Evren Günay Düdeni 98 Ekspedisyonunun Hikayesidir

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan Sukuşu Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 0
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 2,175

Sukuşu

Moderatör
Mesajlar
536
Tepkime Puanı
4
Toroslarda bir küçük delik… deliğin arkasında gizlenmiş bir dünya… delikten geçerek bu gizli dünyanın keşfinde kendini arayan küçük umutlar…


--------------------------------------------------------------------------------

Alaca karanlıkta mağaradan çıktığımızda Mehmet de, ben de oldukça yorgunduk. -280m'deki göle inen 40m'lik inişi de döşeyip, çıkışa geçmemizin üzerinden 2 saat geçmişti. Planladığımız süreyi biraz aşmıştık, kamptakileri daha fazla merakta bırakmamak için biraz soluklanıp 1.5 km uzaklıktaki kampa doğru yola çıktık. Karpit lambalarımızı söndüren rüzgarlı bir gecede, mağarayla kampın bulunduğu yaylaları birbirinden ayıran sırtı son bir çabayla tırmandık. Bir kaç saat önce batmış olan günün son ışıkları yıldızlı gökyüzüyle batıdaki sıradağların arasında açık mavi bir ufuk çizgisi oluşturmuştu. Sırtı aştığımızda kamptakiler ışığımızı artık görebiliyordu. Bir süre ikimiz de durduk. Saatlerdir karpit lambasının sıcak sarı ışığına ve mağara duvarlarının yakınlığına alıştıktan sonra bu uçsuz bucaksız manzaranın karşısında donakalmıştık.


--------------------------------------------------------------------------------

“Abi,… yaşadığımı hissediyorum… ama çok yoğun!”
“...bu işi işte bu yüzden yapıyoruz...”


--------------------------------------------------------------------------------

Anamur, Çukurpınar Yaylası'na geleli 4 gün olmuştu. İstanbul'da geçirdiğimiz yoğun bir hazırlık döneminden sonra randevumuza sadık kalmış ve 4 senedir üzerinde çalıştığımız Evren Günay Düdeni'ne tekrar gelmiştik. Bir trafik kazasında kaybettiğimiz arkadaşımızın anısına isimlendirdiğimiz düdende, BÜMAK 97 yaz ekspedisyonu sırasında -1377m derinliğe ulaşarak Türkiye derinlik rekorunu kırdık. Bu seneki hedefimiz ise daha derinlere, dünya rekoruna doğru ilerlemekti.

Çoğunluğunu öğrencilerin oluşturduğu 9 kişilik bir ön-ekibin 11 Ağustos'ta yaylaya varmasıyla BÜMAK 98 yaz ekspedisyonu başladı. Ağustos ayını seçmemizin nedeni mağara içerisindeki su seviyesinin ve dolayısıyla sel tehlikesinin düşük olması… Üç hafta sürmesi planlanan ekspedisyona ekibin geri kalanı 2. haftadan itibaren katılacaktı. Öğrenci olanlar ekspedisyonun tümünde yer alırken, çalışan eski mağaracılar yalnızca 1-2 haftalık iş izinlerini ayırabildikleri için, 31 Ağustos'u kesin dönüş tarihi olarak belirledik. İlk hafta içerisinde ön-ekip kampı kuracak ve mağaranın ilk 400m'sinin hat döşemesini yaparak ilk istasyon kampı olan “Çiçek Bahçesi”ne ulaşacaktı.

İlk 4 gün içerisinde kamp kurulmuş ve mağara -280m'ye kadar döşenmişti. İki yörük ailesiyle paylaştığımız Çukurpınar Yaylası'nın bize kalan güney düzlüğüne kurduğumuz kamp, kişisel çadırların yanı sıra bir malzeme tentesi, mağara dışındakileri gün boyunca güneşten koruyacak dev bir tente ve mutfak olarak kullandığımız, taşla örülmüş keçi ağıllarından ibaretti.

Kamp hayatı sabah 8:00'de hareketleniyordu. Yaylayı çevreleyen dağların ardından doğan güneş bir süre sonra çadırları içinde durulmayacak kadar ısıtıyordu. Mağaraya girecekler hızlı bir kahvaltının ardından malzemelerini toparlamaya başlıyor, girmeyenler ise tente altına çekiliyordu. Geçen senelerde civar yaylalara yürüyüşler yapılırken, bu sene artan terörist söylentileri yüzünden kamptan ayrılmaya cesaret edemiyorduk. Hatta bir iki gecemiz çarşaktan gelen sesler yüzünden uykusuz geçmişti.

