ODYSSEUS
Ana Kamp
- Mesajlar
- 87
- Tepkime Puanı
- 0
25 yıl öncesine kadar tipik bir Anadolu kentiydi. Anadolu ve Osmangazi üniversitelerinin kurulması, sosyal yaşamında önemli değişimleri de beraberinde getirdi. Dünün Eskişehir’i artık bugünün “gençlik kenti”...
National Geographic Türkiye, Ekim sayısında bugünün “gençlik kenti” olan Eskişehir’i okuyucuları ile buluşturuyor.
Bir zamanların efsaneleşmiş futbol takımı Eskişehirspor 16 Eylül 1970 günü, o tarihteki adı Fuar Şehirleri Kupası olan UEFA turnuvası için sahaya çıkıyor. İspanyol rakip Sevilla, 11 gün önce kendi evinde oynadığı maçı 1-0 kazanmış olmanın avantajıyla sahaya diziliyor. Maç başlıyor ama Eskişehirspor bir türlü gole ulaşamıyor. Karşılaşmanın 77. dakikası oynanırken konuk İspanyol ekibi golü atıyor; 1-0 öne geçiyor. O zamana kadar susmayan tribünler buz kesiyor. Bir dakika sonra Eskişehirspor’un santrforu Fethi eşitliği sağlıyor. Fethi’nin kısa süre sonra gelen ikinci golü tur atlamak için yeterli değil ama son dakikada attığı golle durum 3-1 oluyor ve karşılaşma bitiyor. Eskişehir bir üst tura çıkıyor.
Bugün bir “gençlik kenti” olan Eskişehir’in ilk “gençlik markası” olan, o yılların gol kralı Fethi’nin Anadolu Üniversitesi’ndeki odasındayım. Kapısında yer alan levhada Prof. Dr. Fethi Heper yazıyor. O, futbol liglerinde profesyonel olarak oynamış, iki kez gol kralı olmuş Türkiye’nin ilk ve tek profesörü...
Anadolu Üniversitesi’nin çekirdeğini oluşturan Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ni (İTİA) 1967’de bitiren Heper, 1974’e kadar futbol oynuyor. 1978’de Maliye dalında doktorasını tamamlıyor. 1981’de doçent, 1988’de de profesör oluyor.
Fethi Heper’den “santrfor Fethi zamanındaki Eskişehir İTİA gençliği” ile günümüzdeki Anadolu Üniversitesi gençleri arasında bir değerlendirme yapmasını istiyorum. Prof. Heper, “santrfor Fethi” gibi yanıt veriyor:
“Bugünün gençliği bizim zamanımızdaki gibi olursa, bu toplum ilerlememiş demektir.”
40 yıl öncesinin Eskişehiri’ndeki olanakları sayarken, “bizim gençliğimizde” diyor:
“Güzel bir lokantamız yoktu, diskoteğimiz yoktu, tiyatro, bale, klasik müzik, opera salonlarımız yoktu, Yılmaz Hoca’nın (Büyükerşen) yaptığı gençlik merkezi de yoktu. İTİA’da 600 öğrenci için 30 kişilik bir lokalimiz vardı”.
Anadolu Üniversitesi kampusu içinde dolaşırken eski yıldız futbolcu “öğrenci Fethi”nin anlattıklarıyla, renkli öğrenci lokalleri arasındaki iklim farkının kalın çizgilerini görebiliyoruz.
Ders dışı zamanlarda öğrencilerin büyük çoğunluğu, marketin karşısındaki çimlerin üzerinde yayılmış güneşleniyor. Kampus alanı içindeki sosyal yaşamın çekiciliği İç Mimarlık son sınıf öğrencisi Sibel Mutluer’in sözlerinde daha iyi ortaya çıkıyor:
“Kentte sıkıldığımız boş zamanlarda ‘hadi okula gidelim’ diyerek buraya geliyoruz. Kendimizi okulda daha iyi hissediyoruz”.
