Hey Adriyatik Bak Yine Biz Geldik

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan RÜZGAR Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 75
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 45,151
Ynt: Hey Adriyatik Bak Yine Biz Geldik

Teşekkür ediyoruz, elinize sağlık.

Temmuz sonunda Rijeka oldukça kalabalıktı. Şehir gezisi yaparken geriye dönecek bir yer bulamamıştık. Bir fabrikanın kapısından girip içeride dönünce fabrika bekçisi ne yapacağını şaşırmıştı. ;D
 

Etiketler
Ynt: Hey Adriyatik Bak Yine Biz Geldik

Sevgili arkadaşlarıma değerli yorumları için teşekkür ederim.
Orbay 74'ün yorumu ise (eşim de dahil) gözlerimizi yaşarttı inanın. Böylesine yüksek duygulu yorumlar sonraki gezilerimize ve de yazılarımıza ışık tutuyor, yolumuzu aydınlatıyor, insanı daha bir gezmeye, görmeye ve de yazmaya yönlendiriyor.
Yorumlarınızda ki özen ve derinliğin, ülke karavancılığının gelişmesine önemli katkıları olduğunu belirtmeme izin veriniz.
Tekrar teşekkür ederim,

RÜZGAR
 

Ynt: Hey Adriyatik Bak Yine Biz Geldik

Sevgili kardeşim "drares" için ;
O tuvalet ve atık su boşaltma meselesi motokaravancılığın yumuşak karnı. Endişelerinize katılıyorum.
Biz yıllar önce eşimle bir çözüm bulmuştuk...Atıkların, mübarek bedenlerimizden partiküller taşıdığına ve bu partiküllerin çevreye hayır ve uğur getireceğine inanmıştık . Sizde deneyin...Suyu açarken ve de tuvaleti çaktırmadan dökerken "hayırlı ve uğurlu ossun" demeyi bir deneyin ;). Şimdilik "Hıdır elimizden gelen budur"...Naapalım !...
 

Ynt: Hey Adriyatik Bak Yine Biz Geldik

Sayın rüzgar;
yolculuk hikayenizi büyük bir zevkle, özlemle ve de doğrusunu isterseniz biraz da kıskançlıkla sindire sindire okuyorum. Yunanistan ve İtalya yolculuğumuzda, Adriyatik rotasını çok düşünmeme ve arzu etmeme rağmen nedense bir türlü cesaret edememiştim. Dolayısıyla o bölgeyle ilgili izlenimleriniz benim için ayrı bir önem taşıyor.
Yolculuk sırasında farkına vardığınız ve aktardığınız ayrıntılar için ve harcadığınız zaman ve emek için ayrıca teşekkür ederim.
 

Ynt: Hey Adriyatik Bak Yine Biz Geldik

Sn. "hiç" e güzel ve anlamlı yorumları için teşekkür ederim.
Sizin gezi anılarınızdaki yaklaşımlarınızı karavancılığın tüm güzellikleri yanısıra olumsuzukları , endişeleri de dile getirmesi yönlerinden son derece gerçekçi buluyorum.
Gezi boyunca sizi üzen bir sürü aksiliklerin sonrasında akşam olupta gün kavuştuğunda , karavanınızın sıcacık ortamında attığınız bir kaç kadehin ardından bu yaşam biçimi ile yeniden barışmanız ve bütün bunları bizlere aktarırken tüm duygularınızı hissettiğiniz biçimde ortaya dökebilmeniz sanırım yazılarınızdaki başarının temel taşlarını oluşturuyor.
"Gerçekçilik" yönünden okuyucuya sunduğunuz samimi anlatımlarınız , karavancılığın tüm olumlu ve olumsuz yönleri ile zevkli bir yaşam biçimi olduğunu gözlerimizin önüne sermektedir.
Yeni serüvenlerinizi dört gözle bekliyoruz inanın..
Sevgiler,

RÜZGAR
 




Ynt: Hey Adriyatik Bak Yine Biz Geldik



Sevgili arkadaşlar,
Gezi anılarımın 5. bölümü de DNM-LER'in 20. sayısında yayınlandı.
Dergide başkaca güzel yazılar da var her zamanki gibi.
http://www.dnm-ler.com/articles.php?id=470

Şimdi hep birlikte kaldığımız yerden gezimize devam edelim dilerseniz.


