Ege Life'dan alıntıdır.
Cavid Sezen
Ege'de nerelere gidilir 09 05 2009
Ege’nin saklı tatil cenneti : KARABURUN
Yazar Ege Life Haber Merkezi
Ege’nin saklı tatil cenneti : KARABURUN
Beş yıldızlı otellerin debdebesinden, "beach club"lardan, gürültü üreten diskolardan ve kaostan uzak bir tatil ise özlediğiniz, henüz kitle turizminin istilasına uğramamış, bir doğa harikası olan Karaburun yarımadasına mutlaka gitmelisiniz; hem de mevsim ne olursa olsun… Çünkü mavi bayraklı plajları, % 23 oksijen oranı, güler yüzlü insanları, taptaze balıkları, çeşitli yöresel yemekleri ile sağlık turizmine, agro&eko turizme, yamaç paraşütüne, dağcılık ve av sporlarına elverişli zengin doğa yaşamı ve ilkbaharda adeta kocaman bir botanik bahçesine dönüşen doğası ile konuklarına, 12 ay boyunca hizmet verebilecek zenginlikte, çok özel bir mekan Karaburun Yarımadası.
İzmir’e 100 km. uzaklıkta olan bu doğa harikasına, eğer imkanınız varsa mutlaka kendi arabanızla gidin. Böylece virajlı yollarında başınız daha az döneceği gibi, bir uçurumun kenarında durup, bu küçük adanın büyülü manzarasını izlemekten de mahrum kalmazsınız. Bu sayede Karaburun’un neden birçok Anadolu uygarlığına ev sahipliği yaptığını ve neden mitolojik öykülere konu olduğunu daha iyi anlarsınız. Ayrıca dillere destan gözlemesinin de tadına, erkenden bakma fırsatını yakalamış olursunuz.
Bu büyülü ilçede “Beach Party”lerle ve “Clup”larla karşılaşmanız biraz zor ancak yaşadığınız bölgenin kültürünü tanımak ve kendiniz için daha iyi bir şeyler yapmak istiyorsanız, Karaburun’un paha biçilmez bir yer olduğunu söyleyebiliriz.
Öncelikle Karaburun’da bir gün nasıl geçer, ondan başlayalım. Eğer sıcak bir yaz günü buradaysanız kahvaltınıza kayakoruğu, stifno, kayabudu gibi yöreye özgü otlarla yapılmış, hünerli ellerden çıkan börek veya katmer gibi hamur işleriyle başlayabilirsiniz. Daha sonra mavi bayraklı plajlarında deniz, güneş ve kum klasiğinin başka bir yüzüyle burada, daha dingin bir ortamda tanışabilirsiniz. Eğer bu güzelliklerden başınız dönmezse yamaç paraşütü, dağcılık, av gibi doğa sporlarıyla fazla oksijenin verdiği sarhoşluktan biraz kurtulabilirsiniz. Gün yavaş yavaş sona erdiğinde ise siz mutlaka yüksek bir kayalığın üstünde hafif bir içki yudumluyor olmalısınız. Akşam yemeğinde dolmaların, zeytinyağlıların ve arapsaçı köftelerin eşsiz lezzetiyle mutlaka tanışmalısınız. Tahmin ediyorsunuzdur ki bu cömert ilçenin sadece topraklarından değil, denizlerinden de sofralara bereket getiren tatlar çıkıyor. Hemen hemen tüm balık çeşitleri bulunuyor burada ancak kefal balığı Karaburun için ayrı bir önem taşıyor. Bunun yanı sıra Dalyan balıkçılığı da tüm yarımadada yaygın olarak yapılıyor. Dört mevsim adeta bir botanik bahçesini andıran bu doğa harikası, kışın da Karaburunlu hanımların ellerinden çıkan nefis kış tatlısıyla tatilcileri mutlaka yollara düşürüyor.
Karaburun sadece tatil meraklılarının değil, hayvan severlerin ve doğal yaşamı destekleyenlerin de ilgisini çekiyor. Karaburun’un benzersiz kıyılarında yaşayan Akdeniz Foklarının yanı sıra nesli tükenmekte olan, bildiğimiz martı türünden daha hassas yaşam koşullarına sahip ve tüm dünyada koruma altına alınmış Ada Martısı da (Larus Audouini) burada doğal yaşamını rahatça sürdürüyor.