Güzel Sanatlar Fakültesi’nin önünden geçerken uzun iplerin ucuna bağlı toplarla ritmik hareketler yapan kız öğrenciyi görüp duruyorum. Deniz Kaya, grafik bölümünde ikinci sınıf öğrencisi. Yeni Zelanda kökenli ateş dansı ile bir yıldır ilgilendiğini söylüyor. Sınıf arkadaşları arasında “özel izleyici” grubu oluşturmuş. Kısa sohbetimizin ardından “poi”siyle yaptığı gösterisini usta bir sanatçı rahatlığında sürdürüyor.
Deniz’in “rahatlığı” kendisiyle sınırlı değil. Anadolu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Engin Ataç’ın odasında oturduğum sırada gözüm hocanın arkasındaki pencereden görünen manzaraya takılıyor. Kampusun merkezi konumundaki meydanın ortasında modern bir heykel bulunuyor. Heykelin çevresini saran öğrenciler çimlere uzanmışlar. Kimi kitap okuyor, kimi MP3 çalarları kulağında dans ediyor, kimi arkadaşıyla sohbet ediyor. Bütün bunlar Rektörlüğün “görüş alanı” içinde oluyor. Öğrencilerin bu rahatlığı, diğer pek çok devlet üniversitesi için “fazla rahat” sayılabilecek görüntüler. Anadolu Üniversitesi’nin farkı da burada ortaya çıkıyor. Prof. Ataç’a “Ara sıra öğrencileri uyarıyor musunuz?” diye soruyorum. “Hayır” diyor rektör ve ekliyor:
“Öğrencilerin rahatsız edilmesinden, rahatsız olurum.”
Anadolu Üniversitesi’nde 3000’i master ve doktora öğrencisi olmak üzere toplam 24.000 öğrenci öğrenim görüyor. Açık Öğretim kapsamında ise 1 milyon öğrenci var. Geçen yıl kayıt yaptıran öğrencilerin yüzde 70’inin ilk beş tercihi arasında Anadolu Üniversitesi bulunuyor. Güzel Sanatlar Fakültesi’nin Animasyon, Cam, Baskı Sanatları bölümleri sadece Eskişehir’de var. Pilot yetiştiren Sivil Havacılık Bölümü de Türkiye’de rakipsiz durumda...
Ataç, “Güzel Sanatlar’da okuyan öğrencilerimizin pek çoğu mezun olmadan iş bulabiliyor” derken okulundaki eğitim kalitesiyle gurur duyuyor. Kampus alanının en belirgin özelliğiyse heykel açısından bir açık hava müzesi konumuna gelmiş olması.
Bu heykeller eski rektör şimdiki Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’in üniversiteye ve kente armağan ettiği sayısız etkinliğin küçük bir bölümünü oluşturuyor. Eskişehir’i “gençlik cenneti” haline getirenlerin başında Büyükerşen var.
Dönüş yolunda, trendeyim... Telefonum çalıyor, Eskişehir’de gördüklerimi anlatırken hafiften “propagandacı” durumuna düştüğümü bir hanımın itirazlarıyla anlıyorum. Kadın yolcu, Büyükerşen’in bazı icraatlarını eleştirince neredeyse bütün vagon ona karşı çıkıyor.
Büyükerşen’i destekleyenlerden Havva Başol, “55 yaşındayım, bir buçuk yıldır Eskişehir’i görmüyordum, gözlerime inanamadım” diyor. Tıpkı ünlü gazeteci Tufan Türenç’in Mayıs 2005’te Hürriyet’teki sütununda yazdığı gibi:
“Eskişehir’i ve Yılmaz Büyükerşen’in yaptıklarını dilimin döndüğü kadar anlatmaya çalışıyorum. Ama başarılı olduğumu sanmıyorum. Çünkü Eskişehir’i görmek; oradaki kentsel değişime, halkın zevk düzeyinin yükselerek yaratılan değerleri nasıl benimsediğine tanık olmak gerekir.”
Ben yine üçüncü şahısların tanıklığından yürümek istiyorum. Bir gece karikatürist Musa Kart ve avukat Fikret İlkiz ile birlikte Eskişehir’i dolaşırken Musa bize dönüp, “Kendimi bir Avrupa kentine gelmiş gibi hissediyorum” demişti.
