Bir Vosvosun Penceresinden Karadeniz (5-14 Temmuz 2008)

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan chatlak Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 4
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 3,135

chatlak

Kamp I
Mesajlar
168
Tepkime Puanı
2
Yer
İstanbul
Web
www.kibritkutusu.net
Anatolia Vosvos Derneği olarak 4 Vosvos ile tüm Karadeniz’i kat edip Sarp Sınır Kapısı’ndan öteye bir mendil sallamak için, Amasra’da, Sinop’ta, Hopa’da yapılan çevre katliamlarına az da olsa dikkat çekebilmek için, Barış’a, Kazım’a “memleketinize geldik, nereyesunuz ula?” demek için gerçekleştirdiğimiz ve 10 gün süren gezimiz geçtiğimiz hafta içi son buldu. Onlarca anı, 3.300 kilometre, 15 vilayete değdirilmiş tekerlek izleri ve buna imza atan 15 macera sever insan. Hikayemiz, bir memleketin enine kat edilişinden daha fazlasını içeriyor…

Karar aşaması bile aylar sürdü
Aylar önceydi sanırım, 2007’nin Eylülü veya Ekimi… “Var mısınız Karadeniz’e?” diye ortaya atılan bir söz ve arkasından derneğin kuruluşundan beri beni etkileyen “Bir Vosvosun penceresinden Anadolu…” kelamı. Gelenler bir eklendi, bir çıktı. En sonunda 5 Temmuz sabahı İstanbul’dan “Haydeee” diyerek koyulduk yola… Sabahın köründe, her yan güne varmadan yola çıktık. On günlüğüne ara vereceğimiz strese, trafiğe, sıkıntıya, dalavereye ve sıkılmışlığa el sallarken hınzırca, İzmit’e varmıştık bile. Teybimizde ise Kazım çalıyordu; “Terk ediyorum bu kenti…”

Plan mı? O da ne ki…Sakarya’yı geçmiştik ki ufak arızalar yaşamaya başladık. Sorunları kendimiz halledecektik bu gezi boyunca. Araçlarımız arıza yapsa da şaşırtıcı olan her seferinde ilerlemeye devam etmemizdi. İlk gün hedefimiz Safranbolu’ydu ve öğlen varmamız gerekiyordu “plana göre”. Ancak akşam saatlerinde varabildik. “15 saatte Safranbolu” tümcesini ürettik bu gidiş sonrasında ve günlerce de dilimize dolayacaktık. He bir de bu geziye gelmeden önce bir çoğumuzun bilmediği gaz teli, platin, meksefe, sibop ayarı, karbüratör, balata kelimelerini bire bir öğrenip, benzini biten bir karavana nasıl hortum sokulur öğreniyorduk. Bu gezi eğitici bir hal almaya başlamıştı bile!

O yorgunlukla Safranbolu’ya vardığımızda plana ufaktan bir dokundurup yarım günlük gecikmeyi hemen sarkıttık. Gece yapılacak iki şey vardı. Tarihi Cinci Hamamı’na bir uğramak ve uyumak… Önce hamamın yolunu tuttuk. Hamam 1600’lü yıllarda inşa edilen ve iç yapısı ile oldukça etkileyici tarihi bir hamam. Cinci Hoca lakaplı Kazasker Hüseyin Efendi tarafından yaptırıldığından dolayı Cinci Hamamı adını almış. Hamamda geçirdiğimiz zaman diliminde oldukça eğlendik, günün yorgunluğunu attık ve uykuya dalmak üzere konağa geri döndük.