Hey Adriyatik Bak Yine Biz Geldik
Bölüm 5


Trieste den Udine, Villach, Salzburg yönüne giden E55 otoyolundan hızla Avrupa içlerine doğru dalıyoruz. Bir süre sonra aynalardan, tabelalardan, yoldaki değişik değişik simgelerden başımı kaldırıp ta etrafıma bakınmaya sıra geldiğinde gördüğüm en muhteşem manzaralardan biri, başı dumanlı, yer yer karlı tepeleri ile yeşilimsi gri bir duvar gibi Alp ler karşımıza çıkıyor. İşte diyorum bir zamanların orta Avrupa’ sının savunma hattının geçit vermeyen doğal seddi. Türk’lerin taa Orta Asya dan “düm tek” lerle gelip dayandığı, gücünün tükendiği son doğal kale. Biz yüzlerce yıl Çin Seddi ile Alp dağları arasında kalan binlerce km. boyunca basmışız narayı, çalmışız kılıcı. Eh artık birazda onlar çalıp oynuyorlar günümüzün teknolojik yaşamında. Sırayla mı, parayla mı artık bilinmez ama insanoğlu aklını ve de bilgisini kullanınca bu duvarları oyup, delerek bir şekilde hakim olmuş doğaya. Örneğin biraz önce geçtiğimiz Tauern tüneli 6400 m. lik uzunluğu ile insanoğlunun doğaya karşı zaferinin bir örneği. Bu kara ağızlı canavar her gün on binlerce aracı bir yanından yutup öbür yanından salıveriyor !.
Rijeka dan beri geldiğimiz serin bir Eylül gününde güneş dağların ardından daha bir çabukta kayboluyor ama hemencecik karanlık basmıyor. Daha ilerilere gitmeyip geceyi buralarda geçirmeyi düşünüyoruz ve Avusturya’ nın güzel ve turistik göllerinden Millstats See çıkışını yakalayıp gölün kenarındaki beldeye iniyoruz. Bir Kebap- House ın çatısından sallanan bayrağımızı görünce girip Türk patrondan çevre hakkında bilgi alıyoruz. Gölün on beş km. lik kuzey kıyısında sıralanmış olan üç dört belde yi bir çabukta turalayıp gece için uygun bir yer arıyoruz. Gölün sonundaki belde de büyük bir kamping görüyoruz. İçerisi kışlamaya çekilmiş, ya da hiç hareket etmediği belli olan bir sürü çekme karavan ile dolu. Geriye merkeze dönüyoruz. Bir kamping daha var ama kış günü içeride sadece iki motokaravan var. Bir esprisi de yok ve fiyat da bu mevsimde hâlâ € 25.45 . Küsüratı bile var . Hava yağmurlu ve giderek te soğuyor. Kampa da girsek duşu karavanda yapmak gerekecek. Hiçbir şeye ihtiyacımız da yok aslında. Biraz dolandıktan sonra gözümüze kestirdiğimiz bir otoparka giriyoruz. Akşam yemeği için bulabildiğimiz en kalın giysilerimizi giyiyoruz ama onlar da yetersiz kalıyor. Biraz keşif yürüyüşünün ardından masalarında mumlar yanan bir restaurant bize el ediyor adeta. Kapıda “büyrüün salonumuz açıktır, üst katta aile için yerimiz vardır abi” diyecek birini boşuna bekliyoruz !... Göl manzaralı bir masaya ilişip mönüden seçebildiğimiz en az zararlı yiyecekleri yani brokoli ograten ve kiremitte sebzeli mantar ve de beyaz şarap ısmarlıyoruz ama ardından da heyecan içinde bekliyoruz acaba ne gelecek diye. Bir “fıstık” tarafından güzel bir sunum içinde gelenler garnitürleri ile renk armonisi ile adeta resim gibi. Bir süre bu muhteşem tabloyu bozmaya kıyamıyoruz ama ucundan kenarından alınan ilk lokmalardan sonra birbirimizle göz göze geliyoruz. Mmmm !..
Çam ağaçlarının suyun yüzündeki oynaşmalarına mumların kıpırtıları eşlik ederken kadehlerimizi çınlatıyoruz. “Hoş bulduk Avrupa”. Şarabımızdan tattığımız ilk yudumda içimiz ısınıyor, rahatlıyoruz.
Sabah yürüyüşümüzde göl kıyısındaki sonbahar yapraklarını çıtırdatırken bir yandan da akşama doğru arkadaşımızın Güney Almanya nın en en güneyindeki Alp lere yaslanmış romantik dağ evlerine varmayı ve de bir saat kala telefon edip sürpriz yapmayı planlıyoruz.
Salzburg- München otoyolunda diesel almak için bir Shell’e giriyoruz. Kart çekmeye giden Selma yı “Merhaba yenge “diye karşılıyorlar.. Plakamızdan tanıyan birTürk görevli camımızda vinyet pulu olmadığını görünce bize otoyol geçişi için € 7.80 ‘e on günlük vinyet veriyor. Pulsuz yakalanırsan € 300 civarında cezası var. Otoyola ilk girişteki benzincide bu işi halledebilirdik ama sol şeritten “rüzgar” gibi geçtik sonra da unuttuk gittiydi. Havaların önceki gün bozduğunu aslında bu aylarda henüz bu kadar soğuk olmaması gerektiğini söylüyor görevli arkadaş. Gerçekten de tepelerdeki karlar baktıkça endişelendiriyor. Kışlık bir şeyler almamız için az ileride Bad Reichenhall sapağındaki Adidas mağazasını tarif ediyor. 40 km. kadar sonra otoyoldan çıkıp mağazanın parkına giriyoruz. Pek uygun bir şeyler bulamıyoruz ama bir eşofman takım uyduruyorum kendime. Şehir merkezi beş altı km. kadar ileride. Girişte bir Stellplaltz ın önünden geçiyoruz. Parkda üç dört karavan var ama bizim işimiz az olduğu için normal park yeri arıyoruz. Bir sürü otoparktan gözümüze kestirdiğimiz genişçe birine girip 1.5 saat için otomata € 0.45 atıyoruz. Şansımız yaver gidip de önümüze gelen ilk büyük mağazadan inanılmaz ucuz fiyata iki adet anorak ve kalın çorap bulunca yüzümüz gülmeye başlıyor. Neden güldüğümüzü kalın giysilerinin içindeki sıcacık insanlar anlayamıyorlar tabiî ki. Isınan gövdelerimizin rahatlığı ile beldeyi dolaşıyoruz. Gezdiğimiz şehir güney Almanya da sık rastlanılan “Bad” yani kaplıca beldelerinden biri. Bad Reicenhall küçük ama gerçekten termal otelleri, mağazaları, cafe’ leri restaurantları, parkları ve de temiz yüzlü insanları ile çok güzel bir belde.( Bu temiz yüzlülüğün aslında günlerce girilen kaplıcanın sıcak suyundan kaynaklandığını tabiî ki iyi biliyoruz...özeliklle Selma !..) Café Reber’in Mozart salonu dünyaca ünlü nefis çikolatalarının satıldığı mağazanın şık bir bölümü. Yine yasaklar deliniyor, ama çikolatalar “hart” diye ısırılmadan “çıt” diye kibarca gövdeye indiriliyor. Rahmetli “Özal”, bize yasakları delmesini o öğretti ! Gerçi o “bir kerelik” demişti ama imamın gaz kaçırdığında cemaatin ne yapabildiğini hepimiz çok iyi biliyoruz zaten .
Arkadaşımıza açtığımız telefondaki çığlıklar sevindiriyor bizi . Bad Reichenhall’dan çıktıktan sonra, kenarlarından gürül gürül derelerin aktığı yeşillikler içindeki yol, Alpler’in başı dumanlı tepelerin arasından kıvrıla kıvrıla bir takvim yaprağından çıkmışçasına güzel, güzel olduğu kadar romantik evlerinin bahçesine kadar getiriyor bizi. Uzaktan gördükleri mavi karavan’a doğru koşuşmalar, çığlıklar, sarılmalar, yaşaran gözlerden akan birkaç küçük damlacık sahneyi duygusallaştırıyor. Arkadaşımızın 70. yaş günü için büyük bir parti hazırlığını gözlemliyoruz. Almanya nın çeşitli yörelerinden eş dost akraba yanı sıra Avustralya dan uçakla gelecek misafir bile varmış. Bu arada arkadaşımız bize çevreyi gezdiriyor. Frelassing de bulunan bir karavan markete girip biraz bakınıyoruz. Birkaç gerekli malzeme de alıyoruz ama köşede duran Hymer’i alamıyoruz ne yazık ki. Önünde bir fotoğraf ile yetiniyoruz. Eve döndüğümüzde tüm ev halkının arı gibi hazırlık yaptığını gözlüyoruz. Bu arada onları telaşları ile baş başa bırakıp iki günlüğüne 25 km. ötedeki Salzburg a gitmek, fırsat bulursak çevredeki göller bölgesini (bir daha) gezmek üzere anlaşıyoruz. Arkadaşımız arabası ile eskort edip bizi Salzburg da kendisinin de sık sık kaldığı 1800 lerden kalma Stiegl bira fabrikasının yanındaki uygun bir yere park ettiriyor. Birlikte yürüyerek ulaştığımız merkezdeki Mozartın evi, kale, ünlü mezarlık gibi klasik görülecek yerleri daha önce görmüş olduğumuzdan bu defa meydan ve çevresindeki şıklıklara dalıyoruz. Bir Bosnalı yaşlı kadının önünde sıralar oluştuğu minicik büfesinden Bosnia Gril (özel sosisli, özel ekmekli sandviç) yiyoruz. Kürklü mürklü koskoca kadınların ayakta durup, ellerindeki sandviçleri ısırması bizim oralardan, uzaktan gelenler için biraz “çok seyrek olacak şeyler” kategorisine giriyor. Arkadaşımız Sydney den gelecek misafirini karşılamak üzere ayrılıyor. Gün bitene dek Salzburg un görmediğimiz bölümlerini geziyor, yoruldukça güzel ve şık cafe lerde ihtiyaç molaları ile dinlenmeye çalışıyoruz.
Karavana döndükten sonra sıcak bir duşun ardından kendimizi yakınlardaki eski ama şık bir” Gasthause” a atıyoruz. Yerel bir bira olan ve çok yakınında durduğumuz Stiegl bira fabrikasının ürünü olan biradan içiyoruz. (Aslında bir karavancı olarak camı açıp gelen bira kokuları ile kafa yapmak da bir seçenek ama biz yine de birkaç cent harcamayı göze alıyoruz !...) Orta Avrupada çok sayıda bira markası görüyoruz. Sayamayacağımız kadar çok markanın tatları da, biz pek iyi fark edemesek de birbirlerinden herhalde farklı şeyler. Bu farklılık biz de bir iki markanın ürün çeşitliliğinde görülebiliyor ancak. Güzel bir gecede gelen hesap da güzel. Kiremitte fırınlanmış kocaman bir et, yanında patates,sebze karışımı garnitürü ile salata, birkaç bira sadece € 17 ye....Haydi arkadaşlar her gece bizdensiniz artık yehhovv..(.Karavancılığın da en cazip tarafı bu “yehhovv” lar galiba !..)
Sabahın serinliğinde çay demliyoruz... buğulanan camların ardından esneyerek ağır ağır uyanan belde ye bakıyoruz. Guten morgen Salzburg.
Çayların ardından haydi bakalım bastır göller bölgesine, Mondsee,ye Attersee’ ye Traunsee’ ye ve de Nordsee’ ye. Eylül rüzgarlarının kıpırdattığı yeşilimsi mavi sularda oynaşan Alp lerin o muhteşem gölgelerine doğru. “E 60/Wienna” otoyolundan ayrılan ara yoldan Mondsee ye giriyoruz. Etraftan el ayak çekilmiş ama yine de düşük sezonun sağladığı indirimlerden yararlanmayı düşünen yaşlı turistleri görebiliyoruz seyrek de olsa. Sonra Nordsee ve Attersee taraflarını dolaşıp sonbaharın sararttığı yaprakların yumuşacık halılarında yürüyüş yapıyoruz. Etrafta seyrek gördüğümüz restaurantlar, büfeler kapalı ve de öğle yemeğimiz mecburen sağlıklı Yani yine kepekli makarna ama bu defa üzeri “göl manzara bolonez” hem de yanı yoğurtlu. Bu kepekli makarnaların da amma çok çeşidi varmış yaa. Her halde 117. yaş günümde sonuncu çeşidi yemek nasip olur...Akşam üstüne doğru Traunsee kıyısındaki şirin belde Gmünden de daha önce de kaldığımız Toscana Park’a girip tenha bir köşeye çekiliyoruz. Tanıdık bildik yerde kalmanın rahatlığı ile aldığımız sıcak duşumuzun ardından bu güzel gezimizin şerefine kadehlerimizdeki buzları şıngırdatıyoruz. (Toscana park oldukça büyük ve karavancıların sık ziyaret ettikleri tuvaletleri de olan serbest bir park yeri). Göl kenarındaki manzaralı yürüyüş yolundan belde merkezine doğrugeziniyoruz. Arada birkaç kare fotoğraf çekmeyi nasıl akıl ettiğimize hayret ediyoruz. Gezilerde çok az fotoğraf çektiğimizi, görüntüleri makinanın belleğinden çok kendi belleğimize kaydettiğimizi konuşuyoruz. Küçücük makinamızı bile sık sık karavanda unuttuğumuz bir gerçek aslında. Biz “ilk aşklarımızı” körüklü fotoğraf makinaları ile görüntülemiş, hareketli kameraya ancak ikinci baharında el sallayabilmiş siyah beyaz yılların acılı insanlarıyız !..
Gmünden de oldukça soğuk bir havada gezip dolaşıp bulabildiğimiz bir Gasthause da yine güzel bir akşam yemeği ama bu sefer biralar Eggenberg. Restaurant lar genelde birkaç masa ile geceyi kapatıyorlar gördüğümüz kadarı ile. Mönü lerde de yok yok mübareklerde, sayfa sayfa hepsi de. Antre den girip arka kapıdan çıkan tatlısıyla tuzlusuyla bir sürü güzel tarifler, içecekler. Ama bütün restaurant lar buna rağmen yıllarca hizmet verebiliyor nasıl dayanabiliyorlarsa artık. Bizde köfteciler bile evlerine Mercdes le giderken bunlar bisikletle, otobüsle gidiyorlar. Daha doğrusu gidebiliyorlar. Kapılarındaki tabelalardan görüyoruz. Falanca restaurant “since 188X” filanca gasthause “since 191X” . En yenisi elli yıllık. Hani işkembeci olsa bir derece ama bu mönü yelpazesi ile nasıl ayakta durabildiklerine şaşıyoruz gerçekten . Rant olmayınca, nüfus hızlı artmayınca her şey güzel ve kibar olabiliyormuş demek ki. Sanırım Haç ile Hilal in ayrıldığı en önemli kavşak bu. RTE nin en az üç çocuk diye yırtındığı beyanatlarının bizleri (bizleri olduğu kadar İslam alemini) ne denli zora soktuğunu Selma nın bir yazısından izlemenizi salık veririm. (bkz.http://www.dnm-ler.com/articles.php?id=236 ). Bu nüfus meselesi, ortadaki tencereden bulgur pilavına kaşık sallarken, hep birlikte sürahiye ağzını dayayıp lakır lakır su içerken pek iyi anlaşılamayabilir ama insanoğlunun üremek yanında hiç mi estetik duyguları olmasın, “kafası olanlar” hiç mi bir parça kafa dinleyecekleri güzel ve sessiz bir ortam bulamasın. Madalyonun iki yüzü bunlar. Tıpkı ülkemizde baş gösteren yaşam biçimi çelişikliklerinin yarattığı korkunç kaos gibi.
Martıların ilk çığlıkları ile yavaş yavaş uyanan Traunsee nin mahmur gözlü Gmünden’i gözlerini kırpıştırıken biz de hafifçe esneyerek bu puslu Eylül sabahına katılıyoruz. Göl manzaralı nefis! bir kahvaltıdan sonra kıvrılarak tepelere doğru çıkan yoldan beldeyi terk ediyoruz. Tabii ki edemiyoruz. Bir spor giysileri satan mağazaya yanaşıp “sale” den gardrobumuza azıcık eklenti yapıyoruz. Pek yerimiz de yok aslında ama sezon sonu indirimler de oldukça cazip geliyor insana. Selma gardrop yetersizliği konusunda oldukça pratik çözümler üretiyor. İlk giren ilk çıkar metodu ile yeni alınanlara yer açmak için mevcutlardan ayırdıklarını bir koliye dolduruyor sonra yanına kitap, defter, kalem falan ekleyerek Doğu illerimizdeki okullara yardım olarak gönderiyor. Bu konuda eşe dosta iftiharla gösterdiği teşekkür belgeleri bile var.
Bu gün 19.Eylül.2008 ve arkadaşımızın 70. doğum günü partisi için yeniden Bad Reicenhall’ dönmek durumundayız. Geldiğimiz E 60 otoyolundan Salzburg a dönüyor ve beldeye girmeden artık ezberlediğimiz yollardan evin yolunu tutuyoruz. Yeniden karşılamalar, tazelenen sevinçler yaşanıyor bu Alp lerin takvim yaprağından çıkmışçasına romantik ve görkemli dağ evinde...
Karavanı, neredeyse beş dönüm belki de daha büyük koskocaman yemyeşil bahçenin bir köşesinde çiçeklerin arasına park ediyoruz. Evin bir de iki katlı önünden şırıl şırıl dere akan küçük ama çok romantik av köşkü gibi müştemilatı var. Kaç zamandır hayallerimi süsleyen tahtadan kulübe irisi bir evcik. Bir ara çevredekileri ekip gizlice bir kadeh buzlu viski, biraz da kuruyemişten oluşan kaçamağımı burada, bu şirin evde yapıyorum.