Kampta ihtiyacımız olan suyu, 200m uzaklıktaki pınardan, mutfakların yanına kadar hortumla getiriyorduk. Günlük ekmeğimizi ise yayladaki komşumuz Kiraz Teyze'yle beraber yapıyorduk. Mağara ekibi hazır olunca, tente altından kendilerine mağara ağzına kadar eşyalarını taşıyacak şerpalar bulmaya çalışıyordu.


“Haydi şerpa!”
“Gelemem, entelektüel faaliyetlerim var.”
“Başlarım entelektüeline!”


Kamptan 1.5km uzaklıkta bulunan mağara ağzı, Çukurpınar'ın güneydoğusundaki Peynirlikönü Yaylası'nda yer alıyor. Eski Türkiye derinlik rekoru olan Çukurpınar Düdeni'nin heybetli ağzıyla karşılaştırıldığında, Evren Günay Düdeni'nin girişi kayalar arasında küçük bir delik! Çukurpınar'ın birbirini takip eden dev inişlerinin aksine, Evren Günay Düdeni 20 dakikalık bir sürünmeyle başlıyor. 1 metreyi geçmeyen yükseklikteki dar koridorlarda, cadıkazanları üzerinden cambazlık yaparak ilerleniyor. Daha aşağılarda olacak bir kaza veya sel ihtimaline karşı bizi en çok endişelendiren bu dar pasajlar. Sürünmenin sonunda 25m'lik bir inişle mağara dikeyleşiyor ve çatlaklar boyunca küçük inişlerle menderesler yaparak ilerliyor. Genelde genişliği 1.5-2m'yi ender aşan mağaranın tavanı ilk inişten sonra gözden kayboluyor. Mağaranın içinde ilerlediği dar çatlağın kestiği büyük şaftlarda, mağaranın genelinden farklı olarak, karstik oluşumlar açısından daha zengin geniş odalar ve göller yer alıyor.

Ön-ekibin daha az deneyimli olmasına karşın, planlı bir çalışma ve kişilerin özverisiyle önceden belirlediğimiz programı takip ediyorduk. Tek bir döşeme ekibi başı olması işleri yavaşlatıyorsa da, memurvari bir sistemle (9:00 giriş, 18:00 çıkış) her gün biraz daha ilerledik. Küçük aksaklıklar sadece gece sohbetlerinin konusu oluyordu; Mehmet Ü.'nün çoraplarını unuttuğunu mağara ağzında fark etmesi ve M'Ali'nin koşarak 1.5km uzaklıktaki kamptan çorap şerpalığı yapması… mağara haritasında görünmeyen döşemelerle karşılaşınca sınırında tuttuğumuz ip miktarının yetmemesi ve mağaranın geri kalanına planladığımızın aksine yap-boz oynarcasına devam etmemiz… sabah saat 8:00'da girmeyi planlayan hevesli gençlerin, Oktar'ın kahvaltı için pişirdiği leziz pişi'yi (pofuduk ibişin şipşak işi) bekleyip 11:00'de girmeleri… Hüseyin'in reaksiyon hızına yetişememizden dolayı kaynaklanan küçük aksaklıklar… “Abi buraya 27’yi veya 29’u gönder!” demeye kalmadan tepeden Hüseyin’in attığı 27m’lik ip balyası uçarak geçer ve gümbürtüyle aşağıdaki göle düşer…“29’u gönder, sakin!”.