Bu eşsiz doğa harikası, bozulmamış doğası ve yozlaşmamış insanı ile adeta bir kültür hazinesini içinde barındırıyor. Ancak bu güzel yöremiz, günümüz tatil anlayışında ne yazık ki henüz hak ettiği değeri yakalayamıyor. Yeni turistik konseptin bütün öğelerini içinde saklı tutan bu güzel yörenin yerlileri, uygulanacak doğru politikalar ve yerel yönetimlerin de katkılarıyla bu güzelliklerin açığa çıkmasını ve Karaburun’un dünya turizmine hizmet eden bir ilçe olmasını istiyor. Bizler de birer Egeli olarak, bu güzel ilçemizin var olan popüler kültür içindeki eğlence ve tatil anlayışının bir kurbanı olmamasını ve bu doğa harikasının değerinin bilinmesi gerektiğinin farkına varılmasını istiyoruz. Çünkü Karaburun için söylenecekler burada anlatılanlarla sınırlı değil, emin olun ki bu yarımada nice keşfedilmeye değer güzellikleri ve zenginlikleriyle doğanın en saf halini görmek isteyen tatilcileri bekliyor.
Akdeniz Foku (Monachus monachus)
Akdeniz Keşiş Foku
Yüzgeçayaklı ailesinden bir deniz memelisi olan Akdeniz Foku hava soluyan ve oldukça sığ sularda avlanan bir canlıdır. Su altında 5-10 dk. kadar kalabilirler. Maksimum kayıtlı dalış derinliği 100 m.olarak saptanmıştır. Başta yılan balıkları, Mezgit, Sardalya, Ahtapot, İstakoz, Tirsi, Levrek, Sinagrit olmak üzere diğer balık türleriyle de beslenir.
Yaklaşık 30 yıl civarında yaşayan foklar 4-5 yaşlarında ergin hale gelirler. 10-11 ay süren hamilelik döneminden sonra 1 veya 2 yavru dünyaya getirirler. Yavru 2 hafta sonra yüzmeye başlar ve 17 haftada sütten kesilip kendi beslenmeye başlar.
Akdeniz Fokları'nın sayıları tüm dünyada 450 civarındadır. Bunlardan 50 kadar bireyin Türkiye sahillerinde ve çoğunluğunun da Karaburun’da yaşadığı tahmin edilmektedir.
Ve Ada Martıları
Onlarda tıpkı Akdeniz Fokları gibi Karaburun’un simgeleri arasında. Ada Martılarını araştırırken martılarla ilgili bir hikayeyi de sizlerle paylaşmak istedik.
Bundan yüzyıllar önce deniz aşırı, çok güzel bir ülke varmış. Tabi her masalda olduğu gibi bu masalda da o ülkenin bir kralı ve tabii ki bir de prensesi varmış. Prenses dünyalar güzeli bir kızmış. Kral ona bakılmasını yasaklamış, her gün dolaşmak için saray muhafızları ile sarayın dışına çıkacağı ilan edildiğinde halk eğilir ve gözlerini kapatır, ya da evlerine kaçışırmış. Onu görmenin bedeli ölümle cezalanmakmış.
Günlerden bir gün yine prenses dolaşmak için çıktığında; fakir bir köylü delikanlı her şeyi göze alarak başını kaldırmış ve prensesle göz göze gelmişler... O an fakir delikanlı prensese inanılmaz bir aşkla tutulmuş. Prensesin derin bakışlarının da boş olmadığını düşünmüş ve günlerce uyuyamamış. Fakir delikanlı ölümü bile göze almak pahasına, prensesi bir kere daha görmek için uğraşmış durmuş. Bu arada güzel prenses de onu tutulmuş onun zarar görmemesi için günlerce kendini saraya kapatmış. Sonunda dayanamayan fakir delikanlı her şeyi göze alarak gizlice sarayın bahçe duvarına tırmanmış ve prenses ile bir kere daha göz göze gelmişler. Fakir delikanlı hemen duvardan atlamış ve prensesle konuşacağı anda saray muhafızlarına yakalanmış. Kralın karşısına çıkarılan delikanlı ölümle cezalandırılacağını bildiğinden krala prensese duyduğu aşkını anlatmış.
Kral ölüm emrini vereceği anda prensesin yalvarışlarına dayanamayarak delikanlıya başka bir ceza vermeyi kabullenmiş.
Hemen bir gemi hazırlattıran kral, gidilebilecek en uzaktaki adaya bir fener yaptırmış ve fakir delikanlıyı da o adada yalnız yaşamaya mahkum etmiş...