[attachment=1]





Alp dağlarının bağrından kopup şırıl şırıl akan derenin berrak sularına bıraktığım hayallerimin kağıttan kayıkları, dalgacıkların üzerinde oynaşarak uzaklaşırken ruhumun derinliklerinden kopan kaygılarımı da birlikte götürüyor, baktığım soluk yüzlü aynadan zamanın alnıma kazıdığı derin çizgilerin giderek kaybolduğunu fark edebiliyordum. “Seneye” diyorum kendi kendime “seneye birkaç gün yine kağıttan kayıklar yüzdüreceğim bu derede, yine”...
Partiden notlar;
Bu gün akşama doğum günü partisi var. Bir acayip hazırlıklar ki sormayın gitsin. Kimbilir kaç günler öncesinden başlamışlar. Önce evin çok yakınındaki köyün (!) restaurant ının bir bölümünde hoş geldin kokteyli, tanışma ve Hintli bir dansçının yerel danslar üzerine “izahlı gösterisi” ni izliyoruz. Bu noktaya bütün misafirler arabalarla “shuttle” yapılıyor. Sonrasında eve dönülüyor ve misafirler salona alınıyor. Hediyeler veriliyor, teşekkürler ediliyor. Yaklaşık kırk kişi altılı, sekizli guruplar halinde masalara alınıyor. Masaların düzeni “A” servis. Yanlara ve yukarı doğru ikişer sıra servis, çift tabak, kadeh, bardak, gümüş peçetelikler, şamdanlar falan her şey mükemmel hazırlanmış. Masalardaki mönülerin her birinde arkadaşın bir fotoğrafı ve karşı sayfada ikramlar. Antre, sorbe, ara sıcak, ana yemek, içki, kahve, peynir vb. diye uzayıp giden yemek dizini bütün kibarlığı ile üç becerikli genç kız tarafından sunuluyor. Kızlardan birinin çukur gözlerinden yayılan karanlık bakışları da aynen “Rudolf Hess bakışları”. Torunu sanki. Gözlerim bir süreliğine bu tarih kokan çukur bakışlara takılıyor.Tankların homurtusuna uçaklardan atılan bomba sesleri çığlıklar, ağlayan suratlar karışıyor...Şarap da güzelmiş...Bir kadeh daha rica edebilirmiyim bitte...
( Bu ev Almanyanın güney doğusunda ki son köy evi. Yani bizim Hakkari Çukurcanın sınır köyünün karşıtı bir konumda. Burada anlatmaya çalıştığım ayrıntılar da her iki ülkenin aynı uç noktalarının farklılıklarını açıklıyor bir bakıma.)
Aralarda nutuk benzeri konuşmalar, methiyeler, şiirler falan her şey olabildiğince organize ve güzel. Uzaklardan gelen misafirlerle öğünülüyor birazcık. Taa Sydney den İstanbul dan gelenler bu zahmetlerine karşılık alkışlanıyor. Bizde hafifçe gerdan kırarak teşekkür ediyoruz. Gecenin sonunda tatlı ve kahve sunumu için ayrı bir odaya geçiliyor. Gece uzadıkça uzuyor ama gözlerimiz de içtiğimiz nefis İtalyan Chianti sinin etkisi ile gittikçe kısılıyor.İzin isteyerek karavana çekiliyoruz. Neş’eli kahkahaların dağlardan yankılanan ninnisi ile göz kapaklarım yavaşça kapanıyor.
Puslu bir Eylül sabahında yemyeşil çimenlerin, rengarenk çiçeklerin huzur veren tablosuna bakarak uyanıyoruz. Yattığımız yerden bir süre bu cennetin doyumsuz güzelliğini yudumluyoruz. Sonra gelsin günaydın kahveleri, demli çayları. Kızarmış ekmeğin dayanılmaz cazibesi ile birleşen keyifli bir kahvaltının ardından vedalaşmalar başlıyor. Sarılan kollar gevşeyemiyor, gözyaşları dinemiyor. Nerdeyse iki yüz metrelik bahçe bitene, karavanımız köşeyi dönene dek sallanıyor eller, dökülüyor damlalar ardımızdan.
Sonra sıcacık anılarla dolu bir güzelliği daha ardında bırakan “Rüzgar” İnnsbrug a doğru Avusturya’ nın masmavi derelerinin, yemyeşil tepelerinin, pencerelerindeki rengarenk çiçekleri ile şipşirin ahşap evlerin oluşturduğu o muhteşem tablonun puslu derinliklerine dalıp gözden kayboluyor.


5. Bölümün sonu
-----------------------------------------------------------------------------6. Bölümde İnnsbrug üzerinden, Brenner geçidinden Garda taraflarına doğru çizmeye dalıyoruz.