19 Ağustos, 19:00 sularında yine Mehmet’le beraber mağaradan çıkıyorduk. Tam bir hafta dolmuştu ve biz mağarayı -500m’ye kadar döşemiştik. İki gündür mağaradaydık ve sürekli, çıktığımızda karşılaşacağımız kalabalık kamp manzarasını konuşuyorduk. Ekibin geri kalanı bugün geliyordu ve bir haftalık yorucu çalışmanın üstüne kendimizi kampın tatlı curcunasına bırakacaktık. Gene yorgun ama hevesle mağarada ilerlerken, yukarıdan gelen sesler duyduk. Yeni gelenler dayanamamış ve hemen üstümüze bir bindirme ekip göndermişlerdi. Gelen Sencer’in sesiydi, şarkı söyleye söyleye aşağıya iniyordu. -75m’deki takıl-geçlerde karşılaştık, arkadan da 2 çantayla Hüseyin geldi. Bağıra çağıra, kaskları tokuştura tokuştura, mağaracı usulü bir karşılaşma oldu. “Heyoo, naber, kaç kişi geldiniz, yahu sen hakkaten evleniyor musun, abi yeni tulumuma bak, kim tutar sizi be, ...” şeklinde cereyan eden yoğun ve kısa bir sohbetten sonra, aşağıda bıraktığımız malzeme ve döşeme hakkında bilgi verdik ve vedalaştık. Adamlar bomba bir giriş yapıyorlardı, -500m’den, ikinci istasyon kampının (Bir Başka Hayat) bulunduğu -700m’ye kadar döşemeye gireceklerdi. Hüseyin ilk defa bu kadar zorlu bir giriş yapıyordu. “Çinli uşak (Hüseyin) endişeli gözlerle beyaz efendiyi takip etti… Beyaz efendi (Sencer) savaş naraları atarak ilerlerken, çinli uşak iki bavulla kan ter içinde ona yetişmeye çalışıyordu.”
Kampa vardığımızda coşkulu bir kalabalık bizi bekliyordu. Mağara içerisinde sessiz ve yalnız geçirdiğimiz iki günden sonra, kendimizi bir anda bu dost kalabalığın ortasında buluverdik. Mehmet’in sözlerini hatırladım, “…bu işi işte bu yüzden yapıyoruz…”.

Bizim içeride olduğumuz sırada, yeni gelen grup bir toplantı yapmıştı. Kampta 22 kişiydik ve önümüzde 11 gün vardı. Mağara içerisinde -400m ile, geçen sene ulaştığımız en son nokta olan -1377m arasında bütün ipler hazır bekliyordu. 97 ekspedisyonunda mağara bitmeyince bu sene de girileceği göze alınarak, ipler düzgün bir şekilde balyalanmış ve su yolundan yüksek yerlere bırakılmıştı. -400m’den sonra döşeme yapmaya girecek kişiler ayrıca ip taşımayacaklar ve her inişin başında ipleri hazır bulacaklardı. Bu yüzden mağarada çok daha hızlı ilerleyebilecektik. Önümüzdeki 11 günün 6’sını dibe doğru ilerlemeye ayırmıştık. Mağaranın dar yapısı -700m’den aşağıda da devam ettiğinden, Bir Başka Hayat kampından sonra yeni bir istasyon kampı kurmaya elverişli bir düzlük bulunamamıştı. Bu işimizi zorlaştırmıştı, çünkü -1300m’ye çalışmaya inecek bir ekip Bir Başka Hayat kampından yola çıkıyor, 3 saatte dibe varıyor, 5-6 saatlik bir döşemeden sonra tekrar 600m yukarıdaki kampa ancak 5 saatte çıkabiliyordu. 15 saatlik bir girişten sadece 6 saatlik bir verim alınabiliyordu. Bu sene ise yeni bir teknik denemeye karar verdik. -1000m’den aşağıda çalışan ekiplerin yanlarında taşıyabilecekleri 2 hamak, 2 tulum, ocak ve yiyecekten oluşan mobil bir hamak kampı… Böylece, ikişer kişiden oluşacak ekipler düzenli şiftlerle, oldukça hızlı bir şekilde ilerleyebilecek. Bu sırada -700m kampında bekleyen bir ekip belirli aralıklarla aşağıdaki mobil kampa karpit, yiyecek ve döşeme malzemesi indirecek. Bu sırada dışarıdan başka bir ekip döşemenin üçüncü gününde mağaraya yedek malzeme ve karpitle girecek. Dipte çalışanlar arasından bir ekip, yeni gelen bu ekiple yer değiştirecek. Böylece mağaradan çıkanlar, dışarıda bekleyen meraklı kalabalığa en son haberleri ulaştırabilecek. Planlanan bu programa uyulduğu takdirde, aşağıda çalışan iki ekip, günde ortalama 150-200m ilerleyerek, 4-5 gün içerisinde mağaranın doğal sınırına ulaşabilecekti.