Aradan bir kaç ay geçmesine rağmen prensesi unutamayan delikanlı prensese olan aşkını kağıtlara dökmüş ve martılara anlatmaya başlamış... Bütün martılar fakir delikanlının prensese olan aşkını anlamış ve yazdığı mektupları prensese götürmeye başlamışlar... Zamanla prensesin de yazmış olduğu mektupları fakir delikanlıya götüren martılar aracılığı ile iki gencin arasındaki aşk iyice büyümüş. Taa ki... Bir sabah sarayın bahçesinde kahvaltı yaparken prensesin odasının penceresine ağzında bir mektupla konan martıyı kralın görmesine dek. Tabi korkulduğu gibi olmamış... Martıların bile aracı olduğu iki gencin arasındaki büyük aşkı anlayamadığı için kendisinden utanmış kral ve ağlayarak kızına sarılmış. Kızına, hemen bir gemi göndertip, fakir delikanlıyı getirtip, kendisi ile evlendireceğini söylemiş.
Buna duyunca çok mutlu olan prenses hemen delikanlıya bir mektup yazmış ve olanları anlatmış. Bu arada mektubu götürmek için bekleyen martıya da tüm martıların düğünlerine davetli olduğunu söylemiş. Buna çok sevinen martı mektubu bir an önce ıssız adaya götürmek için yola çıkmış. Tam yolu yarılamışken yanından geçen bir kaç martı arkadaşına haber verip hepsinin düğüne davetli olduğunu söylemek için gagasını açtığında mektubu düşürmüş. Tüm martılar hep birlikte mektubu aramaya başlamışlar. Fakat bir türlü bulamamışlar...
Bu arada prensesten mektup alamayan aşık delikanlı, yazmış olduğu mektupları göndermek için bir tek martı bile bulamamış... Biraz ilerisinde uçuyorlar fakat yanına gitmiyorlar ve mektubu arıyorlarmış...
Prensesin kendisini artık unuttuğunu, istemediğini, martıların da onun için yanına gelmediğini sanan delikanlı üzüntüsünden sonunda kendisini fenerden kayaların üzerine atarak intihar etmiş. Olanlardan habersiz kralın gemisi adaya vardığında fakir delikanlının soğuk bedeni ile
karşılaşmışlar...
İşte o gün bugündür, martılar o mektubu ararlar. Mektubu bulup, o inanılmaz sevgiyi geri getirebileceklerine, her şeyi düzelteceklerine, inanarak hep denizler üzerinde uçuşup dururlar....
[attachment=1]
[attachment=2]
[attachment=3]
[attachment=4]
[attachment=5]
Cavid Sezen
Ege'de nerelere gidilir 09 05 2009
Ege’nin saklı tatil cenneti : KARABURUN
Yazar Ege Life Haber Merkezi
Ege’nin saklı tatil cenneti : KARABURUN
Beş yıldızlı otellerin debdebesinden, "beach club"lardan, gürültü üreten diskolardan ve kaostan uzak bir tatil ise özlediğiniz, henüz kitle turizminin istilasına uğramamış, bir doğa harikası olan Karaburun yarımadasına mutlaka gitmelisiniz; hem de mevsim ne olursa olsun… Çünkü mavi bayraklı plajları, % 23 oksijen oranı, güler yüzlü insanları, taptaze balıkları, çeşitli yöresel yemekleri ile sağlık turizmine, agro&eko turizme, yamaç paraşütüne, dağcılık ve av sporlarına elverişli zengin doğa yaşamı ve ilkbaharda adeta kocaman bir botanik bahçesine dönüşen doğası ile konuklarına, 12 ay boyunca hizmet verebilecek zenginlikte, çok özel bir mekan Karaburun Yarımadası.
İzmir’e 100 km. uzaklıkta olan bu doğa harikasına, eğer imkanınız varsa mutlaka kendi arabanızla gidin. Böylece virajlı yollarında başınız daha az döneceği gibi, bir uçurumun kenarında durup, bu küçük adanın büyülü manzarasını izlemekten de mahrum kalmazsınız. Bu sayede Karaburun’un neden birçok Anadolu uygarlığına ev sahipliği yaptığını ve neden mitolojik öykülere konu olduğunu daha iyi anlarsınız. Ayrıca dillere destan gözlemesinin de tadına, erkenden bakma fırsatını yakalamış olursunuz.
Bu büyülü ilçede “Beach Party”lerle ve “Clup”larla karşılaşmanız biraz zor ancak yaşadığınız bölgenin kültürünü tanımak ve kendiniz için daha iyi bir şeyler yapmak istiyorsanız, Karaburun’un paha biçilmez bir yer olduğunu söyleyebiliriz.