Alplerdeki Cennet
 

Ynt: Hey Adriyatik Bak Yine Biz Geldik

bu gun ucuncu defadır okuyorum
sabırsızlıkla bekledıgım onumde duran bu muhtesem zıyafetın zevkle dosenmıs kompozısyonuna her ne kadar kıyamıyorsamda ıstahla daldım ıcıne . uc gundur hallac pamugu gıbı attırıyorum.aman o ne lezzet yarabbı. ne yapayım. oburlugumu hos gorun. oldum olası asırı uclarda adrenalın ararım. yagmurlu havaları hep sevmısımdır.ama o bazılarını ıslatan cınsınden degıl. şakır şakır yagmalı , hatta bol şımseklı olup gumbur gumbur gumburdemelı. sımdı ne olacak sayın ruzgar. ben cok tunel gordum ama hıc altıbınkusur metrelıgını gormedım. o uzayıp gıden kısıtlanmıs caresızlıgı asla yasayamıyacagım. bır uhtedır kalıp gıdecek. bır gun karavananım oldugunda da gıdemeyecegımı bılıyorum. nerde bızde o kultur hanı manı hanı cesaret. eh guzel yurdumda gezıp gormedıgım daha cok yer var (bır tesellı ver). zaten ıngılızcemız malum. tunele taktım bır kere. bazenkendımı cesaretlendırmeye calısıyorum. belkı benımde karsıma soydaslarımızdan bolca cıkar ,hosgeldın amca deyıp ucyuz ero dan bızı korular herhalde dıyedusundugum oluyor. aslında ben de ınanıyorum gezgınlıgımı bu kadar abartabılmeyı gamı kesavetı bır yana ıtıp saglık kazanıp bır de cemaate uyup cıkolatayı cıt. bakarsınız 117. yas gununde sıpagettı. kım bılır. belkı........ sahıden oralarda da bır bufenın onunde ayak ustu peceteye sarılmıs kayıntıyı ayak ustu yıyorlar mı ahh bazen aklıma gelırde genclık ne guzelmıs o pervasız gunler. kım bılır kac yıl oldu koruklu makınenın sıyah beyaz resımlerıne bakmayalı. coluk cocuk ıstıkbal derken gelıvermısız nerelere. sozum ona akıllı davranıp yasanılırlıgı kolaylastırmak ve de ulke nufusunu bızden baska dusunen kalmamıs gıbı bır kahramanlık yapıp ıkı cocukta kaldık . en azından gıderken ıkı kısı gıder yerımıze ıkı kısı bırakırız dıye dusunmustuk . şımdıde bırılerı cıkmıs en az uc cocuk dıyor. bız hayatı kolaylastırmak ıcın gezılerımızde bazılarının dedıgı gıbı tatılı bıraz daha ucuza geetırıp kalan paramızı H100 e besın olarak ayıralım cabasıyle pek sevgılı koylulerımızden bıraz domat (ızmır agzı) bıber muz karpuz alalım dıye durdugumuzda al sana şokk... gıdıp hale veresıye oldum fıyatına verırler ama sız ayagına gıdın fıyatlar pazarın marketın ıkı katı. oysa kı sayın ruzgarın anlattıgı kır koy restourantlarında bın bır cesıt monulerıyle nasıl batmadıklarına ve seyehat araclarına dıkkat cekmıs . bızım koyluler zekı ınsanlar vesselam.
pardon. yıne dagıldım galıba.
dostlarınızla cok anlamlı ve guzel anlar yasamıs oldugunuzu anlamamak ve ozenmemek mumkun degıl. umarım yasamınız boyunca anılarınızı ve mutluluklarınızı yukleyıp salıverdıgınız kagıttan buyuk fılolarınız olsun fotosunu gonderdıgınız hele o ev , onu bıle gorebılmek ıcın taaa oralara gıtmek . deger valla. yedıgınız ıctıgınız sıze afıyet olsun sayın ruzgar . dostlarınızla vedalastıgınız ve orada bıraktıgınız o yurek sızı daha cooook adrıyatık kıyılarında salınıp turlamaktan asla vazgecırmeyecegıne ınanıyorum. ve de '' ıyı kı'' dıyorum. zıra sız yazıyorsunuz . ben de okuyorum.
sagol mehmet-ızmır.
alman dostunuz kım bılır 70. yas gununde ne kadar mutlu olmustur. katkınızdan dolayı sıze cok tesekkur ederım . avusturalyadan gelenlere de.
 

Ynt: Hey Adriyatik Bak Yine Biz Geldik

Yazılarımı " Muhteşem Ziyafet" olarak betimlemeniz beni gururlandırdı inanın. Çevreme yararlı olabilme endişesinin tüm stresi, destekleyici yorumunuzla bir anda mutlu bir rahatlamaya dönüştü .
Benim de çok severek yazdığım 5. bölümü bu denli duyarlılıkla ve ilgi ile özümsediğiniz için izninizle size armağan ediyorum.
Yaşlar ilerledikçe kağıttan kayıklarımızın giderek kaygılarımızla yüklü yorgun çatanalara dönüştüğünü farkedebiliyoruz sanırım. Duyarlılığımızın bizi ezmesine izin vermeyelim, direnelim bu hayatın yüküne.
Gezerek, görerek , yazarak ve de yorumlayarak.

"orbay 74" e bu duyarlı yorumundan dolayı tekrar teşekkür ederim.

RÜZGAR
 

Ynt: Hey Adriyatik Bak Yine Biz Geldik

benı odullendırmıs olmanız gercekten buyuk ıncelık
her ne kadar omuzlarıma baskı yapıyor olsa da sonsuz derecede mutlu oldum
hıc unutmayacagım. sagolun. sonsuz saygı ve sevgılerımle.
mehmet.(orbay74)
 




Ynt: Hey Adriyatik Bak Yine Biz Geldik


Sevgili arkadaşlar,
Gezi anılarımın 6. bölümü de e-dergi DNM-LER de yayınlandı.
Şimdi hep birlikte kaldığımız yerden devam edelim dilerseniz.



Hey Adriyatik Bak Yine Biz Geldik

6.Bölüm

Avusturya nın güzelliklerine dalmış giderken bir yerleşim yerinde gördüğüm inanılmaz büyüklükte bir spor mağazasının otoparkına aniden dalıyorum. Bakalım neler neler var. Evde bekleyen delikanlıya da bir şeyler almak sevindirici olacak diye düşünüyoruz. Selma nın spor ayakkabıları dünkü yürüyüş sırasında yılların verdiği yorgunluğa dayanamayıp parçalanınca ” ben ağır yaralıyım, artık gidemiyorum, siz beni bırakıp memlekete dönün,yeterki vatan sağolsun” demişti ama biz yine de son bir umutla yanımızda taşıyorduk bu yaralı eski dostu. Mağazadan neredeyse beş kuruşa aldığımız spor ayakkabı, polar vb. birkaç parça eşyayı depomuzdaki son kalan yerlere tıkıştırıp memlekette bu güne kadar yediğimiz kazıkları anlata anlata İnnsbrug yakınlarına kadar geliyoruz. Vakit öğle civarı ve güneşli güzel bir havada bir dinlenme cebine giriyorum. Millet arabalarından çıkmış park da ki piknik masalarında bir şeyler atıştırıp keyif sürüyorlar. Biz de camı açıp karavanımızdan bu güzel güneşli havaya katılıyoruz.( Ne yediğimizi söylemeyeceğim...hepiniz öğrendiniz artık !...)
Önceki gelişimizde İnnsbrug da kibar bir gün geçirmiştik. Açık hava konserinde yüzlerce kişi ayakta ve çıt çıkarmadan bir “Mozart Gecesi” ni yakalayabilmiştik tesadüfen. Ama bu gün Cumartesi ve de vakit öğle. Şehir de pek bir hareket yok, olsa da bizim iştirak etmemiz artık program dışı olacak zira hedefimiz 26. Eylül de İstanbul da olmak ve de ailece yenilmesi gelenekselleşen bayram yemeğine katılıp ayağımızın tozu ile biraz da havamızı atmak !. Bu iş için ise sadece altı günümüz kaldı ve de İtalya yı Ancona ya kadar ortalayıp ferry ile İgaumenitsa ya geçmek ve de yeni yapılan otoyoldan devam ederek Halkidiki de bir ufak kaçamak ve ardından İstanbul a kavuşmak.
İnnsbrug da yine de küçük bir şehir turunda anımsamalar, şurada yemek yemiştik, şuraya park etmiştik gibi bellek jimnastikleri ardından şehrin bitiminde ufak bir dalgınlık yapıyor ve de Brenner çıkışını kaçırıp dış mahallelere dalıyorum. Allahtan babamın diğer iki oğlu da oradan geçiyormuş !. Bir tanesi “abi hoş geldiniz, hayırdır ?” ötekisi ise “ abi müşteriyi bırakıp geliyorum, sizi ana yola çıkarırım” diyor”. Hey aslanlarım heyy, her tarafınız sarılmış, haberiniz yok, bize de karada ölüm yok !...
Brenner Geçidi, Alpler'de, 1.370 metre rakımlı bir geçit. Romalılar döneminde Germen ülkesi ile Kuzey İtalya arasındaki başlıca yolu oluşturan Brenner Geçidi, günümüzde de Avusturya ile İtalya arasındaki en önemli geçit. Geçitten geçen ilk karayolu 1772'de yapılmış, 1864-1867 arasında Innsbruck'u Bolzano'ya bağlanan demiryolu hattı döşenmiş. 1940 da Hitler ile Mussolini nin buluşmasına da tanıklık eden tarihi geçit den sonra yol bizi Bolzano taraflarına doğru tatlı bir inişle götürüyor. Manzara çok güzel ve de elden geldiğince bu güzelliklere bakmaya çalışıyorum. Niyetimiz Garda ya sapıp göl manzaralı bir kadeh bir şeyler içmek, anıları depreştirmek. Verona ya doğru inerken kahverengi Lago Di Garda tabelasından sağa, sapıp bir süre gidiyoruz ve yaklaşık onbeş km. sonra kıvrımlı bir yoldan aşağılara doğru inerken işte masmavi Garda...İtalya nın göz bebeği tatil beldesi...Geç kalmış sörfler yuvasını arayan kırlangıçlar gibi telaşlı suyun yüzünde uçuşuyorlar. Güneş bir aceleyle dağların ardına çekilirken geceleyeceğimiz uygun bir yer arıyoruz. Biraz Malcesine taraflarına doğru gidiyoruz ama görebildiğimiz kamplarda hayat yok. Dışarıda oturma olanağı da kalmayınca geriye Torbole ye dönüyoruz ve gözümüze kestirdiğimiz bir sörf ve dalma tesisinin park yerine dalıyoruz. Paket taşlarının aralarından fışkıran yemyeşil çimenlerinin hoş ve her şeyden önce güvenli zemini, kara kara bulutların yukarıdan hııı diye parmak salladığı bu sonbahar akşamı için en iyi kamptan daha güvenli. Etraftaki sörfçülerden öğrendiğimize göre € 5 e gecelemek mümkün. Oh la la, aman ne âlâ. Kamp alanında gezinirken kıyıda gördüğümüz birkaç kuğunun kibirle süzüldüğünü görüyorum. Kuğulara kepekli ekmeklerimizin kalanını atarak günlerdir çektiğim işkenceye bir son vermeyi düşünüyorum ama ne yazık ki kuğular bile burun kıvırıyorlar bu kahve renkli acayip şeylere. Ulan diyorum Balkan harbinde bizim asker at pisliklerinin içindeki arpaları ayıklayıp ekmek yapıp yemişler, bu AB hayvanları da hazır ekmeğe burun kıvırıyorlar. Beter olun işşallah...
Camı giderek kararmakta olan göle doğru verip çevrenin göle yansıyan ilk ışıklarını izlerken biraz çerezin yanı sıra hayallerimin müjdecisi bembeyaz kadeh de geliyor masaya. Mum da yakılıyor ve de romantizm ile gerçekler , pembeler ile griler kadehimin sırça köşkünden saçılıyor ortaya. Yıllar öncesinin Garda sını konuşuyoruz...O günlerde yazmış olduğum gezi anılarından bir bölüm aklımıza geliyor. Altı yıl öncesini bir alıntı olarak anımsıyoruz...
Gardaya bir Pazar günü girmek talihsizliğini Antonio Campingde güçlükle bir yer bularak atlatıyoruz. Neşeli İtalyanlar, turistler son derece canlı bir yaz günü yaşıyor ve bizde onlara katılarak gölde serinliyoruz. Akşam üstü motorla, yörenin en renkli beldesi Malcesine’yi geziyoruz. Şık restaurantlar, dükkanlar, insanlar... Yavaş yavaş çekilen güneşin son ışıkları masalarda yanan mumların kıpırtılı aydınlığına dönüşüyor... güzel bir İtalya gecesinde Garda’yı yaşıyoruz.. Demişim. Evet yeniden Garda da güzel bir akşam ve de ardından sıcak bir duş ve de derin bir uyku...
Güneşin öncüleri çevreyi aydınlatmaya başlıyor ama ısıtan yüzü henüz dağların ardında. Kahvaltımızı dışarıda yapma umudu da böylece yok oluyor. Bu gezimizde mevsim itibarı ile kahvaltılarımızı içeride yaparken camları da sık sık buğulattırdık çay demlerken. Selma nın kuğulardan kaçırdığı “esmer bombalar” yine önümde. Ben esmer bomba diye ellilerin Jane Russel’ ının çapkın bakışlarını, muhteşem vücudunu bilirdim ama birkaç yıldır ezberim bozuldu bu ekmeklerle naaparsın, kafa kağıdı eskiyor yavaş yavaş.
Sabahın serinliğinde Garda nın doğu kıyısı boyunca yavaş yavaş Verona ya doğru gezinirken Malcesine, Brenzone, Bardolino yu sabahın köründe yumuşacık ve şefkat dolu “2800 turbo-diesel” sesimizle “bon giorno” layarak geçiyoruz ama ardımızdan sallanan elleri, kolları, göremiyoruz allahtan !..[attachment=1]