Yazı: Nazım Alpman
Fotoğraf: Kemal NURAYDIN
National Geographic Türkiye
NTV-MSNBC
National Geographic Türkiye, Ekim sayısında bugünün “gençlik kenti” olan Eskişehir’i okuyucuları ile buluşturuyor.
Bir zamanların efsaneleşmiş futbol takımı Eskişehirspor 16 Eylül 1970 günü, o tarihteki adı Fuar Şehirleri Kupası olan UEFA turnuvası için sahaya çıkıyor. İspanyol rakip Sevilla, 11 gün önce kendi evinde oynadığı maçı 1-0 kazanmış olmanın avantajıyla sahaya diziliyor. Maç başlıyor ama Eskişehirspor bir türlü gole ulaşamıyor. Karşılaşmanın 77. dakikası oynanırken konuk İspanyol ekibi golü atıyor; 1-0 öne geçiyor. O zamana kadar susmayan tribünler buz kesiyor. Bir dakika sonra Eskişehirspor’un santrforu Fethi eşitliği sağlıyor. Fethi’nin kısa süre sonra gelen ikinci golü tur atlamak için yeterli değil ama son dakikada attığı golle durum 3-1 oluyor ve karşılaşma bitiyor. Eskişehir bir üst tura çıkıyor.
Bugün bir “gençlik kenti” olan Eskişehir’in ilk “gençlik markası” olan, o yılların gol kralı Fethi’nin Anadolu Üniversitesi’ndeki odasındayım. Kapısında yer alan levhada Prof. Dr. Fethi Heper yazıyor. O, futbol liglerinde profesyonel olarak oynamış, iki kez gol kralı olmuş Türkiye’nin ilk ve tek profesörü...
Anadolu Üniversitesi’nin çekirdeğini oluşturan Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ni (İTİA) 1967’de bitiren Heper, 1974’e kadar futbol oynuyor. 1978’de Maliye dalında doktorasını tamamlıyor. 1981’de doçent, 1988’de de profesör oluyor.
Fethi Heper’den “santrfor Fethi zamanındaki Eskişehir İTİA gençliği” ile günümüzdeki Anadolu Üniversitesi gençleri arasında bir değerlendirme yapmasını istiyorum. Prof. Heper, “santrfor Fethi” gibi yanıt veriyor:
“Bugünün gençliği bizim zamanımızdaki gibi olursa, bu toplum ilerlememiş demektir.”
40 yıl öncesinin Eskişehiri’ndeki olanakları sayarken, “bizim gençliğimizde” diyor:
“Güzel bir lokantamız yoktu, diskoteğimiz yoktu, tiyatro, bale, klasik müzik, opera salonlarımız yoktu, Yılmaz Hoca’nın (Büyükerşen) yaptığı gençlik merkezi de yoktu. İTİA’da 600 öğrenci için 30 kişilik bir lokalimiz vardı”.
Anadolu Üniversitesi kampusu içinde dolaşırken eski yıldız futbolcu “öğrenci Fethi”nin anlattıklarıyla, renkli öğrenci lokalleri arasındaki iklim farkının kalın çizgilerini görebiliyoruz.
Ders dışı zamanlarda öğrencilerin büyük çoğunluğu, marketin karşısındaki çimlerin üzerinde yayılmış güneşleniyor. Kampus alanı içindeki sosyal yaşamın çekiciliği İç Mimarlık son sınıf öğrencisi Sibel Mutluer’in sözlerinde daha iyi ortaya çıkıyor:
“Kentte sıkıldığımız boş zamanlarda ‘hadi okula gidelim’ diyerek buraya geliyoruz. Kendimizi okulda daha iyi hissediyoruz”.
Güzel Sanatlar Fakültesi’nin önünden geçerken uzun iplerin ucuna bağlı toplarla ritmik hareketler yapan kız öğrenciyi görüp duruyorum. Deniz Kaya, grafik bölümünde ikinci sınıf öğrencisi. Yeni Zelanda kökenli ateş dansı ile bir yıldır ilgilendiğini söylüyor. Sınıf arkadaşları arasında “özel izleyici” grubu oluşturmuş. Kısa sohbetimizin ardından “poi”siyle yaptığı gösterisini usta bir sanatçı rahatlığında sürdürüyor.
