelin restorantını su bastığı için açmadılar. Yüzlerce otel misafiri restoran açılmadığı için kahvaltı yapamadı. Bu da sanıyorum otel yönetimini pek ilgilendirmedi, çünkü buna çare olarak hiçbir alternatif arayışına girmediler. Öğlene doğru sular çekilince restoran açıldı.
Kubalı Rehberimiz bize Kubanın sağlık konusunda gösterdiği olağanüstü gelişmeyi anlattı. Buna Kuba adına çok sevindik. Ancak sağlık personelinin bir ihraç ürünü gibi görülmesi bizleri üzdü. Anlatılanlara göre Kubada yetişen bir doktor, başka ülkelerdeki bir sağlık kuruluşunda çalışmaya başlarsa maaşını devlet alıyor ve ona Kuba da kazanabileceğinden birz daha fazlasını veriyormuş. Kubalı bir doktor maaşının 40, 50 Amerikan Doları olduğu düşünürse bunun nekadar hakkaniyetli olduğu tartışılır.
Kubanın sembolü halıne gelen antika Amerikan otomobillerinin de bir zorunluluktan dolayı var olduklarını öğrendik. Kuba halkının sadece ülkeye altmış yıl ölce girmiş arabaları satın alma hakkı var. Yeni arabalırın ithalatına sadece devlet kullanımı olursa izin veriliyor. Kubalılarda bir yaratıcılık mucizesi göstererek neredeyse hurdaya dönmüş arabalarını sevgiyle tamir edip kullanıyorlar.

İşte bunlar da Kuba’dan aklımda kalanlar.
Kuba’da hoşuma gidenler:
Kadın erkek eşitliğinin yaşandığı bir ülke, kadınların özgüveni tam anlamıyla yerli yerindeydi. Her yaştan çocuk ve gencin temiz okul uniformaları ve kitapları ile okul yollarında olmaları. Hamile kadınlar için açılmış olan bilgilendirme, eğitim ve destek merkezleri. Korkmadan gecenin her saatinde dışarı çıkabileceğiniz güvenlikli bir ülke
Kuba’da hoşuma gitmeyenler:
Kubanın yerli halkıyla turistlerin birbirinden kopuk ayrı Kubalarda yaşamaları. Yerli halk bir sirk, bir tiyatro seyreder gibi turistleri ve onların yaptıklarını seyrediyor, onlara dokunamadan, ilişki kuramadan, ayni mekanlarda birlikte olamadan. Ayni yerden alış veriş yapamadan ayni yerde yemek yiyip beraberce birşeyler içemeden. Bir tarafta maaşını Kuba Pesosu olarak alan ve sadece turist parası CUC ile satış yapan veya hizmet veren yerlere giremeyen yerli halk, diğer tarafta dövizini değiştirirken sadece CUC parabirimi verilen Kuba Pesosu olmadığı için yerli halkın girip çıktığı yerler için önüne, belkide sadece psikolojik bir engel konan turisler.
Gittiğimiz tüm restoran, bar ve Kafelerde hiç Kubalı müşteri yoktu. Ayda 45 Amerikan Doları kazanan birinin bir yemeğe 20 Dolar verilen yerlere gidememesi doğal. Belkide bu fiyatlar yerli halkla, tıristler bir araya gelmesinler diye özellikle yapılmış. Havana sokaklarında gezerken berber, terzi, manav, kasap, fırın, büfe, demirci, tamirci yadaerhangi bir esnaf yada el sanatkarı atölyesi görmedim. Kuba gezimiz esnasında denizlerde balıkçı teknesi, tarlalarda çalışan insanlar, bağ bahçelerde elinde çapa ile dolaşan insanlar göremedim.
Benim gördüğüm kadarıyla Kuba özellikle yetişmiş insan bakımından, tabiat, coğrafi konumu olarak da çok büyük potansiyele sahip bir ülke. Elde bu kadar malzeme varken halkını hak ettiği refah sevıyesine yükseltemiyen politikacılar tek kelime ile başarısızdırlar. Yarım yüzyılı aşkın o koltuklarda oturan politikacılar kendilerine uygulanan insanlık dışı, haksız ambargoların arkasına sığınmaktan başka çözümler üretemiyorlarsa demek k i nutuk atmaktan başka bir yetenekleri yoktur.Bence politikacılarının var olma sebebi halklarının refehını yükseltmek onlara insanca yaşam şartları sağlama yarışı olmalıdır. Tabii eğer böyle bir yarış varsa.
Teşekkürler emeğine sağlık.
 

Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
103,429
Mesajlar
1,517,880
Kayıtlı Üye Sayımız
172,076
Kaydolan Son Üyemiz
Fevzican

Çevrimiçi üyeler

SON KONULAR



Geri
Üst