Bordolino dan ayrılan otoyol bağlantısından E-45 e dalıp Ancona yönüne doğru bastırıyoruz. Akşama doğru limana girip bilet ayarlayıp ertesi gününün ferry si ile İgaumenitsa ya geçmeyi planlıyoruz. Yolumuz ve de hızımız karavancılık için hiç de uygun değil. Taa Ancona ya kadar yüzlerle km. at gözlükleri takarak Allah ne verdiyse bastırıp yapılan bir yolculuk. Karga sürüleri gibi neredeyse uçarak kaçarak giden binlerce araba, kamyon, TIR trafiğinin arasında biz de yerimizi alıyoruz. Ama en güzeli karşı şerit den gelen yüzlerle değil binlerle motokaravan ve de az da olsa karavan. Tarih 21. Eylül Pazar ve yazın artık bitip karavanların yuvalarına döndüğü gün sanki. Tıpkı leyleklerin dönüşü gibi. Karavanlar üzerimize üzerimize geliyor, geçiyor. Geliyor, geçiyor. Hayatımda hiç bu kadar karavanı bir gün içinde bir arada görmemiştim. İşte bu görüntü Avrupa karavancılığının boyutlarını daha bir iyi anlamama yardımcı oldu. Biz de hâlâ Güzin Abla karavancılığına devam edelim duralım bakalım.
Yoruldukça ve de ihtiyaç oldukça benzin istasyonlarına ya da İtalya genellemesi ile AGİP lere dalıyoruz. Sandviç lere, tuvaletlere hücuuum. Sonra da hiç dinmeyen alış veriş hastalığının raflardaki abuk subuk şeyleri arayışları. Yaklaşık yüz km. aralıklarla birkaç istasyonda karavanlar için servis bölümü var. Atık su ve tuvalet den kurtulup temiz suya kavuşuyorsun. İstersen cam falan da yıkanabiliyor ama musluklar bi hoş !...Kullanabilmen için “aykû” nun bayağı kuvvetli olması gerekiyor. Günde bir defa € 50 luk mazot alıyoruz. Yaklaşık 0.75 depo tutuyor. Bize de bu kadar yol yetiyor genelde. Selma nın yıllardır ayağında her yeri karış karış gezen ve sonunda ağır yaralanan spor pabuçlarını Po nehrinin üzerinden geçerken camı açıp aşağıya sallıyoruz. İki kardeş birbirlerine sarılarak uzun bir süre çığlıklar atarak uçtuktan sonra serin sulara kavuşuyor ve yılların anıları hoplaya zıplaya Adriyatik le buluşmak üzere küçülüyor küçülüyor gözden kayboluyor. İnanışa göre suya atılan ayakkabılar sahibini yeniden o yere geri döndürüyormuş. Bir keresinde Moskva (Moskova) nehrinde denemiştik. Hiç niyetimiz yokken iki seneye kalmadan yeniden Kızıl Meydanda bulduyduk kendimizi.
Verona – Modena - Bologna arasındaki yoğun trafik Rimini den itibaren azalıyor ve akşam üstüne doğru Ancona ya doğru alçalmaya başlıyoruz. “Şimdi lütfen koltuk arkalarını dik ve masalarınızı kapalı duruma getiriniz.” diyor kabin amirim ve tekerleklerin “cik” sesiyle yavaşlayıp gişelere yaklaşıyoruz. İyi de bir para ödüyoruz (€18) gişeye ama vaktin az ise değer doğrusu. “Port” tabelalarını kaçırmadan şehre girip körfez boyunca biraz geziniyoruz. Karadeniz otoyolunun yaptığı engellemeyi bura da demiryolu yapıyor ve şehrin bir yarısının denizle irtibatını neredeyse kesiyor. Ama İtalya nın çok önemli bir liman kentinde de bu kadarına göz yumuluyor. Limana girmeden polis noktasının yakınına park ediyoruz. Birazdan bizi gören bir İtalyan karavan gelip bize komşu oluyor. Demek ki park yerinde bir problem yok. Gişeler kapandığı için bilet alma işi ertesi güne kalıyor. Gece biraz şehri dolaşıyoruz ama otoyol sersemliğinin verdiği yorgunluk ağır basıyor. Sıcak bir duşun ardından derin bir uykuya dalıyoruz.

Sabah saat 9 da terminale gidip biletlere bakıyoruz.En uygunu Minoan- Lines. Türk asıllı bayan gişe memurundan “special discount” lu olarak biletlerimizi alıyoruz. Camping on board
Karavan € 114 + yolcu € 68X2 = € 250 Tarih 22.09.2008.
[attachment=2]
Geminin kalkışına kadar epeyce bir süre var ve Ancona yı geziyoruz. Kilise meydanı, çarşı, kafeler...Gemi saat 15.30 dan itibaren yüklemeye başlıyor. Camping güvertesinde bizden başka dört karavan daha görüyoruz. Hepsi de başka başka ülkelerden. Gemide akşam yemeğinde idareli davranmamıza rağmen € 29 kaptırıyoruz. Tabii karavan de yemek de bir alternatif ama geminin de güzel tarafları yok değil hani. Ama karada hiç kazık yememiştik. Hepsi topluca buraya nasipmiş diyoruz. Güzel bir uykunun ardından erken kalkıp köpükler içindeki Adriyatik e bakıyoruz. Arnavutluk kıyılarını biraz seyredip çayımızı yudumluyoruz. “Çayı nasıl yaptınız, elektrik ocağınız var mıydı” gibi sorular sormayın lütfen !..Yaptık, içtik, geçtik,gittik işte.
Sisler arasından gittikçe yaklaşan İgaumenitsa nın bembeyaz siluetini gördüğümüzde içimizi de bir hüzün kaplıyor. Sonra küpeşteden gerilere doğru el sallayarak “Hey Adriyatik yakında döneceğiz, bekle bizi” diyoruz anlatamadığımız bir iç burukluğu ile.