Deniz’in “rahatlığı” kendisiyle sınırlı değil. Anadolu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Engin Ataç’ın odasında oturduğum sırada gözüm hocanın arkasındaki pencereden görünen manzaraya takılıyor. Kampusun merkezi konumundaki meydanın ortasında modern bir heykel bulunuyor. Heykelin çevresini saran öğrenciler çimlere uzanmışlar. Kimi kitap okuyor, kimi MP3 çalarları kulağında dans ediyor, kimi arkadaşıyla sohbet ediyor. Bütün bunlar Rektörlüğün “görüş alanı” içinde oluyor. Öğrencilerin bu rahatlığı, diğer pek çok devlet üniversitesi için “fazla rahat” sayılabilecek görüntüler. Anadolu Üniversitesi’nin farkı da burada ortaya çıkıyor. Prof. Ataç’a “Ara sıra öğrencileri uyarıyor musunuz?” diye soruyorum. “Hayır” diyor rektör ve ekliyor:
“Öğrencilerin rahatsız edilmesinden, rahatsız olurum.”
Anadolu Üniversitesi’nde 3000’i master ve doktora öğrencisi olmak üzere toplam 24.000 öğrenci öğrenim görüyor. Açık Öğretim kapsamında ise 1 milyon öğrenci var. Geçen yıl kayıt yaptıran öğrencilerin yüzde 70’inin ilk beş tercihi arasında Anadolu Üniversitesi bulunuyor. Güzel Sanatlar Fakültesi’nin Animasyon, Cam, Baskı Sanatları bölümleri sadece Eskişehir’de var. Pilot yetiştiren Sivil Havacılık Bölümü de Türkiye’de rakipsiz durumda...
Ataç, “Güzel Sanatlar’da okuyan öğrencilerimizin pek çoğu mezun olmadan iş bulabiliyor” derken okulundaki eğitim kalitesiyle gurur duyuyor. Kampus alanının en belirgin özelliğiyse heykel açısından bir açık hava müzesi konumuna gelmiş olması.
Bu heykeller eski rektör şimdiki Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’in üniversiteye ve kente armağan ettiği sayısız etkinliğin küçük bir bölümünü oluşturuyor. Eskişehir’i “gençlik cenneti” haline getirenlerin başında Büyükerşen var.
Dönüş yolunda, trendeyim... Telefonum çalıyor, Eskişehir’de gördüklerimi anlatırken hafiften “propagandacı” durumuna düştüğümü bir hanımın itirazlarıyla anlıyorum. Kadın yolcu, Büyükerşen’in bazı icraatlarını eleştirince neredeyse bütün vagon ona karşı çıkıyor.
Büyükerşen’i destekleyenlerden Havva Başol, “55 yaşındayım, bir buçuk yıldır Eskişehir’i görmüyordum, gözlerime inanamadım” diyor. Tıpkı ünlü gazeteci Tufan Türenç’in Mayıs 2005’te Hürriyet’teki sütununda yazdığı gibi:
“Eskişehir’i ve Yılmaz Büyükerşen’in yaptıklarını dilimin döndüğü kadar anlatmaya çalışıyorum. Ama başarılı olduğumu sanmıyorum. Çünkü Eskişehir’i görmek; oradaki kentsel değişime, halkın zevk düzeyinin yükselerek yaratılan değerleri nasıl benimsediğine tanık olmak gerekir.”
Ben yine üçüncü şahısların tanıklığından yürümek istiyorum. Bir gece karikatürist Musa Kart ve avukat Fikret İlkiz ile birlikte Eskişehir’i dolaşırken Musa bize dönüp, “Kendimi bir Avrupa kentine gelmiş gibi hissediyorum” demişti.
Yazı: Nazım Alpman
Fotoğraf: Kemal NURAYDIN
National Geographic Türkiye
NTV-MSNBC