Yeni bir güne uyanmanın saadeti…
Safranbolu’da güne dinlenerek uyandık. Safranbolu’nun güzelliklerini görmek için yollara düştük. İlk durağımız Yemeniciler Arasta’sında ki Boncuk Kafe’ydi. Otantik bir mekanda, tavşan kanı çaylarımızla, dışarıda yağmur çiselerken, masada “yok yokken” leziz bir kahvaltı yaptık. Bu kahvaltı hala dillere pelesenk… Sonra arasta içinde alışveriş yaptık. Ardından Köprülü Mehmet Paşa Camii avlusunda yer alan ve Cinci Hamamı gibi 1600’lü yıllarda yaptırılan, Osmanlı Dönemi’ndeki 95 tane güneş saatinden biri olan Güneş Saati’ni inceledik. Safranbolu’nun neredeyse her yanını kuş bakışı gören Hıdırlık Tepesi’ne çıktık sonrasında. Elimizde hala uzun yıllardır üretilmeye devam eden, gelenekselleşen Bağlar Gazozları ile şehr-i Safranbolu’yu izledik, durduk. Karşıdan Saat Kulesi, şu an müze olarak kullanılan eski Kaymakamlık Binası’nı ve UNESCO tarafından korunmaya alınan yüzlerce Safranbolu Evi’ne baktık, durduk.



Barış’ın memleketindeyiz…
Öğleden sonra Amasra’ya doğru yola koyulduk. Barış Akarsu’nun memleketine bir merhaba deme niyetimiz vardı. Safranbolu – Amasra arası yaklaşık 100 kilometreden oluşan, asfalt ama tırmanma ve inişin oldukça bol olduğu bir yol. 4 hava soğutmalı Volkswagen sıra sıra dizilip Safranbolu’nun yüksek rakımından deniz seviyesine doğru yol aldık önce. Bartın’a az bir mesafe kala, tabelasında 59 model bir vosvosun bulunduğu Uluyayla sapağında bir nefes aldık. Bir önceki kaçamağımız olan Bozcaada’dan getirdiğimiz şaraplardan bir tanesini burada açtık ve afiyetle içtik. Yola devam ederken tablolara konu olacak güzellikte ağaçların arasından geçiyorduk. Yolun iki tarafından yolun üzerini tamamen kaplayan uzun ağaçlar. ..

Bartın içinden Amasra’ya varmak için yola koyulduk. Amasra, deniz kıyısında bir yerleşim yeri fakat ulaşabilmek için bir dağı aşmak gerekiyordu. Biz de öyle yaptık. Amasra’ya vardığımızda her yanda Barış Akarsu posterleri vardı. Evlerin camında, reklam panolarında, parklarda, elektrik direklerinde… Bir de bu yıl ilki gerçekleştirilen Barış Akarsu Kültür ve Sanat Festivali olduğu için daha bir hareketliydi Amasra. Kent içine girdiğimizde çevre gönüllüsü dostlarımızdan aldığımız “Termik Santrale Hayır” dövizlerini hemen araçlarımıza iliştirdik. Burada kalış süremiz çok uzun olmadığından serbest zaman ilan ettik. Kimimiz Amasra Kalesi’ne çıkıp dürbünle Tavşan Adası’nı ve limanı gözlerken, kimimiz alışveriş yapmaya verdi kendisini. Bir grup arkadaşla biz denize giren tayfadaydık. Bir grubumuz ise festival alanına gidip akşam yapılacak konser hazırlıklarını takip ettiler. Tüm grup parça parça buluşma noktasına gelirken çevre gönüllülerinin kurduğu standa uğrayıp termik santral istemediklerini belirttik ve imza kampanyasına katıldık. Sözcü ile uzun bir görüşme sonucunda mücadelenin oldukça başarılı geçtiğini, Amasra’nın direndiğini öğrendik. İstanbul’dan tüm gücümüzle destek olduğumuzu belirtip, ayrılmak üzere yola koyulduk.

Kurucaşile yolunu takip edip, gece iyice çökerken Cide’ye vardık. Hemen karavanlarımızı hazırlayıp, deniz kenarına yiyeceklerimizi hazırlayıp Sinop’a doğru yola çıkacağımız güne uyanmak üzere daldık uykuya…