6. Bölümün sonu
Rüzgar
----------------------------------------------------------------------------
7. Bölümde Selanik den transit Halkidiki, Metamorfozi, Asprovalta, Alexandroupoli ve Vatan.

Garda Gl


Ancona da Ferybot
 

Ynt: Hey Adriyatik Bak Yine Biz Geldik

aklıma gelırdı de tatılın sonlarına yaklastıgımda baktıgınız gordugunuz her seyı ,ne kadar egzotık , ne kadar sevımlı ve de ne kadar guzel gelırken bırden bıre aralarında saklanmıs gızlı detayları gormeye baslarsınız. nelermı ?.agacların sarı yapraklarını, sehırlerden gecıslerde gelısı guzel bırakılmıs coplerı, yollardakı lakaları, (bas saga sola sallanır cık cık cık) yanınızdan gecen aracın surucusune ''gelmeyım sımdı oraya'' der gıbı bır bakıs , bır el dıreksıyonda dıgerı vıtes uzerınde gaz pedalına daha bır ınsafsız basma bıcımı, terlıkler cıkarılmıs, yarım kollu bır tısort ozensız, ıste boyle uzar gıder . ne olmus yanı. gıttınız gerı donuyorsunuz. hayır bence mesele bu degıl. gezmenın gormenın ve tatılın bıtıyor olmasının uzuntusu olmalı. evet bazende duygusallasabılıyor ınsan. uzerınde hoyratca basıp ezdıgınız boyalı ıskarpınınızle yapamadıgınız sulara camurlara gırıp en sert tasllı tozlu yollara surdugunuz spor ayakkabınız bırden bıre sıze vefakar bır dost gıbı gelıp ondan ayrılmak uzuntusu ıcınıze coker . hemen ondan kurtulmak ıstesenızde yuregınız goturmez onu bır sehır coplugune terketmeyı. ona yaptıgınız haksızlıgı ort bast edebılmek ıcın boyle kahramanlık methıyelerı duzer kahramanınıza son demınde bır de bambı campıg yaptırırsınız. arkasından da buralara tekrar gelmek ıstedıgınız ıcın yaptıgınızı kıstırırsınız araya. sankı onu gormeye geleceksınız. :smiley: evet tatıl bıtıyor ya . halden anlarız sn. ruzgar. (ne yalan soyleyım dogrusu ayakkabıya benımde ıcım burkuldu).
her ne ıse ne. hep gezıler tatıller bır gun bıtmeye mahkum. hanı o zamanlardakı ıcımde olusan burukluk deprestı bır an. yazılarınızı her okuyusumda mutlaka yasamım ıcındekı bazı anıları ve yasanmıslık benzesımlerını sankı ustune serıp mazının guzel anılarına da dalıp gıdıverıyorum hep. bılıyorum aslında sebebını . su andakı zorlamaya calıstıgım ımkanlarımın ve bedensel gucumun feryad eden mahkumıyetı. bu prangalardan kurtula bılmek ıcın son enerjımı kullanıp son barutumu da patlatacagım . ıste hep boyle oluyor. ben yıne gem ı azıya alıp yazınızdakı at gozlugunu de kapmıs tozutuyorum.(hos gorun)
yazınızdan cok keyf aldım sn. ruzgar. degınız gıbı oldu , sındıre sındıre . ne yapalım kesmıyor. aslında ben gezdıgınız sehırlerı hıc gormedım . gorebılecegımıde zannetmıyorum onların hepsı harıtada bır kırmızı yuvarlak benım ıcın. benım ılgımı ceken babanızın ogulları ( sagolsunlar kan cekıyor) gol kenarındakı bılmem kac yıllık evlerın satoların ılk sahıplerının verdıklerı sevgılerı , kasım kasım kasılan kugular , nazar olmasın ucuk mavı karavan , yanınızdakı asıl profesyonel gezgın tırcı. bunlar hep vardır zaten . marıfet bunları yasatıp gosterende yormadan.
eh madem donus yolundasınız bayramada az kalmıs 2800 turbo ya bıraz daha gaz vermenıze bır sey demıyoruz ben (bız) yazdıklarınızdan buyuk keyf aldık tesekkur edıyoruz.

sıyah ekmek mı aman aman aman ................................kugulara verın gıtsın.
 

Ynt: Hey Adriyatik Bak Yine Biz Geldik

Gezginler anılarını paylaştıkça ve biraz da özel defterlerinin ucunu açtıkça birbirimize ne kadar çok benzediğimiz ortaya çıkıyor. Ben de sadece kendimin spor ayakkabılarımın ardından hayıflandığımı, ne kadar eskirse eskisin onlardan kurtulmak istemediğimi zannederdim. Ama açıkçası bu satırları okuyuncaya kadar spor ayakkabılarıma neden bu kadar derinden bağlı olduğumu düşünmemiştim. Evet aslında en güzel anlarımın çoğunda ben onlarla beraberdim, beraber olamadığım anlardaysa hep onlara kavuşabilmenin özlemini yaşamıştım. Bir özel arkadaşım da karavanımdı. Aslında sadece arkadaş değil en özel eşyam, en önemli oyuncağım...
Sn. Pelit ailesi, sevgili Hüseyin abi bizimle anılarınızı paylaşma inceliğini gösterdiğiniz için sizlere sonsuz teşekkürler. Gezinin bir sonraki bölümünü şimdiden merakla bekliyoruz...
 

Ynt: Hey Adriyatik Bak Yine Biz Geldik

Beğenilerini güzel duygu ve anlatımları ile ifade eden değerli arkadaşlarım "orbay74" ve "drares" e yeniden teşekkür ediyorum.
Sizin yazılarımı aradığınız kadar ben de sizlerin yorumlarınızı arar oldum aslında.Bunu itiraf edeyim hemen. Her bir bölümü yazarken bir önceki beğenilerinizin desteği bana ışık tuttu,derinlerde kalan anılarımın güzel yönlerini ortaya çıkardı inanın.
Ama her güzel şeyin bir sonu oluyor ne yazıkki. Hayatımda bir daha denk gelip gelemiyeceğini bilemediğim bu güzel geziye ve de anılara yeniden ve ne zaman kavuşabilirim bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey varsa yeniden bir geziye çıkarsam sizin büyük desteğinizin yine bana güç vereceğidir.
Sevgiler,

RÜZGAR
 



Ynt: Hey Adriyatik Bak Yine Biz Geldik

Sevgili Gezenbilir ailesi ,
Ocak ayından bu yana birlikte gezdiğimiz Adriyatik kıyılarının 7. bölümü de DNM-LER adlı e-dergi de yayınlandı ve sizlere de ulaşmış oldu.
Artık yaz da geldi. Haydi bakalım karavancılar , haritalar açılsın, zamanlar ayarlansın,bütçeler yoklansın,yakınlar, ortalar, uzaklar hayalleri kurulsun,mutluluğa yelken açılsın artık..Gezi planlarınız, gezi anılarınız dört gözle bekleniyor...Haydi durmayın...