Mağaranın toplanması için ise en az 5 gün gerekiyordu. Bir dağcı için tırmanışının en zor kısmı zirveye ulaştığında sona ererken, bir mağaracı için en yorucu anlar dibe vardığında başlar. Mağaranın döşemesinde kullanılan teknik malzemeler (ip, karabin, hanger, vb.), kamp malzemeleri ve çöpler yukarı çıkartılmalıdır. Toplama vakti geldiğinde bütün kamp seferber olur ve mağaraya girer. Islandığı için ağırlaşan yüzlerce metre ip, kilolarca karpit çöpü ve diğer malzemeler 20’şer kiloluk çantalar halinde, kimi yerlerde makara sistemleriyle kolaylaştırılmış bir şekilde, kimi yerlerde ise babadan kalma yöntemlerle yavaş yavaş yukarı çıkartılır. Dibe ulaşmak için gereken fiziksel güç ve dayanıklılıktan kat kat fazlası mağaranın toplanma sürecinde gereklidir. Zirveden dönen yorgun dağcıların çöp ve gereksiz malzemeleri yolda bırakma eğilimlerine benzer ve hatta daha üst düzeyde bir eğilim bir mağaracıda görülebilir. Mağara içerisinde bırakılacak organik veya inorganik artıklar, mağaranın ekosistemini bozacaktır. Bu yüzden bir mağaracılık ekspedisyonu bu şartlar dikkate alınarak planlanmalıdır ve mağara içerisinde herhangi bir artık bırakmayacak şekilde, yeterli işgücü mağaranın toplanmasına ayrılmalıdır. Bir derin mağaracılık ekspedisyonunun kalitesini ulaşılan derinliğin yanı sıra, mağaranın ne derece temiz bırakıldığı da belirler.


--------------------------------------------------------------------------------

“…ayak izinden başka bir şey bırakmadan, fotoğraftan başka birşey almadan, zamandan başka bir şey öldürmeden …”


--------------------------------------------------------------------------------

Böylece ilk 6 gün boyunca dibe doğru ilerlemeye ve sonra, ne olursa olsun toplamaya geçmeye karar verildi. Yeni gelenler son derece hevesliydiler ve mağaraya girmek için can atıyorlardı. Biz çıkarken giren Sencer ve Hüseyin’in ardından ikinci gün Arkadaş ve Oktar, yanlarında hamak kampının malzemeleri ve yiyecekle beraber mağaraya girdiler. Onların 5-6 saat arkasından ise Bülent ve Korcan giriş yapacaklardı. Mağara içerisinde görev alan herkes son derece özverili davranıyordu. Bir senedir derin mağaracılık yapmamış insanlar ağır çantalar paketliyor, zor girişler hedefliyordu. Bütün bir sene boyunca bu ekspedisyonu hayal etmiştik ve şimdi herkes elinden gelen bütün çabayı gösteriyordu. Ancak, mağaracılık da bir doğa sporudur ve kişisel hazırlık ve çabanın dışında başarıyı etkileyen bir başka faktör daha vardır; mağara! Bir derin mağara ekspedisyonunda bir anda -700m dibe inmek ve hemen çalışmaya başlamak kolay değildir… Kaslar, eklemler ve en önemlisi kafalar mağaranın soğuk, karanlık ve nemli ortamına yavaş yavaş ısınır… Bu yüzden en zor girişler hep ilk girişlerdir. Birçoğumuz bu ekspedisyon için hazırlanmış, spor yapmıştık. Ama bir Fransız mağaracının da dediği gibi “mağaranın en iyi antrenmanı mağaradır!”. Hevesimiz ve motivasyonumuzla, bu ısınma sürecini göz ardı etmiştik.