Dağları aşa aşa…
Cide ile Ayancık arasını 7 saati aşkın bir sürede ancak alabildik. Doğanyurt, İnebolu, Abana üzerinden Ayancık’a ulaştık. Fakat ulaşıncaya kadar da Karadeniz’in en zorlu yolunu görmüş olduk. Sayısını unuttuğumuz dağlar, tepeler, patikalar aştık. Virajları bir bir geçtik. Yol kenarlarında durup kayısı, elma, erik ağaçlarından göz hakkımız olan meyveleri topladık. Ayancık’ı geçtikten hemen sonra Bahçeli diye bir yere geldik. Orada Ağaçlı Köyü ve deniz kıyısında müthiş bir alan gördük. Hemen gidip kamp yapıp yapamayacağımızı öğrendik. Ve müthiş bir kamp için hazırlıklara başladık. Batı ve Orta Karadeniz’in en lezzetli balıklarından biri barbundur Ve barbun bu mevsimlerde oldukça lezzetli olur. Balıkçı bir amcayla tanıştık ve kendisinden bir kova barbun aldık, ayıkladık ve masamızın başköşesine koyduk. Akşam için çadırlarımız, masamız, mezelerimiz, sohbetimiz her şeyimiz hazırdı. Keyifli ve hala konuştuğumuz bir gece yaşadık… Güzel bir gecenin ardından ertesi gün Vivaldi ile güne uyandık; The Four Seasons – Summer…

Sinop’a vardığımızda öğlen olmuştu. Deli dalgaların duvarlarını yaladığı Sinop Cezaevi’ne doğru yola koyulduk. Şehrin içine girmeden şu an müze olarak kullanılan cezaevine ulaştık. Meydanda Diyojen Anıtı önünde fazla durmadık, gölge etmek istemedik zira. Halen hayatta olan ve yıllarca cezaevinde gardiyanlık yapmış Pala ile sohbet edip, içerde mahkumlarla ilgili anılarını dinledik. Sonra saatlerce geçmişe yolculuk yaptık Sinop Cezaevi’nin içerisinde. Sabahattin Ali, Refik Halit Karay, Mustafa Suphi, Burhan Felek gibi isimlerin yattığı Sinop Cezaevi’nin avlusunda gezindik, volta attık, hep birlikte şarkı söyledik; Aldırma gönül, aldırma…

Sinop içinde kısa bir gezintiden sonra yönümüzü gene doğuya çevirdik ve Samsun’a doğru yola çıktık.



Bafra’da pide yemeden olmaz…
Karadeniz’in sahil kıyısının yolları Sinop’tan sonra düzelmeye başladı. Akşamüstüydü ve Sinop sınırlarından çıkmak istemiyorduk. Yollar, ağaçlar, deniz ve yeşil çok farklıydı Sinop’ta. Not ettiğimiz şey ise bir daha Sinop’a gelip, uzun uzun kalmaktı elbette. Kaplumbağa hızında seyreden yolculuğumuzu yol müzikleri keyifli kılıyorduk. Müzikler üzerine sohbetler ediyorduk. Sözlerimizi balla kesiyorduk bir leylek gördüğümüzde, bir köy çeşmesi yanında duracakken ya da “hey özgürlük!” deme gereği hissettiğimizde… Yollarda salına salına, özgür ve gerçekten kafamıza estiği gibi ilerliyorduk. Keşmekeş, plan ve program günübirlik oluşuyordu. Bu da taa sonraki planlara bakıp önümüzdeki taşa takılıp düşmemizi önlüyordu elbette. Ama arızalar canımızı sıksa da, gezi öncesi yaptığımız ve günlere böldüğümüz yolculuk eskizimiz çok şaşmış olsa da “Hopa’ya varma sevdası”ndan hiç vazgeçmedik. Ve sevdiğimiz tümceyi hep söyleyedurduk; “biz yolda olmayı seviyoruz…”

Bafra’ya vardık ve hemen Bafra’nın en güzel pide yapan yerlerinden birine gittik. Bafra pidelerimiz ince ince, sert hamurlu, misafir olduğumuzdan dolayı olacak ki bol malzemeli ve oldukça lezizdi. Afiyetle yedikten sonra ertesi günü düşünmeye başladık. Ordu Vosvos Şenliği’ne katılıp “Hacı” olmak istiyorduk. Vosvos camiasında Ordu’nun böyle bir özelliği vardı ve grup içindeki birçok arkadaşımız hacı olmamıştı… O halde gecenin bir vakti telsizlerimizden birbirimize şarkılar söyleyerek, şiirler okuyarak, gecenin silinmeye yüz tutmuş yol çizgilerinin üzerinden kezlerce geçerek Ordu’ya vardık. Gün ışığının ortalığı aydınlatmasına saatler kalmıştı biz Ordu’ya vardığımızda. Kampımızı kurduk ve sabahın ilk ışıklarıyla yaylaya çıkmak üzere uyuduk…