Hey Adriyatik Bak Yine Biz Geldik
Bölüm 7


Evet...Yakında döneceğiz Adriyatik’e belki ama ne zaman kısmet olur bilemiyoruz. Sabah serinliğinde küpeşteden karşı kıyıları seyrederken Çeşme – Ancona ya da Çeşme- Venedik ve ya İstanbul-Trieste seferleri ile direkt Avrupa ya geçenlerin gezi anılarının olası doğal ve romantik yanlarının daha baştan kırpılıp kuşa dönüştürüldüğünü düşünüyoruz. Bu kestirme yolculuğu tercih edenler bütün o doğal güzelliklerin ve de bütün o bir zamanların devasa boyut ta ki İmparatorluk topraklarından geçmenin verdiği tarihî nostaljinin gizli moralini duyamayacaklar ne yazık ki.
Bütün bir gece süren rahat bir yolculuktan sonra 8.30 da İgaumenitsa ya iniyoruz. Sonra kısa bir anımsama turunda liman boyunca geziniyoruz. Gözlerimiz daha önce geldiğimizde bulduğumuz salaş bir oyzepi de (meyhane) yediğimiz akşam yemeğinde masamızın üzerinden sallanan kocaman asmanın yapraklarına sinmiş anılarımızı araştırıyor ama bakışlarımız mavi damalı örtülerin üzerinde geziniyor boşuna. Sararmış yapraklara tutunmuş anılarımız onca zamandır esen rüzgârların önünde uçuşup gitmiş bir taraflara. Gemiden İgaumenitsa nın güney ucundaki limana inen araçlar yeni yapılan kavşaktan hemencecik otoyola dalıyor ya da güneye Preveza taraflarına doğru yine kıvrım kıvrım uzanan eski yoldan aşağılara doğru gözden kayboluyorlar. Zaman darlığı bir kere daha Preveza ya gitmekten alıkoyuyor Barboros un torunlarını. Selanik yönüne doğru yeni yapılan otoyola çıkıp hızla ilerliyoruz. Yüksek bir tepenin ardında aynalarından son defa görebildiğimiz Adriyatik’in bembeyaz köpüklü mavilikleri bir virajın ardında gözden kayboluyor. Bu kos kocaman mavi körfezin kıyılarını süsleyen çeşit çeşit ülkelerde geçirdiğimiz güzel günler, gittikçe soluklaşan anılar olarak belleklerimizin bir köşesinde yıllarca yaşayacaklar eminiz.
Yunanistan ın yıldan yıla daha fazla otoyol ağlarına bürünmesi giderek bir zamanların doğal güzellikler ülkesi olma özelliğinin de sonu oluyor ve ağa takılan balıklar gibi doğallığı da giderek can çekişiyor. Çok değil bir iki yıl öncesine kadar ülkenin ortalarında dolanan bu koca ahtapotun önce Peloponez taraflarına sonra da Adriyatik’in bu önemli liman kentine doğru kollarını uzatması Yunanlılara göre çok gerekli görülebilir ama gelin bir de bizim gibi doğal güzellikler peşinde koşan turistlere, karavancılara sorun bakalım...
İgaumenitsa dan itibaren önümüzde uzanan Souliou yükseltilerinin bir bölümünde yine eski yoldan gidip bir biri üzerine kıvrılan rampaları aştıktan sonra İoanina da bir bahçenin önündeki çeşmede biraz mola verip suyumuzu takviye ediyoruz. Selma hortum kullanmadan 5 lt. lik pet şişe ile sakalık yapıyor, şişeyi en azından 20 defa doldurup doldurup depoya boşaltıyor hiç erinmeden.Tam da işimiz bitti derken bahçedeki evden bir kadıncağız koşarak geliyor ve duvardan hortumu uzatıyor. Kendisine çok teşekkür ediyoruz ama işimiz de neredeyse bitiyor ne yazık ki. Ama bu arada Selma nın gerçek bir yol arkadaşı ve “fedakar ve cefakar” bir kabin amiri olduğu bir kere daha kanıtlanıyor hiç değilse.
Kısa bir süre nefeslenip Selanik taraflarına doğru yolumuza devam ederken önümüze çıkan ikinci sıradağlar Notia Pindos ların 2000 metreyi geçen yükseltilerinin tepelerinde sıcak yaz günlerinde bile üşüdüğümüzü, ardından yeniden kıvrıla kıvrıla Meteora ya doğru yol alırken duyduğumuz yorgunluğumuzun, manzaranın güzelliğine baktıkça kaybolup yerini tatlı bir hayranlığa bıraktığı günleri anımsıyoruz. Yer yer eski yoldan, yer yer otoyoldan giderken geçmişle geleceği karşılaştırıyoruz ister istemez. Viyadükler de arazinin engebesine uygun olarak adeta uçurum gibi. Hepsi de tam “bungee jumping” lik. Görüldüğü kadarı ile dökülen beton, harcanan emek ve para ciddi boyutlarda. Herhalde tüm Yunan halkı “sağ olasın Avrupa Birliği” diyorlardır kesinlikle.
Dağların bulutlu tepelerinde bir öğle molası veriyoruz Yöredeki otobüs mola yerlerindeki birkaç restaurant oldukça kalabalık. O kalabalığa girmek istemeyince sakin bir köşede yemek ve kısa bir siesta molasının ardından yola devam ediyoruz. Hedefimiz akşam olmadan Selaniği geçip Halkidiki de bir yerlere kendimizi atmak. Daha önceleri birkaç defa uğradığımız Selanik gerçekten güzel bir şehir. İzmir gibi ama gecekondu tarzı şap şup binalar olmadığı için daha güzel denilebilir kolaylıkla. Ayrıca Beyaz Kule ile Ata’ nın evi de geçmişin yüreklerimizde yer eden önemli anıtları olarak orada tarihi yaşatmaya devam ediyorlar.
Selanik in çevresini dolaşan otoyol Kassandra yarım adasına doğru akarken az ilerideki Nea Mudania da konaklamak bir seçenek ama biz programımızı bozmaksızın kendimizi bu araba selinden kurtarıp sola sinyal verip üş parmağın ortasındaki yarım ada olan Sithonia taraflarını tutmaya çalışıyoruz. Yolumuzun üzerindeki Gerakini kasabasında bir büyük market den eksiklerimizi tamamlıyoruz. Önceki sene yaşam akümü değiştiren sonra da bize Kouyoni Camping i öneren Hristos usta ya da rastlıyoruz. Ayak üstü bilmediğimiz lisanlardan hal hatır soruyoruz. Good, iyi, bene, schön benzeri kelimeler bu işleri çözmede ilaç gibi geliyor. Kampa gidecekmisiniz diye soruyor. Hayır diyoruz, bu mevsimde gerek yok. Karşılıklı gülümsemeler iki ülke dış işleri bakanlıklarının yıllardır halledemediği her şeyi hallediyor. Hristos ustayı da kendi kafamıza göre düzenlediğimiz “Schindler in listesine” hem de en başa ilave ediyoruz.
Gün kavuşurken Metamorfozi’ ye giriyoruz. Belde de henüz yarım yamalak da olsa bazı marketler, restaurantlar gecikmiş turistlerce canlı tutulabilmiş. Beldenin ortasında çam ağaçları ile çiçekler ile güzel bir park ve bir de Ayazma ve yanında da çeşme görüyoruz. Hortumu çekip doldurduğumuz su aslında okunmuş üflenmiş, mumlar adanmış bir Ortodoks Ayazmasının suyu bir bakıma. Bir başka bakıma da Allahın suyu. Şimdi burada bir radikal dinci olsa Ramazan ayında bu suyla banyo yaparmıydı acaba? Haydi buyurun buradan yakın. Tam da Güzin ablalık soru. İnsan da gezip dolaşırken karşılaştığı değişik ortamlarda takıyor bazen !
Akşam Kassandra nın ardına çekilen güneşin son ışıkları ile attığım iki tek den sonra rahatlayıp dereden tepeden, anılardan, karavancılığın böylesine yalnız çıkılan gezilerinden, kamp dışı konaklayabilme becerisinin verdiği rahatlıktan, güvenlikten, güvensizliktendem vuruyoruz. Etraf da bayağı sakin. Bahçesinde palmiyeleri olan boş bir yazlık köşkün önüne çekmişim karavanı. Camdan aldığımız plaj ve deniz manzarası içimizi ısıtıyor en azından. Geçtiğimiz yaz duygusal günler görmüş, altında aşıkların grubu seyrettiği ağaçların yapraklarından fısıltılar geliyor kulağıma. “Bunu saymayız, seneye daha uzun bekliyoruz komşu” diyor okaliptusun sararmaya yüz tutmuş yaprakları, ”unutmayın e mi ”. Sonra bu fısıltıların ninisi ile derin bir uykuya dalıyoruz.

[attachment=1]


Sabah yürüyüşünde haftalardır gazete bulamamaktan neredeyse çılgına dönen Selma Ta Nea’ lara ,To Vima’ lara bakarak dünyanın gidişatındaki değişiklikleri anlamaya çalışıyor ama nafile. Bir iki gün daha sabredeceksin Cumhuriyet’ine kavuşana dek. Güzel bir sonbahar sabahında garsona ısmarladığımız “little sugar” lı Türk kahvesini yavaş yavaş, keyifle yudumluyoruz. Her yer, her şey sesiz ve sakin. Hava yükselirken sonbaharın ılık güneşinin şalı sarıyor bedenimizi, bir sıcaklık yayılıyor sırtımıza. İki günlük yoldaki 12 milyonluk dev metropol bizi yutmadan önce “biraz daha yaşayalım bu sükûneti izninizle” diyor içimizdeki ses. Öğleye doğru iyice ısıtan güneşin etkisi ile bir deniz kaçamağı için son fırsat olabilir umudu ile beldenin plajlarına doğru yollanıyoruz. Kuzeylerden geldiği her hallerinden belli olan turistlerin hamama girercesine daldıkları denize biz çekince ile atlıyoruz ama su harika. Buraya kadarki bütün yorgunluklar bir anda vücudumuzdan sıyrılıp dalgacıklara atlıyor, uzaklaşıyor bedenimizden. Sonra Selma inanılmaz güzel bir yemek yapıyor yol boyunca çektirdiği “elem ve kederi” unutturmak istercesine. Mantarlı sebzeli tavuk. Ben de “meyhane” usulü bir bulgur döktürüyorum sanki başka usul yokmuş gibi. “Gavurlar” sandviçlerini kemirirken biz buz gibi biralar eşliğinde güzel bir karavan lüksü yaşıyoruz tentemizin altında.