Öncelikle Karaburun’da bir gün nasıl geçer, ondan başlayalım. Eğer sıcak bir yaz günü buradaysanız kahvaltınıza kayakoruğu, stifno, kayabudu gibi yöreye özgü otlarla yapılmış, hünerli ellerden çıkan börek veya katmer gibi hamur işleriyle başlayabilirsiniz. Daha sonra mavi bayraklı plajlarında deniz, güneş ve kum klasiğinin başka bir yüzüyle burada, daha dingin bir ortamda tanışabilirsiniz. Eğer bu güzelliklerden başınız dönmezse yamaç paraşütü, dağcılık, av gibi doğa sporlarıyla fazla oksijenin verdiği sarhoşluktan biraz kurtulabilirsiniz. Gün yavaş yavaş sona erdiğinde ise siz mutlaka yüksek bir kayalığın üstünde hafif bir içki yudumluyor olmalısınız. Akşam yemeğinde dolmaların, zeytinyağlıların ve arapsaçı köftelerin eşsiz lezzetiyle mutlaka tanışmalısınız. Tahmin ediyorsunuzdur ki bu cömert ilçenin sadece topraklarından değil, denizlerinden de sofralara bereket getiren tatlar çıkıyor. Hemen hemen tüm balık çeşitleri bulunuyor burada ancak kefal balığı Karaburun için ayrı bir önem taşıyor. Bunun yanı sıra Dalyan balıkçılığı da tüm yarımadada yaygın olarak yapılıyor. Dört mevsim adeta bir botanik bahçesini andıran bu doğa harikası, kışın da Karaburunlu hanımların ellerinden çıkan nefis kış tatlısıyla tatilcileri mutlaka yollara düşürüyor.
Karaburun sadece tatil meraklılarının değil, hayvan severlerin ve doğal yaşamı destekleyenlerin de ilgisini çekiyor. Karaburun’un benzersiz kıyılarında yaşayan Akdeniz Foklarının yanı sıra nesli tükenmekte olan, bildiğimiz martı türünden daha hassas yaşam koşullarına sahip ve tüm dünyada koruma altına alınmış Ada Martısı da (Larus Audouini) burada doğal yaşamını rahatça sürdürüyor.
Bu eşsiz doğa harikası, bozulmamış doğası ve yozlaşmamış insanı ile adeta bir kültür hazinesini içinde barındırıyor. Ancak bu güzel yöremiz, günümüz tatil anlayışında ne yazık ki henüz hak ettiği değeri yakalayamıyor. Yeni turistik konseptin bütün öğelerini içinde saklı tutan bu güzel yörenin yerlileri, uygulanacak doğru politikalar ve yerel yönetimlerin de katkılarıyla bu güzelliklerin açığa çıkmasını ve Karaburun’un dünya turizmine hizmet eden bir ilçe olmasını istiyor. Bizler de birer Egeli olarak, bu güzel ilçemizin var olan popüler kültür içindeki eğlence ve tatil anlayışının bir kurbanı olmamasını ve bu doğa harikasının değerinin bilinmesi gerektiğinin farkına varılmasını istiyoruz. Çünkü Karaburun için söylenecekler burada anlatılanlarla sınırlı değil, emin olun ki bu yarımada nice keşfedilmeye değer güzellikleri ve zenginlikleriyle doğanın en saf halini görmek isteyen tatilcileri bekliyor.
Akdeniz Foku (Monachus monachus)
Akdeniz Keşiş Foku
Yüzgeçayaklı ailesinden bir deniz memelisi olan Akdeniz Foku hava soluyan ve oldukça sığ sularda avlanan bir canlıdır. Su altında 5-10 dk. kadar kalabilirler. Maksimum kayıtlı dalış derinliği 100 m.olarak saptanmıştır. Başta yılan balıkları, Mezgit, Sardalya, Ahtapot, İstakoz, Tirsi, Levrek, Sinagrit olmak üzere diğer balık türleriyle de beslenir.
Yaklaşık 30 yıl civarında yaşayan foklar 4-5 yaşlarında ergin hale gelirler. 10-11 ay süren hamilelik döneminden sonra 1 veya 2 yavru dünyaya getirirler. Yavru 2 hafta sonra yüzmeye başlar ve 17 haftada sütten kesilip kendi beslenmeye başlar.
Akdeniz Fokları'nın sayıları tüm dünyada 450 civarındadır. Bunlardan 50 kadar bireyin Türkiye sahillerinde ve çoğunluğunun da Karaburun’da yaşadığı tahmin edilmektedir.
Ve Ada Martıları
Onlarda tıpkı Akdeniz Fokları gibi Karaburun’un simgeleri arasında. Ada Martılarını araştırırken martılarla ilgili bir hikayeyi de sizlerle paylaşmak istedik.