Haydi hacı olmaya gidiyoruz!
Çambaşı Yaylası merkeze 40 kilometre de olsa, dar ve dik patikaları ile bizi oldukça yordu. Her bir yokuşun bitişinde “bu son yokuştu herhalde” desek de bir sonraki yokuşta bunun son olmadığını anlıyorduk. Her yan fındık ağaçlarıyla doluydu. Önceleri çekine çekine topladık fındıkları ama denizden bir kova su alıyormuşuz hissi uyandı etraflıca baktığımızda ve her tarafta fındıkları gördüğümüzde. Uzun bir tırmanışın ardından bu yıl 10.’su düzenlenen şenliğe katıldık. Ortalık vosvos ve karavandan geçilmiyordu. Bize de bir yer gösterildi ve biz de obamızı kurduk. Yaylada elektriğimiz vardı, köy bakkalımız vardı, suyumuz, tuvaletimiz, her şeyimiz. Anatolia’nın bıçkın delikanlıları hemen kurumuş odunları akşamki kamp ateşi için hazırlarken, bir grup da ortama aydınlatma çekti. Müzikler, yemekler, bakımlar, gelenlerle yaşadıklarımızın paylaşılması ile yaylada eğlenceli bir gece geçirdik. Ordu Vosvos Şenliği’ni düzenleyen ağabeyimiz Enis Ayar, Yayla Bar ile bu yıl şenliğe daha bir şenlik katmış. Tüm vadiyi ayaklarımızın altına getirmiş sağ olsun. Buz gibi rakı içme keyfimize kimse dokunmasın bundan böyle…


Akçaabat köftesi bir harika…
Gün biter, yollar başlar gene gezide. Yıllardır uzaklardan duyduğumuz köftenin tadına varmak için olsa gerek, Akçaabat’a varmak hiç de zor olmadı. Upuzun bir masa, piyazlar, köfteler ve nefis bir servis ile Körfez Köfte’de mayıştık kaldık. “Hesap ne kadar tutacak acaba?” derdindeydik ki bizim gruptan bir arkadaşımızın tanıdıkları olduklarından, müessese sahibinin “ne hesabı daa, o kadar yoldan geldiniz, hayde güle güle hemşerum” gibi sıcak bir uğurlaması ile karşılaştık. Yüzümüzde tebessüm ile kalacağımız öğrenci yurduna yerleştik.

Ertesi sabah Karadeniz’in başkenti sıfatının yakıştırıldığı Trabzon’da Sümela Manastırı’nı, Sürmene’yi ve Uzungöl’ü gezdik. Araçlarımızı merkezde bırakıp bir tanıdığımızın minibüsüne binip tek araç, tek eğlence ile tam gün, dolu dolu gezdik. Uzungöl’de yağmura yakalandık, biz buralarda sevdalara tutunduk, yeşile aldandık, tarihe kandık, kendimizi alamadık… Akşamı ise Boztepe’ye çıkıp yorgunluğumuzu attık, günün değerlendirmesi yaptık.

Ertesi gün, büyük gün… Yollara iz bırakmak için çıktığımız yolculuğumuzun, yollarda olarak keyiflendiğimiz yolculuğumuzun, “Hopa’ya varmalı” tümcesinin hayata geçirilişi olacak. Önce uyumalı, ardından derin bir nefes ile Karadeniz’in tamamını arşınladığımızı içimize çekmeliyiz.



Hopa’dayız ya da diğer bir ifadeyle Hopa’dayuk!
Çayeli’nde çay fabrikaları sıra sıra dizilmiş. Memleket amma da çay içiyormuş vesselam, yerinde gördük, öğrendik. Hüsrev Lokantası fasulyeyi bir başka güzel yapıyor. Gün öğlene varmamış, karnımız tok ama o kadar yol tepmişiz ve Hüsrev’e uğramadan edemeyiz değil mi? Çektik sağa… Tadına baktık, damağımıza değdirdik ve “ateş almaya mı geldiniz uşaklar” diyen Hüsrev’in sahibine “önemli bir işimiz var” diye veda ederek heyecanımızı da yanımıza katıp yolları dalgalarda giden sörfçüler gibi aştık.