[attachment=2]





İmrenerek bakıyorlar ara sıra bu keyfimize. Ehh olacak o kadar. Siz zzzt diye uçakla geçerken tepemizden biz aşağıda direksiyon sallıyorduk, naabeer ! Küçük bir siesta çektiğim sırada patlayan şimşekler bu kısacık keyfimize limon sıkıyor adeta. Acele tenteyi kapatıp ortalığı topluyoruz. Bir yandan yağan yağmurla kaçışan insanları gözlüyor, diğer yandan kahvelerimizin keyfini sürmeye çabalıyoruz. Uzun sürmüyor bu ıslaklık ama takvim de Eylül ün 24 ünü gösteriyor. Sonbahar başladı, sıcak yaz günleri gerilerde kaldı artık diyoruz . Bir yandan Anadolu dan hasretle uzanan Kybele nin çağrısı, öbür yandan Halkidiki’ nin güzel Afrodit’ inin kolumuzdan çekiştirmeleri ortada bırakıyor bizi. Ne yana gitsek diye düşünüyoruz bir süre, çaresiz. Bir türlü bitsin istemiyoruz bu rüya...
Metamorfozi den nasıl ayrıldığımızı da öğrenmiş bulunuyorsunuz bu arada ama asıl zor olan biraz ötedeki çok sevdiğimiz Asprovalta dan ayrılış olacak kesin. Nikiti kavşağına gelince sağa saparsak Sithonia yarımadasına girebiliriz ama havada dolaşan bulutlara bakarsak pek de güzel bir gezi olamayacak gibi görünüyor. Geçtiğimiz yıllarda gezip birkaç güzel gün geçirdiğimiz Vourvourou daki Rea kamping,Toroni deki İsa kamping deki anılarımızı canlandırmakla yetiniyoruz. Yolumuz Halkidiki nin Agios Oros taraflarına doğru ve Pirgadikia dan öğle vakti geçiyoruz. Yazları çok hareketli olan beldede her nasılsa henüz oradan ayrılmamış olan bir Kantina dan içi köftelerle, patateslerle dolup taşan bol kepçe soufuli’ leri, ayrani leri götürüyoruz. Sonrasında yolumuzun üzerinde Lerissos var. Neredeyse yağmak üzere olan bir öğleden sonrasında köpük köpük dalgalı denizin hemen kıyısında duruyorum. Dalgalardan kopan su zerrecikleri ile camım ıslanıyor hafifçe. Bir kahve ve meyva molası düşünüyoruz ama o da ne? Bize doğru koşarak gelen dostlarımız vaaar !

[attachment=3]

Koş diyor biri öbürüne. Koş Dimitri koooş..bir karavan geliyor kooş...Alex’ e de haber ver o da gelsin..heeyy Helenaaaa sen de gel bak bir karavan geldi...Dört arkadaş koşarak geliyorlar karavanımızın yanına, duraksıyorlar..bakıyorlar umutla camdaki kadına belki bir şeyler verirler bize diye. Selma öğle yemeğimiz için ayırdığı ama soufulilerin cazibesine dayanamayınca dolapta kalan kıymalı patates yemeğini hafifçe ısıtıp içine bulabildiği bütün ekmekleri doğruyor. İşte size bir tencere yemek Yunanlı dostlarımıza, buyurun bakalım. Hızlı hızlı sallanan kuyrukları, şapırdayan kocaman dilleri ile gömülüyorlar bu sonbaharın yalnızlığında çıkan sürpriz ziyafete. “Bunlar 29 buhranında Ege nin karşı kıyısından halkımıza yardım için gemilerle yiyecek göndermişlermiş, Pire limanına bu eski düşman, yeni dost Türkler. Onun için o gün bu gün limana Türk Limanı adını takmışlarmış bizimkiler. İyi adamlarmış nemelâzım ama başımızdakiler kırdırmışlar bizi Anadolu da” diyor Alex, bir yandan da yalanıp yutkunarak...

Hafif bir siestanın ardından yolumuz Stratoni üzerinden Stavros’a doğru ama yolda acayip bir yağmur yiyoruz. Sular seller götürüyor etrafı, silecekler yetişmiyor. Gelen geçen de yok bu Allahın dağlarında ama araba güvenli, biz de sağlamız evelallah!. Stavros ta biraz beldeyi geziniyoruz. Liman boyunca büyük bir park ve gerisindeki yol üzerinde dükkânlar, restaurantlar oldukça tenha diğerleri gibi. Sonra Vrasna üzerinden Asprovalta ya geçiyoruz ama bu defa plaja değil de beldenin içindeki bomboş otoparka, çeşmenin yanına park ediyoruz. Bol sıcak suyla yıkanıp gıcır gıcır oluyoruz. Ardından da nöbetçi meyhane Antonius restaurant ta greek salad lı, kalamarlı bir yemek ve de 200 lük ouzo ile rahatlıyoruz. Gece bir tavla partisinde Selmayı yine yeniyorum. Yarınki yemekleri beleşe getiriyorum ama en önemlisi ne yersen ye, kısıtlama yok. Sabah yürüyüşünde int-cafe ye uğrayıp birikmiş maillerimize bakıyoruz. Biraz alış veriş de bir altılı koli Yunan birası Mythos alıyorum. Dönüşte ara sıra anılarımızı canlandırmak için güzel fırsatlar bunlar.
Bu günkü hedef Alexandroupoli. Yolda Eleftheron yakınlarında bir Kantina da son “kantina muhabbetimizi” de yapıyoruz. Yunanistan da çok rağbet gören bu yol üstü seyyar büfeler çok tutuluyor yolculuklarda. Ne zaman karnın acıksa neredeyse standartlaşmış çeşit çeşit sandviçler, buz gibi içecekler ile imdadına yetişiyor yolcuların. Biz de miadı dolan motokaravanları böyle kantina mı yapsak ne ?
“Rüzgar amca çek bir buçuk adana, bol acılı olsun ama” deseler meselâ.
Kavala nın içinden transit geçerken eski göz ağrılarımızdan İrini Camping e uğruyoruz. Kapılar ardına kadar açık, resepsiyonda her zamanki ciddi yüzü ile oturan Yordanis de artık yok. Bir zamanlar “ bu otoyol hepimizi silip süpürecek” diye hayıflanan adam yukarıdan geçen otoyolun altında kalmış, ezilip gitmiş bir yerlere. Sonra bir süre sonbaharın hışırdattığı kavakların hüzünlü bahçesinde geziniyoruz. Gittiğimiz her köşeden, baktığımız her ağaçtan geçmişin güzel anıları göz kırpıp el sallıyordu hasretle.
Xanti yi dolaşırken aldığımız kurabiyeleri akşam çayı için mola verdiğimiz Porto Lagos ta bir güzel götürüyoruz. Bir kedi de nasibini alıyor bu lezzet kutusunun son kırıntılardan . Buraların hayvanları da karavanları daha bir iyi ayırt ediyor bizim hayvanlardan !...Ne zaman bir karavan görseler içinden yiyecek bir şeyler verilebileceğini hemen çakıyor namussuzlar.
Akşam olurken Alexandroupoli nin fenerinin ilk ışıklarına yetişip de limandaki park yerinde kontağı kapadığımızda neredeyse bir aylık serüvenin de sonuna gelmiş bulunuyoruz. Hafif hafif yağan yağmurla başlayan dönüş hüznünü bir Rum meyhanesinin nefis mezelerinde, yavaşça yudumladığımız uzosunda dindirmeye çalışıyoruz. Daha önce de uğradığımız oyzepi nin patronu genç bize bir 200 lük de yolluk olarak gönderiyor. Efaristo be, efaristo diyoruz bu sevimli komşumuz Rum dosta. Karavanımızın camına yansıyan fenerin ışıkları bir ninni gibi geliyor yorgun bedenlerimize.
Kahvaltıdan sonra toparlanıyoruz. Az ötemizde gecelemiş bir Yunanlı motokaravancı çekine çekine Türkiye yi soruyor. Kamping varmı, güvenlimi, nerelerde kalabilirim gibilerden klasik sorulara verdiğimiz klasik yanıtlar ve yardımlar ferahlatıyor komşuyu.
Hudut fazla uzak sayılmaz. 45 km. kadar. Oradan eve kadar da şu kadar km. eder 5.250 km. Arızasız, kazasız, belasız gelmişiz buralara kadar. Bundan sonra da aynen devam eder bu rahat yolculuğumuz diye içimden geçiriyorum. Otoyola çıkmayıp TYOPKİA levhasını takip ederek eski yoldan devam ediyorum. Eski yol da yeni aslında.Tarlaların içinden geçen en eski yol ise kaybolmuş artık. Bölünmüş yol cami li kilise li Batı Trakya köylerinden geçerek bizi hududa ulaştırıyor. İşlemler bir çabukta bitiyor ve biraz duty-free geleneğinde birkaç parça hediyelik bir şeyler alıyoruz. Meriç köprüsünü yavaş yavaş geçerken önce Venizelos un torunlarına bir gülücük gönderip, sonrasında Kemal’in askerlerine bir selam çakıyoruz.Hoş bulduk Vatan.
Salına salına nazlı bir gelin edası ile akan nehrin üzerinden geçerken yıllar önceki “Hey Adriyatik Biz Geldik” adlı gezi anılarımdan aklımda kalan bir bölümü hatırlıyorum yeniden.
Doğayı, çevreyi, ülkeleri ve insanları tanımanın en doğru yolunun karavancılık olduğunu düşünüyoruz. Gezilerde yaşanan dinamizmin insanın düşünce ve eylemlerinde yarattığı gelişmeyi, her türden dil, din, ırk ve milliyete sahip insanları tanımanın kendi tabularını, açmazlarını sorgulamaktaki inanılmaz başarısını tartışıyoruz...
“Rüzgar” yeni yeni doğmaya başlayan güneşin ışıklarına doğru hızla atılırken anılarımızın gizli eli bizi Adriyatik’in beyaz köpüklü koylarına, Avusturya nın ayna yüzlü göllerinin yeşilimsi aydınlığına doğru çekiyor... çekiyor !...

Rüzgar Hüseyin
B İ T T İ

Metamorfozi de


Karavan keyfi


Drt ayakl dostlar
 

Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
103,438
Mesajlar
1,517,941
Kayıtlı Üye Sayımız
172,088
Kaydolan Son Üyemiz
TunaKarakaya

SON KONULAR



Geri
Üst