Bundan yüzyıllar önce deniz aşırı, çok güzel bir ülke varmış. Tabi her masalda olduğu gibi bu masalda da o ülkenin bir kralı ve tabii ki bir de prensesi varmış. Prenses dünyalar güzeli bir kızmış. Kral ona bakılmasını yasaklamış, her gün dolaşmak için saray muhafızları ile sarayın dışına çıkacağı ilan edildiğinde halk eğilir ve gözlerini kapatır, ya da evlerine kaçışırmış. Onu görmenin bedeli ölümle cezalanmakmış.
Günlerden bir gün yine prenses dolaşmak için çıktığında; fakir bir köylü delikanlı her şeyi göze alarak başını kaldırmış ve prensesle göz göze gelmişler... O an fakir delikanlı prensese inanılmaz bir aşkla tutulmuş. Prensesin derin bakışlarının da boş olmadığını düşünmüş ve günlerce uyuyamamış. Fakir delikanlı ölümü bile göze almak pahasına, prensesi bir kere daha görmek için uğraşmış durmuş. Bu arada güzel prenses de onu tutulmuş onun zarar görmemesi için günlerce kendini saraya kapatmış. Sonunda dayanamayan fakir delikanlı her şeyi göze alarak gizlice sarayın bahçe duvarına tırmanmış ve prenses ile bir kere daha göz göze gelmişler. Fakir delikanlı hemen duvardan atlamış ve prensesle konuşacağı anda saray muhafızlarına yakalanmış. Kralın karşısına çıkarılan delikanlı ölümle cezalandırılacağını bildiğinden krala prensese duyduğu aşkını anlatmış.
Kral ölüm emrini vereceği anda prensesin yalvarışlarına dayanamayarak delikanlıya başka bir ceza vermeyi kabullenmiş.
Hemen bir gemi hazırlattıran kral, gidilebilecek en uzaktaki adaya bir fener yaptırmış ve fakir delikanlıyı da o adada yalnız yaşamaya mahkum etmiş...
Aradan bir kaç ay geçmesine rağmen prensesi unutamayan delikanlı prensese olan aşkını kağıtlara dökmüş ve martılara anlatmaya başlamış... Bütün martılar fakir delikanlının prensese olan aşkını anlamış ve yazdığı mektupları prensese götürmeye başlamışlar... Zamanla prensesin de yazmış olduğu mektupları fakir delikanlıya götüren martılar aracılığı ile iki gencin arasındaki aşk iyice büyümüş. Taa ki... Bir sabah sarayın bahçesinde kahvaltı yaparken prensesin odasının penceresine ağzında bir mektupla konan martıyı kralın görmesine dek. Tabi korkulduğu gibi olmamış... Martıların bile aracı olduğu iki gencin arasındaki büyük aşkı anlayamadığı için kendisinden utanmış kral ve ağlayarak kızına sarılmış. Kızına, hemen bir gemi göndertip, fakir delikanlıyı getirtip, kendisi ile evlendireceğini söylemiş.
Buna duyunca çok mutlu olan prenses hemen delikanlıya bir mektup yazmış ve olanları anlatmış. Bu arada mektubu götürmek için bekleyen martıya da tüm martıların düğünlerine davetli olduğunu söylemiş. Buna çok sevinen martı mektubu bir an önce ıssız adaya götürmek için yola çıkmış. Tam yolu yarılamışken yanından geçen bir kaç martı arkadaşına haber verip hepsinin düğüne davetli olduğunu söylemek için gagasını açtığında mektubu düşürmüş. Tüm martılar hep birlikte mektubu aramaya başlamışlar. Fakat bir türlü bulamamışlar...
Bu arada prensesten mektup alamayan aşık delikanlı, yazmış olduğu mektupları göndermek için bir tek martı bile bulamamış... Biraz ilerisinde uçuyorlar fakat yanına gitmiyorlar ve mektubu arıyorlarmış...
Prensesin kendisini artık unuttuğunu, istemediğini, martıların da onun için yanına gelmediğini sanan delikanlı üzüntüsünden sonunda kendisini fenerden kayaların üzerine atarak intihar etmiş. Olanlardan habersiz kralın gemisi adaya vardığında fakir delikanlının soğuk bedeni ile
karşılaşmışlar...
İşte o gün bugündür, martılar o mektubu ararlar. Mektubu bulup, o inanılmaz sevgiyi geri getirebileceklerine, her şeyi düzelteceklerine, inanarak hep denizler üzerinde uçuşup dururlar....
[attachment=1]
[attachment=2]
[attachment=3]
[attachment=4]
[attachment=5]