İlk giren Sencer ve Hüseyin, direk -700m kampına ulaşamamışlardı. Yol üstünde bulmayı umdukları, geçen seneden bırakılan ipler sel sularıyla sürüklenmiş ve kullanılamayacak bir hale gelmişti. -400m kampına dönüp, orada uyuduktan sonra ertesi gün yedek iplerle -700m kampına ulaşabildiler. Ellerinde daha fazla malzeme kalmadığından, arkadan gelecek olan ekibi beklemeye başladılar. Yanlarında yeterli yiyecek, karpit ve kampta bir salgın haline dönüşen 500 sayfalık “Yüzüklerin Efendisi” kitabından 2 adet vardı. Onların arkalarından 3 çantayla gelen Arkadaş ve Oktar ise -400m kampında bir gece dinlenerek, ertesi gün -700m kampına vardılar. Daha aşağıya döşeme yapabilmek için gereken malzemeyi ise hemen arkalarından gelen ekip getirecekti. İkinci ekipten 6 saat sonra Bülent ve Korcan giriş yaptı. Bu giriş sırasında Korcan mağara içerisinde rahatsızlandı ve aldıkları yerinde bir kararla yukarı çıktılar. Bülent birkaç saat dinlendikten sonra, daha az deneyimli olan Sinan’la beraber tekrar mağaraya girdi. İniş sırasında Sinan’ın kolu incinmişti ve ağır çantaların taşınmasında yeteri kadar yardımcı olamadı. 300m’ye kadar indirebildikleri çantalardan bir kaçını arkadan gelecek ekibe bırakmak zorunda kaldılar.

Büyük bir şanssızlık sonucu, mağaraya girecek olan iki arkadaşımız peşpeşe rahatsızlanmış ve aşağıdaki iş uzun bir aksamaya uğramıştı. Bu noktadan sonra ekspedisyonun nasıl devam edeceğini yukarıdan belirlemek imkansızdı. Yukarıda meraklı ve çaresiz bir bekleyiş başladı. Mağaradan çıkacak ilk habere göre hareket edecektik. 22 Ağustos gecesi, yukarı çıkan Sinan ve Hüseyin bize üzücü haberi getirdi. Aşağıdaki ekip yukarıdan döşeme malzemesinin gelmesini 36 saatten uzun bir süre beklemişti. Mağara kampındaki bu uzun bekleyiş sonunda, moral ve motivasyon bozukluğu yaşayan ekip, son gelen ekiple de yeterli döşeme malzemesinin gelmemiş olduğunu görünce, çok fazla zaman kaybedildiği ve ekspedisyonun devam edemeyeceği kararını almışlardı. Ertesi sabah erkenden mağarayı toplayarak yukarı çıkmaya başlayacaklardı. Haberi aldığımızda herkes şok olmuştu. Aşağıda bu kararın alınmasına neden olan şartları anlıyorduk, ama bu kadar erken bitmesini ve bu kadar kolay vazgeçmeyi kabullenemiyorduk. Hemen acil bir toplantı yapıldı. Bir ekibin, sabah saat 4:00’de mağaraya girmesine ve yolda bırakılan döşeme malzemelerini de alarak, aşağıdaki ekibi, çıkışa geçmeden -700 kampında yakalamasına karar verildi. Korcan ve ben, kısa bir uykudan sonra 4:30’da mağara ağzındaydık ve girmeye hazırlanıyorduk. İkimiz de oldukça gergindik. Zor bir giriş yapacaktık ve aşağıya vardığımızda neyle karşılaşacağımızı bilmiyorduk.

“Abi nasıl ikna ederiz adamları? Zaten kampa vardığımızda pestilimiz çıkmış olacak! Soluk soluğa adamlara nasıl ‘devam’ deriz?”
“Kampa gelmeden önce durur biraz dinleniriz… sonra da bağıra çağıra şarkı söyleyerek kampa gireriz! Bunu da yutmazlarsa biz de adamlarla döneriz artık, n’apalım…”
“ Kimin morali, kimin moralini döverse artık! Aşağı vardığımızda bizde de ne moral kalır ya! Hadi bakalım…”

Eğer aşağıdaki ekibe, toplamaya başlamadan yetişemezsek veya yetiştiğimizde onları ekspedisyona devam etmeye ikna edemezsek, yapacak bir şey yoktu. Girişimiz boşa gidecekti ve yorgun bir şekilde, biz de toplamaya katılacaktık.

Tam karpit lambalarımızın suyunu koymuştuk ki, mağara ağzından Oktar çıka geldi. Sabahın köründe bizle karşılaşmayı hiç beklemiyordu ki, bizi görünce küçük bir çığlık attı… dayanamadık güldük. Adamlar 36 saatlik bekleyişten sonra dayanamamış, ‘sevgili, anne, yuva, dost’ özlemiyle hemen döşemeyi toplayarak çıkışa geçmişlerdi. Bir sonraki sene için gerekli malzemeleri aşağıda bırakıp, mağarayı -400m kampına kadar toplamışlardı. Artık yapacak bir şey yoktu… Garip bir şekilde Korcan da, ben de rahatlamıştık, üzerimizden büyük bir yük kalkmıştı. Mağaradan çıkanların hepsi aynı tepkiyi veriyorlardı. “Ulan Oktar, bastın gittin önden… Haydaa siz ne arıyosunuz burada!”.