Önce Arhavi göründü, ardından Hopa. Tebessüm beraberimizdeydi işte o an. Merhaba ey Karadeniz’in asi yeri, merhaba Karadeniz’in hırçın çocuğunun memleketi, merhaba adam boyu dalgalar, merhaba Hopa Festivali, merhaba Gürcü evleri, sosyalist başkanım, atmacalar, yeşiller, deniz, umuda açılan kapılar, merhaba ey “uzaklardan geldik biz” diyeceğimiz insanlar, bir avuç rüzgar, çiseleyen yağmur, barajlara, nükleere, hidroelektrik santrallere karşı duran çevre gönüllülerine, merhaba Sarp’ın öte yanı… O an dinlenebilecek en güzel parça için elimizi müzik çalara attık ve hep birlikte dinledik; Kazım Koyuncu’dan Sarpi Moleni…
 

Etiketler

Ynt: Bir Vosvosun Penceresinden Karadeniz (5-14 Temmuz 2008)


fotoğraflardan seçmeler:

iz bıraksak geçerken bize yeter... (doğanyurt)

doganyurtlh3.jpg



ne santrali ulan! (amasra)

amasraimzajt3.jpg



ula o kaplumbağayı ha oraya nasıl koymuşlar daa? (safranbolu bartın yolu)

uluyaylaje8.jpg



gölge etme... diyojen... (sinop)

diyojenqw7.jpg



hepimiz mahkumuz! (sinop)

cezaevicu4.jpg



ha uşak ha ha ha! (sinop)

sinophoronxc3.jpg



hopadayuk da!

dsc0061dg8.jpg
 

Ynt: Bir Vosvosun Penceresinden Karadeniz (5-14 Temmuz 2008)

Termiğinize de, hidroelektiriğinize de, nükleerinize de başlatmayın :smiley: !

Kazım Koyuncu bir söyleşide “VİYA” albümünün isminin viya olmasının sebebi söyle anlatıyordu : “VİYA” sahil yoluna nazik bir tepkidir. Çünkü viya sahillerde yapılan bir nevi aletsiz sörf. Ardeşen’de tahtasız da.. Böyle dalgaya bırakıyorlar kendilerini . Kayalarla kavga ediyor insanlar, çocuklar. Bu çok önemli bir kültürel durumdu aslına bakarsanız. Bir ritüeldi ya da. Fakat eğer biz sahilleri doldurursak böyle bir şey de olmayacak. Sadece küçük şeylerden bir tanesi. Bu bir simgeydi. Küçük bir şey, Onu da albümün içine de koyduk”
 

Ynt: Bir Vosvosun Penceresinden Karadeniz (5-14 Temmuz 2008)

Artvin ve Bergama'da siyanürle altın arama belası, Akkuyu'da nükleer santral, Gökova'da termik santral, Fırtına Vadisi'nde hidrolik santral… derken şimdi de- ki aslında çok zaman önce başlayan - Samsun-Sarp Sahil Yolu Projesi. Bu proje kapsamında yok edilen ve durdu-rulamazsa tümüyle yok edilecek olan sahillerimiz ve çocukluğumuz ve geleceğimiz ve tarihimiz ve ……………………YAŞAM!
İnsan hayatının hiçe sayıldığı, kendinden olmayanın değersiz görüldüğü, barışın ve kardeşliğin önemsiz sözcükler, insanın en değersiz şey olduğu ülkede yok olan sen, yok olan ben, yok olan sevgi, yok olan zaman, yok olan insan, yok olan……..YAŞAM!
 



Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
103,451
Mesajlar
1,518,113
Kayıtlı Üye Sayımız
172,104
Kaydolan Son Üyemiz
onur57

Çevrimiçi üyeler

SON KONULAR



Geri
Üst