Herkeste bir keder ve durumu kabullenmişlik hali vardı. İşte o zaman anladım ki, adamlar çıkmadan aşağıya varmış da olsak bir işe yaramayacaktı. Belki, bir önceki gece planladığımız gibi sıkı bir çalışmayla, teorik olarak ekspedisyonu sürdürmek mümkündü; 9 gün, 600m ip, 200 karabin, 150 hanger, 80m perlon, 3 ekip çalışır ve 4 günde dibe varırız, sonra da toplarız! Ama en önemli faktörü hesaplamamıştık; bu çalışma için gerekli olan motivasyon! Bu ne yazık ki tükenmişti ve yapacak hiçbir şeyimiz yoktu. Hep beraber kampa doğru yürümeye başladık… Aşağıda olanları konuşuyorduk, ama hiç kimse başarısızlığa bir günah keçisi aramıyordu. Aşağıya malzeme gelmeyince kampı teröristlerin bastığını bile sanmışlar…

Kampa vardığımızda saat 6:00 olmuştu. Sesimizi duyanlar çadırlarından çıkıp yanımıza geldiler, bir süre sonra bütün kamp toplanmıştı. Mağaradan çıkanlarla konuşan herkes yavaş yavaş durumu kabullenmeye başlıyordu. Kahvaltı yaptıktan sonra bir toplantı yaptık ve aşağıda olanları konuştuk. Gecikme sebepleri ve aşağıda alınan toplama kararı tartışıldı. Devam edebilir miydik? Süre ve işgücümüz yeter miydi? Sonuçta, aşağıda 36 saatlik uzun bir bekleme olmuştu ve her ne kadar somut bir sebep olarak saymasak da motivasyonun tükenmiş olması ekspedisyona noktayı koymuştu. Şanssızlıklar ve yapılan hatalar belliydi… Ama toplamaya geçiş kararı bir hata değildi! Kamptaki herkes, en yeni mağaracısından, en tecrübelisine kadar, aşağıda alınan bu kararda üzerine düşen payı kabullenmiş ve belki de daha fazlasını sorguluyordu.

Baştaki motivasyonumuz ve heyecanımız kaldırabileceğimizden daha ağır görevler almamıza neden olmuştu. Dönüş kararı almamış ve mağaraya devam etmiş olsaydık çok daha fazla şey kaybedebilirdik. Aşırı yorgunluk konsantrasyonu bozabilir ve bir kazaya sebep olabilirdi. Gezi boyunca yaşadığımız tek kaza ise Sinan’ın, 4m ile başlayıp kampın sonuna doğru Oktar’ın abartmasıyla 9m’yi bulan bir yükseklikten Oktar’ın tepesine çanta düşürmesiydi (Sinan’ın tabiriyle zımbalaması). İlerleyen günlerde Oktar’ın beli bir güzel ovuldu ve kazazede hakkettiğince şımartıldı…

Buraya gelirken, dibi hedefliyorduk. Yeterli malzememiz ve iş gücümüz vardı. Çukurpınar Yaylası’na geldiğimiz 9 sene boyunca kazandığımız tecrübenin de yeterli olduğunu düşünüyorduk. Ama mağaranın bize verecekleri henüz bitmemişti, eğitimimiz devam ediyordu. Doğal sınırlarına ulaşmak için çabaladığımız mağara, bize nazikçe kendi doğal sınırlarımızı gösterdi.

Bebekliklerinden beri tanıdığımız yayla çocukları Ayşe ve Akif’e “Seneye gene görüşürüz!” derken, herkesin içini ertelenmiş bir vedanın sevinci kaplamıştı. Çukurpınar Yaylası’na veda etmeye henüz hazır değildik!


Arpat Özgül



Bümak YK, 2008
 

Etiketler
Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
103,444
Mesajlar
1,518,064
Kayıtlı Üye Sayımız
172,099
Kaydolan Son Üyemiz
Attorney58

Çevrimiçi üyeler

SON KONULAR



Geri
Üst